İNSANLIK BUGÜNE NASIL GELDİ? - II- (ANTİK
VE ORTAÇAĞ)
“ Geometri bilmeyen bu eşikten içeri
girmesin!”
(Platon’un Akademisinin kapsındaki
levhada yazılı metinden)
ANTİKÇAĞ BATI UYGARLIĞI
Bilimin
kökleri tarih öncesi devirlere dayansa da, bilimin akıl ile birlikte
kullanılması daha ilk çağların başlarında görülse de, bilimin genel
yolculuğunun bilimin felsefe ile kullanılmasıyla antik çağda başladığı kabul
görür. Antik çağda felsefenin ayrı bir disiplin olarak ortaya çıkışı bilimsel
çalışmalara yeni bir boyut getirmiştir. Bu dönemlerde bilimsel çalışmaların
felsefi çalışmalardan ayrı düşünülmesi söz konusu değildi. Daha önceki toplumlarda daha çok deney ve
gözlemelere dayanan, sonradan düşüncenin de içine girmesiyle bir sitem
içerisine sokulabilen bilim, antikçağda felsefe ile birlikte yürütülmesiyle
teorik bir araştırma özelliğini kazanmıştır. İ.Ö. 600 yıllarına gelindikçe
bilimsel etkinliğin yavaş, yavaş dinden koptuğu görülür. Bununla beraber
antikçağda felsefe hiçbir zaman mitolojiden tam olarak ayrılamamış antikçağın
çıkış noktasını da çoğu kez mitolojik kurgular oluşturmuştur. Fakat antikçağda
aynı zamanda felsefe, bilimleri de temellendirecek şekilde, geniş bir çerçeve
içinde ve hatta günümüz düşünce sistemini bile belirleyecek ölçüde ele
alınmıştır. Antikçağda bilim, belli ilkelere dayanan, çoğunlukla metafizik
türden bir sistemdi. Bu sistemde deney
ve gözlemin rolü oldukça sınırlı olsa da düşünce her zaman vardı. Bu anlayışın
çarpıcı özelliklerini antik çağın bilime öneli filozoflarında bulmaktayız.
Antikçağda
yaşanan bilimin felsefe ile yolculuğunu bu uzun serüven üç bölümden ele
alınabilir.
1)
İyonya ve Sicilya (Bilim ve felsefe
beraberliği)
2)
Atina (Düşüncenin ekolleşmesi)
3)
İskenderiye (Felsefenin bilimden
ayrılışı)
Bu serüveni
şimdilik burada başlık olarak belirmekle yetineceğim.
ROMA DÖNEMİ
Özellikle
Roma egemenliğinin başlamasıyla felsefede duraklamanın ötesinde hızlı bir
gerileme görülmüştür. Yalnızca toplum düzenine, yönetim egemenliğine ağırlık
veren Roma İmparatorluğu son dönemlerinde ortaçağı başlatmak için gereken bütün
baskıcı güçleri üretmiş, aygıtları oluşturmuştur. Roma yönetiminin baskısına
karşı yavaş, yavaş gelişen direniş ortaçağın egemenlik belgesini yazmış,
yasallaştırmış, İ.S. 395’te de yürürlüğe koymuştur. İşte kimi düşünürlerin ortaçağı
İ.S. 395’le başlatmalarının nedeni de budur.
Ortaçağ,
uygarlık tarihinde, gerekli bir dönemdir, kaçınılmazdır. Çok tanrıcı dönemden
tektanrıcı döneme geçmeyen uluslarda, düşünsel anlamıyla, geçerli değildir.
Eski inançlarını sürdüren bir Çinli,
bir Hintli, bir Tibetli için ‘’ortaçağ’’
kavramının anlamı yoktur. Bu uluslarda ‘’ortaçağ’’
denince yalnızca tarihin belli bir süresi, evresi anlaşılır, zaman ölçüsü
bakımından, düşünsel bir dönüşüm söz konusu edilemez.
Sanırım
Ortaçağı, Doğu – Batı bütünlüğü, içinde inceleyerek karşılaştırmalı, eleştirel
bir çalışma yapabilseydik çok daha yararlı olabilirdi.
Ancak Avrupa
ortaçağını anlayabilmemiz için aynı tarih kesiminde doğuda yaşananlara kısaca
da olsa bakmamız kaçınılmazdır.
İskenderiye Kütüphanesi ve Müzesinin beşinci
yüzyılın ikinci on yılında bir Hıristiyan ayaklanması sonucunda yakılıp
yıkılmasıyla beraber değişik inanç ve felsefi görüş teki bütün bilim adamları,
eserleri veya bunların kopyalarını yanlarına alarak İskenderiye’yi terk etmeye
başlamışlardı.
Bu sıralarda
bir Greko – Romen şehri olan Edessa, bu günkü Urfa’ da bir okul açılmıştı. Bu
okul başlangıçta bir teoloji okulu olarak kurulmuş ise de, Nasturi
Hıristiyanların cenneti haline gelmiştir. Nesturiler, beşinci yüzyılda
İstanbul’da yaşayan ve İsa’nın insan ve tanrı özelliklerinin birbirinden ayrı
olduğunu savunan patrik Nestorius’ un fikirlerine sadık olduklarından, Efes
Konsil’indeki Ortodokslar tarafından heretik kabul edilmişlerdi. Ancak İran’ da
ki Hıristiyan Kilisesi bu doktrini kabul etmiş ve Efes’te verilen mahkûmiyet
kararına karşı çıkmıştı. Dolayısıyla, Nesturiler
Edessa’da güven içinde yaşayabilirlerdi. Nesturiler bilim dünyası için,
yalnızca Yunan bilim öğretisinin devamına yardım eden bilim adamları arasında
bulundukları için değil, aynı zamanda birçok Yunan eserini Süryaniceye
çevirerek yayılmasına katkıda bulundukları için önem taşır. Daha sonraları,
İslamiyet’ in doğuşunu takiben, bu eserlerin Arapçaya çevrilmesine yardımcı
oldukları için bilim adamı olarak şöhretleri devam etmiştir.
ORTAÇAĞDA UZAKDOĞU VE İSLAMDA BİLİM
Ortaçağ
dediğimizde bulanık bir zaman dilimi anlamının belirdiğini görürüz, bu anlamın
içeriği de dış yüzü gibi açık değildir, sislidir. Önce, düşünce akımları, belli bir günde, belli bir olayla ortaya
çıkmaz. Özellikle inançların en kesin, en açık sayılanları bile geçmişin
derinliklerine gider, karanlıklar, sisler arasından gelir. Tarihçilerin
anladığı ortaçağ ile düşünürlerin benimsediği ortaçağ arasında farklılıklar
vardır.
Tarihçiler,
genellikle, İ.S.395 – 1453 ya da İ.S.395 – 1492 yıllarının kapsadığı
süreyi ortaçağ sayar, düşünürlerin onayladığı ortaçağ daha kısadır, bilimsel
uyanışın, özellikle deney bilimlerinin, akıl ilkelerinin geçerlilik kazanmaya
başladığı döneme kadar sürer.
Bu
çalışmamız bu iki ortaçağdan ikincisini konu olarak alacaktır. Ortaçağ’ı bir
düşünsel ortam olarak gördüğümüzde XIII. yy sonlarına doğru yerini bilimsel
gelişmelerin egemenliğine bırakma zorunda kalmıştır. Ortaçağ dendiğinde belli
ilkelere dayanan, belli sorunları işleyen, bu evrenden çok başka bir evrene
bakan, duyulardan çok duyular üstü olana yönelen bir dönemi anlıyoruz.
Evreni
Tanrı yarattı; bu evren “ mahşer
gününe “ dek var olacak.
Yine Tanrı
bu evrendeki insanları iyi-kötü; yöneten-yönetilen gibi çeşitlemeleriyle yarattı.
Neden?
Nedeni yok; Ortaçağ hâkim görüşünde neden-sonuç ilişkisi dikkate alınmadı.
Olaylar “ öylesine “ oluyordu, çünkü
Tanrı “ öyle “ olmasını
istiyordu. Bu dönemin başlıca özelliği
ortaya attığı düşünce kurallarındaki ‘’değişmezliktir”,
aklı inancın buyruğuna bırakmaktır.
Kimilerinin
göklere çıkardığı, kimilerinin yerin dibine batırdığı ortaçağın olumlu,
geliştirici yanları da vardır. Sanırım yanlışlık, ortaçağın düşünsel yapısından
değil; devrini tamamlamış olan bu uygarlık kesimini günümüz de geçerli kılma
girişimlerinden kaynaklanıyor. Ortaçağ kendi anlayış ortamında başarılıydı,
kuşkusuz onun düşünsel bakımdan yapabileceği başka bir iş yoktu. Öte yandan,
yine ortaçağ ilkçağa göre düşünsel yönden geri kalmıştı. Ancak onu geri bırakan
düşünce odaklarının yaratıcıları da ilkçağ aydınlarıdır.
UZAKDOĞU BİLİMİ
Hindistan’da
bilimin İ.Ö. 2300 yıllarında şimdiki Pakistan toprakları olduğu yerde yaşam
bulduğu kabul görmektedir. Hint felsefesi sadece din ve kültür üzerinde etkili
olmakla kalmamış, bilimsel çalışmalar da yön vermiştir. Astronomi, takvim, dil, kimya, tıp, fizik ve
matematik konularındaki çalışmaları ve katkıları önemlidir. Hint matematiğinin
asıl başarısı on tabanlı sayı sistemini kullanmaları ve SIFIR sayısını
bulmalarıdır. Böylece hesap daha kolay yapılır hale gelmiştir. Eski Hint
hekimlerinin damar ve göz ameliyatları ünlüdür. Öte yanda insan bedeninin daha
geniş açıdan incelenmesiyle ve kültürel değerlerle birlikte ortaya çıkartılan
YOGA teknikleri günümüze kadar gelmiştir.
Çin’de eski dönemlerde
başlayan kültürel ve bilimsel uğraşılar uzun yıllar aralıksız sürmüş ve diğer
uygarlıklarda az rastlanır başarılar elde etmiştir. Çin resim yazısı, kağıt,
barut, mıknatısın Kuzey Kutbu ile ilişkisi, ilk mekanik saatler, kan dolaşımı
ve daha sonraki dönemlerde bulunan sismograf bunlardan birkaçıdır. Çin’de
gerçek anlamda bilimin gelişmiş olduğun söylemek ise bunlara rağmen zordur.
Batı dünyasında farklı olarak bilimsel yöntem üzerinde fazla düşünülmemiş
bilimsel teorilerin deney ve gözlemlerle olan ilişkisine yeteri derecede önem
verilmemiştir. Bu nedenle Çin biliminin batıdaki kadar sistematik üretken
olmadığı düşünülebilir. Çin’de bilimsel teorilere ulaşılamamış olmasının açıkça
belirtilmese de; Çin’deki düşünce
sistematiğinin farklı bir anlayış üzerinde kurulmuş olmasının etkisi olabilir.
Çin’de
geometri çalışmaları İ.Ö. IV. Yüzyılda
yapılmış olsa da bu çalışmalar hiç ir zaman Öklit’te olduğu gibi ispatlı
geometri halini almamıştır. Bunun nedeninin Çin mantığı ile Aristo mantığının
farklı olmasıyla açıklanabilir.
Çinli
mantıkçılar matematiği de kendi kuralları içinde kurulması gereken bir alan
olarak görmemişler, sadece yarara ve pratiğe yönelik problemler ve çözümlerle
sınırlı kalmışlardır. Teknik buluşlar; fizik varlığın yapı ve özelliklerini
araştırmaya yönelmemiş, doğrudan insan yararına kullanılmıştır. Bu nedenle
bilimsel teknolojik gelişmelerden çok, aslını araştırma çabasından uzak
kalınarak sadece pratik teknolojik gelişme ön plana çıkmıştır. Bu durum evrenin
tanımlanması ve gerçeğin araştırılması bağlamında farklı olarak Tao ve
Konfiçyüs gibi filozofların batı filozoflarından daha farklı düşünü ve bakış
açılarında şekillenmiştir.
Orta
Asya’nın bilime önemli katkısı olduğunu söylemek zordur. Buradaki kavimlerin yerleşik düzene
geçmelerinin çok sonraları olması, sıklıkla göç eden yaşam düzeninin hakim
olmasından sistematik düşünme sistemi ve bilim gelişmemiştir. Ancak bilimin yayılması
konusunda önemli katkıları söylenebilir. Ticaret, savaşlar, göç ve kolonizasyon
hareketleri o zamanki bilimin taşınması ve yayılması bağlamında bir taşıyıcılık
rolü ve faktörü olduklarını söyleyebiliriz.
Özellikle
Türk boylarının İpek yolu ve Çin ile sürekli ilişki içerisinde olmaları buna
örnek gösterilebilir. Bu arada Türk boylarının sosyal, devlet düzeni ve askeri
(onlu sistem gibi) kurma ve pratik
açıdan yararlı bazı yöntemleri uygulamaları, savunma sistemlerinin gelişmesi
bağlamında katkıları olduğu söylemek mümkündür.
İSLAM DÖNEMİ
“Halkın seviyesine (akıl, bilgi,
bilinç) ininiz. ( Enzele ennası menzilekum)”
-
Hadis-i şerif -
Edessa’da ki
okulun İ.S. 489 yılında kapanmasıyla buradaki bilim adamları İran’ın
entelektüel merkezlerine göç ettiler ve çevirilerine devam ettiler.
Dokuzuncu
yüzyıl, İslam Dünyasının bilimde Avrupa’da ve uzak doğudan çok daha ileriye
gittiği bir dönemdir. Hatta İslam bilim dünyasındaki gelişme batı Hıristiyan
dünyasını da önemli ölçüde etkilemiş ve dolayısıyla daha sonra oluşacak olan
modern bilim sürecine katkısı olmuştur. Hıristiyanlığın antik felsefesiyle
tanışmasında İslam dünyası aracı olmuş ve İslam dünyasındaki kimya, tıp, fizik,
matematik, astronomi alanındaki gelişmeler gerek Bizans gerekse İspanya
bölgesindeki ilişkilerle Avrupa’ya yansımış ve Rönesans’ı tetiklemiştir. Ayrıca
Yunancadan Arapçaya, antik çağa ait birçok felsefi bilginin tercüme edilmesi
Hıristiyan dünyasına o dönemin İslam dünyası aracılığı ile ulaşmıştır.
İslam
dünyasının o dönemki ortak bilim dilinin Arapça olması nedeniyle bilim adamı ve
düşünürlerin hangi ülke ve toplumlara ait olduklarını kesin olarak saptamakta
zordur. Bu konuda farklı görüşler olmakla beraber, ortaçağ İslam biliminde
Türkler ve İranlılar önemli rol oynarlar. Harezmi,
Fergani, Uluğ bey, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Fuzuli, Katip Çelebi,
Kaşgarlı Mahmut, Farabi, İbni Sina, Biruni, Ömer Hayyam, tarihte yer almış bilim ve
felsefeye önemli katkıları olmuş İslam düşünürleri filozofları ve bilim
adamlarıdır. İbni Sina’nın ‘Tıp Kanunu’
adlı kitabını özellikle anımsatmakta yarar vardır.
İslam
biliminin batıyı etkilemesi; İslam dünyasının Hıristiyan dünyasını etkilemesi
şu başlıklar altında özetlenebilir.
1)
Yunancadan Arapçaya ve sonra
Arapçadan Latinceye yapılan tercümeler.
2)
Cebir ve trigonometrideki gelişmeler
ve Arap sayı sistemi (Büyük ölçüde Hint uygarlığından alınmadır).
3)
Fizik biliminin İslam döneminde Yunan
filozoflarının spekülatif yaklaşımlarının tersine daha deneysel bir mantık
kazanması.
4)
Kimya dalındaki çalışmalarda daha bilimsel
bir yola çıkılmasıdır.
İslam’ın
ortaya çıkışı ile birlikte kültürel gelişmelerden çok dini vahiyler söz konusu
olmaya başladı. Hz. Muhammed ve Emeviler
devrinde bütün orta doğuyu içine alan ve buradan hem Doğu’ya hem de Batı’ya
doğru genişleyen kutsal savaş başladı. Doğal olarak bu genişleme sürekli
olamazdı. Abbasiler başa geçince, barış zamanında olduğu gibi bilim ve sanat
yeniden teşvik edilmeye başlandı. Halife
el-Memun başa geçtikten sonra, imanın mantıklı gerekçelerle
desteklenebileceğine inanan bir gurup Müslüman’ın gerçekleştirdiği bir hareket
olan Mütezile hareketine yakınlık
gösterdi. Bu hareketin muhakeme yöntemleri daha önce Yunan ve İskenderiyeli filozoflar
tarafından kullanılan yöntemlere dayandırılmıştı. Mütezile felsefesini geliştirmek için daha çok sayıda Yunan ve İskenderiye eserinin tercüme edilmesi gerekmekteydi; bunun üzerine El-Memun Bağdat’ta Beyt’ül-Hikme’yi (Hikmet Evi) kurdu ve burada, daha önce İran’a
geçmiş olanlar da dâhil, çoğu Hıristiyan birçok çevirmeni bir araya topladı.
Eski eserlerdeki astronomi bilgilerinin doğruluğunun kontrol edilebilmesi için
rasathaneler kurdu. Böylece El-Memun
ile İslam kültürel Rönesans’ı başlamış oldu. Bu kültürel Rönesans, daha sonra
Batı için ve dolayısıyla modern bilim kavramlarının gelişmesi için son derece
önemli olacaktı.
Hikmet Evi’nde, tercüme dışında çok değişik
çalışmalar da yapıldı. Orada çalışan bilim adamları arasında ilk ve en etkili
olanlarından biri, 801 de Yemen’deki
Kindi kabilesinde doğan Ebu Yusuf
el-Kindi idi.
El-Kindi; saf felsefe eğitiminin
geliştirilmesini ve eski çağlarda toplanmış olan bilimsel bilgi birikimlerine
tam olarak ulaşılması gerektiğini savunmaktaydı. Evrenin sonsuz geniş olduğuna,
matematik bilgisinin her cins bilgiye ulaşmak için gerekli bir ön şart olduğuna
inanmaktaydı. Aristo ve Platon’u okumuştu. Üçüncü yüzyılda yaşamış olan ve
ileride ‘’Yeni Platonculuk’’ olarak
tanınan akımın kurucusu olan filozof Plotinus’u
da incelemişti. Yeni Platonculuk
İslam dünyasını etkilediği gibi, bu hareketin belli başlı ilkeleri İslam
inancında da görüldü. Bu felsefe, varlık kürelerinin bir hiyerarşiye sahip
olduğunu öğretmekteydi; bu kürelerin en altta olanı zaman ve mekan içinde yer
almakta ve duyularla his edilebilmekteydi. Her biri diğerinin içinden çıkan
diğer küreler ise, zaman ve mekanın dışındaydı. Her küre derin düşünme arzusu
içinde kendi üzerinde yer alan küreye dönerek kendi gerçekliğini oluşturmakta
ve bu istek, kendi üzerindeki küre tarafından verilmekteydi. Böylece Yeni
Platoncu evrenin özelliği, biri dışarıya açılan diğeri geriye dönen iki yönlü
bir harekete sahip olmasıydı. Bir de, en yüksekteki küreden aşağıdakilere doğru
inildiğinde, birlik giderek azalmaktaydı. Çünkü her küre, bir üstteki kürenin
görüntüsü olduğundan, aşağıya doğru inildikçe, çeşitlilikte, ayrılmada ve
sınırlamada artış olacağı açıktı; en alt seviyede zaman-mekan dünyamız
atomlarına ayrılmaktaydı. Diğer bütün her şeyin içinden çıktığı en üstteki
varlık küresinin kendisi de, mutlak ilkesinden çıkmaktaydı. Bu, diğer her şeyin
ötesinde olduğu gibi, varlığında ötesindeydi ve ‘’Mutlak İlke‘’ olarak adlandırılabilirdi. Mutlak ilke, son derece
basitti ve belirli özellikleri yoktu. Ancak aklın onunla birleşmesi söz konusu
olduğunda fark edilebilirdi; bellekte tasarlanamaz ve tanımlanamazdı.
Yeni-Platoncu
görüş derhal yakın ilgiyle karşılandı ve El-Kindi
bunu İslami fikirlerle sıkı sıkıya bağdaştırdı. Yunan öğretisinin yeniden
canlanmakta olduğu Beytü’l-Hikme’de
ve Bağdat da Sünni Müslümanların, putperest bilgiye karşı çıkmalarını önlemek
için felsefelerin birleştirilmesine büyük ihtiyaç vardı. Değişik bakış
açılarının bir şekilde bağdaştırılması gerekmekteydi; El-Kindi bunu başardı. O, belki de tarihçilerin ifadesiyle “geriye dönük bir yenilikçiydi”, ama
İslam bilimi içinde yeşerecek olan büyük entelektüel hareketi başlatmayı
başarmıştı.
Rasathanelerin
kurulması, Kordoba da 40.000 ciltlik
bir kütüphanenin, Bağdat’ta El-Memun’un
Hikmet Evi’nin, Kahire de Halife
el-Hekim zamanında bir eğitim merkezi açılması ve nihayet Yunan astronomi
eserlerinin gelmesiyle, İslam biliminin ve matematiğindeki ilerlemelerle sıkı
sıkıya bağlantılı olan İslam astronomisinin gelişmesi için gerekli zemin artık
hazırdı. XI. yüzyılda astronomi, matematik,
biyoloji ve tıp bilimleri olmak üzere,
tepe noktaya ulaşacak bir gelişim içine girdi.
İslam
kültürüne mensup düşünür, coğrafyacı, doğa bilimci ve hekimler XII. yüzyıla
kadar geçen süre içerisinde, insanlığın bilimsel bilgi birikimine önemli katkılarda
bulundular. Bu, onların geç dönem ortaçağ batı dünyasına bıraktıkları mirasın
bir kısmıdır. Diğer bir kısmı ise, Yunan bilim eserleridir; bu eserler bazen
doğrudan doğruya bazen de İslam kültürünün kalburundan süzülerek batıya
geçmiştir.
İlk dönem
Müslümanları ve bütün İslam dünyası, bilimler üzerine çalışmış ve önemli
katkılar getirmişse de, bu alandaki başarılı çalışmaları bir süre sonra çeşitli
nedenlerden dolayı durmuş ve modern bilime ulaşamamışlardır.
700
yıllarında ortaya çıkan Mutezileler,
aklın kullanılmasına çok önem verdiler ve inançların en derin noktalarının bile
akıl sayesinde anlaşılabileceğini söylediler. Buna karşılık, bir kaç yüzyıl
sonra ortaya çıkan Eşariler, aklın
aşırı şekilde kullanımı ve dini dogmayla karıştırılmasını reddettiler. Yaklaşık
iki yüzyıl boyunca, bu rakip okullar birbiriyle mücadele etti ve on ikinci
yüzyılda İmam Gazali’nin; ‘’…söylenecek her şey söylenmiştir, bundan
böyle tevhid kapanmıştır.’’ sözleriyle Eşarilerin
düşünceleri galip geldi. Böylece, pasif kabullenme tavrı gelişti. Bu tavır
ister istemez bağımsız bilimsel düşünceye karşıydı ve İslam kültüründeki
bilimsel düşüncenin de sonu oldu.
İSLAM DÜNYASINDA BİLİMİN GERİLEMESİ
İslam
dünyasının ortaçağdaki büyük atılım göstermesi ve Avrupa’daki ortaçağ karanlığına
ışık tutmasına karşın, daha sonraki çağlarda aynı başarıyı göstermemesi çok
ürkütücüdür. Nedenlerini kısmen yukarıdaki metinde satır aralarında anlatılmış;
başlıca yanlış eğitim sistemi ile birlikte daha farklı başlıklar altında
sıralanıp açıklanabilir.
Bu arada,
İslam dünyasında felsefenin bilimsel çalışmalara istenen katkıyı
sağlayamamasından, felsefe çalışmalarının hiç yapılmadığı anlamı
çıkartılmamalıdır. İslam dünyasında felsefenin birçok alanında tasavvuf gibi,
kelam gibi kelam gibi birçok felsefi ekolleri ve yöntemleri saymak mümkündür.
“ BİN YILLIK KAVGA
…İslam
dünyası hala uzayan bir Ortaçağ'ın içinden geçiyor. Bu bin yıla yayılan uzun,
acılı ve kanlı bir çağdır. İmam
Gazali'nin (1058-1111) Bağdat
Nizamiye Medresesi Müderrisliğini terk edip, Mekke'de iman tazeledikten
sonra İslam'da içtihat kapısını kapatmasıyla başlayan karanlık bir, bin yıldır...
İmam
Gazali'nin ünlü risalesi 'Tehatüful
Felasife' yani ‘FelsefeninTutarsızlığı’nı’
yazarak başlattığı tutuculuk çağı... Kutsal kitaplar dışında hiçbir eser
insanlık tarihinde bu kadar etkili olmamış ve trajik sonuçlar yaratmamıştır.
İslam dünyasının yükselişini sonlandıran, bilimin ve felsefenin kâfirlik
sayıldığı, insan aklının teslim alındığı büyük gericilik dönemi... ‘Aklın’ değil ‘naklin’ esas alındığı yıllar. Doğu dünyasının ilk siyaset bilimi
kitabı olan 'Siyasetname'nin yazarı
ünlü Selçuklu Veziriazamı Nizamül
Mülk'ün saraya davet ederek Sultan
Sencer'e danışman yaptığı Gazali,
ümmeti; soru soran, eleştiren, itiraz eden bir kütle değil, itaat eden ve
teslim olan bir topluluk olarak tanımlıyor. Gazali sadece günümüze kadar gelen
egemen Sünni teolojisini kurmuyor, Şia öğretisi üzerinde de etkili oluyor. İçtihat
(yorum, yeni kural koyma) kapısını kapatarak dinin akla ve bilime göre yorumlanmasının
ve çağa uydurulmasının önünü kesiyor. Onu donduruyor ve böylece İslam dinini
insanlığın tarihsel yürüyüşünün önünde bir engele dönüştürüyor. İbni Sina'yı, Farabi'yi kafirlikle suçluyor.
İmam Gazali'nin öğretisi, bugünün
geri ve Batı'nın kölesi olan İslam dünyasını yaratan anlayıştır.
İmam
Gazali'ye en büyük itiraz yine İslam dünyasından Hanefi-Sünni öğretisinin
içinden gelmiştir. Doğu'nun en büyük âlimlerinden, felsefeci ve yorumcu İbni Rüşt (1126-1198) Gazali'yi
Endülüs'ten eleştiriyor ve onun görüşlerini mahkûm ediyor. Aynı zamanda Kordoba Kadısı olan ve Endülüs Sultanı Yusuf'a danışmanlık
yapan İbni Rüşt, bilimin ve felsefenin kâfirlik olamayacağını, insan aklının
özgür bırakılması gerektiğini, dini kuralların akıl ve mantıkla çelişmesi halinde
akla göre yorumlanmasının doğru olacağı görüşünü savunuyor. Çünkü diyor İbni Rüşt; "İnsan aklı da Allah vergisi bir yetenektir" ve bu
nedenle akla uygun olan, nakle (kutsal söz, vahiy) aykırı olamaz. İbni Rüşt Kurtuba'da (İspanya'nın
bugünkü Kordoba kenti) Gazali'yi eleştiren ünlü reddiyesini yazıyor; 'Tehatüfül Tehafül' yani ‘Tutarsızlığın Tutarsızlığı'... İbni
Rüşt felsefenin ve felsefecilerin gerçeğin bilgisine ulaşmanın yolunu açtığını,
tutarsızlığın buna karşı çıkmak olduğunu söylüyor. Yazılı tarihin en önemli ve
en büyük kavgalarından biridir. İbni Rüşt bu tartışmayı entelektüel ve felsefi
düzeyde kazanıyor ama siyasal planda kaybediyor. Çünkü İslam dünyasının
sultanları, halifeleri, şeyhleri itaat ve teslimiyeti savunan Gazali'yi
destekliyorlar. İbni Rüşt unutulmaya terk ediliyor.
Antik
Çağ Grek bilimi ve felsefesi uzmanı olan, Aristo'dan Platon'a kadar çok sayıda
felsefe ve bilim insanının eserlerine yorumlar yazan, onlara şerhler düşen İbni
Rüşt'ün kitapları Latinceye çevriliyor. Batı, unuttuğu Antik Çağın bilim
insanlarını ve felsefecilerini, yeniden İbni Rüşt'ün eserlerinden öğreniyor. Bu
eserler Arapçadan Latinceye çevriliyor ve Batı'da Rönesans'ı başlatıyor. Batı
İbni Rüşt'ün, Doğu ise İmam Gazali'nin yolundan gidiyor…”(8)
SON SÖZ
O Çağ’dan sonra üstünlüğü eline
geçiren Hristiyan-Batı Dünyası bir daha da bu üstünlüğünü kaptırmadı. Uzakdoğu,
modern çağda bu alanda önemli sıçramalar yaptı ve yapmayı sürdürüyor. Ne var ki
Hristiyan-Batı fark ettiği bu sıçrama ve direnişleri her zaman hile, darbe,
işgal, sindirme ve yok etmek de dahil farklı yöntemler; kullanarak durdurmaya
çalıştı, çalışacaktır. Özellikle İslam dünyasında uygulanan eğitim programlar ve
yöntemleri sonucu; makas tersine daha da açılmaktadır. İslam Dünyası daha uzun
süre bu alanda geride kalma talihsizliğini kıramayacağı da benziyor.
Murat Şahin - Habercem portalı 2016
Kaynakçalar:
1) Ortaçağ Felsefesi; Fuat Özbilen, çalışması
2010
2) Ortaçağ Felsefesi; İsmet Zeki Eyüboğlu,
Pencere Yayınları 2002
3) Tarihte
Bilim; J. D. Bernal, Çeviri; Tonguç Ok, Evrensel Yayınları 2008
4) Bilim
Tarihi; Colin A. Ronan Çeviri; Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu – Prof. Dr. Feza
Günergun, Tubitak Yayınları 2003
5) Ortaçağ’dan
çıkışta bilimin rolü; makalesi Eric J. Lerner Çeviri Rennan Pekünlü, Bilim ve
Gelecek Dergisi 49. Sayı.
6) Serin, Yusuf, makalesinden alıntılar.
7) Salman, F. T.; Bilimin Gelişim Tarihi,
makalesinde alıntılar.
8) YANARDAĞ, Merdan, (22.12.2012-Yurt Gazetesi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.