Kurbanın Kökeni ve Kurban Bayramı


KURBANIN KÖKENİ VE KURBAN BAYRAMI
“Elde düğün bayram benim neyime,
Benim kurbanlarım çok evvel oldu.
Sorayım fakire birde beyime,
Demi devranlarım çok evvel oldu.

Eller güler oynar içim kan ağlar,
Alem al yeşilde can kara bağlar,
Değişti asırlar silindi çağlar,
Meydanı meydanım çok evvel oldu.

Davut Sulari'yem çağladım aktım,
Riyakar kullardan nefretten bıktım,
Şöhret kaliasını kökünden yıktım,
O ahdı peymanım çok evvel oldu.”
-      Aşık Davut Sulari -
İnsanlık tarihinin her döneminde insanlar, doğanın gücü karşısında çaresiz kalmışlar. Kendilerini koruma içgüdüsü içinde, inandıkları tanrısal varlıklara kurban adamışlar, kurban kesmişler. Her insan topluluğu ve ulusun kendine göre kurban gelenekleri vardır.  Bir çok ulus değişik hayvanları, hatta insanları kurban etmişler. Günümüzde bile, bir sıkıntı karşısında “ Şu sıkıntıdan kurtulursam kurban keseceğim, kurban adayacağım.” gibi adaklarda bulunuruz.                  
Türk Dili’nin en eski ve sözlüklerinden Divanü Lügati’t-Türk’te  kurban karşılığı olarak “yağış” sözcüğü geçmektedir. “Yağış, İslam’dan önce Türkler’in adak için, yahut tanrılara yakınlık elde etmek için putlara kestikleri kurban” olarak anlamlandırılmıştır. Yine aynı sözlükte  ıdhuk/ıduk  ( Arapça; Bayram demektir) sözcüğü geçmektedir. “Idhuk: Kutlu ve mübarek olan her nesne. Bırakılan her hayvana bu ad verilir. Bu hayvana yük vurulmaz, sütü sağılmaz, yünü kırpılmaz; sahibinin yaptığı bir adak için saklanır”. Şeklinde tanımlanmaktadır. 

Türk Dil Kurumu’nun hazırladığı Türkçe Sözlük’te:

1.  Dinin bir buyruğu veya bir adağı yerine getirmek için kesilen hayvan.
2. Müslümanlarda kurban bayramı.
3. Mecaz. Bir ülkü uğruna feda edilen veya kendini feda eden kimse.
4. Mecaz; Bir kazada veya felakette ölen kimse.
5. Bazı bölgelerde seslenme sözü olarak kullanılır.
Kısaca kurban, insanın Tanrı’ya yakınlık elde etmek için adadığı candır. Bazı ilkel dinlerde kurbanla birlikte Tanrılara sunulan hediyeler de kurban kapsamına girmektedir.  
KURBANIN TARİHÇESİ
İnsanoğlu, sıkıntılarından kurtulmak isteği olduğu kadar, şükür etmek için, bereket getirilmesi, fırtınalardan, sel  gibi afetlerden korunmak  için, kendinden güçlü olan varlıklara, tanrılara, Allah’a kurban kesmişlerdir. Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i Tanrı adına kurban etme girişimi, öyküsünü hepimiz biliriz.

Kurban olayı, Müslümanlıktan çok önceki çağlara uzanır. Çok eski doğa dinlerinde Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Hint, Çin, İran ve İbrani, yılın belli aylarında dini törenlerle kurban sunma, bayram yapma, gelenekleri hep vardır. Ancak İnsanlık tarihinde en fazla bilinen kurban olayı Hz İbrahim’in oğlu İsmail’i  (Yahudi inancına göre de İshak’ı) kesmeye girişmesi olayıdır.
Çocukların kurban edilişi eski Sami dünyasından gelen bir şükran geleneği idi. Görünüşte çok saçma ve vahşet görünen bu olay, Hz  İbrahim için bir iman ve inanç ölçme kriteri (ölçüt) olmuştur, Hz. İbrahim böylece Allah’a olan inancını , sözverişinde sadakatini kanıtlamış olmaktadır.
KURBAN ÇEŞİTLERİ
Kurban/kurbanlık genellikle iki türlüdür:
1- Kansız/ cansız kurbanlar. Hayvan ve balıklar gibi canlı varlıkların dışında tanrılara sunulan çok değişik hediyeleri kaplar. Bu hediyeler insanların sahip oldukları ve üretebildikleri her türlü gıda maddeleridir. Eski Hitit krallarına sunulan üzüm ve buğday başağını tasvir eden heykeller günümüze kadar ulaşmıştır .
2- Kanlı/canlı kurbanlar. Tanrı/ tanrılara sunulan insan, hayvan ve balıklar gelir. Öteki kurban hayvanları sığır, koyun, keçi, ayı, domuz, tavuktu. Bunların dışında köpek, eşek, yılan gibi hayvanlar kurban olarak sunulmuşlardır. Hatta, erkeklerin ve kızların sünnet edilmeleri de bir tür kurban geleneğinin yansımalarıdır.

Türklerde kanlı kurbanların başında at gelmektedir. Tüm göçebe toplumlarında olduğu gibi, Türklerde de at en değerli hayvanlardan birisi idi. Savaşta ve barışta devamlı at üzerinde olan Türkler ayrıca atın etinden ve sütünden de yararlanırlardı. Bunun için o zamanları tanrılarına sunulan en değerli kurban at olmaktadır. Orta Asya kültürünün en büyük destanlarından olan - Manas Destanının  - birçok yerinde at kurbanı ön plandadır.
Türklerin münasebette olduğu kavimlerden İran’lıların eski Zerdüşt dinin kaynaklarında su aygırının kurban edildiği yazılıdır. Oğuzların ülkeler fethedip döndüklerinde şeref için, toy için doksan bin koç, dokuz yüz kısrak kesilmesi emredildiği yazılıdır. 
Göktürklerde, Yakutlarda kurban olarak iyi ruhlar için at sürülerini kırlara başıboş bırakılırdı. Bu hayvanlardan yararlanılmaz, eti yenmez, sütü sağılmaz, ne den yük hayvanı olarak kullanılmazdı.
Anadolu’da, ilk çağlarda Frigya’lılar zamanında hasat mevsimi dolayısıyla insan kurbanı ve kafa kesme ayinleri yapılırdı. Söylenceye göre, Kral Midas’ın gayri meşru oğlu Lityerses korkunç iştahı ile tanınmakta ve mahsulünü, daha doğrusu buğdayını bizzat biçmeyi çok sevmektedir. Kendisinin  şöyle bir alışkanlığı olduğu söylenir. Tarlada ekin biçerken, oradan kim geçerse, kendisi ile ekin biçme yarışına zorlamaktadır. Yolcu bu yarışmada yenilirse, Lityerses ellerini bağlıyor ve tırpanla kafasını keserek vücudunu tarlaya atıyordu.
Günün birinde, bir yolcu kılığında Herkül oradan  (tarladan)  geçler ve huyu depreşen Lityerses tarafından yarışmaya çağırılır. Bu kez Lityerses’in tanıyamadığı Herkül onu yener ve başını keserek vücudunu Menderes (Kaystros) ırmağına atar. Böylece kendi alışkanlığına kendi kurban edilmiş olur.
Eski Sami kavimlerinde insan kurbanı çok yaygın bir gelenek halini almıştı. Tevrat’ta adı geçen Bolo (Baal) daha çok körpe etleri severdi. Onun tunç heykelinin bir fırın olan karnında çocuklar yakılır ve böylece tanrılarını doyururlardı.
Cahiliye döneminde Araplar insan kurban ettikleri söylenir. Cahiliye devri Arapları Sabah Yıldızı daha doğmadan büyük bir acele ile insan ve beyaz deve kurban ederlerdi. Yine önemli putlarından Uzza’ya oğlanlarla kızları ve esirleri kurban ederlerdi.
Hz. Muhammed’in dedesi Abdülmuttalib, Zemzem kuyusunun kazılması sırasında Kureyşlilerin kendisine çıkardıkları zorluklar sebebiyle, eğer on tane oğlu olursa ve bunlar kendilerini koruyacak yaşa gelirlerse içinden birisini Kâbe’nin yanında Allah için kurban etmeyi adamıştı. Abdülmuttalib’in isteği gerçekleşince, adağını yerine getirmek istemiş; oğulları arasında çekmiş olduğu kurada kurban adayı olarak Abdullah çıkmıştı. Abdülmuttalib adağını yerine getirmeye kalkışınca, böyle bir adağın adet haline gelmesinden çekinen Kureyişliler ona engel olmuşlardı. Bu olay karşısında ikilem içerisinde kalan Abdülmuttalib bilgisine güvendiği bir kadına başvurdu; akıllı kadın şöyle dedi: “Bana ilham geldi, sizde kan bedeli nedir”? Ona “on deve olduğunu” söylediler. “ Ülkenize dönün ve kurba edeceğiniz adamı bir tarafa, on deveyi de bir tarafa koyun ve aralarında kura çekin. Ok adamın aleyhine çıkarsa, on deve daha ekleyin ve tekrar kura çekin. Fal develere çıkıncaya kadar develeri artırın. Develeri kurban edip adamı salın”. Böylece yüz deveye varıncaya kadar oklar Abdullah’ı gösterdi. Daha sonra fal (kura) develere çıktı ve kefaret olarak yüz deve
kurban edildi.

ESKİ TÜRKLERDE KURBAN ADETLERİ
Türk’lerin eski dinleri konusunda elimize ulaşan gerçek bilgilere gore  Çinlilerin “Wei-shu” ve “Sui-shu” salnamelerinde rastlanır. Çünkü Orta Asya’da Türkler en çok Çinlilerle etkileşim halindedir. 

“Wei-shu” kurbanla birlikte Türk dinî törenlerini şu şekilde göstermektedir:
1- Güneşin memleket üzerine doğuşunu temsilen hanın otağına doğudan girişi.
2- Devlet erkânının ataların mağarasına yılda bir defa kurban takdim etmesi.
3- Beşinci ayın 10–20. Günleri arasında halkın kenarında toplanarak göğün ruhuna takdim etmesidir.
4- Tu-chin’in [Ötügen] (Dugin okunur) 500 Li  batısında yüksek bir dağ vardır ve dağın tepesinde ağaç ve bitki bulunmayan Po-teng-nin-li (Bodıninli okunur) isminde bir yer bulunmaktadır ki manası ülkelerin koruyucu ruhu demektir.
Tarihi kaynaklara göre, Türklerde kurban gelenekleri Orta Asya’dan başlar. Türkler, gökyüzünde görülen güneş, ay, yıldızlar ve sonsuz gökyüzü maviliğini kutsal sayarlar. Öyle ya yağmurlar, fırtınalar gökyüzünde olmaktadır. Bu nedenle Gökyüzünü kutsal sayan Türkler, gökyüzüne törenlerle kurban keserlerdi. “Kök-Tenri- kültü Orhun yazıtlarında şöyle bir kitabe vardır: “Başlangıçta yukarıda gök, aşağıda kara toprak vardı; benî adem bu ikisinin arasında yaratıldı”.
Göğe kurban kesme töreni XlX. yüzyılın sonlarına kadar Kaçin’lerde uygulana gelmiştir. Tıgır  Tayh adı verilen bu tören toplu dua ile başlar, onu koyun kurban edilmesi ve kımız, süt, ayran ve et suyu içilmesi takip eder. Bayrama katılan erkekler birbirine yakın obalardan gelirler. Kadınlar ve Şamanlar ise törene alınmazlar. Tapılan objeler “gökyüzü ve güneş”tir. Bu tören yılda iki defa tertiplenir. Birincisine Şamanlar alınmaz; ikincisi ise yeryüzünde bolluk bereket olması için kurban kesme törenidir ki herkes bu törene katılır. Her iki törenler oldukça önemlidir. Kurban kesme töreninden birisine Şamanların alınmaması onun ölülerin ruhuna veya “ezeli ruh”a dua töreni değil, çeşitli adetlere göre Tanrı’ya yakarış töreni olmasıyla izah edilmektedir. Yabancı inançlara göre tayh’a alınan Şaman delirir ve dehşetli azaplardan dolayı kaskatı kesilerek bayılır”.
Eski Türklerde ruhların ölümsüz olduğu ve ölüm sonrası hayat inancının bulunduğuna inanılırdı. İstemihan’ın 576 da cenaze töreninde öbür dünyada müteveffaya refakat etsinler diye “dört savaş esiri Hun’un” boynu vurulmuştu. Yani bir çeşit kurban edilmiş olmaktalar. Yine İmparator T’atsung’un cenaze töreninde A-shih-na She-ni, hükümdar dostundan ayrılmamak için kendini doğramak istemiştir. Bu iki olay Türkler’in ahret hayatının bir devamı olarak gördüklerini göstermektedir. Ancak kesinlikle ölen şahsı tanrılaştırma olayı yer almamış, sadece ölü ruhuna saygı söz konusu olmuştur. Eski Orta Asya’da birçok Türk boylarında ölüler,  Şamanlar tarafından boru üfleyerek, davul çalarak ebedi hayata gönderilirdi.
Türkler’de insan kurban edilmesi bulunmamaktadır ve yasak edilmiştir. Ancak Göktürkler’de  at ile birlikte insan kurban edildiğine dair Bizans elçisi Valentin’in, İstemi Kağan’ın cenaze merasimini (yog) anlatırken yaptığı tasvirde şu not vardır. “Matem günlerinden birinde, dört tane bağlı Hun getirdiler. Kağanın babasının atları ile birlikte bunları ortaya koydular. Öbür dünyaya gidip, kağanın maiyetine girmelerini emrettiler”.                        (Buradan tümünün kurban edildiği anlaşılmaktadır)
Başkurt Türklerinin ünlü destanı Ural-Batır’da insan kurbanı konusunda şu mısralar vardır:

“Sen uzak ülkeden
İyi düşünceyle gelmişsin
Ey yiğidim sen bilsen
Bizim ülkede olsan
Katil Kağan’ın yaptığı
İşleri görsen;
Ağrı ve hastalık görmeyen
Ölüm başına gelmeyen
Kadını, kızı, erkeği, babayı
Genç ve yaşlı ayırmadan
El ve ayaklarını
Arkadan seçtirip
Yılda bir kere yığdırıyor
Sarayına aldırıyor
Kızı yiğitler seçiyor
Kendisi kızlar seçiyor
Kalanlar dahi
Kağan’a yakın adamlar
Kendilerine seçiyorlar
Erkekleri ateşte yakıyorlar
Diğerlerine merhamet etmiyor
Kanlı gözyaşlarına bakmıyor
Diri, sağ
Kızları göle saldırıyor
Erkekleri ateşte yaktırıyor
Babası için, kendi için
Yakın adamlarının şanı için
Kendi doğmuş olduğu gün için
Yılda bir kere tanrı için
Kanlı kurban veriyor…
Bizim ülkede bir padişah var
Yakın adamlarının töresi var
İşte bu halk içinde
Türlü nesilden insan var
Her yıl padişahın doğduğu gün için
Baba ve annesinin hakkı için
Kağan doğunca su alıp
Yıkandığı kuyusu için
Kurban verir töre var
Kağanın tuğunun bezeğinde
Kara kuzgun kuşu var
O kuşlar her yıl
İkramladığı gün var
İşte yiğit görüyorsun
O kuşları biliyorsun
Gelip dağa konmuşlar
Yemleneceklerini bilmişler
Kızları kuyuya koyduktan sonra
Kızlar orada öldükten sonra
Hepsini kuyudan alıp
Kuzgunlara atıyorlar
Onlar orada yiyorlar   
İşte bağlı yiğitler
Her soydan gelmiştir
Kağanın kızı her yıl
Yeniden birisini seçiyor
Ondan kalan padişahın kendisi
Saraya köleler seçiyor
Ondan durup kalanı
Tanrı için kurban ederler.”


İskit (Saka)
krallarının ölümü üzerine yapılan cenaze törenlerinde; ölen krala öbür dünyada yardım etmesi için karısı, hizmetçisi, aşçısı ve atının da ölüyle birlikte mezara konulduğunu görüyoruz: “İçi boşaltılıp mumyalanan kral kırk gün süreyle kabile kabile dolaştırılır ve mezarının bulunduduğu Gerrhi’ye getirilirdi. Burada cenaze, hazırlanan mezara indirilir ve bir şiltenin üzerine yatırılır. Cenazenin etrafına, zemine mızraklar saplandıktan sonra, mezara tavan teşkil edecek tahta kirişler yerleştirilir ve bunların üzerine de örme hasırdan bir çatı yapılırdı. Krala ait mezarın içine içi boş kalan yerlere, boğularak öldürülen karısı, sakisi, aşçısı, seyisi, hizmetçisi, habercisi, birkaç atı ve kendisine ait olan eşyalardan bir kısmı, altın kaplar gömülürdü. Sonra mezarın üzerine büyük bir toprak tepe yapılır ve İskitler bu tepeleri yükseltmek için yarış ederlerdi.”. İşte mezar olan bu tepelerden Anadolu’da binlerrce mezar tepe-höyük olduğunu uzmanlar söylemekteler.            
Çankırı’nın Ilgaz İlçesi Şeyh Yunus Köyünde bulunan bir türbeye, çocuğu olmayan/durmayan kişiler gelir ve adak adamak suretiyle, çocukları olur düşüncesi ile türbeye kurban keserler.  Benzer gelenekler Anadolu’nun başka yörelerinded de mutlaka rastlanmaktadır. Yağmur yağması ( Yağmur duası ritüeli hala Anadaolu2da yayagın kuraklık dönemlerinde yapılır) için kesilen kurban da çok eski Türk inançlarındandır.   
Tarihsel olaylardan sonra Orta Asya’dan Kuzey Kutbu’na sürülen Nganasan’lar, (Türklerin bir ata kolu) eski kültlerini, Şamanizm inançlarını korumuşlar. Nganasan’lar yılda iki defa gün ışığana kurban keserler. Birincisi sonbaharda, düzenli gecelerin başlamasından önce; diğeri Ocak ayının sonlarında, dağ tepelerinde ilk gün ışıkları kendini gösterdiğinde kurban keserlerdi.
Nganasan’larda toprağın efendisine “Fannida” denilir. Ağzını açarak, ölümü bekleyen insanları gözleyen ve çayırlar altında yaşayan kötü ruhtur. Ona siyah geyik kurban edilir. Yer-su da acımasız bir tanrıdır ve ona boz veya al donlu at kurban edilirdi.   
Kurbanın bir ibadet olarak yerine getirilmesinin sebeplerini beş madde başında toplayabiliriz.

1. Hayranlık,  
2. Şükran ,
3. Gönül alma ,
4. Pazarlık  (Adak), 
5. Kefaret,
HZ.  İBRAHİM VE OĞLU HZ. İSMAİL’İN  KURBAN SINAVI


Hazreti İbrahim Kalde’de doğduğunda, topraktan yaptığı küçük putlarla geçimini sağlayan ve yoksul bir çömlekçi olan Azer Terah’ın oğludur.Kutsal kitapların yazdığına göre, Tufandan sonra 1263 te veya dünyanın yaratılışından sonra 3337 de Nuh’tan veya dünya yaratıldıktan 1918 yıl sonra doğmuştur. Anası Uşa, Kusa civarında bir mağaraya sığınmağa mecbur olmuş ve İbrahim de orada  (mağarada)  dünyaya gelmiştir.
Devrin Hükümdarı Nemrut birtakım korkulu rüyalar görmüş, gebe kadınları nezaret altında bulundurup, yeni doğan çocukları öldürtmeğe ( buna benzer öyküler kutsal kitaplarda defalarca farklı kişileri baz alarak anlatılır) başlamış idi. Söylenceye gore Nemrud’un adamları, İbrahim’in anasını, daha doğum ağrıları başlamadan önce muayene ettiler. Karnının sağ tarafını elleseler çocuk sol tarafa saklanıyor, solda arasalar sağa gizleniyordu. Hiç bir sonuç almadan gittiler.
İbrahim daha küçük yaşta iken Allah’ın varlığını araştırdı. İbrahim mağaradan çıkıp da babasının evine yaklaştığı zaman karanlıkta gördüğü yıldızı, “işte benim Allah’ım” dedi. Fakat yıldız gündüz kaybolunca, “ben kaybolan şeylere sevmem”, dedi. Ayın doğduğunu gördü, “işte Allah’ım” dedi. Ay batınca, “eğer Allah bana hidayet etmezse yolunu şaşanlardan olacağım,”dedi. Güneşin doğduğunu görünce, haykırdı: “İşte benim Allah’ım” dedi, “çünkü bu hepsinden büyük” dedi. Fakat güneş batınca,” ey benim kavmim, ben sizin Allah’a koştuğunuz şeriklerden biriyim, işte yüzümü göğü ve yeri yaratana dönüyorum”.
Bir gün İbrahim’in kavmi Allah’a kurban kesmek üzere şehirden çıktı. İbrahim, keyifsiz olduğunu bahane ederek şehirde kaldı. Eline bir balta alıp, üstü yiyeceklerle dolu masaların bulunduğu put haneye gitti. “Niçin yemiyorsunuz?” diye sorduktan sonra, putlardan birinin elini, ötekinin ayağını, üçüncüsünün de kafasını kesti. Baltayı en büyük putun eline verdi  ve bütün yemeklerini onun önüne koydu. Şehir halkı geri dönüp bu durumu gördüklerinde, İbrahim’den hesap sordular. O da cevap olarak dedi ki: “Doğrusunu isterseniz, bu işi yapan en büyükleridir, eğer konuşabilirlerse sorun!” Bunun üzerine kalk: “Biliyorsunuz ki konuşamazlar” deyince, İbrahim: “Demek Allah’dan gayri öyle şeylere tapıyorsunuz ki, size ne faydası, ne zararı dokunabilir, öyle mi? Size de ibadetinize de yazıklar olsun”, dedi. İbrahim’e kızan o bölgenin insanları,  İbrahim’i ceza olarak Harran’da (Urfa’da) ateşe attılar. Orada üç veya yedi gün kaldıktan sonra, sağ salim, Halilürrahman unvanını alarak, taraftarları ile birlikte Küddüs’e doğru gitmek zorunda kaldı.

Tüm bu anlatıanlar Kuran’da ve öteki kutsal kitaplarda da ilgili ayetlerde anlatılmaktadır. Yaratılışın dediğine göre, babası Azer Terah’ın (fakir çömlekçinin) ölümünden sonra Harran ülkesinden çıktığı zaman yetmiş yaşında imiş. Aynı şekilde yaratılış ( Tekvin), İbrahim’in, Azer Terah’ın yetmiş yaşında iken dünyaya geldiğini, Azer Terah’ın iki yüz beş yaşına kadar yaşadığını, İbrahim’in ancak babasının ölümünden sonra Harran’dan ayrıldığını da söylüyor.
Bu hesaba ve yaratılışa göre, Mezopotamya’yı bırakıp gittiği zaman, İbrahim yüz otuz  beş yaşındaydıdır. Böylece puta tapar denilen bir ülkeden Filistin’e Şekem denen puta tapar bir başka ülkeye gitmiş. Hz. İbrahim 120 yaşında iken, kendi kendini sünnet ettiğide ( bir tür kurban ritüelidir)  belirtilir.

Hz. İbrahim, Filistin’in dağlık Şekem ülkesine varmasıyla açlık yüzünden oradan ayrılması bir olmuş. Çünkü o zaman açlık ve kıtlık vardı.  Karısı Sara ile beraber Mısır’a yiyecek bir şeyler bulmaya gittiğnde, yüz kırka yaşına yaklaşmış.  Hz. İbrahim, buğday aramak için dilini hiç bilmediği ülkeye gitmiş. İbrahim’in karısı Sara çok genç ve çok güzel bir kadınmış. Eşi 65 yaşında ki Sara, İbrahim’in yanında çocuğu  ( gerçi erkeklerin kendilerinden çok küçük yaştaki kız çocuklarıyla evlenme geleneği islamiyet’dede yaygın süregelmiştir) gibi kalıyormuş. Bu durumu bile Hz. İbrahim, rivayete göre genç ve güzel karısına: “Kendini benim kız kardeşimmiş gibi göster ki senin sayende bana da iyi davransınlar.” demiş.
Mısır Memphis’te  Hz.İbrahim’in güzel karısı Fıravunun huzuruna çıkarıldı. Sara, Hz. İbrahim’i, kendi yüzünden katledilmesin diye kardeşi olarak tanıttı. Mısır Kralı Fıravun genç ve güzel Sara’ya âşık olmuş. Sözde ağabeyi, Hz. İbrahim’e bir çok koyun, sığır, erkek ve dişi eşek, deve, köle, cariye vermiş. Bütün bunları vermekteki amacı, güya Hz. İbrahim’in kardeşi olan Sara’yı elde etmekti.

Yine söylenceye gore Firavun âşık olduğu güzel Sara’ya dokunmak isteyince eli tutmaz olur, ancak Sara’yı serbest bıraktıktan sonra iyileşir. Mephis halkı Hz. İbrahim’i, bu kayırma yüzünden kıskanmaya başladı.
Hz. İbrahim’i Memphis halkı kıskanıp ona kötü davranınca, Hz. İbrahim  Memphis’ten ayrılmak zorunda kaldı.
Tanrı kendisine, Hz. İbrahim’den  ( o zamanlar yüz altmışında imiş) yıl içinde bir çocuğu olacağını müjdelediği zaman, genç Sara doksan yaşında imiş.

Günümüzdeki takvim değerleri baz alınınca Hz. İbrahim’in karısı Sara 90 yaşında, (Hz. İbrahim 120 yaşında) olarak doğurganlık yaşını çoktan geçmiştir. Yine de söylenceye gore Hz. İbrahim’in bu yaştan sonra iki oğlu İshak  Sara’dan ve İsmail ise Ethopyalı cariye Hacer’den doğar.
Bütün bu söylenceler kutsal kitapların hepsinde yazılıdır. Bu söylence hangi kutsal kitabın hangi ayetinde geçtiğini ayrıca bakılabilir.
Yine kutsal kaynaklarda  insanların 200–300 yıl (hatta bazı peygamberler zamanında insanların 500–1000 yıl) yaşadığı yazılmaktadır. Aslında o zamanın takvimindeki ölçülerin farklılığndan kaynaklanmaktadır.  O hesaplara gore Sara 90 yaşında  hamile kalır.
Allah'ın Hz. İbrahim kıssasında haber verdiği olaylardan biri de kurban olayıdır.
İbranilerde, peygamberler dönemine kadar sürdürdükleri, ilk çocuğun kurban edilişi inancı vardı. İlk çocuk, çoğunlukla bir tanrının çocuğu olarak görülürdü. Bu ilk çocuğun kurban edilmesi, Tanrı’ya ait olanın geri verilmesi demekt.

Mekke’de geçen bu olayda, Hz. İbrahim'in ve oğlu Hz. İsmail'in başından geçen bu denemeyi Tanrı ayetlerde şu şekilde haber verir:
“Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik. Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): "Oğlum" dedi. "Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun." (Oğlu İsmail) Dedi ki: "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın." Sonunda ikisi de (Allah'ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail'i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona: "Ey İbrahim" diye seslendik. "Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz." Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı. Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik. (Saffat Suresi, 101.–107. ayetler)

Allah yukarıdaki ayetlerde Hz. İbrahim'i nasıl bir denemeden geçirdiğini bizlere aktarmaktadır. İslam âlimleri de bu ayetleri genelde aynı şekilde tefsir ederler. Örneğin Elmalılı Hamdi Yazır, Kuran-ı Kerim tefsirinde, Hz. İbrahim'in rüyasında gördüklerinin bir vahiy olduğunu, bu vahyin yerine getirilmesinin ise bir emir olduğunu belirtmektedir. Ayetlerin devamını ise şu şekilde açıklamaktadır:
“Bunun üzerine onu zorla yapmaya kalkışmayıp, önce yerine getirilme şeklini istişare etmek üzere böyle görüşünü sorarak tebliğ etti ki, bununla ilk önce onun itaat ve boyun eğmekle ecir ve sevaba ermesini temin etmek istedi. Düşünmeli, bunu söylerken "Ey yavrucuğum!" diye hitap eden bir babanın kalbinde ne yüksek bir şefkat duygusu çarpıyor ve ona ne kadar büyük bir vazife aşkı, Allah sevgisi hakim bulunuyordu... İşte bunun böyle İlâhî bir emir olduğunu anlayan ve Allah'ın sabredenlerle beraber olduğunu bilen o yumuşak huylu oğul "Ey babacığım!" dedi, "Ne emrolunuyorsan yap. Beni inşallah sabredenlerden bulacaksın." (5 )

Ömer Nasuhi Bilmen'in tefsirinde Hz. İbrahim ve oğlunun başından geçen bu deneme şu şekilde izah edilmektedir:
Hazret-i İbrahim de oğlu da Allah-u Teala'nın emrine itaat edip teslimiyet gösterdiler ve İbrahim ( A.S.) oğlunu ( bir yanı üzerine yatırdı) onu boğazlamak için öyle bir vaziyete bulundurdu. Onun rahmani bir rüya olduğunu anlayarak emr olunduğun vazifeyi yapmaya azmettin, sabrın, emri İlahi'ye itaatin tezahür etmiş oldu. Artık Hak Teala lütfetmiş, o oğlun yerine bir kurban hayvanının kesilmesini emir eylemiş, Hazreti İbrahim'i, öyle bir fedakarlıktan kurtarmıştır.
Ayetlerden ve tefsirlerden Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail'in Allah'a olan kalpten itaatleri, teslimiyetleri ve gönülden bağlılıkları açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu üstün ahlak tüm iman edenlere çok güzel bir örnek, eşsiz bir rehberdir. Allah Saffat Suresi'nin devamında şu şekilde bildirir:
“Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. İbrahim'e selam olsun. Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o, Bizim mü'min olan kullarımızdandır. (Saffat Suresi, 108.-111. ayetler)
İbrahim  80 (bir rivayete göre 120) yaşında olduğu halde  Kadum köyünde kendi kendini sünnet etti. Taberi (c.1 sa.102–103)’ye göre  İbrahim 200 yaşında vefat etmiştir. Başka bir rivayete göre İbrahim, ahid gereği, kendisi doksan dokuz, İsmail de on üç yaşında iken, aynı gün sünnet olurlar.
 

ANADOLU ALEVİLİĞİNDE KURBAN ALGISI VE GELENEĞİ
Tıpkı kutsal kitaplardaki anlatılarda olduğu gibi Anadolu Aleviliğnde de Hz. İbrahim’in nefsini yenmesi Hz. İsmail’i bıcak altından kurtarıldığına dair bir kutlamadır. O günden bu güne kadar insanoğlunun kurban edilmeyişi insanlar arasında sükran, sevinç, dileklerinin kabul olması anlamında bugüne kadar bayram havasında yapılarak gelmiştir.
Hz. Hüseyi’nin Kerbela’da şehid edilmesi de Alevilerce bir kurban olarak algılanır.

Bakın bu konuda Genç Abdal nediyor?

“Ayn-i cem de herkes muradın buldu,
Donandı meclisler nur ile doldu,
Hep erenler, evliyalar cem oldu,
Bu dem bayramımız seyranımız var.”


Aleviler’d kurban dendiği zaman asıl kurban, nefsini tığlamaktır.
Çünkü Aleviler’de dualarda “canım kurban, tenim tercüman” diyerek ikrar verip ikrarında durmaktır. İlim ve irfanla olgunlaşıp erenler yolunda  el ele, el hakka” insan-ı kamil mertebesine erip o meydana gelmektir.

“Allah Allah deyip gel bu meydana
Can baş feda edip götür kurbana
Boyun eğip yüz sür Şahı Merdana
Erenler bu meydan er meydanıdır.”


Nesimi bu konuda bakın nediyor?

“ Canım erenlere kurban
Serim meydanda meydanda
İkrarım ezelden verdi
Canım meydanda meydanda

Gerçek olan olur gani
Gani olan olur veli
Nesimi’yim yüzün beni
Derim meydanda meydanda”


Alevilerde kurban ve adak yapmanın kuralları vardır her can istediği anda kurban adayamaz.
Özellikle kurban kesecek canlar ev içerisinde dargın, küskün olmayacak, kurban adak yaparken aileyi bir araya toplayıp herkesin rızalık vermesi gerekmektedir çünkü Alevilikte rızasız lokma yenmez. Nasılki cemlerde rızalık verilmeden cemler yapılamıyorsa dedeler rızalık almadan cemi yapamıyorsa kurbanda da aynı rızalık alınması gerekmektedir.

Alevilerde özellikle adak kurbanları herhangi bir canın bir dilek dilediğinde, bir kazadan kurtulduğunda, dilediği bütün dileklerinin kabul olmasından sonra kurban keserler bu kurbanıda kapı komşuya ve özelikle fakirlere dağıtmaları gerekiyor.

İkrar kurbanları vardır bu kurbanlar da yapılacak bir cem esnasında gelen bütün canlara cemde lokma olarak sunulur.

Kurban bayramında İsmail aşkına adamış oldukları kurbanını kesmeden önce ailesiylebirlikte bir dergahta bayram ibadeti yaparlar cem seklinde cemal camale dedenin karşısında kurban düvazları söylenir ve secde yapılır. Dergahların olmadığı yerde dedesini eve çağirır ve dede kurbanı n duasını verir ve kurban tığlanır. Alevilerde bayram dendiği zaman dargınların barışması, hasta ziyaretleri, kabir ziyaretleri, büyüklerimizi ziyaret etmek, bir fakir doyurmak, yoksulları ziyaret etmek, ziyaretlere varıp dilek dilemek ve cem olup pir karşısında duaya durmaktır.

“Aslı Şah-ı Merdan, Güruh-ü naci,
Gerçeğe bağlıdır buyolun ucu,
Senede bir kurban talibin borcu,
Pir-i Tarikata indi bu kurban

KURBAN KESMEK ŞART MIDIR?
Ehl-i Sünnete gore zengin insanlara için bayramlarda kurban kesmek vaciptir. Ama insanlar, bir iş olacağı zaman da şükür kurbanı veya adak olsun kesme çabası içerisindeler. Hz. Muhammed’in Bedir Savaşı’ndan sonra,  esir müşriklerin kurtulanlarına “ her kim 10 Müslüman çocuğuna Kuran okutur, okuma yazma öğretirse azad edilir !” dediği güvenilir kaynaklarda anlatıılır. Bu tür davranışlarda insanların eğitimine katkıda bulunmak, yoksul kimseleri giydirmek, barındırmak, evlenemeyecek çifte yardımcı olmak da mümkündür.
Elbette,  dinlerde kurban ibadetinin doğru veya yanlış uygulamaları olmuştur.

Maide Suresi’nde “Niyetinizin kabul olup olmaması noktasında kurban kesiniz !” denir. Kurban inanaçların temel ritüellerinde var olan bir ibadet şeklidir ama çığrından çıkarılmaması gerekir.
İslam'daki gibi belirli bir bayram zamanı ile ilişkilendirilen büyük bir kurban eylemi, bugün varlığını sürdüren İbrahim’i dinlerde ender görülse de, diğer İbrahim’i dinlerde de kurban kavramı bulunmaktadır.
Kurban, Türkçeye Arapça’dan geçmiş bir sözcüktür. Arapça  (k-r-b) yakınlaşmak fiilinin  kökünden türemiş olup, sözlükte "yaklaşmak" anlamına gelirve dinî bağlamda, şeklî uygulama açısından İslam'dakine benzer bir tür kurban etmeyi öngörür.
Bugün Musevilerin büyük bir kısmı hayvan kurban etmeyi kesmişlerdir bunun en büyük nedeni bilinen anlamda sunak tapınağın  olmayışıdır. Hayvan kurban etmenin özellikle tapınak mevcut iken düzenli bir şekilde yapılan bir ibadet olduğu bilinmektedir.
Bununla birlikte bu hayvan kurbanı büyük oranda günahlardan arınmak için yapılırdı ve İslam'daki Kurban Bayramına benzer bir uygulama bağlamında ele alınmazdı.

ÇOCUK KURBAN ETME GELENEKLERİ!
Çocuk kurban etmek de birçok toplumda görülen ''tüyler ürpertici!'' geleneklerdi.
Kartacalılar, site devletlerinin koruyucusu Tanrı Moloch'a kendi öz çocuklarını yakarak kurban ederlerken, Fenikeliler, salgın hastalıklar, kuraklık, savaş kaybetme gibi büyük felaketlerin yaşandığı günlerde ''en sevdikleri çocuklarından birini'' tanrıları Baal'e kurban verirlerdi.  New South Wales'da bazı kabilelerde, her kadının ilk doğan çocuğu, bir dinsel törenin parçası olarak kabile tarafından yenirdi.
Eski Isparta'da da çocuklar doğduklarında topluluğun yaşlılarına götürülür, yaşayıp yaşamayacaklarına onlar karar verirdi. Sağlıklı olanlar ana babalarına verilirken, sakat ve hastalıklı olanlar öldürülürdü. İstenmeyen çocukların öldürülüp derelere atıldığı Ortaçağ'da her adımda bir çocuk ölüsüyle karşılaşmak olağandı.

Eski Mezopotamya Uygarlığında Kurban.

Kurban sunumu düzenli ayin ve törenler ile yapılır. Babil’de haftanın yedinci günü olan cumartesi  ( Dikkat.! Yahudilerin Şabat günü..) ugursuz sayılır ve bu ugursuzluktan kaçınmak için adaklar adanıp kurbanlar kesilir. Asurlu’larda ise kurbanlık hayvanı kesip tanrılara sunmak gereklidir yoksa tanrılar insanın kendisini yiyeceklerdir. Asurlularda kesilen oglak ya da kuzu gibi yavru hayvanların, insanların bütün günahlarını temizleyeceklerine inanılır. Sümerlerde de kurban törenlerine büyük önem verilir. Kurban törenleri, görkemli ve süslü tapınaklarda gerçeklestirilir. Sümerler kurban edilecek hayvanın türüne, cinsine ve rengine önem vermezler. Onlar için mühim olan kanın akıtılmasıdır. Sümer ülkesinde kurbanlar, tanrıların besini olarak degerlendirilir. Kurban edilen hayvanların etleri ya ateste kızartılır ya da tencerede pisirilir. Rahiplerin yiyecekleri ekmek de yine tapınaklarda pişirilerek hazırlanır.

Bu nedenle mutfak, tapınakların önemli bir bölümüdür. Tanrı evleri olarak adlandırılan ve birkaç yüz nüfusun yasadığı basamaklı tapınaklarda (ziggurat), kendine yeterli bir yasam sürdürülürken; bira, sarap, süt, ekmek, hurma ve her tür etten olusan yiyecekler tanrılara yönelik günlük kurban ritüellerinde kullanılır ve din görevlileriyle tapınak sakinleri arasında paylasılır. Kurban ritüellerinde genellikle ekmek, susam sarabı, tereyagı, bal ve tuz gibi yiyecekler kutsal mekandaki tanrı heykelinin önüne konulur. Bu arada sağ ayağı ve böbrekleri ( bu geleneklere hala bazı yörelerde karşılaşmaktadır.) kızartılarak tanrıya ikram edilecek olan bir sığır öldürülür ve törene katılanlar arasında bir ritüelle paylaştırılır. Toplu tapınımlarda, hayvanların insanlar için yaratıldıkları vurgulanır. Ayrıca, koyunun insanın vekili oldugu ve bir insanın kendi yasamı için bir koyun, kendi bası yerine de bir koyun bası vermesi gerektigi vurgulanır.

Mezopotamyada bir kez 350.000e yakın koyun ve keçi ile bunların onda birinden az sayıda sığırın kurbanlık olarak tapınaklara geldigi bildirilmektedir. Tanrılar için yapılan eksiksiz bir kurban sunumu için; arpa ile beslenmis ikiser yaslı 21 koç, sütle beslenmis 4 koyun, otla beslenmis 25 koyun, 2 boğa, 1 süt danası, 8 kuzu, 60 kadar çesitli kus, 3 piliç, 7 ördek ve 4 yaban domuzu seçilir. Tanrılar için verilen sabah yemekleri de çok zengindir. Sabah kahvaltısı için 18 koyun, bir boğa ve bir süt danası; öğle yemeği için de 6 koyun ile boğalar, kuzular, yaban domuzları ve her çesit kümes hayvanları ve öküzler sunulur. Akşamları ise, 10 koyun, 10 kuş ya da yalnızca 10 koyun verilir. Tapınaklarda kurban edilen bu hayvanlar, oradaki topluluk üyelerinin baslıca et kaynağını oluşturur. Buradaki hayvanların yenebilmeleri için önce kurban edilmeleri gerekmektedir. Sümerlerde kurban edilmis insanlara da rastlanılmıstır.

Sümer Uygarlığında kurban

Sümerlerde en değerli kurban kuzudur. Ancak domuz da dahil diğer hayvanlar da kurban edilirler. Bir hastanın günahlarına karşılık olarak domuz kurban edilir ve hayvanın gövdesi altı parçaya bölünerek hastanın üzerine bırakılır. Kutsal sularla yıkanan hastanın başı için domuzun başı, karnı için domuzun karnı ve diğer organları içinde domuzun organları kişinin günahlarına karşılık olmak üzere cinlere sunulur. Sümerlerde hayvanların karaciğerleri yaşamın merkezi olarak kabul edildiğinden, bu organın muayene edilip incelenmesi tıpkı bir ayna gibi, sunulan kurbanı kabul eden tanrının amacını da gösterir.

Karaciğer aracılığıyla kehanette bulunabilmek için kurban olmak üzere lekesiz bir hayvan bulmak ve onu günün saatlerine göre değisen tören ve ayinlerle öldürdükten sonra karaciğerini çıkarmak gerekmektedir. Tan yeri ağarırken, tanrının en çok hoşuna gidecek kurbanın koyun olduğuna inanıldığından, karaciğer falı için ( Büyük İskender zamanındada bu ve benzer fallara bakıldığı tarihi belgelere anlatlır) özellikle koyunlar tercih edilir. Rahip, kurbanı tanrıya sunmak için tanrı heykelinin önüne bir mangal yerleştirir. Mangalın arkasındaki masanın üzerinde de, susam şarabıyla dolu dört toprak kap, üç düzine ekmek, bir miktar bal ve kaymak ile biraz da tuz bulundurur. Kahin-rahip mangalı biraz karıştırdıktan sonra koyunu tutar, niyet eder ve hayvanı keser. Kurban edilen koyunun karaciğerini çıkararak bu organda bazı işaretler ya da belirtiler arar ve buldugu ipuçlarını da konuyla ilgili kitaplara bakarak değerlendirir.

Eski Mısır uygarlığında kurban

Özellikle Nil nehrine insan kurban edilmesi çok yaygındır. Bunun yanı sıra timsah da dahil bazı hayvanlar da kurban edilir. Kurban edilen hayvanlar arasında ilkel kabile dinlerinde olduğu gibi totemler bulunur. Bu bağlamda tanrı Oziris adına düzenlenen kurban törenlerinde, kutsal bir boğa kurban edilip on dört parçaya bölünür ve töreni izleyen insanlarca eti tüketilir. Kutsal bir boğa ya da öküz şeklinde ( Apis) betimlenen Oziris’in dirilisini sembolize etmek için yenilen boganın yerine baska bir kutsal boga konulur. Ayrıca Eski Mısır’da kurbanın, tanrıları doyurmaya yaradıgı düşünülmüs ve öyle anlaşılmıştır. En büyük tanrı İsis için de önce dua edilir; sonra onun adına bir inek kurban edilir.

Önceden muayene edilip kurban olarak işaretlenmis hayvanlar, kesilmek üzere tapınağa getirilince odun yığını ateslenir. Sonra bu ateşe şarap dökülür ve tanrının adı çagrılarak kurban edilecek hayvan kesilir. Kurban tapınakta yakılırken orada bulunanlar feryat ederek üzüntülerini dile getirirler. Bir süre sonra da bu insanlar, kurban edilen hayvandan arta kalan etleri tüketirler. Eski Mısır’da kurban edilen kuzu ve oğlağın kanı, çevreye  ( Anadolu’da kurban kanı hala birçok yere sürme geleneği vardır) sürülür. Sürülen bu kan, tanrının hakkı sayılır. Ayrıca yılda iki kez tanrılara domuz kurban edilir ve ancak bu günlerde domuz eti yenir. Bunun dışında kalan diğer günlerde ise domuz eti yenmez.
AZTEKLERDE KANLI KURBAN ANLAYIŞI
Bugünkü Meksika topraklarında, M.S. 400 – 1500 yılları arasında büyük bir uygarlık yaratan Aztekler, yaptıkları kanlı törenler ile de tanınıyordu. Huitzilopochtli adlı Güneş Tanrısı'nın şefkatini kazanmak için insan kalplerini yiyen ve kanlarının içilmesine inanan halk, dini törenlerde de tüyler ve kâğıttan yapılan yılanlar ile süslenen çoğu mahkûm olan kişileri kurban seçiyordu. Rahipler, flüt eşliğinde yapılan törende taş bıçak ile kurbanların kalbini çıkarıyor ve vücudu, piramidin basamaklarına atıyor, kalbin üzerine biber koyarak yiyordu. Yağmur Tanrısı Tlaloc'a, 4 –7 yaşları arasındaki çocukları getiren ve boğazlarını keserek kurban eden toplumda, en büyük kitlesel kurban, 1487'de Mayor Tapınağı'nın açılışında 20 bin kişinin sunaklarda kurban edilmesiyle olmuş ve bu iş 4 gün 4 gece sürmüştü.
Amerika kıtası keşfedildiği zaman, Kızılderililer, Aztekler, Mayalar, İnkalar yaşıyorlardı. Peru’da yaşayan İnka uygarlığının başlangıcı İsa’dan önce 1200 yıllarına kadar çıkıyordu. İnka kralları soyunun asaletini korumak için kendi kız kardeşiyle evlenirdi. İnka’lıların çok değişik tanrıları vardı; bu tanrılara hayvan ve insan kurban ederlerdi.
İNKALAR: Güney Amerika’nın geçit vermez Ant Dağlarının tepelerinde bu günkü teknikle bile zor yapılabilecek uçurumlara köprüler kurarlar, yerleşim yeri oluştururlardı. Bu uygarlıkların İ.Ö. 5000 yıl öncesine kadar hesabı yapılmış takvimleri vardır. Onların barut ve alevli silâhları yoktu. hatta atları da önceleri olmadığı söylenir.
Meksika’da yaşayan Aztek dininin temel inançlarından biri şuydu: “Güneşin gökyüzünde kalıp ışık saçabilmesi için insanların kalpleriyle beslenmesi gerekir.” Bunun için de durmadan savaş yapmak bir din görevidir. Bu görevi yerine getirmek için Meksikalılar durmadan savaşlar, akınlar yapmış yakaladıkları esirleri kurban taşı üzerine gererek yatıştırmışlardır. Tarih kayıtlarına göre Tenoktitlan’daki büyük pramidin Güneşe adanması sırasında 1486 da 20.000 kişi kurban edilmiş ve bunların kalpleri rahibeler tarafından taş bıçaklarla göğüslerinden çıkarılmıştır. Ateş tanrısına adanan kurbanlarda, göğüsleri açılmadan ateşe atılıyordu. Beslenme tanrısına adanan kurbanların derileri yüzülüyor ve törenler bitinceye kadar öbürleri bu derileri üstlerine giyiyorlardı. Kurban yerinde ölenlerin, savaş yerinde ölenler gibi, doğrudan doğruya güneş cennetine gittiğine inanılıyordu. Bazen tanrılara sunulan kurbanların etlerini yemek, bir dinsel ayin idi.         

TANRILAR İNSAN KANI İÇTİLER (!)
Aztek dini çok tanrılı olmakla birlikte iki tanrı, Huitzilopochtli ve Quetzalcoatl daha bir ön planda olup her işi düzenleyen takvimle sıkı bir bütün halinde damgalarını tüm kültlere basmışlardır. Aztek dininin inanılmayacak denli fazla sayıda insan kurbanıyla kendini gösteren tüyler ürpertici bu özelliği vardır. Aztekler insanları kitleler halinde tanrılarına kurban ediyorlardı; hatta büyük doğal afetlerde yaklaşık 20,000 insanın kurban edildiği bilinmektedir. Aztek rahiplerinin açıkça bilinen işlevi de, amansız tanrıların öfkelenerek herkesi kötürüm ve hastalıklı bırakmamaları, dünyayı yakıp yıkmak için onlara körpe insan yürekleri ve insan kanı sağlamaktı. Bunlar piramitlerin basamaklarından çıkartılır, dört rahip tarafından tutularak tapınaklara yürütülür, kurban taşı üzerine kolları ve ayakları gergin durumda sırt üstü yatırılır, beşinci rahip tarafından kullanılan ve volkanik taştan yapılmış bıçakla göğüsleri baştanbaşa yarılarak açılır, sonra kurbanın hala çarpmakta olan yüreği yerinden burularak koparılır ve tanrıya sunulurdu.
Ceset ise piramit merdivenlerinden yuvarlanarak atılırdı. Savaş tutsaklarının yanında köleler, bazı genç erkek ve bakire kızlar kurban edilenler arasındadır. Bu yönüyle Aztek uygarlığı bir anlamda yüksek kültürünü günümüz insanına vahşi görünen bir takım uygulamalarla birleştirmektedir.

MATADORA DA DUR DEMEK LAZIM!
Dünyada da benzer şeyler oluyor. Matadorların İspanya’da aslında pagan bir dinin kalıntısı olan boğa güreş, ( bir tür kurban ritüelidir) tüm eleştirilere rağmen hala sürüp gitmektedir. Builkelliklere de dur denmesi gerekiyor. Artık “Benim köyüm, sizin ilçeniz, öbürünün vilayeti, başkasının devleti “ değil. Dünya bütün halinde; bir yerdeki güzellik de, yanlış da anında bütün insanlığa ulaşıyor.
SONUÇ;
Sonuç olarak; yazıdaki amacımız, günümüzde uygulanan kurban geleneğinin kural ve özelliklerini anlatmaktan ziyade, kurbanın tarihsel sürecini kültür bazında sunmaktır. Bununla birlikte şunları da eklemekte yarar germekteyiz. Kurbanın kimilerince dinimizce ne farz, ne sünnettir. Vacip olan kurban kesme geleneği, dinsel amacı dışında, birçok kimseler tarafından salt et yeme olayı olarak görülmektedir. Kurban kesen, kurban kesemeyen komşularına et vermedikleri, verse bile sadece kemik vb. vermedikleri gözlenmektedir. Yoksul komşusundan kurban etini esirgeyen kimseler aylarca kurban eti yedikleri gibi, hatta sucuk yaptıranlara bile rastlanmaktadır.  Kurban kesmeye gücü olmayan kimseler de, kendilerini zorlayarak, kesemediğinden utanıp bir hayli zorlanmak suretiyle borca kurban kestikleri görülmektedir.

Bazı insanlar, gazeteler, Müslümanları kurban kestikleri için; “barbarlık, vahşet” olarak suçluyorlarsa da,   Örneğin; günümüzde yunusların derileri zarar görmesin diye, sivri çekiçlerle kafalarına vurularak yüzbinlerce yunus katledilmektedir. Deniz o bölgede adeta kan gölüne dönmektedir. Bu da günümüz dünyasının ilkel, vahşi davranışlarının acımasız, örneklerinden sadece bir tanesidir.
Kurban Bayramı; Müslümanlar tarafından Hicri Takvime göre Zilhicce ayının onuncu gününden itibaren dört gün boyunca kutlanan bir dini bayramdır.
Kurban Bayramı, aynı zamanda İslam âleminin her yıl Mekke'de hac farizasını ifa ettikleri vakittir.
Genel kabule göre kurban kesmek farz olmamakla beraber Hanefi mezhebinde vacib olduğuna ve kesilmesinin gerekli olduğuna inanılır. Şafii mezhebine göre ise sünnettir ve kesilmese de olur.
Kur'an'da kurban kesmekten Kevser Suresi'nde bahsedilir. 3. ayetten meydana gelen bu sure şu şekildedir: "Şüphesiz biz sana Kevseri verdik. O halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kendisidir."
Bu bayram adını Müslümanların Allah rızası için büyük baş veya küçük baş hayvan kurban etmesinden alır.

Özel notum;
Hepinize, insanların, dostlukların kurban edilmediği, dostlukların, barışın  daha da  anlam kazandığı kazasız, belasız hayırlı bayramlar dilerim!
 
Kaynakça;
1.  Divanü Lügati’t-Türk Besim Atalay terc. C lll, s 10
2.   Divanü Lügati’t-Türk Besim Atalay terc. C l, s 65                                                 3.  http://www.wardom.org/orta-amerika-yerlileri-t80999.htm
4.  Kızılderililer ve Türkler Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkan Sf:93
5.  http://akhenaton.blogsayfasi.com/?p=2646. İslam Ansiklopedisi Cilt:5 –II Sf. 878–879)                                                                                                                           7. Felsefe Sözlüğü Voltaire Sf: 6–7–8)                                                                             8. http://kitabussalihin.blogcu.com/hz-ibrahim-in-kabe-yi-insa-etmesi_24687521.html
 9. http://www.tatliaskim.com/dini-konular/85013-hz-ibrahimin-hayati.html   10. Türk Mitolojisinde Kurban Selahaddin Bekki http: //turkoloji cu.edu.tr/halkbilim/selahaddin_bekki_kurban.pdf) 
 11. Türk Mitolojisinde Kurban Selahaddin Bekki  http: //turkoloji cu.edu.tr/halkbilim/selahaddin_bekki_kurban.pdf     Li: Uzak Doğu’da eski uzunluk ölçüsü birimi. Yaklaşık 500 metre (çev)
 12. Tıgır: Hakas dilinde Tanrı anlamına gelmektedir.
 13. Kaynak:Türk Mitolojisinde Kurban Selahaddin Bekki http://turkoloji cu.edu.tr/halkbilim/selahaddin_bekki_kurban.pdf  syf. 7
  14. Türk Mitolojisinde Kurban Selahaddin Bekki  http: //turkoloji cu.edu.tr/halkbilim/selahaddin_bekki_kurban.pdf  syf. 7
  15. Eski Türkler Lev Nikolayeviç  Gumilev  çev D. Ahsen Batur Selenge yay. 2004 sf 103–105–106–107-112
  16. Toros Ayyıldız Gazetesinden alıntı: http://www.ayyildizgazetesi.com/haber-3030-Muftu-Altun-Mansetlerden-inmiyor.html
  17.http://www.senaryo.com/topic.asp?ARCHIVE=true&TOPIC_ID=861818. Tarihte Kurban ve Kurban Adetleri - Cevat KULAKSIZ




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...