Kapitalizmin Son Aşaması Emperyalizm



KAPİTALİZMİN SON AŞAMASI EMPERYALİZM


1. BÖLÜM: ÖZELLEŞTİRME OLAYININ EKONOMİK TEMELİ

Günümüzde kapitalist sistemle idare edilen ülkeler iki kısımdır:
1-Sanayi devrimini bundan 250 yıl kadar önce yapmış, sermaye birikimi olan, gelişmiş bir sanayiye sahip, bundan 100 yıl kadar önce de emperyalist bir düzene geçmiş olan ülkeler. Yani ABD, Batı Avrupa ülkeleri, Japonya.
2-Sanayilerinin gelişmesi emperyalist ülkelerin bilinçli müdahalesi sonucunda engellenmiş, sermayesi yetersiz, gelişmeye çalışan ülkeler.
Önce gelişmemiş ülkelerdeki ekonomik duruma bakalım.
Türkiye gibi gelişmeye çalışan ülkelerde sermaye (makine, donanım) yeterli olmadığı için, üretim yetersizdir.
Bu ülkeler ürettikleri kadar tüketmek zorundadırlar.
Eğer kalkınmak isterlerse, ürettiklerinden de az tüketmeleri gerekir.
Çünkü, kalkınmak için yatırım yapmak zorunda olduklarından, üretimlerinin bir bölümünü yatırım harcamalarına ayırmaları gerekir.
Bunun için tüketim sınırlı olmalı, halk bu gelir düzeyine göre yaşam düzeyini ayarlamalıdır.
Ancak emperyalizme bağlı yönetimler altında bulunan gelişmemiş ülkeler bunu yapamaz.
Çünkü gelişmiş (emperyalist) ülkelerde sermaye yeterinden de fazla olduğundan, üretimleri kendi iç pazarlarına tüketilememekte, fazla üretimin ihracı gerekmektedir.
Bu fazla üretimin gelişmemiş ülkelerce alınabilmesi için, o ülkelere sermaye ihracı yapılır. Yani o ülkelere borç verilerek işlevleştirilir.
Böylece gelişmemiş ülkelerde cari açık meydana gelir. Yani aldığı, sattığından fazla ( biz de ki mevcut dış ticaret açığı olur) .
Cari açık finanse edilebiliyorsa (yani emperyalist ülkelerden gelişmemiş ülkeye sermaye akımı -sıcak para girişi- devam ediyorsa) sorun yoktur.
Yani denklem şöyledir:
Cari açığın finanse edilebilir olması = Sıcak paranın giderek artan bir şekilde girmeye devam etmesi = emperyalist ülkelere borçlanma

Bu politikanın sonucu, toplumda tüketim terbiyesizliğinin yaygınlaşması olarak görülür.
Yani, ürettiğinden fazlasını tüketmek, üretmeden tüketen bir ekonomidir.
Böylece emperyalist ülkelerin üretim fazlasına talep yaratılır, talep yetersizliğinden kaynaklanan bunalım ve çöküntü ertelenir.
İşte, emperyalizm dediğimiz şey de budur.
Başka bir deyişle, emperyalizm, kapitalizmin bunalım sonucu çökmesini geciktirecek bir önlemdir.
Kapitalizmin çökmemek için son çırpınışı.
Lenin'e göre: Kapitalizmin en yüksek aşaması.
Hikmet Kıvılcımlı'ya göre: Geberen kapitalizm.
Mehmet Akif'e göre: Medeniyet denen tek dişi kalmış canavar.
Peki, gelişmemiş ülkeler borçlarını nasıl ödeyecekler?
Sistemin esası ürettiğinden fazla tüketmek olduğundan, fazla tüketimi karşılamak için alınan borçların yurt içinde meydana getirilecek gelirle, yani üretimle ödenmesi olanaksızdır.
Bu durumda, borçlar, gelişmemiş ülkede yıllardır oluşturulmuş servetin yani fabrikaların, işletmelerin (milli sermayenin) emperyalistlere verilmesi ile ödenecektir.
Bu olay, el koyma biçiminde kaba bir şekilde değil, serbest piyasada özelleştirilmeye çıkarılan işletmelerin satın alınması gibi şık bir biçimde yapılır.
Yani Petkim'i, Tekel'i, Telekom'u "özelleştirme" aldatmacası altında emperyalist ülkelerin sermayesine yok pahasına vererek borcunuzu ödemeye çalışırsınız.
Yetmez, limanlarınızı, bankalarınızı, topraklarınızı, ormanlarınızı vs. vs. satmanız gerekir.
İşte, özelleştirme denen olay budur. Zenginliklerinizin emperyalist sermayenin, yani yabancıların eline geçmesi.
Özelleştirme = Yabancılaştırma
2. BÖLÜM: KAPİTALİZMİN YAPISAL ÇELİŞKİSİ

Kapitalizmden önceki üretim biçimleri çok uzun yıllar kriz, istikrarsızlık gibi hastalıklara yakalanmaksızın sürdürülebildi.
Çünkü üretim aletlerinin gelişmesi ve emek verimliliğinin artışı çok uzun zaman alıyordu.
Kapitalizm ise sanayiye, yoğun teknolojik gelişmeye ve bunun üretimde kullanılmasına, yani sermayeye dayalı bir üretim biçimidir.
Aşırı teknoloji üretim ve kullanımı, tüketim ihtiyacının çok üzerinde üretim sağlanmasına yol açmış, üretim-tüketim dengesi bozulmuştur.
Fazla üretim sermaye olarak biriktiği ve yatırım olarak yeniden üretime katıldığı için üretim artışı giderek hızlanmış, artan üretim için yeni iş gücü talebi işsizliği azaltmış, dolayısıyla sistemin çalışmaya başladığı ilk senelerde fazla üretim bir sorun olmamıştır.

I. MADDE :
Ancak, teknolojik gelişme gittikçe emeğin verimliliğini ve üretimi arttırmaya başlayınca kapitalizmin yapısal çelişkisi ortaya çıkmıştır.
Çünkü emeğin verimliliğinin artması, giderek daha az emekle daha fazla üretim yapma sonucunu verir.
Teknolojisini geliştiren işyeri işçi çıkarır, daha az işçi ile eskisinden daha da fazla üretim yapar. Ve bu böyle devam eder.
Böylece işsizlik artar.
İşsizlerde para yoktur, üretilen malları alamaz.
İşte çelişki: Üretim artıyor, fakat bu üretilen malları alacak olan insan sayısı azalıyor.
Teknolojik gelişme = Daha az emek, daha fazla üretim = İşsizliğin artması, talebin düşmesi = Satılamayan fazla mallar

A. Fazla malın eritilmesi için ilk bulunan formül, piyasaya mal arz etmeyecek, ancak mal talep edecek iş alanları yaratmak oldu.
Bunun için hizmet sektörü geliştirildi. Mal üretmeyen, hizmet yaparak para kazanan ve mal alabilecek bir kitle yaratıldı.

B. İkinci formül ise, birinci bölümde anlattığımız sermaye ihracı, yani gelişmemiş ülkelere borç vermek idi.
Gelişmemiş ülke, gelişmiş ülkeden aldığı borçla, gelişmiş ülkedeki fazla üretimi satın alacak ve sistemin çökmesi önlenecekti.
Ancak, üretim fazlasının az gelişmiş ülkelere borç verilerek pazarlanması sistemi de işlerliğini giderek yitirmektedir.
Çünkü bu durumda, borçlar gelir transferi ile değil, servet transferi ile ödenecektir.
Yani az gelişmiş ülkede üretim yetersiz olduğu için borcunu üretimle ödeyemez, özelleştirme perdesi altında milli kuruluşlarını emperyalist ülkelere vererek borcunu ödeyebilir.

II. MADDE:
Morgıç krizi, yukarıda söylediğimiz çelişkiden çıktı.
ABD'de işsizliğin artması ile, işçi sınıfının gelirleri düştü ve ev kredilerinin (mortgage - morgıç) geri ödemeleri aksamaya başladı.
Ev kredilerinin dondurulması veya faizsiz uzun vadelere bağlanması olanağı da yoktur.
Finans kurumlarının alacaklarını iflas masası işlemlerinden alma gayretleri sonuçsuz kalmaya mahkumdur.
(Çünkü, Amerikan halkının alt ve orta kesimlerinde görülen gelir düşmesi nedeniyle, emlak satışları durmuş, emlak fiyatları düşmüş, emlak alım satımında durgunluk başlamıştır. Onun için iflas masasında satışa çıkarılacak ilk aşamada 2 milyondan fazla evin satılarak borçların ödenmesi mümkün değildir).
Bu durumda finans kurumlarının çökmesi gündeme gelmiştir.
Bu finans kurumları, aynı zamanda sömürülen geri kalmış ülkelere cari açıklarını kapatmak için borç veren kurumlardır.
Bu kurumların çökmesi, gelişmemiş ülkelerin cari açıklarına çözüm bulamamaları sonucunu doğurabilir.


3. BÖLÜM: GERİ KALMIŞ ÜLKENİN ÇIKIŞ YOLU

Birinci bölümde de söylediğimiz gibi, kapitalist üretim biçimi yönünden dünya ikiye ayrılmıştır.
1-Kapitalizme erken geçen ve sistemi son aşaması olan emperyalizm uygulamasına kadar geliştirmiş olan ülkeler. Yani ABD, Batı Avrupa ülkeleri, Japonya.
2-Kapitalist gelişme yoluna geç girmiş, bu yoldaki gelişmesinin daha başında iken emperyalist ülkelerin denetimine girerek gelişmesi emperyalist ülkelerin çıkarlarına bağlı hale getirilip "sakatlanmış" ülkeler.

Bu gelişmemiş ülkeler, sermaye yetersizliği nedeniyle kapitalist üretim biçimine tam geçemediler. Sermaye yetersiz olduğu için üretimin başat ( ağırlıklı ) unsuru hala emektir. Bu nedenle, kapitalizme özgü ekonomik bunalımları yoğun olarak yaşamadılar. Örneğin 1929 bunalımı, üretimde sabit sermaye oranının en yüksek olduğu ülke olan ABD'de en şiddetli olarak yaşandı. Geri kalmış ülkeler ise bu bunalımı daha hafif geçirdiler. Çünkü geri kalmış ülkelerde üretimin yeterli olmasa bile kesintisiz olarak sürdürülebilmesi olanağı vardır ve bu, önemli bir üstünlüktür.
Geri kalmış ülkelerde sermaye yetersiz demek, yüksek verimli makine-donanım yetersiz demektir. Bunun için sermaye-yoğun (yani verimli makine ile) üretim değil, emek-yoğun (yani eski model verimsiz makine ile) üretim yapılır. Bu duruma biz, "üretimin başat unsuru emektir" veya "emek-yoğun üretim yapılmaktadır" diyoruz. Bundan dolayı, gelişmiş ülkede görülen üretim fazlalığı ve talep azlığı nedeniyle oluşan kriz görülmez. Çünkü üretim azdır ve talep çoktur. Üretilen mallar tüketilir, stok kalmaz. Gelişmiş ülkenin tersine, burada zaman zaman üretimin talebi karşılayamama durumu aşırıya vardığında, mal kıtlığı, dağıtımda aksaklıklar, kuyruklar oluşur. (Emperyalist ülkelerden borç alınıp tüketim tuzağına düşülmediği zamanki durum böyle olur, örneğin Atatürk zamanında olduğu gibi.)

Buradan da açıkça görüleceği gibi, gelişmemiş ekonomilerin, gelişmiş emperyalist ekonomilerle, yalnızca malların küreselleştiği bir piyasa mekanizması içinde yarışmaları, emperyalist ülkelerce sömürülmelerinden başka sonuç vermez. Çünkü geri ülkelerin üretimlerinin emperyalist ekonomilerin üretimlerinden daha pahalı olması kaçınılmazdır.

Bu durumda, kapitalist üretim biçiminin, az gelişmiş ülke koşullarına uyarlanması zorunludur. Bu uyarlama, ürettiği kadar, hatta daha az tüketmeyi, (çünkü üretimin bir kısmı makine yatırımı için ayrılacaktır), zorunlu olmadıkça emperyalist ülkelerden mal almayı kısıtlamayı gerektirir. Bunun yanında, üretim azlığından kaynaklanan dağıtım sorunlarının ve üretimi arttırma önlemleri alınmasının devletçe örgütlenmesi gerekir. Dolayısıyla bu ekonominin emperyalist müdahaleye kapalı ve karma ekonomi olarak düzenlenmesi çağımızın bir gereğidir.

Bu durumda emperyalist ülkelerin hastalığı olan üretim fazlası kaynaklı bunalımlardan etkilenmeyeceklerdir. Atatürk zamanında uygulanan devlet güdümlü karma ekonomi politikalarına dönmek zorunludur. Milli Hükümet Programı, işte bu ihtiyacı gidermek için hazırlanmış ve halkımızın öncülerinin dikkatine sunulmuştur.
Sonuç: Değerli okuyucular, bu tespitler işin sadece bir kaç boyutudur.
Bunların yanında, dünyada ki enerji ve hammadde kaynaklarını sınırlı olması ve kapitalist ülkelerin bu kaynaklara sahip olma, bu enerji kaynaklarına hakim olarak dünyadaki yönetime sahip olma istekleri ve en önemlisi de dünya pazarlarına hakim olma kavgalarıdır.

Kaynak:
Teori Dergisi Aralık 2007
"Kapitalist Sistem Sonuna Geldi Mi?"
Şefik Çakmak Maliye Bakanlığı Eski Gelirler Gn. Md. Yard.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...