YOZLAŞAN ALEVİCİLİK DİLİ


YOZLAŞAN ALEVİCİLİK DİLİ
‘Bu gidişle köylülük bitince, Alevilikte biter..!’
Bu tümceyi neden özellikle yazdığımı şöyle açıklamak isterim. Alevilik dili, kültürü, tarihsel birikimi, coğrafi ve etnografik yapısı ile hep bir tecrit olgusu içerisinde yaşadı; böyle olunca birincil olarak eğitimden yoksun kaldı, dolayısıyla her anlamda rafine bir dil ve anlatım geliştiremedi, üretim ilişkileri de dahil köylü düzeyinde kaldı. Kentlere ve dış dünyaya açılma süreci sonucu; yukarıda saydığımız rafine birikimlerden yoksun kaldığı için, entelektüel bağlamda bu alanda iletişim dili ve bilgisinden yoksun kaldı.
Şimdi iki seçenek kalıyor ya aradaki açığı akıllıca ve bilimsel yöntemin ışığında yeniden yapılandırarak kapatacaktır ya da baskın din ve kültürlere dayanamayıp eriyecektir.
Birileri bilinçli ve kasıtlı olarak Aleviliği İslam içi veya İslam dışı tanımlamalarla sürekli köşeye sıkıştırmaktadır. Anadolu Aleviliği de bu açıdan hazırlıksız yakalandı. Bu odakların dertleri, taktikleri Aleviliği; bir sığ tanıma, kalıba tutsak etmektir.
Aleviliği hep tanımlamak isterler; öyleyse ben bir cümle ile tanımlamaya çalışayım. Zaten bir cümle ile tanımlayamadığınız bir kavram ve olguyu ya anlamamışsınız ya da anlatamıyorsunuz demektir.
Alevilik; Kur’anı ana referans kaynağı alan Hz. Muammed’i resul (peygamber sözcüğünden özellikle kaçınıyorum, çünkü peygamber bir Mitra - Mihr –Zerdüşt inancı terminolojisidir) Hz. Ali’yi veli ve Ehl-i Beytin Kur’an yorumunu referans alan, büyük çoğunluğunun Türk boyları olan insanların bir ortak Kur’an yorumudur diyebiliriz.
Kur’anı yorumlamak hiç de kolay olmamıştır ve de olmayacaktır. Çünkü müşarihlere göre Kur’an’ın yazıldığı dönemin gerek Arap dili grameri gerek anlatım dili, gerekse kullanılan simgesellik açısından, yorumcular hiçbir zaman net ortak bir açıklamada birleşemeyeceklerdir. O nedenledir ki, hep şöyle bir söylemin arakasına sığınılır; “Denizlerdeki sular mürekkep olsa, ormanlardaki ağaçlar kalem olsa Kur’anı anlatmaya yetmeyecektir.” İşte bu nedenledir ki, anlatım ve yorum farklılıkları çıkmış ve çıkacaktır. İşte mezheplerin temel kaynağı da budur. Kuran’daki bazı simgesel söylemlerde sorulara ”… Allah her şeyi bilir..” veya  “… bundan da bir hikmet vardır.” yanıtlarıyla kesin ve net bir yanıtı zaten vermiyor. Belki de bununla; “ Kura’nı anlamak ve yorumlamak için siz de içinde yaşadığınız evreni, okuyun anlamaya çalışın.” vurgulanmak istenmektedir.
Hatta Kur’an’ın ilk ayeti; ”… Yaratan Allah’ın adı ile oku..!” tümcesi ile belki de; ”…Yaratan Allah’ın adı ile içinde yaşadığın evreni oku ve anlamaya çalış…!” mesajı verilmektedir. Zaten bu konuda yetkin yorumcular; Kur’a’ın Hz. Muhammed’e tebliği; Cebrail, rüya ve doğayı okuyup yorumlama yolu ile açıklandığı yolunda hemfikirler.
Bu kadar rafine çalışmalar yapmalarına karşın o düzeyde dil ve duygu ortaklığı sağlayamayan üst akıl, nasıl oluyor da her anlamda güdük kalmış Alevilerden eşit koşullarda yorum ve anlatım beklerler?
 Bu haksızlık, adaletsizlik olmaz mı?
Kur’an haksızlığa ve adaletsizliğe temelden karşı olan bir kaynak olduğuna göre, bu durum ve tutum nasıl açıklanır?
Şimdi gelelim Alevilerin bu alandaki ortak anlatım sorunları ve dil çıkmazına;
Yakın zamanda özellikle Avrupa’daki Alevi kurum ve kuruluşlarının, Alevileri belli zamanlardaki etkinliklere çağırırken; daha önce inanç dili bağlamında hiç duymadığımız, alışık olmadığımız söz, söylem ve terimler kullandıklarına üzülerek tanık oluyoruz.
Bu tür söz, söylem ve tanımlamalar, ne yazık ki sadece yurt dışı ile sınırlı değil; yurt içinde de Alevi Cem evlerindeki ibadetlerde, cenaze uğurlama sırasında ve de Alevilerin yoğun bir şekilde izledikleri radyo, tv. ve diğer medya organlarında kullandıkları eksik – yanlış ve sakıncalı dil kullanımlarında çok net anlaşılıyor.
Somut bir örnek ile yola çıkmak gerekirse; Avusturya – Vorarlberg Alevi Kültür Merkezi ( Föderation der Aleviten Gemeinde in Österreich) adına 26.05.2017 tarihinde yine bir yerli Tv. Kanalının da sponsorluğu ile “ALEVİ FESTİVALİ” düzenleniyor ve bu festivale (!) Aleviler davet ediliyor.
Durum tam bir festival (!), benzer davranış daha önce Almanya Baden Würtenberg eyaleti Stuttgart kentine bağlı bir beldede Paskalya nedeniyle ki, (Alevilerin, Hıdrellez -  Haftamol etkinliklerine denk düşer) benzer bir Festival davetini okuyup, her ikisine de incitmeyecek şekilde; “… kullandıkları bu terminolojinin Alevi inancı ve söylemleri ile ilgisi olmadıklarını. “ anlatmaya çalıştım.
Avusturya’daki yetkililer; “…Bu konuda, görüşme ve  çalışma yapacaklarını...” belittiler, diğer taraftan Almanya’daki yetkili dostlar, “…sana ne ya biz dilediğimiz söylemi kullanırız..!” şeklinde yanıt yazdıklarını üzülerek belirteyim.
Elbette her kes, bireysel olarak dilediği dili her anlamda sorumluluğu kendisine ait olmak üzere kullanmakta özgürdür. Ancak ortak bir inancı, kültürü her ne adına olursa olsun, gelişi güzel söz, söylem, kavram ile açıklamak, yorumlamak konusunda; vicdani, ahlaki ve toplumsal sorumluluk adına özgür değildir.
Önce Festival nedir?
Festival ve karnaval İncil dili Latince olan Batı Hıristiyanlığının dinsel anlamda kullandığı iki önemli dini ve kültürel bayramın tanımlanmasıdır. Kaldı ki, Doğu Hıristiyanlığı dahi bu kavramları mezhepleri gereği kullanmazlar.
Sözcük kökeni; Latince; dies festivalis - bayram günü, yine  Latince; festus - oruç, yortu, bayram +alis, uzak durma yani kutsal oruçtan ayrılma, bayramlaşmak anlamınadır.
Arkaik Latince; fēsia belli bir tanrıya adanmış olan gün, yortu demektir. 
Hint Avrupa dilinde; *dhēs- tanrı, (daha sonra Yunancaya Zeus, Latinceye Theo olarak geçer.)

Dilimize özellikle  Fransızcadan geçen festival bayram, belirli tarihte yapılan toplu eğlence anlamında kullanılır.

Fransızca festival ; ‘bayram, belirli tarihte yapılan toplu eğlence’ sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Latince; dies festivalis ‘bayram günü’ deyiminden evrilmiştir. Bu sözcük Latince festus ; “oruç, yortu" sözcüğünden +alis “ uzaklaşma, sonuna gelme) sonekiyle türetilmiştir. Latince sözcük Arkaik Latince fēsia " Pagan Avrupa da özellikle Mithra inancında belli bir tanrıya adanmış olan gün, yortu" sözcüğünden türetilmiştir. Latince sözcük Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *dhēs- "tanrı" biçiminden evrilmiştir.

Dilimizde kullanımı, dilimizde en eski kaynak;
[ c (1934) : Atatürk'ün Ankara'ya ayak bastığı günün (...) kutlamak için bir müziksel festival anıklanmıştır. ]

Peki Karnaval nedir?
Sözcük kökeni; Fransızca; carnaval "Katoliklerde 40 günlük perhizden önceki Salı günü, o gün yapılan taşkınlıklar" sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Latince carne vale "'ete veda'" deyiminden alıntıdır. Bu sözcük; Latince, caro, carn- ‘et’ + ve Latince, vale ‘veda’ sözcüklerinin bileşiğidir. Yani perhize  (Büyük perhizde et yemek yasak olduğu için), ete veda’nın başlangıcı, oruç arifesi.
Dilimizdeki en eski yazılı kaynak;
[Ebubekir Ratib Ef., Nemçe Sefaretnamesi (1792): karnaval tabir ettikleri eyyam-ı hâliyyede]

Şimdi siz sevgili Alevilere sorarım; bu Festival ve Karnaval söylem veya etkinliklerinin Alevlik ile ne benzerliği veya ilgisi vardır?
Hiç Sünni Müslümanlar kardeşlerimiz; Ramazan Festivali veya Kurban Karnavalı diye tanımlarda bulunuyorlar mı?
Yarın bir Alevi de kalkar Hızır Festivali, Muharrem yortusu ya da ne bileyim Hıdrellez karnavalı dese ne olur?
Elbette acıklı durum bunun ile sınırlı değildir.
Din, insanların tinsel (manevi) boyutta doyuma ulaşmalarını sağladığı var sayılır. Asıl amacı, insanlara sistemleşmiş bir “inanç yapısı” sunarak, insanları o yapı içerisinde Tanrı‘ya yaklaştırmak ve bu yolla onların doyuma ulaşmasını, ortak dünyada birliği ve barışı sağlamak olan din, kuşkusuz kişilerin “anladıkları” dil ile uygulamaya geçirilmelidir.
Ne var ki, kutsal kabul edilen kitaplar, metinler belli insanlara ve onların konuştuğu, anlaştığı, anlattığı dil ile yazıya dökülmüştür.  Aynı dili kullanmayan toplumlarda ise ancak tercüme yolu ile anlam bütünlüğünü bozmadan; insanlara, anlatılmaya çalışılmaktadır.
Bilindiği üzere tercüme; bir sözün, söylemin anlamını başka bir dilde dengi bir sözle, söylemle anlatmak demektir. Oysa her dilin, başka dillerde bulunmayan (kendine ait) söz, söylem ve anlatım özellikleri vardır.
Herkesin konuştuğu, anladığı dil ile ibadet etmesi, tanrısına yakarması,  akla en uygun olanıdır. Oysaki bir inanç siteminde belli bir dil formatı vardır bu formattan sapınca, o inancın ortak kavramları içinden çıkılmaz bir takım karmaşalara, tartışmalara da yol açacağı bir gerçektir.
Benzer şey bilimsel bilgi alanı için de geçerlidir. İnsanlar evrensel bağlamda anlaşabilmek için ortak kavramlar için ortak dili en azından terminolojiyi kullanmak zorundadır.
Bir başka acı tarihi gerçekte şudur; Anadolu Alevilerinin kitlesel eğitim almaları, başka bir deyim ile okuma yazma öğrenmeleri son 60 yıllık serüvendir.
Oysa dünyadaki uygarlıklar yazıyı en az onbin yıldır kullanıp derdini anlatmaya çalışmaktadır.
Hint “KUTSAL VEDALARI- kutsal bilgiler” ilk kaynak olarak İ.Ö. 3300 yıllarında, daha sonra İ.Ö. 1500 de eski ve İ.Ö. 500 yıllarında yeni metinler kaleme alınır ki 280.000 sahife olduğu belirtilir.
Sadece Kutsal Vedaların dört kitabından biri olan Rigveda: “İlahi bilgisi”, 1028 ilahi, on kitapta toplan­mıştır. Yaklaşık 10600 mısradan oluşan bu eser önceleri sözlü olarak biliniyordu, daha sonra yazılı hale gelmiştir. Bazı bölümleri 10 bin senelik olup Osiris söylencesinden dahi eski olduğu düşünülmektedir.
Zerdüşt’ün Zend dilinde yazdığı Mihr dininin ilk kitabı “ZEND AVESTA” İ. Ö. 600 yıllarında kaleme alınmakla birlikte, aslında İ.Ö.2000 yıllarda bilindiğine dair kaynaklar vardır. Zend dilinde yazılan kitabın 2.082.000 beyitten oluştuğu dikkate alınırsa ne muhteşem bir yapıt ve çalışma olduğu ortaya çıkar.
Peki, sormaz mısınız İ.S. 2017 yılındayız, Alevilik ile ilgili somut bir kitap ( Kur’an dışında) var mı?
Eğer var ise ne zaman, kim tarafından kaleme alınmış, doğruluk payı nedir?
Yazıyı, yazılı kaynakları; öğrenmeyen, okuyup anlamayan, yazmayan toplumlar ne yazık ki ilkel toplumlardır. İlkel toplumların, ortak standart ve kayda değer bir dilleri ve uygarlıkları da yoktur.
Okuma yazmayı daha yeni öğrenen Alevilerin en büyük yanılgısı da; iki kitap okuduktan sonra artık her şeyi biliyoruz şaşkınlığı ve gafleti olmasıdır.
Oysa kayda değer tek yazılı kaynakları olmadığı gibi, başka bilgili insanlar tarafından yazılan doğru – yanlış, eksik – fazla yazı ve kaynaklara ulaşma veya edinip okuma, araştırma, sorgulama kaygı ve alışkanlıkları da hiç olmadı.
Buna rağmen kendilerine; ‘AYDIN’ yaftası vurdular hatta daha ileri gittiler; “BİZ ALEVİ AYDINLAR..!” gafletinde dahi bulundular.
Ne yazık ki, iki türkü yorumlayan, dinleten kör cahil bile kendine AYDIN diyebiliyor.
Daha önceki yazılarımda da vurguladığım gibi bu gezegende evrensel ölçekte bir tek Alevi aydın dahi olmamıştır, var da ben bilmiyorsam bu da benim cehaletimdir.
Aydın diye tanımladıklarının, toplumu, insanları evrensel anlamda aydınlatma adına ne gibi katkı sunduğunu da belirtmeleri olmalıdır.
Yurt içi ve dışında her Alevinin evinde ortalama bir adet kitap bulunmuyor.
Elbette, birkaç Alevi entelektüelini de bu ortalamaya katmak haksızlık olur.
Alevilerin, kitap ve yazı okuma geleneği yoktur, okumayı da pek sevmezler.
Sözel aktarımı (yalan – yanlış) dinlemeyi yeğlerler, çünkü kolay ve emeksizdir. Kent yaşamındaki erkekler, türkü bar ve meyhane benzeri yerlerde tıngırtı dinleyerek aydınlandığını sanmaktadırlar. Oysa onlara tıngırtı dinletenlerin büyük çoğunluğu zaten kendileri kör ve kara cahiller.
Sözel ve şiirsel dil ile felsefi çaba, yetersiz hatta çoğu zaman boşunadır.
Felsefe ancak ve ancak düz yazı ve bilimsel yöntemle ele alınır, açıklanır tez- antitez- sentez ilişkisi içerisinde bir sonuca ulaşır anlam kazanır.
Aleviler de bu fukaralık, acıklı durum ve eziklik tüm katmanlarda vardır.
Onun için yazımın başına “Bu gidişle köylülük bitince Alevilik te biter..!” cümlesini uygun gördüm ya gerçekten biter ya da evrilir başka bir şey olur, insanlık tarihi bu tür gelişmelerle doludur ve tanıktır.
Dikkat ederseniz Alevilik; iyidir- kötüdür, gereklidir- gereksizdir anlamında bir yorumda bulunmadım, bulunmam da çünkü onu değerlendirmek bana düşmez. O değerlendirmeyi ancak tarafsız ve bilen insanlar yapma hakkına sahiptirler.
Kentleşme sürecine giren Alevlerin inanç dilleri tam bir arabesk curcunaya döndü.
Gün geçmiyor ki, medyada yapılan açıklamalarda, cenaze kaldırma uygulamalarında, programlarda kullanılan pespayelikle karşılaşılmasın.
Bunların büyük bir kısmının bilgisizlikten kaynaklandığına ve bu bilgisizliği aşmak için yetersiz, hatta hiçbir çaba gösterilmediğine de ne yazık ki tanığız.
Alevi kurum ve kuruluşlarına sesleniyorum; aşevlerinde karnınız asla doymayacaktır.
Haşlama et, pilav helva yiyerek uygar toplum olacağınıza inanıyorsanız; yemeye devam edin.
İnanç önderi diye geçinenler(!); kendinizi eğitmezseniz hem siz hem de hizmet ettiğiniz inancınız gülünç olur, yazık olur.
Kaygılarım devam etmektedir.


Murat Şahin                           Eylül 2017

Not; Bu yazımda belli kaynakça kullanmadım, çünkü daha önce benzer yazılarımda kaynakçalar belirtilmişti.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...