MANİCİLİK


MANİHEİZM (MANİŞEİZM) MANİCİLİK


Manicilik (Manihaeism, Manihaism) III. yüz yılın son yarısında Mani (216 ?- 276 ?) tarafından kurulmuş bir dindir. O güne dek bilinen tüm dinsel sistemlerin gerçek sentezi olduğu ileri sürülmüştür. Manicilik aslında Zerdüşt Düalizmi, Babilonya folkloru, Buddhist ahlâk ilkeleri ve Hıristiyan unsurların bir karışımından oluşmaktadır. Bu bileşimde önde gelen anlayış iki ezelî ilkenin, iyi ile kötünün, çatışmasıdır. Bu bakımdan din tarihi araştırmaları, Maniciliği bir tür dinsel Düalizm (ikicilik) olarak sınıflandırmışlardır. Bu din hem Doğu'ya, hem de Batı'ya doğru olağanüstü bir hızla yayılmış; Kuzey Afrika, İspanya, Fransa, Kuzey İtalya ve Balkanlar'da bin yıl süre ile dağınık ve süreksiz biçimde varlığını devam ettirmiştir. Oysa, asıl gelişimini doğduğu topraklar olan Mezopotamya, Babilonya ve İran'da gerçekleştirmiş ve Doğu'da etkisini X. yüz yıldan sonralara kadar sürdürdüğü Türkistan, Kuzey Hindistan, Batı Çin ve Tibet'e kadar yayılmayı başarmıştır.

Mani'nin Yaşamı

Mani (Manys, Manytos, Manentos, Manou, Manichios, Manes, Manetis, Manichaeus) özel bir isim değil, bir saygı ifadesi yada bir unvandır. Mani sözcüğünün Aramîce kökeni olan "Mânâ", ışık anlamına gelmektedir. Mandeen (Sâbiîlik) inancında bir cin olan "Mânâ Rabba" ise "Işık Kralı" demektir. Bu bakımdan Mani sözcüğünün tam anlamının "aydınlatan" olduğu genelde kabul edilmiştir. Amin Malouf’un  - IŞIK BAHÇELERİ – adlı kitabındaki başlık tesadüfen seçilmemiştir.

Mani'nin gerçek adının bilinmemesine karşın, babası ve ailesi hakkında kesin bilgiler mevcuttur. Babasının adi Fâtâk Bâbâk (Patekios, Patticius, Paftig, Arapça Futtűk) idi ve eski Med başkenti olan Ecbatana (Hamadan) kökenli bir aileden geliyordu. Karısı, yani Mani'nin annesi ise soylu Arsakî hanedanı ile akraba olan Marmarjam'dı ( Aramice, Mor Maryam – Aziz Meryem demektir ).

Mani, 14 Nisan 216 tarihinde Babilonya'ya bağlı Mardinu kentinde (Mardin) dünyaya geldi. Fâtâk güçlü dinsel eğilimlere sahip bir kişi olmalıydı, zira bir süre sonra Ecbatana'yi terk ederek, Güney Babilonya'da bulunan "Menakkede" (Arapça Mugtasıla) adli bir Mandeen tarikatına katıldı ve küçük oğlunu bu inançlara göre yetiştirdi. Mani'nin babası da, din reformu taraftarı olarak önemli etkinliklerde bulunmuş ve adeta oğluna öncülük etmiştir Mani dinsel eğitiminin yanı sıra gençlik yıllarını nakkaşlık öğrenerek geçirmiştir. Mani'nin içinde büyüdüğü bu tarîkat hakkında pek ayrıntılı bir bilgi mevcut değildir. Bir tür su ile arınma yani "vaftiz" uygulamasına sadık oldukları biliniyor. Tarîkat üyeleri, günahlarından arınmak için her gün abdest ( Ortadoğu kökenli bir arınma yöntemidir. Esenniler, Sabiiler ve Müslümanlarda uygulamaları biliniyor ) alıyorlar ve yiyeceklerini de su ile temizliyorlardı. Ayrıca, et yemiyorlar ve şarap içmiyorlardı. Her üye kendine ayrılmış bulunan tarlada çalışmak zorundaydı. Tarîkat'ın yerleşik ve tarımsal görünümü bir Yahudi tarîkatı olan Esenniler'i andırıyor. Bu benzeşimi güçlendiren diğer bir öğe de, kendi dinsel inançlarını tıpkı Esenniler gibi "Yasa" (Nomos) olarak adlandırmalarıdır. diğer önemli bir unsur da, bu tarîkatın, bir Yahudi uygulaması olan "Şabbat – Kutsal Cumartesi" gününe riayet etmesidir.

Mani, 20 Mart 242 günü Gundesapûr kentinde I. Şahpur'un tahta geçme törenleri için ülkenin her yanından toplanmış bulunan kalabalığa öğretisini ilk kez ilân etti. "Nasıl Buddha Hindistan'a, Zerdüşt İran’a ve İsa Batı topraklarına geldiyse, iste simdi ben, Mani, Babilonya topraklarında Gerçek Tanrı'nın habercisi olarak peygamberliğimi duyuruyorum." Mani'nin bir süre sonra ülkeyi terk etmek zorunda kalmış olması, önceleri pek basarili olamadığını kanıtlıyor.
Mani, uzun yıllar süresince çeşitli ülkeleri gezerek öğretisini yaydı, Türkistan ve Kuzey Hindistan'da Manici topluluklar kurdu. Nihayet İran’a geri döndüğüce, Şah I. Şahpur'un kardeşi Perviz'i kendi inancına çekmeyi başardı. Mani, en önemli yapıtlarından biri olan - Şahpurikan’ı -Perviz'e ithaf etti. Perviz, Mani'nin Şahın huzuruna kabul edilmesini sağladı ve böylece Mani I. Şahpur'a dinsel mesajını aktarma fırsatını buldu.

Ancak, bir süre sonra Mani tekrar bir kaçak olarak yollara düştü. Farklı yörelerde kendi inancını yayma çabasını sürdürdü. Bu geziler sırasında, öğretisini yayan ve güçlendiren uzun mektuplar kaleme aldı. Bu dönemin sonunda yakalanarak hapse atıldı ve ancak 274 yılında I. Şahpur'un ölümü üzerine özgürlüğe kavuşabildi.


I. Şahpur'un yerine geçen oğlu I. Hürmüz, Mani'ye destek oldu. Ne var ki, I. Hürmüz'ün saltanatı yalnızca bir yıl sürebildi. 274 yılında Şahpur'un diğer oğlu Behram tahtı ele geçirdi. Bu saltanat değişimi Mani'nin sonunu hazırladı, zira Mazdeizm'e bağlı olan yeni Şah, her türlü yabancı inancın koyu bir düşmanıydı. Yeni Şah I. Behram, Mani'yi çarmıha gerdirdi. Mani’nin yandaşlarını yıldırmak amacıyla cesedi parçalandı, derisi yüzüldü, içine saman doldurularak kent kapısına asıldı. Mani'nin ölüm tarihi 276-277 yılları olarak biliniyor.  Mani’nin taraftarları cesedinin asılı olduğu duvar önünde aylarca ellerini başlarına göğüslerine vurup deli-divane bir şekilde ağlaştılar. Bizanslılar bu davranışa Mani taraftarı tepkisi – Manikos, maniakos – olarak isimlendirdiler. Daha sonra bu davranış tıp dilinde manik, manik depressif olarak yerini aldı.
Hatta olumsuz anlamda kullanılan MANYAK sözcüğü de ne yazık ki buradan türetilmiştir.

Mani Öğretisi

O dönemden günümüze kalabilen resmî belgeler Mani'yi bir din sapkını ve bir şarlatan olarak tanıtıyorlar. Ancak, XVIII. yüz yıldan başlayarak yapılan araştırmalar Mani hakkında tüm bilinenleri değiştirdi. Artık Mani, kimilerine göre yeni bir din kuran bir bilge, kimilerine göre de çeşitli dinsel öğretilerin, Zerdüşt inancının, Buddha'cı ahlâkın, Mithra kültünün ve Hıristiyan öğretisinin bileşimini gerçekleştirmiş bir dehâdır.

Özellikle XX. yüz yılda gerçekleştirilen bazı buluşlar, Mani'nin yasam öyküsünün tümüyle gözden geçirilmesini gerektirdi. Ortaya çıkarılan ve Mani tarafından bizzat yazılmış olduğu savunulan bu yeni belgeler, Mani'yi insanlığın kurtuluşunu müjdeleyen bir peygamber olarak göstermektedir. Mani, insanlığın dinsel kurtuluşunun tarihsel bir yansıma içinde en önemli aşamalarını sıralarken, kendi öncülleri arasında Enoch'u, Nuh'un oğlu Sam'ı, Buddha'yı, Zerdüşt'ü ve İsa’yı saymıştır. Mani, bu yazılarda, İsa’nın yaşamının belli başlı olaylarını özetlemiş, Havarilerin çabalarını, Paul'un misyonunu, Hıristiyan Kilisesi'nin yaşadığı krizi ve dünyayı düzeltmek için uğraş vermiş olan Marcion ve Bardanes gibi gnostikleri anlatmıştır Nihayet, İsa’nın müjdelemiş olduğu "Paracletos"un, yani bizzat Mani'nin döneminin geldiğini açıklamıştır.

"Paracletos" sözcüğü, Ruhulkudüs'e verilen bir isim olarak Yuhanna İncili'nde geçmektedir. "Paracletos"un din dışı anlamı "şefaat eden, aracı, arabulucu" biçimindedir. Özellikle, İsa’nın veda konuşmalarında "Avutucu, Gerçek Ruh ve Kutsal Ruh" adi altında sıkça yer almaktadır (Yuhanna XIV/16,26 - XV/26 - XVI/7).

Manicilik'te gerçek gizem, köktenci ve evrensel Düalizmdir. Manici inanca göre bu gizem, Mani'nin ruhsal ikizi olan Paracletos tarafından Mani'ye aktarılmış ve Mani de bu gizemi öğretmekle görevlendirilmiştir. Mani, on iki yaşındayken ilk kez göksel bir ziyarete tanık olduğunu ve ilk ilâhi açıklamaları aldığını ileri sürer. Arap tarihçisi en-Nedîm'e göre bu ziyareti yapan - et-Taum -  (ikiz anlamına gelen Nebat’ca bir sözcük ) adlı bir melektir. Bu melek Mani'nin ikizi yada ruhsal esi olup, onu eğitip görevine hazırlayacak olan Paracletos'tur.
Mani'ye göre Zerdüşt, Buddha ve hatta İsa’nın başarılı olamamalarının nedeni, kendi öğretilerini yazıya geçirmemiş olmalarında aranmalıdır. Bu düşünce ile Mani, herkesçe anlaşılabilen basit bir dil kullanarak kendi öğretisini yazıya dökmüştür. Manici yazıların halktan gördüğü yoğun ilgi, Maniciliğin karşısında olanların ve özellikle Hıristiyan Kilisesi'nin neden bu yazıları yok etmeye çalıştıklarını açıklamaktadır. Roma İmparatoru Diocletianus, 279 yılında,  İskenderiye kentinde tüm Manici yazıların yakılmasını buyurmuştur. Buna benzer yok etme çabaları yüz yıllarca sürdürülmüştür. Halbuki, İsa’dan sonra II. yüz yılın ortalarında İran’da doğan Manicilik inancı, henüz ilk yüz yılını tamamlamadan doğu ve batı'ya yayılmayı başarmıştı ve doğal olarak karşısındaki en büyük rakip Hıristiyanlıktı.

Manicilik ile Hıristiyanlık arasında uzun ve sert bir kavga sürdü gitti. Hıristiyanlık bu kez karşısında, akılcı yöntemleri ve başarılı diyalektik çözümlemeleri olan, Hıristiyan Kilisesi modeline uygun örgütlenen ciddi bir karşıt bulmuştu. Her geçen gün, Manicilik karşıtı kilise kuralları, devlet buyrukları ve düalist öğretileri kötüleyen yapıtlar çoğalıyordu. Hıristiyan Kilisesi, Manicilik karşısında geçirdiği korkuyu bir daha asla unutamayacak, yüz yıllar boyunca karşılaştığı her düalist hareketi Maniciliğin bir devamı yada hortlaması olarak kabul edecekti. Aradan uzun yıllar geçmiş olmasına karşın Vaudois'lar, Kathar'lar, Tampliye'ler Manicilik ile suçlanacaktı. Artık, Hıristiyan Kilisesi'nin gözünde her sapkın inanç Manicilik olarak yaftalanacaktır. Bu suçlamadan ne Luther, ne de Calvin kendini kurtaramayacaktır. Oysa, Luther kendi yandaşları tarafından Kilise'nin Maniciliğe karşı son savunucusu olarak gösterilmiştir.

Batı'daki Reformasyon hareketinden sonra, her ne kadar Kilise'nin dogmatik tutumunda önemli bir değişim olmadıysa da, Maniciliğin araştırılması ve daha iyi anlaşılması çabaları başladı. Manici belgelerinin incelenmesi, Doğu ile Batı'yı Zerdüşt ile İsa’yı birleştirmeye uğraşmış bir bilgenin varlığını gösteriyordu. Zamanla, eski Iran ve Hind inançlarının daha iyi anlaşılmasıyla, Maniciliğin kaynaklarına dair yeni açıklamalar elde edildi. Maniciliğin temel öğretisi olan gnostik düalizmin eski Zerdüşt inançlarının yanı sıra, Hind öğretilerinde kök bulduğu ortaya çıkarıldı. Böylece Manicilik; köktenci düalizm, doğu pagan ( Yunan’ca Köylü ) inançları ve doğacı dinlerden kaynaklanan, Zerdüşt'ten yola çıkarak düzenlenmiş ve İncil kalıbına dökülmüş bir gnostik Asya inancı olarak tanımlandı.

Assurolojinin gelişimi Manicilikte yeni nitelikler bulunmasını sağladı. Böylece, Maniciliğin en eski köklerinin Kalde ve Babilonya'nin eski inançlarında yer aldığı anlaşıldı. Sonuçta Mani dininin, Mezopotamya-İran düalizmi üzerine temellenen ve evrensel bir din niteliğine ulaşabilmek amacıyla Buddhizm ve Hıristiyanlık'tan aktarmalar yapan bir ‘syncretist’ (bağdaştırmacı) inanç olarak doğu'ya ve batı'ya doğru genişlediği belirlendi. Bu genişleme, Hıristiyanlığın ilk yüz yıllarında tam anlamıyla etkindi ve ancak İslâm tarafından kesin olarak durdurulacaktı. Kısacası Mani, Zerdüşt inancının da kaynağı olan Kalde-Babilonya potasında, Buddhist ahlâk ilkelerini ve Hıristiyan öğretisini harmanlayan bir bilgeydi.

Ortaya çıkarılan son bulguların ışığında, Manicilik bir büyük din olarak değerlendirilebilir. Üstelik ‘KİTAPLI’ bir din, bir misyoner dini, örgütlenmiş bir din, tüm büyük dinleri kendinde eritmek isteyen evrensel ve nihaî bir din. Ancak tüm bu niteliklerden daha önemlisi, Manicilik her şeyin başına iki ezelî ve karşıt iki ilkeyi, Işık ve Karanlığı yerleştirmiş olan ve İsa’nın gelişini müjdelediği "Paracletos" tarafından gizemleri açıklanan köktenci bir gnosis’tir. Tüm yaşamı ve tüm bilgileri içerdiğini ileri süren bir toptancı gizem dinidir. İsa başarısız olmuş, Aziz Paul ile Marcion' un çabaları boşa gitmiştir. Gerçek Kilise'yi yeniden düzenlemekle görevlendirilmiş olan Paracletos-Mani zuhur etmiştir
.
Örgütlenmesi ve İnanç Ritüel
Maniciliğin örgütlenmesinde de Marcion örnek olarak alınmıştır. Maniciler iki sınıfa ayrılmışlardır: gizeme ulaşmış olanlar ile sıradan inananlar yada Mani'nin adlandırdığı gibi ‘Seçkinler’ ( yada Yetkinler) ile ‘Dinleyenler’dir. Manicilik'te kadınlar da seçkinlerin arasına kabul edilirdi. Bir tür ruhban sınıfı olan seçkinler, çok zorlu hazırlık dönemlerinden ve çetin inisiyasyon ( kabul –  aydınlanma ) törenlerinden geçirilirlerdi. "Consolamentum" (Teselli) adı verilen inisiyasyon törenine pek önem verilirdi. Bu asamadan sonra, seçkinler ‘Tanrısal Işık’ ile dolarlar ve artık bu ışığı dünyevî nesnelerle kirletecek eylemlerden kaçınırlardı. Evlenmezler, mülk sahibi olamazlar, et yemezler, şarap içmezlerdi. Tarım işlerinde çalışmamalı, hatta ekmeği bile doğramamalıydılar. Günlük yiyecekleri ve yalın giysileri ile gezgin bir yasam sürmeliydi seçkinler.

Seçkinlerin ilkeleri, Buddhist keşişlerin disiplinine şaşırtıcı ölçüde yakındı. Arada bulunan tek fark, Manici seçkinlere yerleşik yaşamın yasak olmasıydı. Seçkinlerin yaşamı oldukça zordu. Yaşamları üç mühürle bağlıydı: ağız, el ve gönül mühürleri...İlk mühür, tüm kötü yiyecekleri ve kötü sözleri yasaklardı. İkinci mühür, canlı varlıkların içinde saklı bulunan ışığa verilebilecek her türlü zararı engellemek içindi; adam öldürmek, hayvan öldürmek, hatta meyve koparmak bile yasaktı. Üçüncü mühür, Manicilik inancına ve temizliğine karşı çıkan her türlü düşünceyi yasaklamaktaydı.

Doğal olarak, seçkinlerin sayısı pek azdı. Tarihte ün kazanmış seçkinlerin son derece az sayıda olması da garipsenebilir. Maniciliğe bağlı olanların büyük çoğunluğu ‘Dinleyiciler’den’ oluşuyordu.

Bunlar yalnızca Mani'nin "On Emri" ile bağlıydılar. Bu On Emir kısaca ;

1- Geçirilmiş olan zamana (tarihe) inanmak,

2- Çok Tanrılı döneme inanmak,

3- Yalandan kendini korumak,

4- Kötü insan olmamak,

5- Et yenilmesinin ( bir tür vejeteryenlik) yasaklanması,

6- Başkasının namusuna kötü gözle bakmamak,

7- Hırsızlık yapmamak,

8- Okumak, sihirle hakikati tanıyarak, bunları birbirinden ayırt etmek.

9- Toplum içerisinde inançlı olmak,

10- İşinde gevşek ve ihmalkar olmamak,

Bu on emir sırasıyla puta tapmayı, namussuzluğu, cimriliği, her türlü öldürme eylemini, zina yapmayı, hırsızlığı, yalancılığı, büyücülüğü, ikiyüzlülüğü ve Maniciliğe ihaneti yasaklıyordu. Sıradan inananların ilk görevi seçkinlere neredeyse tapınma derecesine varan bir saygı beslemekti. Dinleyiciler sık, sık seçkinlerin önünde diz çökerek kutsanma talep ederler, buna karşılık sebze ve meyve verirlerdi. Herkes için geçerli olan diğer dinsel görevler dua ve oruçtu.
Dua öğle, akşamüstü, gün batımında ve güneş battıktan üç saat sonra olmak üzere günde dört kez zorunluydu. Gündüz duaları güneşe dönerek yapılır, geceleri ise aya bakarak dua edilirdi. Ne güneşin, ne de ayın görünmediği günlerde dua yönü kuzeydi. Dua etmeden önce uygulanması kesin koşul olan bir arınma riti vardı. Arınma isleme su ile, yada su bulunmazsa toprak ( Müslümanlıkta toprakla teyemmüme dikkat! ) ile yapılırdı. Oruç zamanlaması da tıpkı dua gibi doğrudan astronomik olgulara bağlıydı. Haftanın ilk günü güneşin onuruna (Sunday !, Sonntag !) herkes oruç tutardı. Seçkinler, haftanın ikinci günü de (Monday ! Monntag!) ay onuruna oruç tutmakla sorumluydular. Ayrıca her yeni ayda, herkes iki gün oruç tutardı.

Maniciliğin diğer rit ve törenleri hakkında bilinenler pek az. Mani'nin ölüm yıl dönümünde gerçekleştirilen ‘Bema’ töreni Maniciliğin en büyük kutlaması olarak biliniyor. Bu törende sürekli dua edilir ve kutsal yazılar okunurdu. Beş basamakla çıkılan bir platformun üzerine boş bir taht yerleştirilirdi. ‘Bema’ töreninin diğer ayrıntıları ne yazık ki bilinmiyor. Ayrıca, Manicilikte vaftiz uygulamasının olduğu da kesin, fakat bu konuyu içeren kutsal yazılar kayıp olduğundan, Manici vaftiz töreninin hiçbir ayrıntısı bugün bilinmiyor.

Maniheizm’in (Manicilik) Kutsal Kitapları

Mani dininin kutsal kitapları altı tanedir. Bu kitaplar Mani tarafından yazılmış ve Mani öğretilerinin toplandığı kutsal metinlerdir.
Bu kitaplar ;

1.Sahberden
Mani bu kitapta kötü insanları tanıtır. Ahriman’ın bu kötü insanların arasına girip onları aldattığını anlatır.

2.Sendokojine

Mani Sendokojine’de iyi insanları ve iyilikleri anlatır. Aydın ve aydınlıkla onların mutluluğunu anlatır.

3.Riya Rast
Doğru yolu ve doğru olanları anlatır.

4.Olperesti

Mani Olperesti’de inanç, düşünce ve kalp temizliğini anlatır.

5.Veşarti

O dönemdeki dinleri ve geçmiş din ve peygamberleri anlatır.

6.Nivista Gernasa
Mani bu kitabında tanınmış insanları, pehlivanları, ülkeleri için mücadele edip ölüme kadar savaşmış olan kahramanları tanıtır.

Doğu'daki Etkileri

Hem Roma İmparatorluğu’nun, hem de İran’da Sasanîler'in baskısına karşın, Manicilik hızla yayıldı. İran’ın Doğusunda bulunan ülkelerde çok başarılı oldu. X. Yüz yılın baslarında, Arap tarihçi El-Birunî, "Doğu Türklerinin büyük çoğunluğu, Çin ve Tibet'te yasayanlar ve Hindistan’ın bir bölümü Mani dinine bağlıdırlar" diye yazmıştı. Son zamanlarda Turfan kazılarında ortaya çıkarılan Manici resim ve edebiyat bulguları bu açıklamayı kanıtlamıştır. Mani'nin ölümünden bir yüz yıl sonra, Manicilik Malabar kıyılarına kadar yerleşti. Kara Balgasun'da bulunan ve bir zamanlar Nesturîler'e ait olduğu zannedilen Çince yazıtların, aslında Manici oldukları kuşku duyulmayacak biçimde belirlenmiştir.

Doğu'da Manicilik, IV. yüz yılın sonlarından başlayarak, Doğu İran’da sağlam bir sıçrama tahtası edinmiş ve buradan hareketle İpek Yolu boyunca Afganistan'dan Tarım Havzasına kadar yayılabilmişti. Manicilik 762 yılında Uygurlarda devlet dini olarak kabul edilmiş ve böylelikle Çin'e doğru genişleme olanağına da kavuşmuştu. IX. Yüzyılda Uygur devletinin yok olmasından sonra, Cengiz Han'a kadar Tarım havzasında varlığını sürdürmüştü. Çin içinde ise, Güney kıyılarına kadar inerek, buralarda varlığını gizli bir din olarak devam ettirmeyi başarmıştı. Çin'in Fukien eyaletinde XVI. yüz yılda bile Maniciliğe rastlanmıştı.

Manicilik Iran ve Babilonya'da hiç bir zaman egemen din düzeyine yükselemedi, ancak Emevîlerin yönetimi altında geniş bir hoşgörü ve refaha ulaşabildi. Maniciler kimi Emevî halifelerinden hoşgörü gördüler, başkent Bağdat’ta az sayıda olmalarına karşın, Irak’ın bir çok köyüne yayıldılar. Ancak, Emevîlere oranla Abbasîler döneminde, Maniciler ‘zındık’ olarak değerlendirilip baskı görmüşler, çeşitli suçlamalar nedeniyle cezalandırılmışlardır. Bu suçlamalar arasında Düalizm, zina, akraba arası cinsel ilişki ve homoseksüellik önde geliyordu. Uygulanan baskılara karşın, özellikle Irak'ta bulunan Manici topluluk etkinliğini IX. yüz yıla kadar sürdürmüştü. Ancak, devam eden Abbasî zulmü, Maniciler'in toplu halde önce Horasan'a ve daha sonra, Maniciliğin bir devlet dini olduğu Uygur ülkesine göç etmelerine yol açmıştı.

Maniciliğin, ‘Thomas İncili’, ‘Addas Öğretileri’ ve ‘Hermas'ın Çobanı’ gibi Hıristiyan ‘apocrypha’larını’ (Kilise tarafından kabul görmeyen İncil metinleri) benimsemesinden dolayı, Thomas, Addas ve Hermas'in Mani dininin ilk büyük havarileri oldukları söylentisi doğdu. Addas'ın doğu'da, Thomas'in Suriye'de ve Hermas'in da Mısır’da havarilik ettikleri varsayıldı.

Manicilik, Mani'nin ölümünden önce bile, Filistin'de biliniyordu. St. Ephrem 378 yılında, hiç bir başka ülkenin Mezopotamya kadar Manicilik'ten etkilenmediğinden yakınmaktaydı. Edessa'da (Urfa) 450 yılında güçlü bir Manici cemaat mevcuttu. Emesus'lu Eusebius'un, Laodicea'li George'un, Tarsus'lu Diodorus'un, Antakya'lı Chrysostomus'un, Salamis'li Epiphanus'un ve Bostra'li Titus'un Maniciliğe karşı savaştıkları biliniyor. Tüm bunlar, Maniciliğin Batı Asya'da Hıristiyanlık için ne denli büyük bir tehlike olduğunu göstermektedir. Ancak, Maniciliğin Hıristiyanlığa en fazla zarar verdiği ülke Mısır oldu. İmparator Konstantin zamanında, Maniciliği benimsemiş olan İskenderiye valisi tüm Hıristiyan rahiplere görülmemiş bir sertlikle davrandı.

Doğu Roma toprakları üzerinde, Manicilik en etkin olduğu düzeye 375-400 yılları arasında ulaştı ve sonra hızla geriledi. VI. yüz yılda bir süre için yeniden önem kazandı ve toplumun yüksek sınıfları arasında kabul gördü. Bu dönemde İmparator Justinianus Manicilikle ciddi bir savaşa girdi ve kısa sürede Maniciliğin bu canlanma çabası da bastırıldı. Ancak, bu çabalar Maniciliği tümüyle yok edemedi. Bir süre sonra Manicilik, yeniden canlanarak, Paulician'lar ( Paulusiyenler) ve Bogomil'ler adi altında Bizans İmparatorluğunda yayıldı..

Batı'daki Etkileri

Batı'da Maniciliğin esas yurdu Kuzey Afrika’ydı. Mani'den sonra gelen ve ikinci Paracletos olarak adlandırılan Adimantus da Afrika'da etkin olmuştu. Maniliğin Afrika'daki en büyük önderlerinden biri de, IV. yüz yılın sonlarında yaşayan Mileve'li Faustus'tur. Mileve'de yoksul bir ailenin oğlu olarak doğan Faustus, gençliğinde Roma'ya yerleşmiş ve orada Maniciliğe girmişti. Derin bilgi sahibi değildi, ama etkileyici bir konuşmacıydı. Manici çevrelerde ünü çok yaygındı. Kartaca'ya 383 yılında göç ettikten kısa süre sonra Hıristiyanlar tarafından tutuklandı. Fakat herhangi bir ceza görmeden salıverildi. Maniciliği, 400 yıllarında öven ve Hıristiyanlığı, özellikle Eski Ahid'i yeren bir kitap yazdı. Hıristiyan Pederlerinden ve Maniciliğin en önemli düşmanı olan St. Augustinus bu kitaba tam otuz üç ciltlik bir yapıtla yanıt verdi. Faustus'un daha sonraki yaşamı hakkında bilgi mevcut değil. Ancak, St. Augustinus'un yirmi yıl boyunca kaleme aldığı sonraki yapıtlarında Manicilik'ten hiç söz etmemesi, bu süre içinde Maniciliğin etkisini giderek yitirdiğini gösteren bir kanıttır. Vandalların Afrika’yı ele geçirmesi üzerine, Maniciler son bir girişimle, Arius mezhebine bağlı Vandalları Maniciliğe çekmeye çalıştılar. 477- 484 yılları arasında hüküm süren Vandal Kralı Huneric'in bu girişime karşı tepkisi çok sert oldu ve Kuzey Afrika'daki tüm Maniciler ya sürgüne gönderildiler, yada yakıldılar.

Maniciliğin Batı'daki merkezlerinden biri de Roma kentiydi. 311-314 Yılları arasında Papalık yapan Miltiades, ‘Liber Pontificalis’ isimli eserinde, Roma'daki Manicilerden söz etmekteydi. İmparator Valentianus'un 372 yılında çıkardığı bir ferman, Roma'daki Manicilerin kovuşturulmasını buyurmaktaydı. Roma'da ‘Martari’ adında yeni bir Manici tarîkat 384 - 388 yılları arasında da ortaya çıktı. Bu tarîkat, özgün Mani öğretisini değiştirmeyi amaçlayarak, seçkinlerin gezgin yaşamı terk etmesini ve bir tür manastır düzenine girmesini öngörmekteydi. Martari'ler en büyük direnci Maniciler'den gördüler.

VI. Yüz yıldan başlayarak, Manicilik Batı'da neredeyse tümüyle yok oldu. Her ne kadar sağda solda, kimi gizli topluluklar ve düalist tarîkatlar varlığını sürdürdüyse de, bunların Babilonya'lı peygamber Mani ile doğrudan yada bilinçli bir ilintisi mevcut değildi. Ancak tam beş yüz yıl sonra, XI. yüz yılda Doğu'dan, Bizans ve Bulgaristan yolu ile gelen Paulician'lar ve Bogomil'ler Batı'yı etkilediler. Bunların düalist öğretileri, Kuzey İtalya ve Güney Fransa'da tohumlanabilecek verimli alanlar buldular ve böylece tarihte ilk kez Hıristiyan topraklarına yönelik Haçlı Seferlerine yol açmış olan Kathar ( bir başka yazıda incelenecektir) hareketinin temellerini attılar .

Sonuç ve Maniciliğin Yok oluşunun Nedenleri

Bu denli sıra dışı bir teoloji ve insanın yazgısından çok ‘IŞIK’ için ilgi besleyen bir dinsel inancın, böylesine hızla yayılıp itibar görmesi oldukça yadırgatıcı bulunabilir. Ancak, gnostik söylencelerin bolluğu, ne denli akıldışı olursa olsun, bu tür yaratılış öykülerine inanmaya hazır geniş halk kitlelerinin varlığını göstermektedir. Ayrıca, III. yüz yılda Roma’nın baskıcı ve mutsuz dünyasında, tıpkı Hıristiyanlık gibi, herkese kurtuluş vadeden bir inancın yayılma olasılığının ne ölçüde yüksek olduğu Manicilik örneğinden açıkça anlaşılmaktadır.

Maniciliğin kısa sürede yayılması, ne ondan önceki, ne de sonraki dinsel inançların yayılmasına benzemez. Zira Manicilik, diğer dinlerin aksine, kabul edildiği ülke ve topluluklarda hiç bir temel politik ve sosyal değişim yaratmayı öngörmemiştir. Bu durum Manici misyonerlerin görevlerini zorlaştırmış, zaten bir bileşim olarak doğan dinlerini, diğer ulusların kültürel ve toplumsal koşullarına adaptasyon gereğini yaratmıştır.

Maniciliğin tümüyle entellektüel düzeyde kalması ve toplumsal-politik değişimler yaratmakta iddiasız olması en zayıf özelliğiydi. Kısacası Manicilik anti-sosyal olması yüzünden başarısızlığa uğradı. Bu sert ve savaşçı çağlarda, uygarlıklarını barbar saldırılarına karşı koruma endişesindeki yöneticiler, bu denli edilgen bir inancı onaylayamazlardı. Toplumsal kuralları hiçe sayan, yandaşlarına başıboş dolaşıp çalışmayı reddetmelerini ve sadaka ile geçinmelerini buyuran, hayvanların öldürülmesine bile karşı çıkan barışçı bir inancın baskı ve zulüm görmesi kaçınılmazdı. Örgütsel yapıları da, ağır baskılardan sonra yaşamını sürdüremeyecek kadar dayanıksız ve edilgendi.

Kaynakça

  1. A. Adam: Das Fortwirken des Manichäismus bei Augustin. In: ZKG (69) 1958, S. 1–25.
  2. A. Adam: Der manichäische Ursprung der Lehre von den zwei Reichen bei Augustin. In: ThLZ 77 (1952), S. 385–390.
  3. Alexander Böhlig: Die Gnosis: Der Manichäismus. Neuauflage, Düsseldorf und Zürich 2002, ISBN 3-7608-1150-7.
  4. Alexander Böhlig: Manichäismus. In: Theologische Realenzyklopädie 22 (1992), S. 25–45 (hervorragender Überblick mit umfangreichen Literaturhinweisen).
  5. Iain Gardner und Samuel N. C. Lieu: Manichaean Texts from the Roman Empire. Cambridge 2004.
  6. Wassilios Klein: Die Argumentation in den griechisch-christlichen Antimanichaica. Wiesbaden 1991 (= Studies in Oriental Religions 19).
  7. Hans-Joachim Klimkeit: Mani, Manichäismus. In: Lexikon für Theologie und Kirche, 3. Aufl., Bd. 6, S. 1265–1269.
  8. Ludwig Koenen, Cornelia Römer: Mani. Auf der Spur einer verschollenen Religion. Herder, Freiburg 1993, ISBN 3-451-23090-9 (enthält die Übersetzung des Kölner-Mani-Kodex’).
  9. Johannes von Oort: Mani, Manichäismus. In: Religion in Geschichte und Gegenwart, Bd. 5, S. 731–741.
  10. Nahal Tajadod : Mani le bouddha de lumière, catéchisme manichéen chinois, Cerf, 1991, ISBN 2-204-04064-9
  11. Geo Widengren: Mani und der Manichäismus. Kohlhammer, Stuttgart 1961.
  12. Manichaica Iranica. Ausgewählte Schriften von Werner Sundermann. Hrsg. von Christiane Reck, Dieter Weber, Claudia Leurini, Antonio Panaino. 2 Bde., Rom 2001
  13. L.N.Gumilöv, Hazar Çevresinde Bin Yıl, S.253  (Serie Orientale Roma LXXXIX, 1/2).
  14. Alıntı: www.dunyadinleri.com/maniheizm.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...