ALEVİLİKTE OCAK – ÇERAĞ KÜLTÜ

Ateş ile ilgili bazı özdeyişler.
“ Ateş ile barut bir arada durmaz.” Anonim

 “ Ateş düştüğü yeri yakar.” Anonim

” Cehennem dediğin dal odun yoktur, herkes ateşini kendi götürür ” (Yunus Emre)

” Çabucak koca bir ateş yakmak isteyenler, cılız samanları tutuşturmakla işe başlarlar  ( Shekespare)

” Ateş kenarı kış gününün lalezarıdır  (Enderunlu Vasıf)

Ateş veya Od, yüksek sıcaklık ve alev veren hızlı yanma olayı.
Ateşin meydana gelebilmesi için yanabilen bir maddenin tutuşma sıcaklığında oksijen ile temas etmesi gerekir. Yakıt ve oksijen madde ile var ise ve biri biriyle ilintili ise sürekli yanma olur. Bir ateşin söndürülmesi, yanmaya neden olan elemanlardan yakıt ve oksijenin yok edilmesi, sıcaklığın düşürülmesi ile mümkündür.
Herhangi bir maddenin yanabilirliği kimyasal bileşime ve fiziksel duruma bağlıdır. Eğer oksijen kaynağı hava ise, herhangi bir yanıcı gazın molekülleri hava içine girer ve havadaki oksijen moleküllerine temas eder. Tutuşma sıcaklığına erişince de bu gaz yanar.

Bir yanıcı sıvı ilk önce buharlaştırılmalı ve tutuşma sıcaklığındaki bu buhar oksijen ile karıştırılmalı ki, yanma olabilsin. Katıların yanması için ise sıvılaştırılmalı veya buharlaştırılmalı veya hiç olmazsa geniş bir yanma yüzeyi meydana getirmek için küçük taneciklere ayrılmalıdır. Fakat katı, gözenekli ise öğütme şart değildir. Bütün katılar, elverdikçe en küçük taneciklere ayrılırsa, oksijen ile temas eden toplam katı yüzeyi çok olacağından şiddetli yanar.
Çok şiddetli ateşler, yanabilen tozların (zerreciklerin) hava ile karışımından elde edilir. Örnek; kömür ve metal tozlarının yanması gibi.
Magnezyum tozları gerekli oranda hava ile karıştırılıp tutuşma sıcaklığına getirilirse, göz kamaştırıcı parlak bir alevle yanar.
Maddeler tutuşma sıcaklığının altında oksitlenir. Fakat maddelerin yanabilmesi için tutuşma sıcaklığına yükseltilmesi gerekir. Bu sıcaklığın üzerinde paslanma (oksidasyon) ısısı yeteri kadar hızlı yayılmaz ve yanmamış yakıtta oksidasyonun olduğu bölgeye yakın alanı yanma sıcaklığına yükseltir. Çok ince parçalara ayrılmış maddeler hariç olmak üzere, katıların yanma sıcaklığı sıvılarınkinden daha yüksektir. Genellikle sıvılar kaynama noktasının düşüklüğü oranında parlayıcıdırlar.
Ateş, etrafındaki havayı ısıtır ve onun genişleyerek yükselmesini sağlar. Bunun sonucu olarak da uzaklardan buraya soğuk hava akımı başlar. Bu meydana gelen akım nedeniyle sürekli ve yeni oksijen elde edilmektedir. Böylece ateşin yanması sürekli olur. Hatta ateş, büyük şehir veya orman yangını halindeyse, bu hava akımı önemli hızda rüzgar bile meydana getirir
Ateş dünya üzerinde zaten bulunmaktaydı. Yıldırım düşmeleri, aşırı sıcak havanın kuru otları tutuşturması veya yanardağlardan çıkan lavların sebep olduğu yangınlar dünya üzerinde insandan önce de vardı. Fakat insanlar ateşi nasıl kontrol edebileceklerini veya nasıl ateş yakacaklarını bilmiyorlardı. İlk insanların ateşi kontrol etmeyi yani ateş yakmayı bulmaları, insan evriminin kültürel yönü açısından bir dönüm noktasıydı. Ateş, sıcaklık, koruma ve yiyecek pişirmede temel bir yöntem ve araç oldu. Bu kültürel ilerleme, insanların coğrafi dağılımını, kültürel yenilikleri, beslenme ve davranış değişikliklerine yol açtı. Buna ek olarak, ateş yakmak insanları gecenin karanlığından ve soğuktan korunmalarını sağladı.
Ateş kim keşfetti?
İlk insanlardan olan Homo erektus’un 0.2 ila 1.7 milyon yıl önce ateş yakmayı kullandığına dair kesin kanıtlar bulunmaktadır. Yaklaşık 400.000 yıl önce, Homo Erectus’un ateşin kontrollü kullanımına başladığına dair yaygın bir bilimsel inanış vardır. Anatomik olarak modern insanlar tarafından ateşin yaygın olarak kontrol altına alındığına dair kanıt yaklaşık 125.000 yıl öncesine dayanıyor.
Alt Paleolitik dönemde ateşin kontrollü olarak kullanıldığına dair kanıtların çoğu belirsizdir. Son bulgular, bilinen en eski kontrollü ateş kullanımının Güney Afrika’daki Wonderwerk Cave’de 1.0 Mya’da gerçekleştiğini desteklemektedir.
Güney Afrika’nın Northern Cape eyaletindeki Wonderwerk Cave kazı alanından elde edilen bulgular, ateşin kontrollü kullanımı için en erken, en kesin kanıtı sağlamıştır. Hasarsız tortular, mikromorfolojik analiz ve Fourier Dönüşümü Kızılötesi Mikroçeşitçizim (mFTIR) kullanılarak analiz edilmiştir. Baringo Gölü yakınlarındaki Chesowanja, Kenya’daki Koobi Fora ve Olorgesailie gibi Doğu Afrika bölgelerinde, ateşin ilk insanlar tarafından kontrol edildiğine dair kanıtlar ortaya çıkmıştır. Kenya Olorgesailie’deki bir bölgede ateş yakmak için kullanılabilecek bir “OCAK” bulunmuştur.

Orta Awash Nehri Vadisi’nde, 200 ° C (400 ° F) sıcaklıklarla oluşturulmuş kırmızımsı killerin koni şekilli çöküntüleri bulundu. Bu özelliklerin, erken hominidlerin  (yerleşik insan) yerleşim yerlerinde ağaç kütükleri yaktığını göstermektedir.
Ateşin keşfi, erken hominidler için geniş bir kullanım alanı oluşturdu. Sıcaklık kaynağı olarak kullanılan ateş daha soğuk ortamlarda hayatta kalmalarını sağladı. Tropik ve subtropikal iklimlerden soğuk kışları içeren ılıman iklim bölgelerine doğru coğrafi genişleme oluşmaya başladı. Ateşin kullanımı, yırtıcı hayvanlardan korunmak için bir araç olarak geceleri hominidlere yardım etmeye devam etti. Hominidlerin ağaçlarda uyumak yerine yeryüzünde ve mağaralarda uyumasını sağladı. Ateş, onların yeryüzünde daha fazla zaman geçirmelerine yol açtı. İnsan etkinliği için böyle bir gücün giderek gerekli hale gelmesiyle birlikte iki ayaklıların evrimine katkıda bulundu.
Ateşin, pişirmede uygulanmayla birlikte, hominidlerin yiyecek elde etme ve tüketme şekillerinde büyük değişikliklere yol açtı. Ateş, Hominid et tüketiminde ve kalori alımında belirgin bir artışa neden oldu. Yemek pişirmeye ek olarak, hominidler, etin ateşle kurutulabileceğini keşfetti; bu avcılık yapmakta zorlandığı zamanlar için besinleri saklamalarını ve korumalarını sağlandı.
Ateş, avlanmak ve et kesmek için kullanılacak araçlar oluşturmak için bile kullanıldı. Hominidler, orman yangınları başlatarak, avın kolaylaştırılmanı sağladı. Erken hominidler ateşi nasıl kullanacağını anlamaya başladığında, böylesine yararlı bir beceri bir sosyal güç kaynağı haline geldi. Bu yeteneği öğrenenler, üstün oldukları ve başkalarının çevrelerinde gruplar oluşturmalarına ve onlara daha yüksek toplumsal konum vermelerine neden oldu. Bu, insan dilinin gelişimine neden olabilecek toplumların oluşumunu ve etkileşim ve konuşmayı arttırmayı teşvik etti. Ateş ataerkil toplum oluşumunun bir parçası haline geldi, çünkü erkekler avlanırken kadınlar yemek pişirecekti.

Ateşin keşfedilmesi, ilk hominidlere sayısız fayda sağlamıştır. Ateşle, kendilerini korumayı ve tamamen yeni bir avlanma şekli bulmayı başardılar. Mağaralarda ateş kanıtlarının bulunması, kendilerini sıcak tutmak için kullandıklarını gösteriyordu. Soğuk havadan korunmanın yanı sıra, erken hominitler avlamak için otları yakıyorlardı. Kanıtlar, erken hominidlerin hayvanları ateşle tuzağa düşürdüklerini ve eti pişirmeyi başarabildiklerini gösteriyor. Pişmiş et, sağlık için büyük bir adımdı. İlk hominidler artık çiğ et tüketmiyor ve çeşitli bakterilere maruz kalmıyorlardı.
Yaklaşık 164.000 yıl öncesine dayanan daha yeni kanıtlar, Güney Afrika’da yaşayan ilk insanların, aletler yapmak ve hayatlarını iyileştirmek için kullandığı malzemelerin mekanik özelliklerini değiştirmek için ateşi kullandığını göstermektedir. Araştırmacılar, ilk insanın Silcrete adı verilen ince taneli bir kayaya ısıl işlem yöntemi uyguladığını gösteren kanıtlar buldular. İşlemden geçirildikten sonra, ısıtılmış kayalara şekil verilmiştir. Hilal şeklindeki bıçakla veya ok uçları bu kayadan yapılmıştır.
Ateş sanatın yaratılmasında kullanıldı. Bilim adamları, Avrupa’da Venüs figürinleri olarak adlandırılan birkaç küçük, 1 ila 10 inçlik heykeller buldular. Bu heykeller Paleolitik Dönem’e kadar uzanır ve hepsi çıplak, eğrisel kadınları tasvir eder. Bu figürlerin birçoğu ateşle işlenmiş taştan ve kilden yapılmıştır. Bunlar seramiklerin en eski örneklerinden bazılarıdır. Ateş genellikle çanak çömlek yapmak için kullanıldı. Çanak çömleklerin gelişinin yaklaşık 10,000 yıl önce tarımla başladığı düşünülse de, Çin’deki bilim adamları Xianrendong Mağarasında M.Ö. 18.000 yıllarına tarihlenen seramik parçaları keşfettiler. Ancak, M.Ö. 8000’de başlayan Neolitik Çağ döneminde, seramiklerin oluşturulması ve kullanılması çok daha yaygınlaştı. Bu öğeler çoğunlukla basit doğrusal tasarımlar ve geometrik şekiller kullanılarak oyuldu ve boyandı.
Böylece; ateşin denetim altına alınmasından bilinçli üretimine geçmesi yüz binlerce yıl alan büyük bir adımdır. İsrail'de, Şeria Nehri kıyısında bulunan kalıntılar, insanın 790 bin yıl önce ateş ürettiğini ve kullandığını göstermektedir.
Ateşin yakılabileceği düşüncesini uyandıran ilk kıvılcımın, çakmaktaşını piritlere sürterken mi, yoksa ağaç içinde delik açmaya çalışırken mi çaktığı bilinmemektedir. Avrupa'daki Neolitik yerleşim bölgelerinde çakmaktaşı ve piritlerin yanı sıra ateş delgileri de bulunmuştur. İlkel toplumlarda en yaygın ateş yakma yöntemi sürtmeydi. Bambudan yapılmış küçük bir tüp içindeki havanın sıkıştırılmasıyla ısı ve ateş üreten ateş pistonu Güneydoğu Asya, Endonezya ve Filipinlerde geliştirilip kullanılan karmaşık bir aygıttı. Bundan tümüyle bağımsız olarak 1800'lerde Avrupa'da da metalden bir ateş pistonu geliştirildiği bilinmektedir. İngiliz kimyacı John Walker, içinde fosfor sülfat bulunan ve sürtülünce yanan kibriti 1827'de icat etti. Modern teknoloji ve bilim tarihi, büyük ölçüde ateşten sağlanarak insanoğlunun kullanımına sunulan enerji toplamındaki sürekli artış olarak nitelenebilir. Enerji üretimindeki artışın büyük bölümü hem miktar, hem çeşit bakımından ateş kullanımının artmasıyla sağlanmıştır. Atom enerjisinin denetim altına alınması, ateş kullanımında atılan son adım sayılabilir.

İnsanın Ateşe Tapma – Ateşi Kutsama Serüveni
Ateşin insan yaşamında bu kadar katkı ve yarar sağlaması onu özel kıldı.
İnsanın gözlemlediği en yalın ateş ve enerji kaynağı ise GÜNEŞ kabul edildi, önemsendi ve güneşin tüm gün boyunca olmadığı gece sürecinde, zamanla onu ateş ile simgeleyip anma – tapınmaya dönüştürdü.
Özellikle Orta Asya - Hint-İranlılarda oldukça yaygın bir ibadet türüdür. Ateşe tapanlar, "kutsal alev" dedikleri şimşeği, insanla gökyüzü arasındaki bir köprü olarak görüyorlardı. Ateş tanrısı Ehrimen'di. Persler ise Ahuramanza adına sürekli ateş yakarlardı.
Ateşe tapma Parsiler'de de devam etti. Yunanlılar ateşin yararını Hephaistos'ta, ateşten yararlanma sanatını Prometeus'ta, kutsal alevi de Hestia'da tanrılaştırdılar. Roma'da ise Vesta Tapınağı'ndaki sürekli ateşi rahipler korurdu. Zerdüşt dinine inananlar da ateşe taparlar, kutsal ateşin yakıldığı yapıya "Ateşgâh – Ateşkede " derlerdi. Ateşgâhlar bu dinin tapınaklarıydı.

Tasavvufta Ateş ( anasır-ı erba );
Ateş dört unsur ( hava, su, toprak ve ateş ) içinde, etkin (aktif) ve eril olan iki unsurdan biri olup, diğer üç unsuru da aydınlatan ve ısıtan unsurdur. Dört unsurdan “tartılamaz olanıdır”. Kimi zaman ışık simgeselliğiyle özdeş tutulur.
Orta Asya Türk Boylarında ateş; ağırlıklı od - ut olarak tanımlardı. Od yakmak için çoğunlukla odun- ateşlik ağaç kullanıldığı da yaygın bilinir.
Odunun yakılmasına; Od – ağ ( odunu ağartmak), yakılan yer ise yerleşim birimi OTAĞ olarak tanımlanır. Odunun yakıldığı, ağartıldığı yer insan topluluklarının evi sayıldı. Otağ zamanla bu dilin lehçelerinde evrimleşerek OCAK sözcüğüne dönüşür.
Ocak; yaşanan yerin ısıtılması, aydınlatılmasında çok önemli olmanın yanında orada yaşayanların yemeklerini pişirmede, arta kalan zamanda ise konuşmaların, ortak söyleşilerin yapıldığı yer olarak tanımlandı.
Böylece ocak bu işlevlerinin yanında, bilge insanların, inanç önderlerinin toplanıp söyleşiler yaptıkları yer anlamında da kullanılmaya başlandı.
Çok yaygın bilinen Alevi mitinde; Hoca (koca – büyük bilge) Ahmet Yesevi ile Hacı Bektaşı Veli’nin ocakta yanan dut dalını eline alıp Anadolu’ya doğru atması ve Hacı Bektaşı Veli’nin dut ağacının arkasında bir güvercine dönüşerek uçup Anadolu’ya gelme söylencesinde olduğu gibi..!
Ateşin, ısıtma, aydınlatma ve pişirme işlevi daha sonra ÇIRA şeklinde aydınlatmada kullanılmaya başlandı. Çırayı yakma (Çerağ) çırayı ağartma, yakma aydınlatma işlevi olarak tanımlandı.
O nedenle Orta Asya inanç kültünde inanç önderlerinin topladıkları ve toplumu için aydınlatıcı söyleşi ve çalışmaların yapıldığı birim yer OCAK olarak tanımlandı. Aydınlatıcı söyleşileri çıra gibi aydınlatma, bu konuda kendilerine ekonomik olarak verdikleri desteğe de ÇIRAKLIK tanımı verildi.

Kaynakça:
1. Türk Dil Kurumu - Büyük Türkçe Sözlük "od" kelime anlamı
2. Ari Rabinovitch. "Ari Rabinovitch, News24", News24. 15 Mayıs 2008 tarihinde erişilmiştir.
3. TRT Haber. TRT. 15 Mayıs 2008 tarihinde erişilmiştir

AFERİN’DEN MİHRALİ’YE


AFERİN’DEN MİHRALİ’YE

" En büyük düşmanımız cehalettir ."
[Hz. Ali]

“ Aklın gücüne hiçbir engel karşı duramaz.”
 [Marcus Aurelius]

“ Cehaletin bir ölçüde hoş görülebilir, ancak bildiklerini sorgulamaman asla!”
[Lao Tzu]

Her ne kadar “Seni övene dikkat et!” dense de övgüyü kim sevmez ki? Doğada canlı, cansız her nesne övgüden payını alırsa güzellikler de bir başka olur. Örneğin; çevreye karşı övgü, ona gösterilen özendir. Bir ağaca bir çiçeğe yapılacak övgü, onlara yapılan bakım, gösterilen özendir. Övgüden en çok hoşlanan canlıların başında insan gelir.
Hatta kutsal metinlere bakılırsa Tanrı bile övgü ister!
Aslında dualar bir bakıma övgülerdir.
Aferin; günlük yaşamımızda sıklıkla kullandığımız bir övgü nidasıdır. Bununla birlikte Pazende dilinde ( Zerdüşt inanç dili); selam ve övgü olarak kullanılan aferin terim olarak, “Ölülerin ruhlarının hoşnut olması ya da yaşamda olanların saygıyla anılması amacıyla okunan çeşitli dualar.” anlamına gelir.
Bu dualar; aferin-i dehman, aferin-i gahenbar, aferini bozorgan, aferini peyamber (peygamber) Zerdüşt gibi birçok türü vardır. Örneğin belli zamanlarda okunmaları gelenekleşmiş aferinganlardan okunan aferin-i peyamber Zerdüşt Avesta diliyle okunur.
Aferingan ( Aferinha); Zerdüşt inancında olanların bir yıl boyunca değişik günlerde tanrıya yönelerek yaptıkları dua ve ibadetlerin genel adıdır. Aferingan veya aferinha sözcükleri aferin’den gelir; dua, yakarış veya yüce övgü anlamına gelir.
Aferin; Farsça, aferiden; övmek filinin emir kipidir. Özetle; yaşa, var ol, benzeri övgüler demektir.
Günümüzde sosyal ve inanç yelpazesinde kullandığımız; Tebrik, ( Arapça bereke filinden; kutsamak kökünden), kutlamak (Türk-Oğuz lehçelerinde; övmek, yüceltmek) sözcükleri de aslından aferinin sözcüğüyle eş anlamlıdır.
Aferiniş; “Yaratılış” yerkürede yaşayan her insan topluluğunun bireyleri evren, yeryüzü, gökyüzü ve içindeki varlıkların yaratılışları üzerine düşünmüştür. Her uygarlık kendince yaratılış söylencesini oluşturmuş, bunlar mitolojik olarak aktarıla gelmiş, çeşitli uygarlıkların yaratılış söylenceleriyle harmanlanmış daha sonrada tek tanrılı dinlerin yaratılış söylencelerine kaynaklık etmiştir.
Aferican;Su dökme” Eski İran’da Behmen ayının 30.cu günü düzenlenip abrizan, abrizegan, abpaşan tanımlamalarıyla da bilinen bir törendir. Anadolu’da yolculuğa çıkanların arkasında dökülen suyu her kes anımsar. Kaynaklarda aferican-ı İsfahan (abrizegan-ı İsfahan) olarak ta geçer. Bu bayram XI. – XVII. Yüzyıla kadar kutlaması sürdürülmüştür. Örneğin; Büyük Şah Abbas tahta çıkışının 23.cü yıldönümünü Çeharbağ’da o gün kutlamıştır.

Mehrali, Mihrali, Mirali
“Kötünün bilinmediği yerde iyi tanımlanamaz.”
[Zerdüşt]

Mihr (Mitra); Aryan (övülmüşler demektir, çok ilginçtir; bu terim Kur’an’da Yahudiler için de sıkça kullanılır) kavminin büyük tanrılarından biri olarak kabul görür. Aryanlar ikiye ayrılarak günümüz Hindistan ve İran’a yerleşmesinden önce Mihr’e tapmaktaydılar Avesta dili ve eski Farsçada Mithra, Miüra, Sanskritçe Mitra Pehlevicede ise “ahd, yemin, sevgi ve güneş” anlamlarıyla Mitr olarak bilinir. Eski Mezdiyesna inanırları da Mihr’i; ışık tanrısı olarak kabul eder öyle inanırlardı. Mihr, Ahura Mazda ile diğer yaratıklar arasında bir aracı olarak kabul edilirdi. Mihr’e çok önem veren İran’ın önde gelenleri isimlerinde onun adı kullanırlardı.
Eski İran’da Mihr büyük tanrılardan biri olmasının yanı sıra “aydınlık meleğinin” adı, kutsallığın ve takvanın, sevgi ve şefkatin, dostluğun ve sözünde durmanın, aydınlık ve mutluluğun, cesaretin, hakkı ve doğruları desteklemenin, savaşlarda zafer bağışlayan iyilikler ve güzelliklerin simgesi olarak bilinir. Eski İran inanışlarına göre Mihr, ezelden beri var olan aydınlık ile şimdilik aydınlık arasında bir araçtır. Bir başka söylemle bazen yaratıcı, bazen yaratılan, çoğu zaman da yaratıcı ile yaratılan varlıklar arasında bir habercidir. Ayrıca geniş ve büyük tarlaların korunması, halkın kötülükler karşısında güvenli yaşaması, İran topraklarında yaşayan insanların ve diğer varlıkların huzur ve asayiş içerisinde bulunmalarının sağlanması görevi ona verilmiştir.
Mihr daha sonra güneş anlamına gelen Mezdiyesnâ tanrılarından Hûrşîd ile birleşerek tek bir varlık olmuştur.

Mitra (Güneş Tanrısı) İranlılar ve Hintliler arasında ortak bir dinsel inanış sayılır. Doğruluk ve kurtuluşa ümit temelinden hareketle bir tür mistik anlayış olarak da bilinen bu inanışın öğretileri dünyada mutluluğun kaynağını, ölümden sonra başlayacak yeni hayatta da sonsuz huzuru sağlayacaktır.
Arilerin, Baltık kıyıları ve Güney Rusya’dan göçleri sırasında bir kolunun da bu günkü İran’a yerleştiğini görüyoruz. Bu topluluk inanç olarak, kurban kavramı ve ruhlar alemine inanıyordu. Işık tanrısı Mithra inançları yanında, Aryanların İndra ve Varuna adlı tanrıları da vardı. Bu tanrılar Hindistan’a inen diğer Aryanlarında önemli tanrılarıydı.
Mithra’dan söz eden en eski belge, Anadolu da Boğazköy kazılarında ele geçmiştir. M.Ö. XIV. yüzyılda Hititler’le, Mittani’ler arasında yapılan bir barış antlaşması olan bu belgede, Mithra’nın koruyucu ve tanık olarak adı, İndra ile Varuna’yla birlikte geçer.
İran inançlarına göre bir kayadan doğan Işık -Tanrı Mithra, “Kozmik Boğa’yı” ile  savaşıp onu öldürerek ( kurban ederek) dünyayı yaratmıştır. Tüm canlı varlıklar bu boğanın kanından oluşmuştur. Yine de Mithra yaratıcı olmaktan çok, Büyük Güneş Tanrıyla “Ahura Mazda”, insanlar arasında bir aracı durumundadır. Bir tür, insanların ruhlarını kurtarmaya çabalayan elçi, Peygamber konumundadır. Boğayı da “Güneş-Tanrının” buyruğuyla öldürür. Gözlerin bakmaya dayanamayacağı parlaklıkta bir ateş kılığına bürünüp karanlıkları yok edecek, insanlığı aydınlığa kavuşturacaktır. Bu nedenle ateş kutsaldır ve törenlerde önemli yer tutar.
Mithra, Işık-Tanrı olarak kötülüklerle sonuna kadar savaştıktan sonra, Güneş-Tanrıyla birleşip göğe çıkmaktadır. O zamana kadar peygamber konumunda olan Mithra’nın sonuçta tanrılaştığını görüyoruz. Kötülük büyük çapta yenilmiş, evrenin tüm karanlığı aydınlanmıştır, ama gene de tam aydınlık değildir. Günlerin yarısı aydınlık, yarısı karanlıktır. Kötülükler sinsi, sinsi devam etmektedir. Karanlığın kötülükle nitelendirilmesi hırsızlık, öldürme gibi birçok kötülüğün gece yapılmasından kaynaklanmaktadır.
Mithra tanrı olarak göklerdeki yerinden, insanların kötülüklerle savaşında onlara yardımcı olmaktadır. Her insan tanrının yardımıyla başarıya ulaşabilir. Ulaşamayanlar bu yardımdan yararlanamazlar. Bu nedenle her insanın ölümünde onu bir ”yargılama” beklemektedir. Bu yargılamadan başarıyla çıkanlar, kurtuluşa ve ölümsüzlüğe kavuşmakta “ Bahtlılar Ülkesinde” sonsuza kadar yaşamak için göğe yükselmektedir.
Din adamları olan Magu’lar Mithra için yazılmış İlahileri “yasnaları” Mithra adına yapılmış mabetlerde “ Mithreum“okurdu. Grek yazarlar, magu’ların mabetlerde anlaşılmaz barbar bir dille yazılmış ilahiler okuduklarını yazar.
Sözcük anlamıyla Mithra antlaşmadır ve karşıtı kötü güçlere ise Mithradrug adı verilir.     Drug; bozucu, kötülük, yalan anlamına gelir. Diğer sıfatları ise, evi ayakta tutan, ülkeyi, sürüleri ve insanları yaratan, yağmuru yağdıran ve rüzgarları estirendir. Aynı zamanda  Mithra, Sanskritçe “Dost - Sevgili“ anlamındadır.  Pontus, Bergama, Bospors gibi birçok Anadolu kralları da “Mithranın esinlendirdiği”, “Tanrının ilham verdiği“ anlamında Mithridates adını kullanırlardı. Mithraizmin temel felsefesi, iyi ile kötünün, çatışmasıdır.
Mihtra kültünde önde gelen tanrılarda biri de Homa’dır. Homa, süt ve bir bitkinin özünü karıştırarak elde ettikleri bir içkidir. Yasna adını verdikleri ilahiler eşliğinde mabetlerdeki törenlerde içilir. Homa ya da Haoma, çalı türünde olan bir bitkinin özünde sıkarak (presle) elde edilen bir sıvı, içildiğinde kişinin özgüveni artmakta ve ona büyük enerji vererek hareketlendirmekte. Bu gün tıpta kullanılan “Ephedran’ın“ bir türünü içeriyor. Homa’ya Sanskritçe Soma deniliyor. Hintlilerde de bir tanrı, Rig Veda’daki dinsel törenlerin odak noktasını soma içkisi oluşturduğundan, onun tanrısı Soma da büyük önem kazanmıştır. Havanda dövülmüş, sıkılmış anlamındadır. Homa’yı alan savaşçı güçlenir, şaire ilham verir, rahip ise daha kolay vecde gelir. Bu bitkide bir Tanrı iksiri gizlidir, yeşil gözlü bir tanrı. Homa’ya kurban kesmekle, bu Tanrının savaşçıları güçlendireceği, yağış yağdıracağını, açlığı önleyeceği düşünülürdü. Yine Aryanlar bu içkinin insanı ölümsüzleştireceğine, kişiliği güçlendirip düşmanına ve kötülüklere karşı başarılı yapacağına inanılırdı. Bu özellikleriyle Homa savaşçı bir Tanrı görünümündedir. Zerdüşt’ün yasakladığı bir Tanrıdır. Homa, Zerdüşt’ün ölümünden sonra tekrar tapınım törenlerinde yerini almıştır.
Mithra sistemindeki tanrılar arasında AŞA vardır. AŞA, doğal düzeni simgeler. Bu düzen güneşin dönmesi, mevsimlerin değişmesi ve var oluşu doğal bir seyir içinde tutar. Ayrıca insanların doğru davranışlarının içinde ifadesini bulduğu bir tanrı kavramıdır. Doğruluk, sadakat ve cesareti temel insani nitelikler olarak kabul eder.
Çoğunlukla insan şeklinde düşünülen aryan tanrıları arasında bir istisna görülmektedir. Bu da yaban domuzu ile cisimleşen Zafer Tanrısı Verethragha, sonsuz cesareti ve inatçılığı nedeniyle takdir edilir. Savaşçı karakteri nedeniyle Zerdüşt tarafından yasaklanmış ve onu kutsamak günah sayılmıştır. Ortadoğu’daki tüm inançlarda bu böyledir.
Aryan tanrılarından biri de Zaman Tanrısı Zervan (Zurvan) dır.  Ne yer, ne gök, ne de evren daha hiç bir şey, yokken, önce O vardı. Ezeli ve ebedi zaman içinde en büyük tanrıdır.           Bu Tanrı da Zerdüşt’ten sonra din kitaplarına girmiştir.
“Yima“ Hintlilerde Yama, “ Yeraltı Tanrısı “, insanların ilki ve ilk kez ölüp göçen kişi olarak düşünülür. Bu mitolojide, dünyaya on iki bin yıl ömür biçiliyor. Dokuz bin yılın başında sığır örneği, çayır örneği ve diğer canların örneği yaratıldı. İnsan örneği Gayomart da aynı dönemde ortaya çıktı. Gayomarttan sonra ilk insan ölümsüz yaratıldı. Fakat varlığına karışan kötünün etkisiyle yasak yiyecek olan “ Biftek’i “ yediği için ölümsüzlüğü sona erdi. Orada yaratılan kadınla birlikte dünyanın ilk hükümdarı olan Yima ve ondan sonraki nesiller hep ölümlü olacaklardı.
Aryanlar Urvan’ın yani ruhun, ölümsüzlüğüne inanırlardı. Ölümden sonra yeni bir hayat başlardı. Fakat ruh, ayrıldığı cesedi üç gün terk etmezdi. Bu üç gün, onların ahiretle ilgili inançlarına bakılırsa çok önemli bir süre idi. Aryanlar ölülerini gömerlerdi. İnanca göre, ilk üç gün içinde kötü güçler, ölülerin ruhlarına saldırmaya hazır bir şekilde beklemekteydiler. Ruhları bu güçlerden koruma görevi ölünün geri bıraktığı yakınlarına eğer varsa büyük oğluna düşerdi. Mithracılar, bu üç gün ölünün mezarı başında topluca ağlaşır, oruç tutar ve adaklarda bulunurlardı. Üçüncü günün sonunda ruhun “Yima’nın” yönettiği yeraltı krallığına doğru yolculuğa çıkacağı var sayılırdı. Ruhlar Yimanın krallığına ulaşmak için karanlık bir nehir ya da geçidi aşarak veya herhangi bir araç kullanarak aşmak zorunda idiler.
Aryanlar, zaman içinde, gökyüzünde tanrıların oturduğu bir cennet kavramı geliştirdiler. Büyük Hara dağında birinci ayağı, Gökyüzündeki cennete giden yolda ikinci ayağı bulunan bir köprü düşüncesi ile pekiştirdiler. Bu inançları, bir nevi simgesel “SIRAT“ köprüsü ÇİRVAN kavramına vardıkları anlamına gelmektedir. Bu köprüden ancak cennete layık ruhlar geçebilirdi. Sıradan ruhlar ise bu köprüden Yimanın yeraltı krallığına düşmeye mahkumlardır. Cennete varan ruhlar ise, artık kendilerine adanacak kurbana gereksinimi yoktu, böylece cennet kavramı, yeniden dirilme kavramını birlikte getirmişti.
M.Ö. XIV. yüzyılda izlerine rastladığımız eski Mazdaizm’i, Zerdüşt reformize etmeye çalışmıştır. Zerdüşt, Boğa Kurban edilen ve Homa içilen törenler başta olmak üzere, çok tanrılı bir külte karşı çıkmıştır. Bilgeliğin efendisi, ‘Her Şeyi Bilen’, anlamını içeren Ahura Mazda’yı, Tek Tanrı olarak ele alır. İyilik ve kötülüğü simgeleyen Ormoz-Ahriman karşıtlığını ön plana çıkarır. Temel felsefe bu karşıtlığın çatışmasıdır. Amaç, insanın mutluluğu ve bundaki başarısının, iyi düşünce, iyi söz ve iyi eylemle elde edebileceği gerçeğinde odaklanmaktır. Doğal olarak, babadan oğula geçen ve Magu “Magi” denilen ruhban sınıfı ve çıkar çevrelerini karşısına alan Zerdüşt dışlanır. Bir ara Ahura Mazda’ya şöyle yakarır.
“Hangi ülkeye kaçayım? Nereye gideyim?
Kabilemden ve ailemden ediliyorum.
Ne köyüm ne de kötü prensler bağışlıyor beni.
Ey Ahura Mazda, seni nasıl hoşnut edeyim.”
Zerdüşt söyle buyurur: KÖTÜYE DİREN!

Devam eder: “ Kötü her yerdedir. Senin beynindeki düşüncede, senin dilinde ve senin eyleminde kötüyü ara ve diren. İçine dön, içini dinle. Kalp ateşinin (Atrium) yanı başında seni baştan çıkarmaya çalışan kötünün fısıltısını bulacaksın. Ateşli doğru ile korkutucu kötünün mücadelesini kendi nefsinde yakalayacaksın! Sen bu sırra erdiğinde, tanrı sensin. Bu sırra ermekle kötüyü layık olduğu cehennemine sürmüş olursun. Yeter ki senin iç dünyan, yani içsel kişiliğin, içindeki o ilahi varlığın parlasın, yeter ki içindeki BEN kötüye dirensin.”

Zerdüşt’ün uzun çabaları sonunda yayılan inanç ve düşünceleri, yine de Mithra inançlarına ödünler vererek uzlaşmak zorunda kalır. Öldürüldükten sonra, Mithra inançları tekrar Zerdüştlük içinde varlığını sürdürür. Mithra kültü, Zerdüşt öncesi, Zerdüşt dönemi ve Zerdüşt sonrası farklı özellikler taşır. İkisi de iç içedir, Batıya yayılan Mithra inancı, Zerdüşten de etkilenen dönemin uzantılarıdır.
Mithraizm’in Batıya yayılması, mabetler ve aydınlanma – kabul törenleri:
Mithra genellikle kurban olacak boğa ile birlikte, mabetlerde taşa işlenerek yer alır. İran teogonisinin temeli olan dualizm görüşü içinde, bir gurup tanrı, başta Mithra olmak üzere Ahura Mazda etrafında birleşir. Mithra, ‘Akıl ve Hikmetin Efendisi’, ışık krallığına hükmederek, karanlıklar tanrısı Ahriman ( Agra Manyu ) etrafında toplanan kötülük güçlerinin karşısındadır. Sonunda iyilik güçleri kötülüğü yener. Bu savaşta Mithra iyi ve doğruluk güçlerinin başındadır.
Mithra, daima savaşa hazırdır, savaşçıların yanındadır ve onlara güç verir, onları korur. Roma lejyonerlerinin Mithra ya bağlanmalarının nedeni de budur. 25 Aralık IŞIĞIN ÇOCUĞUNUN (Nobel kutlamalarını hatırla ), dünyaya inişinin yıl dönümü kutlanır. Yılbaşı Mithra bayramında kurbanlar kesilir. İran’da Mithrakana veya Mirigan olarak adlandırılan bu bayramda, kral dansı yapar. Tanrısallık şerefine içip sarhoş olur. Bu bayram İran’da Mihr ayini, Mihr günü olarak hala kutlanır.
Mithra kültüne ait tapınaklar tüm Akdeniz kıyıları, İskenderun, Silifke, Anamur, Niğde ve Nevşehir yöresindeki Kapadokya, Bursa, Çanakkale, Bergama yörelerinde, İç Anadolu,  Frigya yerleşim yerlerinde, Boğazköy’de bulunmaktadır. Mezopotamya’da, Suriye Asi ırmağı kenarlarında, Kilikyalı korsanların gidebildiği yerlerde bu tapınaklara rastlanmaktadır.
Taç giyme töreninde Neron şöyle konuşur: “ Ben uluyum, Arsakastan inerek geldim, ama ben sizin kölenizim ve sizin için geldim tanrım, size Mithra gibi tapıyorum.”
Neron, Mithra kültü ile temas eden ilk Roma imparatoru. Neron kendisine Güneş Tanrısı olarak tapılmasını istemiştir. Mithra kültü zaman içinde Romanya, Yugoslavya, Avusturya, Almanya, Polonya ve İngiltere’ye kadar yayılmıştır. Birçok Mithreum kalıntısı bunu kanıtlamaktadır. Roma imparatoru Marcus Aureius’da Viyana yöresindeki Altenburg’da bir Mithreum yaptırmıştır.
Bazen karakter farklılığı, bazen sınıf ve sosyal konum başkalıkları bir dinsel toplulukta, insanların birleşmelerini sağlamıştır. Bunu birçok Mithreumda, basit kılıklı müminlerin yanında, yüksek düzeyli kişilerin zengin kıyafetlerle, kabartmalarda daha iri gösterilerek, yan yana durdukları görülmektedir. Septimus Severius, İmparator Commode, Costantin, Julien, Mithra kültüne bağlı idiler. Roma’da bu inisiyatik kült,  kapalılığı içinde yasal olarak hiç bir kazanç amacı olmadan, gönüllü bağışlarla beslenmiştir.
Tapınaklar dikdörtgen şeklindedir, (İngiltere’de bir tapınak 7x18 metre ve Altenburg’daki ise 8,5x23 metredir) İki yanı oturma sıraları, ortada Altar ( Kurban Kürsüsü- Yemin Kürsüsü ) var. Doğuda girişin tam karşısındaki duvarda, Mithranın -Kutsal Boğayı- kurban etmesini gösteren kabartma yer alır. Tapınaklar genel olarak yeraltında, mağaralarda yapılmıştır. Mağara olmayan yerlerde ve kentlerde ise aynı havayı verecek biçimde düzenlenmiştir. Mağara göğü sembolize eder. Tavan yıldızlarla süslüdür. Ay, öküzün çektiği arabada (Noel Babanın çektiği geyik arabasını hatırla!) yer alır. Pencereler görünmez bir şekilde yapılır ve alaca karanlık bir mabet olması sağlanmıştır. Yan tarafta ayrı bir bölümde, tören giysileri ve gerekli alet ve sembollerin konması için odalar yapılmıştır. Oturma yerlerinin duvarları genelde mozaiklerle süslenmiştir. Üyeler minderlerde otururlardı. Doğudaki niş mermerdendir. Mithranın fonksiyonu, Kurtarıcı ve yaratıcıdır. Boğanın ölümü yeni hayatın doğmasına sebep olur. Fresklerde görülen yılan ve akrep, kötülük ve uğursuzluk sembolüdür. Köpek ise uğurludur, yararlıdır ve Mithranın av arkadaşıdır. Karga, Mithra fresklerinde arka planda görülür ve haberciyi sembolize eder. Bu nitelik Mithraya aittir. Misterlerde ise karga boğanın ölümünün gerçekleştiğini simgeler. Mabede kabul edilecek olana bu nedenle karga maskı takılmaktadır. Tapınakların hemen, hemen hepsinin yanında su kaynağı vardır. Bazı fresklerde aslan alayı ellerinde tanrıya sunulacak şeyler için kaplar taşırlar. Kortej hiyerarşiye uygun olarak sıralanmıştır. Sağ ellerinde yanmış kalın mumlar taşıyanlar, onların arkasında horoz taşıyan kişiler yer alır. Daha sonra bir aslan elinde iki kulplu bir vazo taşımaktadır. Sunulanlar, Güneş Tanrısı ve Mithranın beraber yiyeceklerine uyabilecek, ekmek, şarap, boğa eti ve kanını sembolize eder. Horoz genel olarak Pers kuşu olarak tanınır, şafağın söktüğünü bildiren ve bahtsızlığa uğrayan tanrılara şarkı söylediği kabul edilir. Bu nedenle horoz kutsal sayılmıştır. Beyaz horoz ise Ahura Mazda ve Mithraya adanmıştır.
Mithra kültünde kahin, peder veya efendi olarak en üst kişiyi veya sınıfı sembolize eder. Bu düzeye ulaşmak için altı dereceden geçmek şarttır. Topluluğa yalnız erkekler alınır. Bir aydınlanma - kabul töreninden sonra topluluğa girilmektedir. Aday önce Mithraya şöyle yalvarmaktadır.” Selam sana Tanrım. Suların efendisi, selam sana toprağın hükümdarı, selam sana esprinin prensi. Tanrım, hayata yeniden gelişte ben, bu ulu coşkunluk içinde geçiyorum ve bu ulu coşkunluk içinde kurtuluyorum. Ve ben Senin düzenlediğin yoldan, Senin tesis ettiğin ve Senin kutsal olarak var ettiğin yasalara göre geçiyorum.”
Mithra kültünde aday bir süre, çömez olarak kabul edilir ve büyük törene, aydınlanma – kabule  bilgilendirilerek hazırlanır. Bu bilgilendirmelerin neler içerdiğini bilmiyoruz. Gizliliği nedeniyle aydınlanma – kabul törenine ait Floransa’da bulunan bir papirüs dışında belge yok. Sadece adayın törene hazırlandığı, eğitildiğine ait bilgilere rastlanmıştır. Bu papirüs, aydınlananın yeminini içeriyor. “ Yeri gökten, ışığı karanlıktan, günü geceden, dünyayı kaostan, hayatı ölümden, doğmayı bozulup çürümekten ayıran Tanrı adına, iyi niyet ve doğruluk inancımla söz veririm ki. Çok saygı değer Peder ( baba) serapion ve çok saygı değer ve çok aziz Hereaut Ka tarafından oluşan ilhamla ve açıklanan Misterlerin sırrını, beraber inisiye olduklarımla ve sevgili kardeşlerimle birlikte saklamaya söz veririm. Yeminime sadakatim bana yararlı olsun, fakat boşboğazlık edersem felaket getirsin. “
Tören diğer aydınlananların-kabul edilenlerin - dostu ve Baba’nın Oğlu olarak adlandırılan ve kabul edilen yeni aydınlananların iki eline yapılan dövmelerle mühürlenerek tamamlanır.
Capoue’deki bir mağarada bulunan kabartmalarda, adayın sınamalardan geçişi canlandırılmıştır. Burada Sırların Şefi,  beyaz, kenarları kırmızı tunik giymektedir. Gözleri bağlı olarak, çıplak ayaklı adaya yardım etmektedir.
***

Mihr (Mitra) inanışı ve Mihr’e tapınma ayinleri, klasik dönemlerde, Eşkaniler döneminden itibaren eski İran imparatorluğunun egemenlik alanına giren çok geniş coğrafyalara ulaşmış; eski İran başkentlerinden ve İran hükümdarlarının kışlık yönetim merkezi olan Babil’den bütün Anadolu’ya ve Yunan bölgesine kadar yayılmıştır. Gittiği her bölgenin yöresel inançlarıyla yakın ilişkiler kurup iç içe giren bu inanış Bizans orduları aracılığıyla daha geniş alanlara, Avrupa ülkelerine dek ulaşmış; zamanla Mihr’e büyük bir tanrı olarak tapılmaya başlanmış ve bir süre sonra da Mitraizm inanışı ortaya çıkmıştır. Bu inanışın bedel, kıyamet inanışı, sırat köprüsü, berzah, cennet, cehennem, mizan, sevap, günah gibi birçok temel değeri ve ayinleri Hıristiyanlığa da geçmiştir.
Mitra, eski İran’da aydınlık, doğruluk, adalet ve iyilik tanrısı olarak ruhları kurtarıcı güç, yaratan kuvvettir. Karşısında hiçbir şeyin direnişini kabul etmeyen ışığı bütün evreni kaplayıp evrenin tamamına egemen olan bir ateş şeklinde karanlıkları silip yok eder ve kötülüklere son verir. Işığı simgeleyip aydınlığın temsilcisi olduğu için güneş anlamında kullanılmaya başlanmış; bu yüzden Avesta’nın Mihr Yeşt adlı bölümünde onun adına çok güzel şarkılar yazılmıştır. Mihr Yeşt’teki ifadelere göre her gün sabah erkenden kutsal Elburz dağında, altın arabasına binerek gökyüzünü dolaşır. Binlerce gözüyle Aryan ailelerini gözetler. Onları herhangi bir yanlışlığa düşmek ve yeminlerini bozmaktan uzak tutmaya çalışır.
Brahmanların Vedalar’ında Mihr, Avesta’da olduğu gibi, aydınlık ve parlaklığın tanrısıdır. Ama Zerdüşt’ün ortaya çıkışı ve reformları İranlıların inanç dünyasında bir devrim etkisi yapmıştır. Zerdüşt dininin egemen olduğu dönemde İran’da tek tanrı inancının etkisinde kalınıp eski İran dinlerinin yıldızı sönmeye yüz tutmuş ve Ahura Mazda yücelip en yüksek makamların sahibi olurken Nâhid, Hordâd ve Mordâd gibi eski İran’ın büyük tanrılarıyla birlikte Mihr’in makamı aşağılara inip yüksek rütbeli bir melek halini almıştır.
Mihr; bin gözü, iki bin kulağı ve on bin koruması bulunan bir tanrıdır. Pehlevice kaleme alınmış tefsirlerde bu kulaklarının ve gözlerinin her birinin ayrıca birer melek oldukları ve Mihr tarafından görevlendirildikleri söylenir.
Mihr’in makamı ve tahtı Elburz dağındadır. Orada gece gündüz, karanlık aydınlık, soğuk sıcak, mutsuzluk, olumsuzluk, kirlilik, soğuk rüzgârlar gibi kavramlar yoktur; orası yeryüzü genişliğinde bir yerdir.
Mihr her zaman Surûş gibi uyanık ve hazır olarak bekler. Uyku devinin düşmanıdır. Dört atlı bir arabada sürekli olarak doğudan batıya doğru hızla gitmektedir. Ferr-i keyânî: hükümdarlık gücü Mihr’in yoldaşlarından biridir. Klasik çağlardan beri Hordâdmihr ateşkedesi onun olarak bilinir.
Rivayete göre: Mitra bir taşın içerisinden çıkmış ve ortaya çıkışıyla birlikte çobanlar ona tapmaya başlamışlardır. O zaman güneşle anlaşarak bir vahşi öküzü tuzağa düşürmüş ve öküzü bir mağaranın içerisine çekip orada zincire vurmuş ama sonuçta öküz mağaradan kaçmayı başarmıştır. Güneşin emriyle karga, öküzü öldürmüş ve öküzün artıklarının içinden de buğday başağı ve üzüm asması bitmiştir. Daha sonra Mitra gökyüzüne yükselmiş, oradan tekrar yeryüzüne dönmüş ve ölülere kıyamet günü kalkabilme gücü vermiştir. İyileri kötülerden ayırmış, bir öküz kesip etini kutsal şırayla karıştırarak adil insanlara vermiş, içenlerin ölümsüzlüğe erişeceğini söylemiştir.
Aryan ırkının en eski ve en yüce makamlı tanrısı olan Vârûne: gökyüzü adı birçok ayinde Mitra adıyla birlikte anılmaktadır. Sözcük anlamı “dost” ve “aydınlık” (İslam’da Nur’u hatırla) olarak belirtilen Mitra, gök tanrıyla yakın ilişki içerisindedir. Öyle ki birbirlerinden ayrılmaz bir çift olarak kabul edilirler. Birlikte evrenin düzenini ve doğruluk kurallarını korurlar. İnsanların işlerini ve gönüllerini idare ederek her şeyi görür ve bilirler. Gezdiklerinde, iki tekerlekli bir arabada birlikte bulunurlar. İki ayrı bedende tek bir can gibidirler. Mitra kötüler ve sözünde durmayanlar için oldukça acımasızdır. Mitra yeryüzünde bir melek mertebesindedir. Mitra aynı zamanda “antlaşma” anlamına gelir ve antlaşmaları kollar. Güneşe hükmeden de odur.
Mezdiyesnâ inanışındaki Soşyânt gibi, ölüleri yeniden diriltmekte, Avesta’ya göre Ahura Mazda ve Mihr birlikte kutsanmaktadırlar.
Güneş takviminde yılın 7. ayı ile her ayın 16. gününe Mihr adı verilmiştir. Mihr ayının 16. (yani Mihrrûz) günüyse eski İran’da, tanrı Mihr adına büyük törenlerle kutlanır; son zamanlara kadar da bu törenler süregelmiştir.
İran mitolojisinde birçok özelliğiyle bilinen mihrgiyâh: adamotu da ilk bakışta Mihr adını çağrıştırmaktadır.

Mihr Ali
İslam Dünyasında; bazı bölgelerde insanüstü nitelikler verilmesinden hareketle Hz. Ali de kutsal bir kimliğe büründürülmüş ve Allah ile insanlar arasında bir aracı olarak kabul edilmiştir; yani bir bakıma ona eski İran inanışlarındaki Mihr rolü yüklenmiştir. Ancak burada her grup kendi düşünce, duygu yelpazesi ve inanışlarıyla orantılı olarak ona kutsanan bir makam öngörür. Mihr, eski İran mistisizminin simgelerinin anahtarı, Hz. Ali ise yeni İran’da İslam tasavvufu ve İran kültürünün gerçek simgesi, insan-ı kâmil örneğidir. Bu iki sözcüğün yan yana duruşu yalnızca Hz. Ali’ye olan dostluk ve aşk gibi kavramları çağrıştırmaz, daha da ileri boyutlarda eski İran kültürünün göstergesi olarak ortaya çıkar. Bu iki sözcüğün Mihr Ali şeklindeki bileşiğiyse eski İran ile sonraki Müslüman (Şii) İran arasındaki bağların ne denli sıkı olduğunu gösterir.
Anadolu’da ve Azerbaycan’da Mehrali, Mihrali, Mirali isimleri erkekler arasında çok saygınca kullanılmaktadır.
Fars edebiyatında mihr sözcüğü bazen ahd ve yemin tanrısı olarak “sevgi, dostluk, güneş, aydınlık” anlamlarıyla da geçer.
Farsça metinlerde mihr sözcüğüyle yapılan çok sayıda bileşik sözcük ve isim vardır.
Mihrefzây: şefkatli,
Mihrendûz: sevgi arayan,
Mihrengîz: sevgi saçan,
 Mihrperver: sevgi besleyen, güzel,
Mihrcûy: sevgi arayan, âşık,
Mihrçehr: güzel yüzlü,
Mihrkâr: aşk eken, işi sevgi olan,
Mihrver: şefkatli,
Mihrimah; Ay’ın ışığı, ay nuru
Mihriban; ışığın hizmetkarı ve benzerleri olarak uzar gider.

“Kötü her yerdedir; senin beynindeki düşüncede, senin dilinde ve senin eylemindedir. Kötüyü ara ve ona diren, içine dön, içini ve dinle.”
[Zerdüşt]

KAYNAKÇALAR
 1. Zerdüşt   Ahura Mazda  Haluk Hacaloğlu RM yay  1995
2. Mıtras   Gizlerin Kökeni  Davıd Ulansey  Arkeoloji yay 1998
3. Felsefe Ansiklobedisi  O.Hançerlioğlu
4. Tanrı Anlayışı   Cemil Sena              
5. Zerdüşt  Avesa  Esat Ayata  Kor yay1998
6. Zarathustra   Hayatı   Mazdaizm  S. Bilgin  Berfin 1995
7. Hint Mitolojisi   W. Doniger   İmge yay   1996
8. Batı Mitolojisi   J. Campbell  İmge yay 1995
9. Doğu Mitolojisi  J. Campbell  İmge yay 1998
10. İnanç Sözlüğü,  O.Hançerlioğlu  Remzi   yayınları
11. Fars Mitolojisi Sözlüğü,   Prof. Dr. Nimet Yıldırım – Kabalcı

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...