VARLIK YOKLUK FELSEFESİ


VARLIK YOKLUK FELSEFESİ

“Biz yeri, göğü ve bunların arasındaki olayları eğlence olsun diye yaratmadık.”
(Kur’an-ı Kerim)

Yokluk: Hiçlik

Çoğunuz küçük bir çocukken düşünürdünüz ama mutlak yokluğu ve sonsuzluğu hayalinizde belki canlandıramazdınız.

Mutlak yokluk: dünya yok, evren yok, tanrı yok, hiçbir şey yok!

Sonsuzluğu şöyle tarif edebilir miyiz?

Sonsuzluk kavramı duyularımızın ve aklımızın ulaşamadığı yer, alan, kavram.

Aristoteles “Hiç’ten hiç bir şey meydana gelmez.” diyerek, her şeyin ilk nedeni olan bir varlığa dikkat çekmiş ve onun meydana gelmediğini ve yok olmayacak bir varlık olduğunu söylemiştir.

İlk maddenin sonsuz, tükenmeyen olması gerekir gibi geliyor. Sonsuzu yaratan ilk maddenin sonsuz olan olması gerekir gibi de bir görüş ileri sürülebilir. Bizim belli olduğunu düşündüğümüz belirli şeyler, sonlu ve sınırlıdır. Karşıtı ile sınırlandırılmıştır. Sıcak dediğimiz zaman soğuk ile sıvı olanı katı ile sınırlandırmış oluruz.

Düşüncelerimi zorlayıp bir bütünlük içinde aktarmak da zorlansam da, her ilk hareketi ya da oluşumu sağlayan bir başka etkinin olması gerekir gibi geliyor.

Bir masanın üzerinde duran bir topa dışardan bir etki gelmediği sürece top statik konumda kalacaktır. Topun bir enerji kazanarak hareket etmesi için gerekli ilk hareketi veren mutlaka dışarıdan bir kuvvet gerekecektir.

Evrene ilk hareketi veren, oluşum sürecine girmesine yol açan ‘ilk’ nedir?
Kant’a göre bir nedenler dizisini başlatan ‘ ilk nedendir ‘ ve bundan da iki şey anlaşılmaktadır.

1-Evrenin bir ‘ilk nedeni’ vardır ona artık bir nedeni olmadığından özgür diyebiliriz. Nedenler zinciri onunla başlamıştır o bir başlatıcı ‘nedendir’, nedenler zinciri geriye doğru gidilirse, o ‘mutlak’ olana varılır.

2-Bu evrendeki olayların artık hareket halinde bulunan serisi içinde de ‘başlatıcı nedenler’ ( özgür nedenler) ortaya çıkabilir.

Bir ağaç görüyorum. Bu gördüğüm o ‘şey’in’ sadece görünüşü -Şey’in - kendisi hakkında ya da o ağacın arkasındaki ‘şey’in’ hakkında sadece bir tasarlama yapabiliriz. Ağaç olarak gördüğüm şeyin kendisi, bilgimin de sınırını gösteren bir kavram olmaktadır.

Buna bir ‘varlık’ diyebiliriz. Varlık dediğimiz de içeriği hakkında söyleyebileceğimiz bir şey bulabilmeliyiz. ‘Var olan’ dediğimizde, nitelikten yoksundur. Onu niteleyebilmemiz gerekir. Bu şekilde sadece tasarladığımız o ‘şey’i’ ‘varlık’ olmaktan ‘yokluk’ olma durumuna sokmuş oluruz.
Şimdi ‘şeyi’ yokluk olmaktan çıkarmak için ona bir içerik kazandırmak ve nitelemek zorundayız.
İçerik kazandırdığım an ‘oluş’ kavramından bahsedebiliriz.

Peki, nasıl içerik kazandırabiliriz?

Hayal edebiliyor musunuz?

Neticede evren ve içindekiler varlar, kısacası madde var.

Belki de var olmaması mümkün değil.

O nedenle mutlak yokluğu hayal etmemiz o yüzden bu kadar zordur.

Bugün fizik, kimya ve biyoloji dallarında elde edilen bulgular, bize evrende yaşamın eninde sonunda ortaya çıkışının kaçınılmaz olduğuna işaret ediyor. Peki, o zaman zekanın ortaya çıkması da kaçınılmaz mıydı?

Yanıt büyük bir ihtimalle: evettir.

Belki de evrenin kuralı budur.

Kimyasal evrim bir noktaya kadar gerçekleşiyor, yaşamın ortaya çıktığı o aşamadan sonra biyolojik evrim başlıyor. Tüm bu süreçleri maddenin evrimi olarak niteleyebiliriz.

Evrimin doruğu ise insan beynidir.

Yani düşünen maddedir. Madde düşündüğü zaman kendini aşıyor, kendini tanıma boyutuna geçiyor. Doğa, artık kendi kendini anlamaya başlıyor.

Bu süreci yaratan nedir, kimdir?

Madde baştan bu şekilde evrimleşmek üzere mi programlandı?

Tanrı mı?

Yoksa her şey kendiliğinden mi oluştu ve oluşmaya devam ediyor?

Tanrı aslında sürecin kendisi mi?

Bu soruların yanıtlarını nasıl arayabiliriz?

Doğayı anlama konusunda tek bir dayanağımız var, o da bilimdir.

Bilim, bize her şeyin Big-Bang ile başladığını söylüyor ve bugüne gelene dek nelerin olduğuna ilişkin oldukça kapsamlı bilimsel kanıtlar da veriyor. Ancak o andan öncesine ilişkin hiçbir şey söyleyemiyor.

Ama yukarıdaki soruların cevaplarını bulabilmek için bize anahtar olabilecek en önemli bilgi Big-Bang’in öncesinde ne olduğudur.

Bertrand Russsel, “ Bilim bildiklerimiz, felsefe ise bilmediklerimizdir. ” demişti. Bilim henüz bize yardım edemediğine göre konu şu anda felsefenin alanına giriyor. Şimdilik sadece aklımızla bir yerlere varmak durumundayız.
Eğer ilham arıyorsak öyle çok uzaklara bakmaya da gerek yoktur.

Birkaç soru ile konuyu düşünce dünyanızda salıncak işlevi yapacak arayışlara yönlendirebilir miyim?

- Büyük patlama nerede gerçekleşti?

- Büyük patlamanın gerçekleştiği ortam maddesel bir ortam mı idi?

- Maddesel bir ortamsa bu maddenin büyük patlamadan öncede var olduğu anlamına gelmez mi?

- Eğer öyle değilse bu patlama nereye doğru genişledi (ki halada genişliyor!)?

- Tekilliklerde fizik yasaları çöküyor mu?

- İlkel canlılar neden tek hücrelilerden çok hücrelilere evrimleştiler? Tek hücrelilerin yaşamları daha kolay değil mi?

- Organizmalar oluşurken neden ve nasıl farklı formlara dönüştüler?

- Neden eşeyli üreme yoluna gittiler?

- Evrim sırasında dişi ve erkek özellikleri nasıl belirlendi?

- Neden modern insanların tümü aynı atadan geliyor, farklı atalar da olmak zorunda değil mi?

- Neden sadece insan konuşma yeteneği kazandı, yada alet kullanabilme yeteneği?

* Neden canlılar artık yeni canlılara doğru evrimleşmiyor yani evrim neden durdu (mu)?

* Sorular, sorular, sorular.

En önemli mesaj insanin kendisi(mi)dir?

***

İnsanın inancı ise bilgisizliğiyle özdeş(mi)
dir?

***

“ Bilim insanın bilgisini sınırlayabilir ama hayal gücünü sınırlamamalıdır. ”

Bertrand Russel

Murat Şahin 2009

Kaynakça:

1) Kerem Göksel,  felsefi yazışmalar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...