Kurbanın Tarihsel Serüveni


KURBANIN TARİHSEL SERÜVENİ
Günahtan kurtulduğuna inanmak mutluluk veriyorsa, bunun için gerekli olan insanın günahkâr olması değildir. Kendini günahkâr hissetmesidir."

- Friedrich Nietzsche -

Tarihin her döneminde insanlar, doğanın gücü karşısında çaresiz kalmışlar, kendilerini koruma içgüdüsü içinde, inandıkları tanrısal varlıklara kurban adamışlar, kesmişler. Her inancın, kültürün kendine göre kurban töreleri vardır.  Bir çok  inanç ve kültürde değişik hayvanları, hatta insanları kurban etmişler. Günümüzde bile başımıza bir olay, sıkıntı geldiği zaman, “Şu sıkıntıdan kurtulursam kurban keseceğim, kurban adayacağım” gibi adaklarda bulunuruz.
Türk Dili’nin en eski ve sözlüklerinden Divanü Lügati’t-Türk’te  kurban karşılığı olarak “yağış” sözcüğü geçmektedir. “Yağış, İslam’dan önce Türkler’in adak için, yahut tanrılara yakınlık elde etmek için putlara kestikleri kurban” olarak anlamlandırılmıştır. Yine aynı sözlükte  ıdhuk/ıduk ( Arapça; Bayramınız demektir.) sözcüğü geçmektedir. “Idhuk: Kutlu ve mübarek olan her nesne. Bırakılan her hayvana bu ad verilir. Bu hayvana yük vurulmaz, sütü sağılmaz, yünü kırpılmaz; sahibinin yaptığı bir adak için saklanır” şeklinde tanımlanmaktadır. 
Türk Dil Kurumu’nun hazırladığı Türkçe Sözlükte:
“1. Dinin bir buyruğu veya bir adağı yerine getirmek için kesilen hayvan.
2.Müslümanlarda kurban bayramı.
3. Bir ülkü uğruna feda edilen veya kendini feda eden kimse.
4. Bir kazada veya felakette ölen kimse.
5. Bazı bölgelerde seslenme sözü olarak kullanılır.
Kısaca kurban, insanın Tanrı’ya yakınlık elde etmek için adadığı candır. Bazı ilkel dinlerde kurbanla birlikte Tanrılara sunulan hediyeler de kurban kapsamına girmektedir.  
Kurban, Türkçeye Arapçadan geçmiş bir sözcüktür. Arapça ( k-r-b ) kökünden türemiş olup, sözlükte "yaklaşmak" anlamına gelir.
KURBANIN KÖKEN TARİHÇESİ
İnsanoğlu, sıkıntılarından kurtulmak isteği olduğu kadar, şükür etmek için, bereket getirilmesi, fırtınalardan, sel gibi afetlerden kurtulmak için, kendinden güçlü olan varlıklara, tanrılara, Allah’a kurban kesmişlerdir. Hazreti İbrahim’in oğlu İsmail’i Tanrı adına kesme girişimi öyküsünü hepimiz biliriz.

Kurban olayı, Müslümanlıktan çok önceki çağlara uzanır. Çok eski doğa dinlerinde Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Hint, Çin, İran ve İbrani, yılın belli aylarında dini törenlerle kurban sunma, bayram yapma, geleneği vardır. Ancak insanlık tarihinde en fazla şöhret bulan kurban olayı Hz İbrahim’in oğlu İsmail’i (bir rivayete göre İshak’ı) kesmeye teşebbüs olayıdır.
Çocukların kurban edilişi eski Sami dünyasından gelen bir şükran geleneği idi. Görünüşte çok saçma ve vahşet görünen bu olay, Hz İbrahim için bir iman ve inanç ölçme kriteri (ölçüt) olmuş, Hz. İbrahim böylece Allah’a olan inancını göstermiş olmaktadır.
HZ. İBRAHİM VE OĞLUNUN KURBAN İMTİHANI
(BU ALEGORİDEN  İLGİNÇ KESİTLER)

Hazreti İbrahim Kalde’de doğduğunda, topraktan yaptığı küçük putlarla geçimini sağlayan ve yoksul bir çömlekçi olan Azer Terah’ın oğludur.Kutsal kitapların yazdığına göre, Tufandan sonra 1263 te veya dünyanın yaratılışından sonra 3337 de Nuh’tan veya dünya yaratıldıktan 1918 yıl sonra doğmuştur. Anası Uşa, Kusa civarında bir mağaraya sığınmağa mecbur olmuş ve Hz. İbrahim de orada (mağarada) dünyaya gelmiştir.
Devrin Hükümdarı Nemrut birtakım korkulu rüyalar görmüş, Gebe kadınları nezaret altında bulundurup, yeni doğan çocukları öldürtmeğe başlamıştır. Nemrud’un adamları, Hz. İbrahim’in anasını, daha doğum ağrıları başlamadan önce muayene ettiler. Karnının sağ tarafını elleseler çocuk sol tarafa saklanıyor, solda arasalar sağa gizleniyordu. Hiç bir sonuç almadan gittikleri anlatılır.
Hz. İbrahim daha küçük yaşta iken Allah’ın varlığını araştırdı. Hz. İbrahim mağaradan çıkıp da babasının evine yaklaştığı zaman karanlıkta gördüğü yıldızı, “işte benim Allah’ım” dedi. Fakat yıldız gündüz kaybolunca, “ben kaybolan şeylere sevmem”, dedi. Ayın doğduğunu gördü, “işte Allah’ım” dedi. Ay batınca, “eğer Allah bana hidayet etmezse yolunu şaşanlardan olacağım,”dedi. Güneşin doğduğunu görünce, haykırdı: “İşte benim Allah’ım” dedi, “çünkü bu hepsinden büyük” dedi. Fakat güneş batınca,” Ey benim kavmim, ben sizin Allah’a koştuğunuz şeriklerden biriyim, işte yüzümü göğü ve yeri yaratana dönüyorum”.
Bir gün Hz. İbrahim’in kavmi Allah’a kurban kesmek üzere şehirden çıktı. Hz. İbrahim, keyifsiz olduğunu bahane ederek şehirde kaldı. Eline bir balta alıp, üstü yiyeceklerle dolu masaların bulunduğu puthaneye gitti. “Niçin yemiyorsunuz” diye sorduktan sonra, putlardan birinin elini, ötekinin ayağını, üçüncüsünün de kafasını kesti. Baltayı en büyük putun eline verdi ve bütün yemeklerini onun önüne koydu. Şehir halkı geri döndüklerinde, bu hali görünce Hz.İbrahim’den hesap sordular. O da cevap olarak dedi ki: “Doğrusunu isterseniz, bu işi yapan en büyükleridir, eğer konuşabilirlerse sorun!” Bunun üzerine ahali: “Biliyorsunuz ki konuşamazlar” deyince, İbrahim: “Demek Allah’dan gayri öyle şeylere tapıyorsunuz ki, size ne faydası, ne zararı dokunabilir, öyle mi? size de ibadetinize de yazıklar olsun”,dedi. Hz. İbrahim’e kızan o bölgenin insanları,  Hz. İbrahim’i ceza olarak Harran’da (Urfa’da) ateşe attılar. Orada üç veya yedi gün kaldıktan sonra, sağ salim, Halilü-Allah veya Halilürrahman unvanını alarak, taraftarları ile birlikte Küdüs’e doğru gitmek zorunda kaldı.

Tüm bu anlatıanlar Kuran’da ve öteki kutsal kitaplarda da ilgili ayetlerde anlatılmakta. Yaratılışın dediğine göre, babası Azer Terah’ın ( yoksul çömlekçinin) ölümünden sonra Harran Ülkesinden çıktığı zaman yetmiş yaşında imiş. Ama gene aynı yaratılış, Hz. İbrahim’in, Azer Terah’ın yetmiş yaşında iken dünyaya geldiğini, Azer Terah’ın iki yüz beş yaşına kadar yaşadığını, Hz. İbrahim’in ancak babasının ölümünden sonra Harran’dan ayrıldığını da söylüyor.
Bu hesaba göre ve yaratılışa göre, Mezopotamya’yı bırakıp gittiği zaman, İbrahim yüz otuz beş yaşındaydı. Böylece puta tapar denilen bir ülkeden Filistin’e Şekem denen puta tapar bir başka ülkeye gitmiş. Hz. İbrahim 120 yaşında iken, kendi kendini sünnet etmiş.

Hz. İbrahim, Filistin’in dağlık Şekem Ülkesine varmasıyla açlık yüzünden oradan ayrılması bir olmuş. Çünkü o zaman açlık ve kıtlık vardı.  Karısı Sara ile beraber Mısır’a yiyecek bir şeyler bulmaya, yüz kırka yaklaşmış. Hz. İbrahim, buğday aramak için dilini hiç bilmediği ülkeye gitmiş. Hz.İbrahim’in karısı Sara çok genç ve çok güzel bir kadınmış. 65 yaşında olan Sara Hz. İbrahim’in yanında çocuğu gibi kalıyormuş. Bu durumu bile Hz. İbrahim, rivayete göre genç ve güzel karısına: “Kendini benim kız kardeşimmiş gibi göster ki senin sayende bana da iyi davransınlar”, demiş.
Mısır Memphis’te Hz. İbrahim’in güzel karısı Firavunun huzuruna çıkarıldı. Sara Hz. İbrahim’i, kendi yüzünden katledilmesin diye kardeşi olarak tanıttı. Mısır Kralı Firavun genç ve güzel Sara’ya âşık olmuş. Sözüm ona ağabeyi Hz. İbrahim’e birçok koyun, sığır, erkek ve dişi eşek, deve, köle, cariye vermiş. Bütün bunları vermekteki amacı, güya Hz. İbrahim’in kardeşi olan Sara’yı elde etmekti.

Firavun âşık olduğu güzel Sara’ya dokunmak isteyince eli tutmaz olur, ancak Sara’yı serbest bıraktıktan sonra iyileşti. Mephis halkı Hz.  İbrahim’i bu kayırma yüzünden kıskanmaya başladı.
Hz. İbrahim’i Mephis halkı kıskanıp ona fena muamele yapınca, İbrahim ondan ayrılmak zorunda kaldı.
Tanrı kendisine o zamanlar yüz altmışında olan Hz. İbrahim’den yıl içinde bir çocuğu olacağını müjdelediği zaman, genç Sara doksan yaşında imiş.

Bütün bu olaylar kutsal kitapların hepsinde yazılıdır. Bütün ansiklopedilerde de, bunlar hangi kutsal kitabın hangi ayet ve sahifelerinde olduğu belirtilmektedir.
Çok uzun zaman önce insanların 200–300 yıl (hatta bazı peygamberler zamanında insanların 500–1000 yıl) yaşadığı yazılmakta. 90 yaşındaki Sara ve öteki kadınların hamile kalması ile günümüz insanlarını kıyasladığımız zaman, insanlığın uzun bir süreçte evrim geçirdiğini anılmktadır. Halbuki yıl hesaplamalarında başka ölçüler kullanıldığını hiç kimse dikkate almamaktadır.
Allah'ın Hz. İbrahim kıssasında haber verdiği olaylardan biri de kurban olayıdır.
İbranilerde, peygamberler dönemine kadar sürdürdükleri, ilk çocuğun kurban edilişi inancı vardı. İlk çocuk, çoğunlukla bir tanrının çocuğu olarak görülürdü. Bu ilk çocuğun kurban edilmesi, Tanrı’ya ait olanın geri verilmesi demekti…

Hz. İbrahim’in karısı Sara 90 yaşında, (Hz. İbrahim 120 yaşında) olarak doğurganlık yaşını çoktan geçmişti. Hz. İbrahim’in bu yaştan sonra iki oğlu İshak ve İsmail.doğarlar,
Mekke’de geçen bu olayda, Hz. İbrahim'in ve oğlu Hz. İsmail'in başından geçen bu denemeyi Tanrı ayetlerde şu şekilde haber verir: “Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik”. Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince ( Hz. İbrahim ona): - Oğlum - dedi. "Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun." Oğlu İsmail dedi ki: "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın." Sonunda ikisi de (Allah'ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail'i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona: "Ey İbrahim !" diye seslendik. "Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz”.Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı. Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik.” (Saffat Suresi, 101.–107. yetler)
Allah yukarıdaki ayetlerde Hz. İbrahim'i nasıl bir denemeden geçirdiğini bizlere aktarmaktadır. İslam âlimleri de bu ayetleri genelde aynı şekilde tefsir ederler. Örneğin Elmalılı Hamdi Yazır, Kuran-ı Kerim tefsirinde, Hz. İbrahim'in rüyasında gördüklerinin bir vahiy olduğunu, bu vahyin yerine getirilmesinin ise bir emir olduğunu belirtmektedir. Ayetlerin devamını ise şu şekilde açıklamaktadır:
Bunun üzerine onu zorla yapmaya kalkışmayıp, önce yerine getirilme şeklini istişare etmek üzere böyle görüşünü sorarak tebliğ etti ki, bununla ilk önce onun itaat ve boyun eğmekle ecir ve sevaba ermesini temin etmek istedi. Düşünmeli, bunu söylerken "Ey yavrucuğum!" diye hitap eden bir babanın kalbinde ne yüksek bir şefkat duygusu çarpıyor ve ona ne kadar büyük bir vazife aşkı, Allah sevgisi hakim bulunuyordu... İşte bunun böyle İlâhî bir emir olduğunu anlayan ve Allah'ın sabredenlerle beraber olduğunu bilen o yumuşak huylu oğul "Ey babacığım!" dedi, "Ne emrolunuyorsan yap. Beni inşallah sabredenlerden bulacaksın."  

Ömer Nasuhi Bilmen'in tefsirinde Hz. İbrahim ve oğlunun başından geçen bu deneme şu şekilde izah edilmektedir:
Hz. İbrahim de oğlu da Allah-u Teala'nın emrine itaat edip teslimiyet gösterdiler ve Hz. İbrahim Aleyhisselam oğlunu (alnının bir yanı üzerine yatırdı) onu boğazlamak için öyle bir vaziyete bulundurdu... Onun rahmani bir rüya olduğunu anlayarak emr olunduğun vazifeyi yapmaya azmettin, sabrın, emri İlahi'ye itaatin tezahür etmiş oldu. Artık Hak Teala lütfetmiş, o oğlun yerine bir kurban hayvanının kesilmesini emir eylemiş, Hz.  İbrahim'i öyle bir fedakarlıktan kurtarmıştır. Her nedense Allah kurban edilen Kızılderili çocuklarına aynı merhameti göstermemiştir!
Ayetlerden ve tefsirlerden Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail'in Allah'a olan kalpten itaatleri, teslimiyetleri ve gönülden bağlılıkları açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu üstün ahlak tüm iman edenlere çok güzel bir örnek, eşsiz bir rehberdir.. Allah Saffat Suresi'nin devamında şu şekilde bildirir:
“Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. İbrahim'e selam olsun. Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o, Bizim mü'min olan kullarımızdandır. (Saffat Suresi, 108.-111. ayetler)
Hz. İbrahim  80 (bir rivayete göre 120) yaşında olduğu halde  Kadum köyünde kendi kendini sünnet etti. Taberi (c.1 sa.102–103)’ye göre  İbrahim 200 yaşında vefat etmiştir. Başka bir rivayete göre Hz. İbrahim, ahid gereği, kendisi doksan dokuz, İsmail de on üç yaşında iken, aynı gün sünnet olurlar.

KURBAN ÇEŞİTLERİ:
Kurban/kurbanlık genellikle iki türlüdür:
1-Kansız/ cansız kurbanlar. Hayvan ve balıklar gibi canlı varlıkların dışında tanrılara sunulan çok değişik hediyeleri kaplar. Bu hediyeler insanların sahip oldukları ve üretebildikleri her türlü gıda maddeleridir. Eski Hitit krallarına sunulan üzüm ve buğday başağını tasvir eden heykeller günümüze kadar ulaşmıştır .
2-Kanlı/canlı kurbanlar. Tanrı/ tanrılara sunulan insan, hayvan ve balıklar gelir. Öteki kurban hayvanları sığır, koyun, keçi, ayı, domuz, tavuk ve benzeri hayvanlardır. Bunların dışında köpek, eşek, yılan gibi hayvanlar kurban olarak sunulmuşlardır.

Türklerde kanlı kurbanların başında at gelmektedir. Tüm göçebe toplumlarında olduğu gibi, Türklerde de at en değerli hayvanlardan birisi idi. Savaşta ve barışta devamlı at üzerinde olan Türkler ayrıca atın etinden ve sütünden de istifade ediyorlardı. Bunun için o zamanları tanrılarına sunulan en değerli kurban at olmaktadır. Orta Asya kültürünün en büyük destanlarından olan Manas Destanının birçok yerinde at kurbanı ön plandadır.
Türklerin ilişkide olduğu toplumlarda İranlıların eski Zerduşluk dinin kaynaklarında su aygırının kurban edildiği yazılıdır. Oğuz’ların ülkeler fethedip döndüklerinde şeref için, toy için doksan bin koç, dokuz yüz kısrak kesilmesi emredildiği yazılıdır. 
Göktürklerde, Yakutlarda kurban olarak iyi ruhlar için at sürülerini kırlara başıboş bırakılırdı. Bu hayvanlardan yararlanılmaz, eti yenmez, sütü sağılmaz, ne den yük hayvanı olarak kullanılmazdı.
Anadolu’da, ilk çağlarda Frigya’lılar zamanında hasat mevsimi dolayısıyla insan kurbanı ve kafa kesme ayinleri yapılırdı. Efsaneye göre, Kral Midas’ın gayri meşru oğlu Lityerses korkunç iştahı ile tanınmakta ve ürününü, daha doğrusu buğdayını bizzat biçmeyi çok sevmektedir. Kendisinin bir âdeti vardı. Tarlada ekin biçerken, oradan kim geçerse, kendisi ile ekin biçme yarışına zorlamaktadır. Yolcu bu yarışmada yenilirse, Lityerses ellerini bağlıyor ve tırpanla kafasını keserek vücudunu tarlaya atıyordu.
Günün birinde, bir yolcu kılığında Herkül oradan (tarladan) geçler ve huyu depreşen Lityerses tarafından yarışmaya çağırılır. Bu kez Lityerses’in tanıyamadığı Herkül onu yener ve başını keserek vücudunu Menderes (Kaystros) ırmağına atar. Böylece kendi âdetine kendi kurban edilmiş olur.
Eski Sami kavimlerinde insan kurbanı çok yaygın bir gelenek halini almıştı. Tevrat’ta adı geçen Bolo (Baal) daha çok körpe etleri severdi. Onun tunç heykelinin bir fırın olan karnında çocuklar yakılır ve böylece tanrılarını doyururlardı.
Cahiliye döneminde Araplar insan kurban ederlerdi. Cahiliye devri Arapları Sabah Yıldızı daha doğmadan büyük bir acele ile insan ve beyaz deve kurban ederlerdi. Yine önemli putlarından Uzza’ya oğlanlarla kızları ve esirleri kurban ederlerdi.

Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib, Zemzem kuyusunun kazılması sırasında Kureyşlilerin kendisine çıkardıkları zorluklar sebebiyle, eğer on tane oğlu olursa ve bunlar kendilerini koruyacak yaşa gelirlerse içinden birisini Kâbe’nin yanında Allah için kurban etmeyi adamıştı. Abdülmuttalib’in isteği gerçekleşince, adağını yerine getirmek istemiştir. Oğulları arasında çekmiş olduğu kurada kurban adayı olarak Abdullah çıkmıştı. Abdülmuttalib adağını yerine getirmeye kalkışınca, böyle bir adağın adet haline gelmesinden çekinen Kureyişliler ona engel olmuşlardı. Bu olay karşısında ikilem içerisinde kalan Abdülmuttalib bilgisine güvendiği bir kadına başvurdu; akıllı kadın şöyle dedi: “Bana ilham geldi, sizde kan bedeli nedir”? Ona “on deve olduğunu” söylediler. “Memleketinize dönün ve kurba edeceğiniz adamı bir tarafa, on deveyi de bir tarafa koyun ve aralarında kura çekin. Ok adamın aleyhine çıkarsa, on deve daha ekleyin ve tekrar kura çekin. Fal develere çıkıncaya kadar develeri artırın. Develeri kurban edip adamı salın”. Böylece yüz deveye varıncaya kadar oklar Abdullah’ı gösterdi. Daha sonra fal (kura) develere çıktı ve kefaret olarak yüz deve kurban edildi.
ESKİ TÜRKLERDE KURBAN TÖRELERİ
Türk’lerin eski dinleri konusunda elimize ulaşan gerçek malumatlara Çinlilerin “Wei-shu” ve “Sui-shu” salnamelerinde rastlanır. Çünkü Orta Asya’da Türkler en çok Çinlilerle etkileşim halindedir.  “Wei-shu” kurbanla birlikte Türk dinî törenlerini şu şekilde göstermektedir:
1-Güneşin memleket üzerine doğuşunu temsilen hanın otağına doğudan girişi.
2-Devlet erkânının ataların mağarasına yılda bir defa kurban takdim etmesi.
3-Beşinci ayın 10–20. Günleri arasında halkın kenarında toplanarak göğün ruhuna takdim etmesi.
4-Tu-chin’in [Ötügen] (Dugin okunur) 500 Li  batısında yüksek bir dağ vardır ve dağın tepesinde ağaç ve bitki bulunmayan Po-teng-nin-li (Bodın-inli okunur) isminde bir yer bulunmaktadır ki manası ülkelerin koruyucu ruhu demektir. [Dağ kültü]
Tarihi kaynaklara göre, Türklerde kurban adetleri Orta Asya’dan başlar. Türkler, gökyüzünde görülen güneş, ay, yıldızlar ve sonsuz gökyüzü maviliğini kutsal sayarlar. Öyle ya yağmurlar, fırtınalar gökyüzünde olmakta. Bu nedenle Gökyüzünü kutsal sayan Türkler, gökyüzüne törenlerle kurban keserlerdi. Kök-Tenri-kültü Orhun yazıtlarında şöyle bir kitabe vardır: “Başlangıçta yukarıda gök, aşağıda kara toprak vardı; benî adem bu ikisinin arasında yaratıldı”.
Göğe kurban kesme töreni XlX. yüzyılın sonlarına kadar Kaçin’lerde uygulana gelmiştir. Tıgır  Tayh adı verilen bu tören toplu dua ile başlar, onu koyun kurban edilmesi ve kımız, süt, ayran ve et suyu içilmesi takip eder. Bayrama katılan erkekler birbirine yakın obalardan gelirler. Kadınlar ve Şamanlar ise törene alınmazlar. Tapılan objeler “gökyüzü ve güneştir.” Bu tören yılda iki defa tertiplenir. Birincisine Şamanlar alınmaz; ikincisi ise yeryüzünde bolluk bereket olması için kurban kesme törenidir ki herkes bu törene katılır. Her iki törenler oldukça önemlidir. Kurban kesme töreninden birisine Şamanların alınmaması onun ölülerin ruhuna veya “ezeli ruh’a” dua töreni değil, çeşitli adetlere göre Tanrı’ya yakarış töreni olmasıyla izah edilmektedir. Yabancı inançlara göre tayh’a alınan Şaman delirir ve dehşetli azaplardan dolayı kaskatı kesilerek bayılır..
Eski Türklerde ruhların ölümsüz olduğu ve ölüm sonrası hayat inancının bulunduğuna inanılırdı. İstemi-han’ın 576 da cenaze töreninde öbür dünyada müteveffaya refakat etsinler diye “dört savaş esiri Hun’un” boynu vurulmuştu. Yani bir çeşit kurban edilmiş olmaktalar. Yine İmparator T’atsung’un cenaze töreninde A-shih-na She-ni, hükümdar dostundan ayrılmamak için kendini doğramak istemiştir. Bu iki olay Türkler’in ahret hayatının bir devamı olarak gördüklerini göstermektedir. Ancak kesinlikle ölen şahsı tanrılaştırma olayı yer almamış, sadece ölü ruhuna saygı söz konusu olmuştur. Eski Orta Asya’da birçok Türk boylarında ölüler,  Şamanlar tarafından boru üfleyerek, davul çalarak ebedi hayata gönderilirdi.
Türkler’de insan kurban edilmesi bulunmamaktadır ve yasak edilmiştir. Ancak Göktürkler’de  at ile birlikte insan kurban edildiğine dair Bizans elçisi Valentin’in, İstemi Kağan’ın cenaze merasimini (yog) anlatırken yaptığı tasvirde şu not vardır. “Matem günlerinden birinde, dört tane bağlı Hun getirdiler. Kağanın babasının atları ile birlikte bunları ortaya koydular. Öbür dünyaya gidip, kağanın maiyetine girmelerini emrettiler”. (Buradan hepsinin kurban edildiği anlaşılmaktadır)

Başkurt Türklerinin ünlü destanı Ural-Batır’da insan kurbanı konusunda şu mısralar vardır:

“Sen uzak ülkeden
İyi düşünceyle gelmişsin
Ey yiğidim sen bilsen
Bizim ülkede olsan
Katil padişahın yaptığı
İşleri görsen;
Ağrı ve hastalık görmeyen
Ölüm başına gelmeyen
Kadını, kızı, erkeği, babayı
Genç ve yaşlı ayırmadan
El ve ayaklarını
Arkadan seçtirip
Yılda bir kere yığdırıyor
Sarayına aldırıyor
Kızı yiğitler seçiyor
Kendisi kızlar seçiyor
Kalanlar dahi
Padişaha yakın adamlar
Kendilerine seçiyorlar
Erkekleri ateşte yakıyorlar
Diğerlerine merhamet etmiyor
Kanlı gözyaşlarına bakmıyor
Diri, sağ
Kızları göle saldırıyor
Erkekleri ateşte yaktırıyor
Babası için, kendi için
Yakın adamlarının şanı için
Kendi doğmuş olduğu gün için
Yılda bir kere tanrı için
Kanlı kurban veriyor…
Bizim ülkede bir padişah var
Yakın adamlarının töresi var
İşte bu halk içinde
Türlü nesilden insan var
Her yıl padişahın doğduğu gün için
Baba ve annesinin hakkı için
Padişah doğunca su alıp
Yıkandığı kuyusu için
Kurban verir töre var
Padişahın tuğunun bezeğinde
Kara kuzgun kuşu var
O kuşlar her yıl
İkramladığı gün var
İşte yiğit görüyorsun
O kuşları biliyorsun
Gelip dağa konmuşlar
Yemleneceklerini bilmişler
Kızları kuyuya koyduktan sonra
Kızlar orada öldükten sonra
Hepsini kuyudan alıp
Kuzgunlara atıyorlar
Onlar orada yiyorlar   
İşte bağlı yiğitler
Her soydan gelmiştir
Padişahın kızı her yıl
Yeniden birisini seçiyor
Ondan kalan padişahın kendisi
Saraya köleler seçiyor
Ondan durup kalanı
Tanrı için kurban ederler.”

İskit (Saka) krallarının ölümü üzerine yapılan cenaze törenlerinde; ölen krala öbür dünyada yardım etmesi için karısı, hizmetçisi, aşçısı ve atının da ölüyle birlikte mezara konulduğunu görüyoruz: “İçi boşaltılıp mumyalanan kral kırk gün süreyle kabile kabile dolaştırılır ve mezarının bulunduduğu Gerrhi’ye getirilirdi. Burada cenaze, hazırlanan mezara indirilir ve bir şiltenin üzerine yatırılır. Cenazenin etrafına, zemine mızraklar saplandıktan sonra, mezara tavan teşkil edecek tahta kirişler yerleştirilir ve bunların üzerine de örme hasırdan bir çatı yapılırdı. Krala ait mezarın içine içi boş kalan yerlere, boğularak öldürülen karısı, sakisi, aşçısı, seyisi, hizmetçisi, habercisi, birkaç atı ve kendisine ait olan eşyalardan bir kısmı, altın kaplar gömülürdü. Sonra mezarın üzerine büyük bir toprak tepe yapılır ve İskitler bu tepeleri yükseltmek için yarış ederlerdi”. İşte mezar olan bu tepelerden Anadolu’da 2000 kadar mezar tepe-höyük olduğunu uzmanlar söylemekteler.            
Çankırı’nın Ilgaz İlçesi Şeyh Yunus Köyünde bulunan bir türbeye, çocuğu olmayan/durmayan kişiler gelir ve adak adamak suretiyle, çocukları olur düşüncesi ile türbeye kurban keserler. Yağmur yağması için kesilen kurban da çok eski Türk inançlarındandır.   
Tarihsel olaylardan sonra Orta Asya’dan Kuzey Kutbu’na sürülen Nganasan’lar, (Türklerin bir ata kolu) eski kültlerini, Şamanizm inançlarını korumuşlar. Nganasan’lar yılda iki defa gün ışığana kurban keserler. Birincisi sonbaharda, düzenli gecelerin başlamasından önce; diğeri Ocak ayının sonlarında, dağ tepelerinde ilk gün ışıkları kendini gösterdiğinde kurban keserlerdi.
Nganasan’larda toprağın efendisine “Fannida” denilir. Bu, ağzını açarak, ölümü bekleyen insanları gözleyen ve çayırlar altında yaşayan kötü ruhtur. Ona siyah geyik kurban edilir. Yer-su da acımasız bir tanrıdır ve ona boz veya al donlu at kurban edilirdi. 


ÇOCUK KURBAN ETME GELENEKLERİ
Çocuk kurban etmek de birçok toplumda görülen ''tüyler ürpertici'' adetlerden biriydi.
Kartacalılar, site devletlerinin koruyucusu Tanrı Moloch'a kendi öz çocuklarını yakarak kurban ederlerken, Fenikeliler, salgın hastalıklar, kuraklık, savaş kaybetme gibi büyük felaketlerin yaşandığı günlerde ''en sevdikleri çocuklarından birini'' tanrıları Baal'e kurban verirlerdi.  New South Wales'da bazı kabilelerde, her kadının ilk doğan çocuğu, bir dinsel törenin parçası olarak kabile tarafından yenirdi.
Eski Isparta'da da çocuklar doğduklarında topluluğun yaşlılarına götürülür, yaşayıp yaşamayacaklarına onlar karar verirdi. Sağlıklı olanlar ana babalarına verilirken, sakat ve hastalıklı olanlar öldürülürdü. İstenmeyen çocukların öldürülüp derelere atıldığı Ortaçağ'da her adımda bir çocuk ölüsüyle karşılaşmak olağandı.


ESKİ MEZOPOTAMYA UYGARLIĞINDA KURBAN

Kurban sunumu düzenli ayin ve törenler ile yapılır. Babil’de haftanın yedinci günü olan Cumartesi uğursuz sayılır ve bu uğursuzluktan kaçınmak için adaklar adanıp kurbanlar kesilir. Asurlularda ise kurbanlık hayvanı kesip tanrılara sunmak gereklidir yoksa tanrılar insanın kendisini yiyeceklerdir. Asurlularda kesilen oğlak ya da kuzu gibi yavru hayvanların, insanların bütün günahlarını temizleyeceklerine inanılır. Sümerlerde de kurban törenlerine büyük önem verilir. Kurban törenleri, görkemli ve süslü tapınaklarda gerçeklestirilir. Sümerler kurban edilecek hayvanın türüne, cinsine ve rengine önem vermezler. Onlar için mühim olan kanın akıtılmasıdır. Sümer ülkesinde kurbanlar, tanrıların besini olarak degerlendirilir. Kurban edilen hayvanların etleri ya ateste kızartılır ya da tencerede pisirilir. Rahiplerin yiyecekleri ekmek de yine tapınaklarda pişirilerek hazırlanır.

Bu nedenle mutfak, tapınakların önemli bir bölümüdür. Tanrı evleri olarak adlandırılan ve birkaç yüz nüfusun yasadığı basamaklı tapınaklarda (ziggurat), kendine yeterli bir yasam sürdürülürken; bira, sarap, süt, ekmek, hurma ve her tür etten olusan yiyecekler tanrılara yönelik günlük kurban ritüellerinde kullanılır ve din görevlileriyle tapınak sakinleri arasında paylasılır. Kurban ritüellerinde genellikle ekmek, susam sarabı, tereyagı, bal ve tuz gibi yiyecekler kutsal mekandaki tanrı heykelinin önüne konulur. Bu arada sağ ayağı ve böbrekleri kızartılarak tanrıya ikram edilecek olan bir sığır öldürülür ve törene katılanlar arasında bir ritüelle paylaştırılır. Toplu tapınımlarda, hayvanların insanlar için yaratıldıkları vurgulanır. Ayrıca, koyunun insanın vekili olduğu ve bir insanın kendi yaşamı için bir koyun, kendi başı yerine de bir koyun başı vermesi gerektiği vurgulanır.

Mezopotamyada bir kez 350.000e yakın koyun ve keçi ile bunların yüzde onu civaında sayıda sığırın kurbanlık olarak tapınaklara geldiği bildirilmektedir. Tanrılar için yapılan eksiksiz bir kurban sunumu için; arpa ile beslenmis ikişer yaşlı 21 koç, sütle beslenmiş 4 koyun, otla beslenmiş 25 koyun, 2 boğa, 1 süt danası, 8 kuzu, 60 kadar çesitli kuş, 3 piliç, 7 ördek ve 4 yaban domuzu kullanılır. Tanrılar için verilen sabah yemekleri de çok zengindir. Sabah kahvaltısı için 18 koyun, bir boğa ve bir süt danası; öğle yemeği için de 6 koyun ile boğalar, kuzular, yaban domuzları ve her çesit kümes hayvanları ve öküzler sunulur. Aksamları ise, 10 koyun, 10 kuş ya da yalnızca 10 koyun verilir. Tapınaklarda kurban edilen bu hayvanlar, oradaki topluluk üyelerinin başlıca et kaynağını oluşturur. Buradaki hayvanların yenebilmeleri için önce kurban edilmeleri gerekmektedir. Sümerlerde kurban edilmiş insanlara da rastlanılmıştır.

SÜMER UYGARLIĞINDA KURBAN

Sümerlerde en değerli kurban kuzudur. Ancak domuz da dahil diğer hayvanlar da kurban edilirler. Bir hastanın günahlarına karşılık olarak domuz kurban edilir. Hayvanın gövdesi altı parçaya bölünerek hastanın üzerine bırakılır. Kutsal sularla yıkanan hastanın başı için domuzun başı, karnı için domuzun karnı ve diğer organları içinde domuzun organları kişinin günahlarına karsılık olmak üzere cinlere sunulur. Sümerlerde hayvanların karaciğerleri yasamın merkezi olarak kabul edildiğinden, bu organın muayene edilip incelenmesi tıpkı bir ayna gibi, sunulan kurbanı kabul eden tanrının fikir ve amacını da gösterir.

Karaciğer aracılıgıyla kehanette bulunabilmek için kurban olmak üzere lekesiz bir hayvan bulmak ve onu günün saatlerine göre değişen tören ve ayinlerle öldürdükten sonra karaciğerini çıkarmak gerekmektedir. Tan yeri ağarırken, tanrının en çok hoşuna gidecek kurbanın koyun olduğuna inanıldığından, karaciğer falı için özellikle koyunlar tercih edilir. Rahip, kurbanı tanrıya sunmak için tanrı heykelinin önüne bir mangal yerleştirir. Mangalın arkasındaki masanın üzerinde de, susam şarabıyla dolu dört toprak kap, üç düzine ekmek, bir miktar bal ve kaymak ile biraz da tuz bulundurur. Kahin-rahip mangalı biraz karıştırdıktan sonra koyunu tutar, niyet eder ve hayvanı keser. Kurban edilen koyunun karaciğerini çıkararak bu organda bazı işaretler ya da belirtiler arar ve bulduğu ipuçlarını da konuyla ilgili kitaplara bakarak değerlendirir.

ESKİ MISIR UYGARLIĞINDA KURBAN

Özellikle Nil nehrine insan kurban edilmesi çok yaygındır. Bunun yanı sıra hayvanlar da kurban edilir. Kurban edilen hayvanlar arasında ilkel kabile dinlerinde olduğu gibi totemler bulunur. Bu bağlamda tanrı Oziris adına düzenlenen kurban törenlerinde, kutsal bir boğa kurban edilip on dört parçaya bölünür ve töreni izleyen insanlarca eti tüketilir. Kutsal bir boga ya da öküz seklinde betimlenen Oziris’in dirilisini sembolize etmek için yenilen boğanın yerine başka bir kutsal boğa konulur. Ayrıca Eski Mısır’da kurbanın, tanrıları doyurmaya yaradığı düşünülmüş ve öyle anlaşılmıştır. En büyük tanrı isis için de önce dua edilir; sonra onun adına bir inek kurban edilir.

Önceden muayene edilip kurban olarak işaretlenmis hayvanlar, kesilmek üzere tapınağa getirilince odun yığını ateşlenir. Sonra bu ateşe şarap dökülür ve tanrının adı çağrılarak kurban edilecek hayvan kesilir. Kurban tapınakta yakılırken orada bulunanlar feryat ederek üzüntülerini dile getirirler. Bir süre sonra da bu insanlar, kurban edilen hayvandan arta kalan etleri tüketirler. Eski Mısır’da kurban edilen kuzu ve oğlağın kanı, çevreye sürülür. Sürülen bu kan, tanrının hakkı sayılır. Ayrıca yılda iki kez tanrılara domuz kurban edilir ve ancak bu günlerde domuz eti yenir. Bunun dışında kalan diger günlerde ise domuz eti yenmez. Nil taşkınlıkları için ise timsah yavruları kurban edilirmiş.
YİRMİ BİN KİŞİ BOĞAZLARI KESİLEREK KURBAN EDİLDİ.
Bugünkü Meksika topraklarında, M.S. 400 – 1500 yılları arasında büyük bir uygarlık yaratan Aztekler, yaptıkları kanlı törenler ile de tanınıyordu. Huitzilopochtli adlı Güneş Tanrısının şefkatini kazanmak için insan kalplerini yiyen ve kanlarının içilmesine inanan halk, dini törenlerde de tüyler ve kâğıttan yapılan yılanlar ile süslenen çoğu mahkûm olan kişileri kurban seçiyordu. Rahipler, flüt eşliğinde yapılan törende taş, bıçak ile kurbanların kalbini çıkarıyor ve vücudu, piramidin basamaklarına atıyor, kalbin üzerine biber koyarak yiyordu. Yağmur Tanrısı Tlaloc'a, 4 –7 yaşları arasındaki çocukları (Hz. İbrahim’inde çocuğnu kurban etme girişimi de ilginç bir benzerliktir.) getiren ve boğazlarını keserek kurban eden toplumda, en büyük kitlesel kurban, 1487'de Mayor Tapınağı'nın açılışında yirmi bin kişinin sunaklarda kurban edilmesiyle olmuş ve bu iş 4 gün 4 gece sürmüştü.
AZTEKLERDE KANLI DİN ANLAYIŞI
Amerika kıtası keşfedildiği zaman, Kızılderililer, Aztekler, Mayalar, İnkalar yaşıyorlardı. Peru’da yaşayan İnka Uygarlığının başlangıcı İsa’dan önce 1200 yıllarına kadar çıkıyordu.. İnka kralları soyunun asaletini korumak için kendi kız kardeşiyle evlenirdi. Bu gelenek Bizansın ilk dönemlerinde de vardı.Örneğin Kleopatra da kendi erkek kardeşiyle evlendirilmiştir. İnka’lıların çok değişik tanrıları vardı; bu tanrılara hayvan ve insan kurban ederlerdi.
İNKALAR: Güney Amerika’nın Geçit vermez Ant Dağlarının tepelerinde bu günkü teknikle bile zor yapılabilecek uçurumlara köprüler kurarlar, yerleşim yeri oluştururlardı. Bu uygarlıkların MÖ 5000 yıl öncesine kadar hesabı yapılmış takvimleri vardır. Onların barut ve alevli silâhları yoktu. Başlangıçta atları bile yoktu. Alabildiğine her yer altınlarla doluydu.
Meksika’da yaşayan Aztek dininin temel inançlarından biri şuydu; Güneşin gökyüzünde kalıp ışık saçabilmesi için insanların kalpleriyle beslenmesi gerekir. Bunun için de durmadan savaş yapmak bir din görevidir. Bu görevi yerine getirmek için Meksikalılar durmadan savaşlar, akınlar yapmış yakaladıkları esirleri kurban taşı üzerine gererek yatıştırmışlardır. Tarih kayıtlarına göre Tenoktitlandaki büyük pramidin Güneşe adanması sırasında 1486 da 20.000 kişi kurban edilmiş ve bunların kalpleri rahibeler tarafından taş bıçaklarla göğüslerinden çıkarılmıştır. Ateş tanrısına adanan kurbanlarda, göğüsleri açılmadan ateşe atılıyordu. Beslenme tanrısına adanan kurbanların derileri yüzülüyor ve törenler bitinceye kadar öbürleri bu derileri üstlerine giyiyorlardı. Kurban yerinde ölenlerin, savaş yerinde ölenler gibi, doğrudan doğruya güneş cennetine gittiğine inanılıyordu. Bazen tanrılara sunulan kurbanların etlerini yemek, bir dinsel ayin olmakta idi.         


ATEKLER TANRILARINA İNSAN KANI SUNDULAR!
Aztek dini çok tanrılı olmakla birlikte iki tanrı, Huitzilopochtli ve Quetzalcoatl daha bir ön planda olup her işi düzenleyen takvimle sıkı bir bütün halinde damgalarını tüm kültlere basmışlardır. Aztek dininin inanılmayacak denli fazla sayıda insan kurbanıyla kendini gösteren tüyler ürpertici bu özelliği vardır. Aztekler insanları kitleler halinde tanrılarına kurban ediyorlardı; hatta büyük doğal afetlerde yaklaşık 20,000 insanın kurban edildiği bilinmektedir. Aztek rahiplerinin açıkça bilinen işlevi de, amansız tanrıların öfkelenerek herkesi kötürüm ve hastalıklı bırakmamaları, dünyayı yakıp yıkmak için onlara körpe insan yürekleri ve insan kanı sağlamaktı. Bunlar piramitlerin basamaklarından çıkartılır, dört rahip tarafından tutularak tapınaklara yürütülür, kurban taşı üzerine kolları ve ayakları gergin durumda sırt üstü yatırılır, beşinci rahip tarafından kullanılan ve volkanik taştan yapılmış bıçakla göğüsleri baştanbaşa yarılarak açılır, sonra kurbanın hala çarpmakta olan yüreği yerinden burularak koparılır ve tanrıya sunulurdu.
Ceset ise piramit merdivenlerinden yuvarlanarak atılırdı. Savaş tutsaklarının yanında köleler, bazı genç erkek ve bakire kızlar kurban edilenler arasındadır. Bu yönüyle Aztek uygarlığı bir anlamda yüksek kültürünü günümüz insanına vahşi görünen bir takım uygulamalarla birleştirmektedir.

DİĞER DİNLERDE KURBAN
İslam'daki gibi belirli bir bayram zamanı ile ilişkilendirilen büyük bir kurban eylemi, bugün varlığını sürdüren İbrahim’i dinlerde nadir görülse de, diğer İbrahim’i dinlerde de kurban kavramı bulunmaktadır.
Arapça kurban sözcüğü ile ilişkili olan İbranice kurban sözcüğü de sözlükte "yakınlaşmak" anlamına gelir ve dinî bağlamda, şeklî uygulama açısından İslam'dakine benzer bir tür kurban etmeyi öngörür.
Bugün Musevilerin büyük bir kısmı hayvan kurban etmeyi kesmişlerdir bunun en büyük sebebi Tapınak'ın var olmayışıdır; hayvan kurban etmenin özellikle Tapınak mevcutken düzenli bir şekilde yapılan bir ibadet olduğu bilinmektedir.
Bununla birlikte bu hayvan kurbanı büyük oranda günahlardan arınmak için yapılırdı ve İslam'daki Kurban Bayramına benzer bir uygulama bağlamında ele alınmazdı.

Bazı batılı kişiler, gazeteler, Müslümanları kurban kestikleri için, “barbarlık vahşetlik” olarak suçluyorlarsa da, yukarıda görülen vahşet çok daha vahimdir.
Sonuç olarak yazıdaki amacımız, günümüzde uygulanan kurban geleneğinin kural ve özelliklerini anlatmaktan ziyade, kurbanın tarihsel sürecini kültür bazında sunmaktır. Bununla birlikte şunları da eklemekte yarar germekteyiz. Kurban dinimizce ne farz, ne sünnettir. Vacip olan kurban kesme geleneği, dinsel amacı dışında, birçok kimseler tarafından salt et yeme olayı olarak görülmektedir. Kurban kesen, kurban kesemeyen komşularına et vermedikleri, verse bile sadece kemik vb vermedikleri gözlenmektedir. Yoksul komşusundan kurban etini esirgeyen kimseler aylarca kurban eti yedikleri gibi, hatta sucuk yaptıranlara bile rastlanmaktadır.  Kurban kesmeye gücü olmayan kimseler de, kendilerini zorlayarak, kesemediğinden utanıp bir hayli zorlanmak suretiyle borca kurban kestikleri görülmektedir.
ARTIK ŞU MATADORA DA DUR DEMEK GEREKİR
Dünyada da benzer çok şeyler oluyor. Bir medya haberinde 11 yaşındaki matadorun 6 tane boğayı öldürdüğü ve rekor kırdığı haberini okumuştum. Bunlara da dur denmesi gerekiyor. Artık, konu benim köyüm, sizin ilçeniz, öbürünün vilayeti, başkasının devleti değildir.
Dünyadaki  bir yerdeki güzellik de, yanlış da anında bütün insanlığa ulaşıyor.
İSLAMDA KURBAN BAYRAMI
Kurban Bayramı; Müslümanlar tarafından Hicri Takvime göre Zilhicce ayının onuncu gününden itibaren dört gün boyunca kutlanan bir dini bayramdır.
Genel kabule göre kurban kesmek farz olmamakla beraber Hanefi mezhebinde vacib olduğuna ve kesilmesinin gerekli olduğuna inanılır. Şafii mezhebine göre ise sünnettir ve kesilmese de olur.
Kur'an'da kurban kesmekten Kevser Suresi'nde bahsedilir. 3. ayetten meydana gelen bu sure şu şekildedir: "Şüphesiz biz sana Kevseri verdik. O halde, Rabbin için ibadet et, kurban kes.”denir.
Bu bayram adını Müslümanların Allah rızası için büyük baş veya küçük baş hayvan kurban etmesinden alır.

KURBAN KESMEK ŞART MI?
Sünni din uleması zengin insanlar için bayramlarda kurban kesmek vaciptir der. Ama insanlar, bir iş olacağı zaman da şükür kurbanı olsun, adak kurbanı olsun illa kurban kesme çabası içerisinde. Oysa Peygamber efendimiz Bedir Savaşı’ndan sonra, “10 Müslüman çocuğuna Kuran okutun” demiş. Bu tip şeylerde insanların eğitimine katkıda bulunmak, yoksul kimseleri giydirmek, barındırmak, evlenemeyecek çifte yardımcı olmak da mümkündür.
Tüm dinlerde kurban ibadeti doğru veya yanlış vardır.

Hatta ilk insan Hz. Adem ve çocuklarında da olduğu söylenir.
Maide Suresi’nde “Niyetinizin kabul olup olmaması noktasında kurban kesiniz.” denir. İnançlara göre  kurban insanlıkla birlikte var olan bir ibadet şeklidir ama çığrından çıkarılmaması gerekir.
Hayırlı bayramlar!
 
Kaynakça;
1.  Divanü Lügati’t-Türk Besim Atalay terc. C lll, s 10
2.   Divanü Lügati’t-Türk Besim Atalay terc. C l, s 65

3.  http://www.wardom.org/orta-amerika-yerlileri-t80999.htm

4.  Kızılderililer ve Türkler Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkan Sf:93

5.  http://akhenaton.blogsayfasi.com/?p=264

6. İslam Ansiklopedisi Cilt:5 –II Sf. 878–879)
7. Felsefe Sözlüğü Voltaire Sf: 6–7–8)
8. http://kitabussalihin.blogcu.com/hz-ibrahim-in-kabe-yi-insa-etmesi_24687521.html
 9. http://www.tatliaskim.com/dini-konular/85013-hz-ibrahimin-hayati.html

10. Türk Mitolojisinde Kurban Selahaddin Bekki http: //turkoloji cu.edu.tr/halkbilim/selahaddin_bekki_kurban.pdf) 
 11. Türk Mitolojisinde Kurban Selahaddin Bekki  http: //turkoloji cu.edu.tr/halkbilim/selahaddin_bekki_kurban.pdf     Li: Uzak Doğu’da eski uzunluk ölçüsü birimi. Yaklaşık 500 metre (çev)
 12. Tıgır: Hakas dilinde Tanrı anlamına gelmektedir.
 13. Kaynak:Türk Mitolojisinde Kurban Selahaddin Bekki http://turkoloji cu.edu.tr/halkbilim/selahaddin_bekki_kurban.pdf  sf 7 

  14. Türk Mitolojisinde Kurban Selahaddin Bekki  http: //turkoloji cu.edu.tr/halkbilim/selahaddin_bekki_kurban.pdf  sf 7 

  15. Eski Türkler Lev Nikolayeviç  Gumilev  çev D. Ahsen Batur Selenge yay. 2004 sf 103–105–106–107-112
  16. Toros Ayyıldız Gazetesinden alıntı: http://www.ayyildizgazetesi.com/haber-3030-Muftu-Altun-Mansetlerden-inmiyor.html
  17.http://www.senaryo.com/topic.asp?ARCHIVE=true&TOPIC_ID=8618

18. Tarihte Kurban ve Kurban Adetleri - Cevat KULAKSIZ
19. Eski çağ uygarlıklarında kurban edilen hayvanlar üzerine bir inceleme.
 veteriner; Altan ARMUTAK , istanbul.edu.tr/vetfakdergi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...