Kutsal Kitaplar , İnançlar - IV


Kutsal Kitaplar, inançlar – IV

( Stoacılığın kutsal kitapları IX – XII )

“Hayvanların bir kısmı kendilerine sığınak yaparlar, kuşların yuva yapması gibi insanoğlu ise kendisine önce tapınak yapar. Diğer hayvanlardan önemli bir farkı da budur.”
( Bir doğu bilgeliği )

IX. KİTAP
Yalan söyleyen kişi de aynı Tanrı’ya karşı günah işler bu tanrının bir adı da Hakikattir ve bütün hakikatlerin ilk nedenidir. Bu nedenle, her kim bile, bile yalan söylerse, yalan söyleyerek haksızlık ettiği için inansızlık etmiş olur istemeden yalan söyleyense, evrensel doğaya aykırı davrandığı ve evrenin doğal uyumuna karşı çıkarak düzensizlik yarattığı için inansızdır. Gerçeğe aykırı bir yola giren kişi de evrenin doğal uyumuna karşı çıkmıştır, çünkü doğanın ona bağışladığı yeteneği öylesine ihmal etmiştir ki, artık doğruyu yanlıştan ayırt edecek durumda değildir.

Bu dünyadan yalanı, ikiyüzlülüğü, uçarılığı, kendini beğenmişliği hiç tatmadan ayrılmak kuşkusuz en bilgece şey olurdu en azından, son soluğunu bunlardan tiksinmiş olarak vermek, şanssız bir deniz yolculuğundan sonra acil manevra yapmak gibidir. Yoksa kötülüklerine bağlı kalmayı mı yeğliyorsun, deneyimin seni bu beladan kaçmaya râzı etmedi mi hâlâ? Çünkü zihnin bozulması, bizi kuşatan havanın bozulmasından, kirlenmesinden daha ciddi bir vebadır: o veba salt hayvanları etkiler, bu ise insanlığımızı ortadan kaldırır.

İnsan, Tanrı ve evren: her biri mevsimi gelince meyve verir. Sözcüğün, dar anlamda, asma ve benzeri meyvelere uygulanması alışkanlık olmuşsa da, bunun pek önemi yok. Usun da, hem evrensel, hem bireysel meyvesi vardır usun tüm meyveleri ussaldır.

Sana sıkıntı veren yüzeysel şeylerden kendini kurtarmaya gücün yeter. Çünkü bunlar yalnızca senin imgeleminde vardır o zaman tüm evreni kucaklamak, öncesiz sonrasız zamanı kavramak, her şeyin hızla dönüşümünü ve doğumla ölüm arasındaki mesafenin ne denli kısa, doğumdan önceki zamanın ne denli uzun olduğunu, ölümün ardından gelecek zamanın da nasıl eşit ölçüde sınırsız olacağını kavramak için kendine geniş bir yer açacaksın.
X. KİTAP
Bütünün her parçası, doğal olarak evrenin kapsadığı her şey, zorunlu olarak yok olur (bu sözcük “değişikliğe uğrar” anlamında alınırsa). Bu doğal olarak parçalar için zorunluluk olmanın ötesinde kötü bir şey olsaydı, bütünün koşulları da iyi olmayı sürdürmezlerdi, parçalar durmadan değişime uğradıklarına ve yok olmak için oluşturulduklarına göre. Yoksa doğa kendisini oluşturan parçalara zarar vermeye mi çalışıyor onları yalnızca kötülüğe eğilimli değil, kötülük işlemeye yazgılı olarak mı yarattı bu tür olaylar onun bilgisi dışında mı olmaktadır, yoksa? Bu varsayımların ikisi de saçmadır.

Bir örümcek bir sinek yakaladığı zaman gururlanır biri küçük bir tavşan yakaladığı bir başkası sardalye tuttuğu bir başkası yabandomuzu bir başkası ayı başkası da Sarmatya’lı yakaladığı zaman. Onları böyle davranmaya iten şeyi çözümlersen, tümü de yağmacı değil de, nedir?

Uykudan uyanır uyanmaz, kendi kendine şu soruyu sor: adil ve doğru davranışlarından ötürü başkalarının kınamalarının senin için bir önemi var mı? Hiçbir öne yok. Başkalarını över yada yererken öylesine şişinen bu insanların yatakta yada sofrada nasıl davrandıklarını, neler yaptıklarını, nelerden kaçındıklarını ve nelerin ardına düştüklerini, nasıl elleri ve ayaklarıyla değil, en değerli yanlarıyla, insan isterse içinde inancın ve alçakgönüllülüğün, gerçeğin ve yasanın, iyi bir koruyucu ruhun belirdiği yanlarıyla hırsızlık ve yağma yaptıklarını unuttun mu yoksa?

Sürekli olarak zamanın bütününü ve özün bütününü düşün her bir parçanın özün tümüne oranla bir incir çekirdeğinden, zamanın tümüne oranla ise bir delginin bir dönüşünden başka bir şey olmadığını düşün.

“Toprak yağmur ister kutsal eter de ister”. Evrense yazgı olanın olmasını ister. Bunun için şöyle diyorum evrene: “Senin istediğin, benim de istediğimdir.” Şu deyim de bunu içermiyor mu: “Bu şey, olmak istiyor.”

Ya bu dünyada yaşamayı sürdürürsün, ki buna artık alıştın yada onun dışına çıkarsın ve bunu kendi isteğinle yaparsın yada ölürsün, böylece işlevin sona erer. Bunun dışında başka seçenek yok. Öyleyse, yürekli ol!

Gerçeğin acısını tatmış birini, acıya ve korkuya kapılmaması için uyarmaya kısa, beylik bir deyiş bile yetecektir. Örneğin: “Rüzgarın yerlere saçtığı yapraklar gibidir insan kuşakları.” Yapraklar gibidir çocukların da yapraklar gibidir sana coşkuyla övgüler yağdıran, yada tersine, seni lanetleyen yada gizli, gizli seni kınayan yâhut alaya alan insanlar da yapraklar gibidir sen göçüp gittikten sonra ününü aktaracak olanlar. Onların tümü de “ilkbaharda doğarlar,” sonra rüzgar gelir, yere savurur onları, sonra orman “yenilerini üretir yerlerine.” Kısa ömür her şeyin ortak yazgısıdır, ama sen her şeyden kaçıyorsun yada her şeyin ardından gidiyorsun, sonsuza dek varlığını sürdürecekmiş gibi. İr süre daha, sonra gözlerini yumacaksın, çok geçmeden seni mezara dek izleyen kimse için ağlayacak bir başkası da.

XI. KİTAP

Ussal ruhun nitelikleri şunlardır: kendi kendini görür, kendi kendini devindirir, kendi kendini istemine göre biçimlendirir, ürettiği meyveleri devşirir (oysa bitkilerin meyvelerini, hayvanlarınsa bunlara denk düşen ürünlerini başkaları derer), ölüm onu hangi anda yakalarsa yakalasın, her zaman hedefine ulaşır kesintilere uğrasa bile, bir dansta, bir sahne oyununda yada benzer sanatlarda olduğu gibi, eyleminin tümü yarım kalmaz nerede, hangi sahnede olursa olsun, son, beklenmedik biçimde onu nerede yakalarsa yakalasın, önüne koyduğu hedefi tam olarak gerçekleştirir öyle ki, “Benim olan her şeye sahibim” diyebilir.

Ussal ruh tüm evreni ve onu kuşatan boşluğu baştan başa dolanır, biçimini inceler, zamanın sonsuzluğuna uzanır, bütünün dönemsel olarak yenilenmesini kavrar, bizden sonra geleceklerin yeni bir şey göremeyeceklerini bilir, bizden önce gelenlerin daha çok şey görmemiş olmaları gibi, ama bir anlamda kırk yaşında birinin bir parçacık aklı varsa, tüm olup bitenleri ve tüm olup bitecekleri görmüştür, çünkü hepsi de bir örnektir.


Bir şarkıyı, bir dansı, bir güreşi, bir ezgiyi tek, tek notaların seslerine ayırır, her biri için, onun seni etkilemeye yeterli olup olmadığını soracak olursan o şarkıyı değerlendiremezsin, çünkü şaşıp kalırsın dansta da, devinimlerle duruşları tek, tek ele alırsan aynı şey olur güreşte de öyle. Öyleyse, erdem ve ondan kaynaklanan şeyler dışında, bir bütünü onu oluşturan parçalara ayırarak çözümlemeyi unutma böylece onların büyüsünün bozulduğunu gör. Bu yöntemi yaşamının bütününe de uygula.

Doğa hiçbir durumda sanattan daha aşağı değildir, çünkü sanatlar doğayı yansılarlar. Bu böyle olduğuna göre, her bakımdan kusursuz olan ve her şeyi kapsayan doğayı hiçbir teknik yetenek aşamaz. Öte yandan, her sanat daha yüce olanların yararına daha aşağı olanları yaratır evrensel doğa da aynı şeyi yapar. Adalet buradan kaynaklanır, bütün öteki erdemler de adalete dayanır, çünkü ilgisiz nesnelere değer verirsek, ya da kolayca kandırılırsak, yargıda bulunmakta aceleci davranırsak, kararlı olmazsak, adil olamayız.

Birisi beni küçümseyecek mi? Varsın küçümsesin. Ama ben kendi adıma kimsenin küçümsenecek bir şey yaptığımı yada söylediğimi görmemesi için özen gösteririm. Birisi benden nefret mi edecek? Varsın etsin. Ama ben herkese karşı iyiliksever ve iyi niyetli olmayı sürdüreceğim, özellikle de o kişiye hatasını göstermeye hazır olacağım ama onu kınayarak ya da sabrımla ona gösteriş yapmaksızın, içtenlikli ve sevecen bir biçimde yapacağım bunu.

Öfkeye kapıldığın zaman, şunu aklında tut: tutkuya kapılmanın bir erkeklik belirtisi olmadığını, sevecen ve nazik olmak gerektiğini, çünkü bu niteliklerin insancıl oldukları ölçüde erkekçe nitelikler olduğunu gücenen, incinen insanların değil, yalnızca bu niteliklerle donatılmış olanların gerçek güce, sağlam sinirlere ve sağlam karaktere sâhip olduklarını çünkü insan zihnini tutkulardan bağımsız kılmaya ne denli yaklaşırsa, güçlü olmaya da o denli yaklaşır, çünkü öfke de, acı gibi güçsüzlük belirtisidir, çünkü bunlara yenik düşen yaralanır ve düşmana teslim olur.

Ispartalılar, festivallerde yabancıların oturması için gölgeye sandalyeler koyarlar, kendileri ise nerede olursa orada otururlardı.

Pythagorasçılar şöyle derler: “Gün ağardığında ilk işin gözlerini gökyüzüne kaldırmak olsun,” çünkü bu sana işlerini her zaman aynı kurallara uygun olarak ve aynı biçimde yapan insanları anımsatır aynı zamanda onların düzenliliğini, arılığını, çıplaklığını çünkü yıldızların örtüsü yoktur.

Önce okumayı ve yazmayı öğrenmeden, okuma yazma öğretmeni olamazsın.
Yaşamak da böyledir işte!

XII. KİTAP

Seni oluşturan üç öğe vardır: beden, soluk ve zihin. İlk ikisi, onlara özen gösterdiğin ölçüde senindir yalnızca üçüncüsü tam anlamıyla senindir. Bu nedenle, başkalarının yaptıkları ya da söyledikleri her şeyi kendin yaptığın ya da söylediğin her şeyi gelecekle ilgili olarak seni tedirgin eden her şeyi seni saran bedeninin ve onunla birleşmiş yaşam soluğunun bir parçası olan, isteminden bağımsız olarak sana bağlanan her şeyi ve çevrende bir burgaç gibi dönüp duran her şeyi kendinden, yâni zihninden uzaklaştırabilirsen, böylece yazgının zincirlerinden kurtulmuş olan zihinsel gücün katıksız ve bağımsız bir yaşam sürebilir: doğru olanı yaparak, her ne olursa olsun olup bitenleri kabul ederek ve doğruyu söyleyerek-eğer dışsal izlenimlere bağımlı olan her şeyi, gelecekteki yada geçip gitmiş her şeyi yönetici ilkenden ayırabilirsen ve kendini, Empedokles’in sözleriyle, “dairesel yalnızlığın tadını çıkaran yusyuvarlak bir küre” yapabilirsen, yalnızca yaşamakta olduğun anı, yâni şimdiki zamanı yaşamak için çaba harcarsan, geri kalan zamanını ölünceye dek dinginlik ve sevecenlikle, içinde barınan koruyucu ruhla barış içinde geçirebilirsin.

Şeylerin derinde yatan, kabuğundan sıyrılmış nedenlerine bak eylemlerinin birbiriyle bağıntısını, acının, hazzın, ölümün, ünün doğasını insanın gönlünde sıkıntı varsa, bunun nedeninin kim olduğunu, hiç kimsenin başkalarınca engellenemeyeceğini ve her şeyin, hakkında bulunduğumuz yargıdan başka bir şey olmadığını düşün.

İlkelerinin uygulamasında, bir gladyatöre değil, bir boksöre benze çünkü gladyatör kullandığı kılıcı bırakır, sonra gene alır boksörün ise yumruğu hep hazırdır, bütün yapması gereken onu sıkmaktır.

Lambanın ışığı, sönünceye dek aydınlığını yitirmeksizin parlamayı sürdürürken, içindeki gerçeğin, adaletin, ılımlılığın sen sona varmadan önce söneceğini mi sanıyorsun?

Her şey senin düşüncene bağlı düşüncen de sana. Bunun için, istediğin zaman düşünceni ortadan kaldır, burnu döner dönmez, dinin bir denizde, tek bir dalganın bile olmadığı bir koyda bulursun kendini.

Hangi eylem olursa olsun, bir eylem zamanında tamamlanırsa, sona ermiş olmaktan ötürü hiçbir zarar görmez ne de aynı nedenden ötürü, bu eylemi yapan, eylemi sona erdiği için bir zarar görür. Tüm eylemlerimizin toplamı olan yaşam da böyledir, vakti geldiğinde sona ererse sona ermiş olmaktan hiçbir zarar görmez, ne de bu eylemler dizisine uygun bir anda son veren kişi zarar görür. Böylece, bir bütün olarak eylemlerimizin tümü, yâni yaşam, uygun bir anda sona ererse, sona ermiş olmaktan hiçbir zarar görmez, ne de bu eylemler dizisine uygun anda son veren kişi zarar görür. Zamanı ve sonu kesin olarak belirleyen doğadır kimi zaman bireysel doğamızdır, yaşlılıkta olduğu gibi, ama her durumda evrensel doğadır, parçalarını sürekli olarak değiştirerek evrenin bütününü sonsuza dek genç ve canlılığının doruğunda tutan evrensel doğa.

Ne zaman bir şeye üzülsen, her şeyin evrenin doğasıyla uyum içinde meydana geldiğini bir başkasının yanlışının senin değil, onu yapının yanlışı olduğunu olup biten her şeyin her zaman olmuş olduğunu, her zaman da olacağını, şu anda bile her yerde olmakta olduğunu unutuyorsun her insanın tüm insan soyuyla nasıl yakın bir akrabalığının olduğunu, çünkü bunun bir kan ya da tohum bağı değil, zihin bağı olduğunu da unutuyorsun. Bundan başka, her insanın zihninin tanrısal olduğunu, Tanrı’dan geldiğini hiçbir şeyin hiç kimsenin olmadığını çocuğunun, bedeninin hâttâ ruhunun bile Tanrı’dan geldiğini her şeyin senin onu düşündüğün gibi olduğunu her insanın yalnızca şu anda yaşadığını, yalnızca şu anı yitireceğini de unutuyorsun.

Yalnızca zamanında gelen şeyin iyi olduğuna inanan usa uygun olarak yaptığı şeylerin sayıca çok yada az olmasının hiç fark etmediği dünyaya daha uzun yada daha kısa bir süre bakmayı umursamayan kimseyi ölüm bile korkutamaz.


KAYNAKÇA


1. DÜŞÜNCELER-Marcus Aurelius

2. Yapı Kredi Yayınları: Cogito-133 (2. Baskı: Mart 2006)

3. Derleyenler Halit Yıldırım ve Şadan Karadeniz




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...