Kur'an - III


Kur'ân -III

Kur'ân’ın Ahlâka İlişkin Öğütleri
“ Size verdiğim nimetleri ve sizi alemlere üstün kılığımı unutmayın.”
Kur’ân-ı Kerim
“Kur'ân'ı toplamak da, beyan etmek de bize aittir.”
Kur’ân-ı Kerim

Kur'ân vahşi, ilkel bir insanı ele alıp, onu olgun bir insan haline, uygar bir varlık du¬rumuna getirecek, buyruk ve yasaklar vardır. Önce evlenme konusunu ele almış, kimlerle evlenilemeyeceğini açıklamış, işe aile kurmaktan başlanmıştır.
Ondan sonra konut dokunulmazlığı üzerinde durulmuş sahiplerinden izin almadıkça, onlara selâm vermeden başka evlere girmeyiniz, kimse yoksa bir eve izinsiz girmeyiniz, dönmeniz söylenince dönünüz, evlere kapılarından giriniz gibi ilkeler konulmuştur.
İlk âyetin ikra “Oku!” buyruğu ile başlaması çok önemli ve dikkati çekicidir. İslâm da bilime olağanüstü biçimde değer verilmiştir. Türk tasavvufunda bilim konusu en değerli yerini almıştır. Bilgi, düşünüş İslâm'da değer ölçülerinin başında gelir.
Sarhoşluk, kumar, dedikodu, iftira, yalancılık, müsriflik, cimrilik yasaklanmıştır.
Temiz insan olmak, terbiyeli olup telâşsız yürümek, yavaşça konuşmak, mallardan yoksullara pay ayırmak öğütlenmiştir. Kur'ân da, başkalarına zarar vermemek, dostlarını başkalarına yardıma teşvik etmek, terbiyeli edepli olmak, yani bir kimseye eli, dili, beli ile (şehvet duyguları ile) saldırganlık etmemek, kendisinin gücü yetmediğinde, çevresindekileri iyilikler yapmaya heveslendirmek öğütlenmektedir. İffetli, namuslu olmak, yetim malına el sürmemek, emanetleri lâyık olana vermek emânete ihanet etmemek, doğru tartmak ve ölçmek Kur'ân'ın temel öğütlerindendir.
Bir önemli konu da: Barışçı olmak öğüdüdür. “Barış hayırdır, aranızda barışı sağlayınız, düşman taraf barış isterse sen de iste.” gibi âyetler buna tanıktır. Hele bağışlamak konusu Kur'ân'ın sık sık ele aldığı ve salık verdiği bir güzel huydur. Gerektiği zaman bunu yapmayı buyurmaktadır.
Kur'ân da iyiliğe iyilikle karşılık verme vardır. Fakat aslında karşılık beklemeden iyilik etmek öğüdü var ki bu, bir aşama yüksekliği olanın işidir. Daha yücesi kötülük edene iyilik etmektir ve bu da Kur'ân da salık verilmektedir.
Kahramanlık, cesaret, doğruluk, hattâ bir yakınının zararına ise bile doğru tanıklık etmek, büyüklere saygı, küçüklere sevgi ile yaklaşmak Kur'ân’ın ahlâki temellerindendir.
Kur'ân Nasıl Toplandı?
Kur'ân, Hazret-i Muhammed'in zamanında âyetler gelir gelmez, onun buyruğu ile hurma dalları, hayvanların kürek kemikleri, derileri gibi… nesneler üzerine yazılmış, hâfızlar tarafından ezberlenmiş ve sûreler yine Hazret-i Muhammed zamanında bir düzene konmuştur. Her yeni âyet, Hz. Muhammed'in önünde yazılırdı ve hangi sûreye, nereye ekleneceği de kaydedilirdi. Bu konuda tanık olmuş birçok kişiden gelme rivâyetler vardır. Buhâri'nin yazdığına göre “Bütün Kur'ân yazılı idi ve yalnız yazılar dağınık idi”.
Ebu Bekir zamanında, bu dağınık yazılar bir cilt halinde toplanmaya başlandığından, “Kimin elinde yazılı Kur'ân parçası varsa getirmesi” ilân edilmiş ve iki tanık getirmeyenin yazısı kabul edilmemiştir.
Hazret-i Peygamber'in Hakk'a göçünden sonra, evine kapanan Hazret-i Ali tarafından, bizzat Hazret-i Muhammed'in arzusuna uygun bir şekilde sıraya konulmuş olan Kur'ân-ı Kerîm, bugünkü şekliyle tespit edilmiştir. Bu iş Ebu Bekr'in halife olduğu zaman da yapıldığından, galat olarak Kur'ân'ı bugünkü haline o koymuştur diyenler vardır. Ebu Bekr'in bu iş ile zerre kadar bir ilgisi yoktur. Bu işi Hazret-i Ali yapmıştır.
Önceleri, âyetler yazılmakla yetinilmemiş, âyetler geldikçe ezber edilmiştir. Hazret-i Peygamber de Kur'ân'ın okunması ve öğretilmesine önem verdiğinden, uyarıcılık ve imamlık görevleri yalnız Kur'ân'ı ezberleyenlere verilmiştir.
Böylece yazılarak, ezberlenerek toplanan Kur'ân-ı Kerîm, parça parça olarak, yaklaşık yirmi üç yılda tamamlanmış ve sûrelerin, âyetlerin dizisi Hazret-i Muhammed tarafından yapılmıştır. Bu diziliş, âyetlerin geliş sırasına göre değil, konularına göre olmuştur.
Halil Bedi' Fırat, Kur'ân-ı Kerîm'in Tarihi adlı ufak kitabının önsözünde, Kur'ân'ın yirmi iki yıl, iki ay, yirmi iki günde tamamlandığını yazmıştır. O'na göre, Mekke sûreleri on iki sene, beş ay, on iki gün Medine sûreleri ise dokuz sene dokuz ay on günde tamamlanmıştır.[16]
Hazret-i Muhammed zamanında böyle tamamlanmış ve son şeklini almış haldeki Kur'ân-ı Kerîm, neden Osman zamanında toplanmıştır?
Müseyleme-tül-Kezzâb denen yalancı Müseyleme'ye karşı Ebu Bekr zamanında gönderilen kuvvetler içinde, Yemâme Savaşında birçok Kur'ân ezber etmiş kişiler şehit düşmüştü. Kur'ân'ı ezbere bilen hafızların şehâdeti, Kur'ân'ın toplanıp bir cilt haline getirilmesi ve yayılması işini bir zorunluluk haline getirmiş ve Zeyd bu işle görevlendirilmişti. O, zaten Hz. Muhammed zamanında da vahiy kâtipliği ile görevli idi.
Hz. Peygamber'in vefatından altı ay sonra, Hz. Ali tarafından bir cilt haline getirilmiş olan Kur'ân nüshası Ebu Bekr'e verilmiş, ölesiye kadar onda kalmış, sonra Ömer'e geçmiş, o da bu nüshayı kızı ve Hz. Muhammed'in eşi olan Hafsa'ya teslim etmişti. İşte Osman devrinde Hafsa'nın elindeki bu nüsha alınmış, yazılmış, kendisine geri verilmiştir. Sonradan bu nüsha O'nun elinden alınıp yaktırılmıştır.
Bugün eldeki nüshanın Osman tarafından toplanan nüsha olduğu söylenir.

Kur'ân-ı Kerîm'de, “Kur'ân'ı toplamak da, beyan etmek de bize aittir.” deniliyor.
Onu bir araya getirmek Tanrı isteği ve buyruğu olup Hz. Peygamber de bu işi yapmıştır. Ebu Bekr veya Osman'ın tertipledikleri söylentileri yanlıştır. Ebu Bekr zamanında Hz. Ali, parça parça yazılan ve ezberlenen, Hz. Muhammed tarafından bir sıraya konmuş olan Kur'ân âyetlerini bir cilt halinde toplamış, Osman zamanında bu nüsha, kuvvetli söylentilere göre, bazı âyetleri çıkarılarak çoğaltılmış, İslâmiyet merkezleri olan büyük şehirlere yollanmıştır. Öteki nüshalar da, bu arada İbn-i Mesud ve Ubeyy bin Ka'ab'daki nüshalar da alınıp yakılmıştır.
Ö. Rıza Doğrul da, Kur'ân'ın kitap haline getirilişinin öyküsünün böyle olduğunu ve Osman'ın diğer nüshaların yakılmasını emrettiğini kaydetmektedir.[17]
Şinasi Koç, “Milli Eğitim Bakanlığınca İlk ve Ortaokullarda okutulmakta olan Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi ders kitaplarında Kur'ân-ı Kerîm'in 114 süre ve 6666 âyet olduğu yazılmıştır. Oysa bu gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü elde mevcut olan Kur'ân 6.234 âyettir ve 432 âyetin ne zaman, kimler tarafından çıkartıldığı bilinmemektedir.” dedikten sonra:
“Oysa, elde mevcut Kur'ân-ı Kerîm'ler 6234 âyettir, 432 âyetin ne zaman ve kimler tarafından çıkarıldığını şu belgeler ispat etmektedir:
* Resul-ü â'zamın rıhletinden sonra geçen kısa bir müddet zarfında Kur'ân âyetlerinin okunmasında uyuşmazlık çıktı. Bu uyuşmazlık o derece şiddetli oldu ki, ihtilâfa düşenler birbirlerinin kıraatına küfretmeye başladılar. Hatta Kur'ân'ın suhuf ve saha'ifini (toplu halde yapraklarını) yaktılar.”
Kur'ân'ın, Zeyd ibn-i Sâbit'in kitabından Enes bin Mâlik yardımı ile toplandığını ve Osman'a gösterildiğini kaydettikten sonra şöyle devam ediyor:
“Zeyd ibn-i Sâbit üçüncü halife Osman bin Affân'ın dostu idi. İmâm Ali'ye muhalifti. Kur'ân-ı Kerîm'deki Ehl-i Beyt menkıbelerini Kur'ân'dan çıkarmak istedi. İmam Ali Kerrem-Allâh-ü Veche sahâbenin a'lemi (en bilgilisi) olmasına rağmen, topladığı Kur'ân'ı kabul etmediler. Osman, bütün diğer mushafları, hatta Abdullah bin Mes'ud'un yazdığı Kur'ân-ı Kerîm'i zor ile alarak yaktı. Bazı müverrihlerin (tarih yazarlarının) yazdığına göre, kazanda kaynatıp sonra yaktı. İbn-i Mes'ud'un dayak yemesinin başlıca sebebi de bu idi. Bugün ortada bulunan Kur'ân, “Mushaf-ı Osman” adı ile yapılmıştır.
Bu haber Ayşe'ye yetince “Mushafları yakanı öldürünüz” demiştir. Bu hale göre, anlaşılmaktadır ki, bahsi geçen 432 âyet-i kerîme Osman tarafından “Mushaf-ı Osman”a yazdırılmamıştır.” [18]
* Ravza-tül-Ahbâb kitabının ikinci cildinin 52. sayfasında kayıt şöyledir: “Kur'ân suhuf halinde teksir ettirilerek yedi büyük şehre dağılmıştır. Mısır, Basra, Kûfe, Şam, Mekke… gibi. Diğer, yani bunlar dışındaki suhufların toplattırılarak yaktırılması işi üçüncü halife Osman tarafından tatbik ettirilmiştir. Bu yazı işi Zeyd İbn-i Sâbit'in başkanlığında ve Kureyş lehçesi esas tutularak, Haşimi lehçesi dışlanarak, tertip için karara varılarak, bu işlem yapılmıştır. Hatta İbn-i Mes'ud'un yazdığı Mushaf alınarak yaktırılmıştır.
* Muaviye'nin saltanatı zamanında, Muaviye'nin emriyle, Medine vâlisi Mervân tarafından, Peygamber'in ailesi Hafsa'da bulunan Mushaf, alınarak yaktırılmıştır.”
* Muhammed Sâbir-i Tebrizi'nin Dinin Esasları adlı kitabının 16. sahifesinde şunlar yazılıdır: “Hazret-i Muhammed zamanında binlerce hâfız mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Bu hâfızlar muhtelif kabilelere mensup olduklarından, lehçeleri ve bilhassa kıraat tarzları arasında fark görülüyordu. Vahiy kâtipleri de müteaddid kimselerdi. Osman'ın hilâfeti zamanında Kur'ân-ı Kerîm'in bir araya getirilmesi için emir verildi. Osman bir kısım mushafları kabul edip diğerlerini yaktırdı. Ehl-i Sünnet bilginlerinin birçoğu da, Zeyd İbn-i Sâbit'in Kur'ân-ı Kerîm metnini kabul edip diğerlerini yaktırdı”.[19]
Eksik olan 432 âyet hangi tür âyetlerdi? Aynı kitapta şöyle deniliyor: “Osman Emevî hanedanı olduğundan, Hâşimî'lerin faziletlerini çekemediğinden, bu âyetleri Mushaf-ı Osman'a yazdırmamıştır. Osman tarafından kabul olunan Kur'ân-ı, Kureyşi lûgatına çevirtmiştir. Bakın, Emevi hanedanları kendi çıkarları için, İslâmiyetin temeline aklın, fikrin almayacağı darbeler indirdiğine tarih şahittir. Bu gerçeğin üzerine perde çekmeye imkân yoktur.” [20]
Kurân'dan bazı âyetlerin kaldırıldığı rivâyetleri arasında şunlar vardır:
İmâm Müslim rivâyet ediyor ki: “Süveyd bin Sa'id bana dedi, Ali bin Müsehher Davud'dan, o da Ebi Harb bin Esved'den, o da babasından duyarak diyor ki: Ebu Mus-el-Eş'ari Basra hâfızlarını çağırtmış, huzuruna Kur'ân'ı ezberleyen üç yüz adam gelmişti. Ebu Mus-el-Eş'ari bunlara hitaben: Siz Basra halkının en iyisisiniz. Onların okuyucularısınız (hâfızlarısınız). Kur'ân'ı okuyunuz. Kur'ân'ı okumayı ihmâl etmeyiniz. Sonra yürekleriniz katılaşır. Nasıl ki sizden evvelkilerin de yüreği katılaşmıştı. Ben, uzunluğu ve şiddeti itibariyle Tövbe sûresine benzeyen bir sûre okuyordum ki, bunu unutmuş bulunuyorum. Yalnız hatıramda şu kalmış: Adem oğlunun iki vâdi dolusu malı olsa üçüncü bir vâdi isterdi, insanın hırsını ancak toprak doyurabilir. Sonra, Sebbeha sûrelerine benzettiğimiz bir sûre daha vardı. Onu da unuttum. Yalnız şu kadarı ezberimdedir: Ey imân edenler! Niçin yapamayacağınızı söylüyorsunuz ve kıyamet günü sizden sorulacak bir şehâdeti boynunuza bağlıyorsunuz?” [21] demiştir.
Bunların âyet değil, hadis olduğu rivâyetleri de ortaya atılmıştır.
Sahih-i Müslim'de ikinci bir rivâyet de Ömer bin el-Hattâb'ın bir “Recm” (taşlama) âyeti bulunduğu üzerindeki konuşmasıdır. Aynı kitaptaki üçüncü bir rivâyet de nakledi¬cilerden Ayşe'ye varan bir sözdür: “Kur'ân'da evlenmeyi tahrim eden (yasaklayan) on türlü süt akrabalığı vardır. Bunlar beş çeşit süt akrabalığı ile nesh olundu. Resul-i Ekrem irtihâl ettiği zaman bunlar Kur'ân içinde bulunuyordu.”
Yine Suyutî'nin İtkaan adlı eserinde, Ayşe'nin “Ahzâb sûresi iki yüz âyet iken bugün elde bulunan bölümünden başkasının bulunmadığı”nı söylediği bildirilmektedir. Yine aynı eserde, “Tövbe sûrenin başında Besmele bulunduğu, Ubeyy bin Kâ'ab nüshasında 116 sûre bulunduğu, çünkü Mushaf sonunda Hafed ve Halâ namında iki sûre bulunduğu” kaydı vardır.
Bu iddiaları yapanlar hemen ya güvensizlikle, ya sözüne inanılmazlıkla veya zındıklıkla suçlanmışlardır.
Âyet sayısı genel olarak 6.666 olarak bilinir ve söylenir. Eski yayınlarda da bu böyle geçer. Halk ozanlarımızın lügaz denilen form şiirlerinde de bu sayı vardır. Bizim Diyanet İşleri mensuplarımızın bazılarının televizyon konuşmalarında da “âyet sayısı 6.666'dır.” diye söylediklerini bizzat duydum. Bazı yayınlarda ise, altı bin iki yüz küsur sayısından bahsediyorlar. Yani kendi aralarında bile âyet sayısında uyuşma yoktur.
Elde mevcut Kur'ân-ı Kerîm'lerde de âyet sayısı 6.149 ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 1973 yılında yayınladığı Kur'ân-ı Kerîm'de 113 Besmele sayısı katılmak şartıyla 6.152 âyet vardır.
Ömer Rıza Doğrul beyin “Tanrı Buyruğu” eserinde 6.149 âyettir.
Sâlih Münir Paşa, yirmi beş yıl süren bir zaman içinde âyetlerin, “Peygamberimize ilham yolu ile” gönderildiğini kaydeder[22]. Lûgat kitabında “vahiy, enbiyâ-yı izâma (yüce nebilere) ilham, evliyâ-yı kirâma (kerem ıssı ermişlere) mahsustur (özgüdür).” deniyor. Sâlih Münir Paşa'nın (vefatı Ocak 1939) Din-i İslâm üzerine yazdığı eserinde, âyet sayısını 6.614 olarak göstermektedir.
Görülüyor ki, elimizdeki Kur'ân-ı Kerîm'ler, âyet sayısı açısından, 400 kadar eksiktir.
Bu konularda güvenilir bilgisi bulunan rahmetli dostum Hulusi Kıvrık 30.9.1980 tarihli mektubunda Fakîr'e şöyle yazmıştı:
“Menâkıb-ı Murtazaviyye'den: Abdullâh İbn-i Mes'ud hazretlerinden mervidir ki “Bizler bu âyet-i kerîme'yi bu üslûb üzere ind ve huzur-u Resulu'Allah'da kıra'at ederdik”: (Yâ eyyüh-er-Resul-ü belliğ mâ ünzil-e ileyk-e min rabbik-e inne Ali-yyen mevlâ l-il-mü'minin-e) [ve devamı]. (Mâide sûresi, âyet 71). Bilahere halife Osman tarafından Kur'ân'ın yeniden şu suretle meydana getirilmiş olduğu anlaşılmaktadır:
“Ya eyyüh-er-resul-ü bellig mâ ünzil-e ileyk-e min rabbik-e ve in lem tef'al femâ bellağt-e risâletehu ve devamı.”
Şu halde mezkûr âyet hakikatte şöyle olduğu tezahür eder:
“Yâ eyyüh-er-resul-ü belliğ mâ ünzil-e ileyk-e min rabbik-e inne Ali-yyen mevlâ l-il-mü'minin-e ve in lem tef'l femâ bellagt-e risâle-tehu… ve devamı.”
Ebu İshak bin İbrahim Sa'lebi, sâhib-i tefsir olan zât tefsir kitabında bu âyet-i kerîme'nin Şâh-ı Vilâyet Ali (A.S.) hakkında nâzil olduğunu irâd etmiştir.).
Sahih-i Buhâri, Kur'ân çevirisinin mergûb ve câiz olduğunu, hatta, farz-ı kifâye ol¬duğunu kaydeder. Bu husus Diyanet İşleri yayını Kur'ân'ın 19. sayfasında da geçiyor.
Halil Bedi'i Fırat[23], “İlk çoğaltılan Kur'ân'ların bazı merkezlere yollandığını, Mekke'ye yollanmış olanının hicretin 70. yılında, Medine'deki Mushaf'ın Muaviye oğlu Yezîd zamanında, Kûfe'deki Mushaf'ın ise, Emri Muhtar zamanında ortadan kaybolduklarını kaydediyorlar.
Ayşe'den rivâyete göre mesela Ahzâb sûresi iki yüz âyet olarak okunurmuş, halen yetmiş üç âyettir. Ubeyy bin Kâ'ab da aynı sûrenin Bakara sûresi kadar, yani iki yüz seksen altı âyet olduğunu söyler.
Buna benzer, bazı sûrelerde mevcut olmayan, kaydedilmiş âyetler bulunduğu söylentileri vardır. Bunun aksine, uydurma âyetlerin Kur'ân'a katılmak istendiği de söylenir. Bunlar, sonradan mel'un Muaviye tarafından, kendi isteklerine göre katılmak istenen uydurma âyetlerdir ki, bu dereceye kadar habâset (kötülük, alçaklık) düşünmüşlerse de, bunu gerçekleştirememişlerdir. Bunu yapamayınca, ortaya bir sürü uydurma hadisler attırarak halkın, mel'anetlerini (melunluklarını) haklı gösterecek şekilde düşünmelerini sağ¬lamayı denemişlerdir.
Yine Ayşe, “Hz. Muhammed'in sağlığında Bakara sûresinin daha uzun, âyet sayısının da daha fazla olduğunu ve Hz. Muhammed'in Hakk'a yürümelerinden sonra bazı âyetlerin çıkarıldığını” söylemiştir.
Ayşe'nin bu konu dışındaki sözlerini aynen kabul eden ve onun tarafını tutan bizim softalar, işlerine gelmeyen bu sözler için, “Bir kişinin sözüyle amel edemeyiz” diyerek, O'nun iddiasını kabullenmezler. İşlerine gelince Ayşe'ye uyar, işlerine gelmezse uymazlar. Ayşe'nin sözü ne oluyor ki? Onlar, işlerine gelmediği zaman, Hz. Muhammed'in de, Tanrı'nın da buyruklarına direnmekten zerre kadar çekinmemişlerdir. Bakara sûresinde olduğu gibi, öteki sûrelerden de âyetler yok edilmiştir. Bunlar özellikle Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'i yücelten âyetler idi.[24]
Anlaşılıyor ki bugün elde bulunan Kur'ân-ı Kerîm âyetleri titizlik ile aslı gibi korunmuş ve bize kadar gelmiştir. Bu mevcut âyetlerde bir bozma, ekleme ve çıkarma söz konusu olamaz. Fakat Osman'ın elde mevcut değerli nüshaları yakması, hatta bazen zor kullanarak alıp yakması, hadislerle, İslâm tarihçilerinin anlatımlarıyla birleştirilince, bir kısım âyetlerin Kur'ân dan çıkarılmış olmaları konusu zihinlerde bir soru olarak elbette ki kalacaktır.
***


Önemli not: Dört bölüm halinde sunduğum bu yazı dizisinin tamamının kaynağı, 1997 de Hakk’a yürüyen Bektaşi Dedebabası Sayın Doç. Dr. Bedri NOYAN sultanımızdır.
Murat Şahin Kasım 2008

Bibliyografya

• Blachère R., Introduction Au Koran, Paris, G.O.P. Maissoneueve, Ed, Bessson-Chantemerle 1958.
• Conk, Cemil, Zaman Zihniyetiyle Kur'ân ve İnsan, Çelikcilt Matbaası, İstanbul 1952, I. Kitap.
• Cünbüş Zeyn-el-Abidin, Aşkın Anahtarı, İsmail Akgün Matbaası, 1946, s. 50-51 54 95.
• Doğrul, Ömer Rıza, Kur'ân Nedir?, 1927, s. 25 vd., 152.
• Doğrul, Ömer Rıza, Kur'ân-ı Kerîm'in Tercüme ve Tefsiri Şerifi (Tanrı Buy¬ruğu), Ahmet Halit Kitapevi, İstanbul 1947.
• Erişirgil, Emin, Mehmet Âkif, İslâmcı Şairin Romanı, Ankara 1956.
• Ferruh Efendi İsmail, Mevâkıb Tefsiri, Bütün Kitapevi, İstanbul c. 1.
• Fırat, Halil Bedi'i, Kur'ân-ı Kerîm'in Tarihi.
• Gökalp, Ziya, Türkçülüğün Esasları, 6. Baskı.
• Hasais-Ül Kübra, Haydarâbât, c. 2.
• İnan, Abdülkadir, Kur'ân-ı Kerîm'in Tercümeleri Üzerine İnceleme.
• Kalkan, A. Vefik, İmandan Doğan Medeniyet.
• Karal, Enver Ziya, Atatürk'ten Düşünceler, Çağdaş Yayınları, İstanbul 1991.
• Koç, Şinasi, Gerçek İslâm Dinini Kimler Bozdu? İncil ve Tevrat'a Göre Ger¬çek İslâm Dini.
• Köprülü, M. Fuat, Türk Edebiyatı Tarihi, 1926.
• Mir'ât'il-Makâsid fi Def'il-Mefâsid.
• Nazım, Salih (Salih Nazım), Tertib-i Zibâ, 1284 H (1867 M).
• Sahih-i Müslim, Matbaa-i Âmire, İstanbul.
• Salih Münir Paşa, Din ve Ahlak Kuralları, Milliyet Yayınları, 1986.
• Tarikâhya, Meliha (Ülker), Fihi Mâ Fih (Mevlâna), Çeviri, 2. Baskı, İstanbul 1958.
• Ulunay, Cevat Refi', Milliyet Gaztesi, 16 Ekim 1967, s. 2, satır 1.
• Üçok, Bahriye, İslâm Tarihi: Emeviler ve Abbasiler.
• Vidyathi M. Abdullah, The Islamic Review, Octobre 1956.

Yazma Yapıtlar
• Faiz Tuncer Baba Erenlere ait yazma, 50 yaprak Doç. Dr. Bedri Noyan Kütüphane¬sinde bulunmaktadır.
• Risale-i Rüsülân, Yazma Yapıt, s. 149-169, Doç. Dr. Bedri Noyan Kütüphanesi, Y: 152a.
• Şeyh Seyyid Hasan bin Şeyh Seyyid Gaybi'ye ait Yazma, Doç. Dr. Bedri Noyan Kütüphanesi.
• Tuhfe-tül-Uşşaak ve Zübde-tül-Esrâr ve Hakikat-ül Ahbâr yazması, Doç. Dr. Bedri Noyan Kütüphanesinde bulunmaktadır.

Notlar
[1] Ayrıntılı bilgi için, R. Blachère, Introduction Au Koran, Paris, G.O.P. Maisonneuve, Ed, Besson-Chantemerle 1958, s. 14.
[2] Zeyn-el-Abidin Cümbüş, Aşkın Anahtarı, İsmail Akgün Matbaası, 1946, s. 50-51, 54-95.
[3] Fakîrde bulunan, Tuhfe-tül-Uşşâk ve Zübde-tül-Esrâr Ve Hakikat-ül Ahbâr yazmasından aktarılmıştır.
[4] Tırnak içindeki sözler Bakara sûresi 115. âyetinin sözleridir. Âyetin Arapçası “Vel-illah-il Meşrik-uv vel-Mağrib-u feeynemâ tüvellû Fesemm-e Vechullâhi”dir.
[5] 2. Bakara Sûresinin ilk sözleridir.
[6] Ömer Rıza Doğrul, Kur'ân-ı Kerîm'in Tercüme ve Tefsiri Şerifi (Tanrı Buyruğu), Ahmet Halit Kitapevi, İstanbul 1947, s. 1947'de bulunan dipnot. Bu âyette “Bugün size dininizi kemâle vardırdım. Size nimetlerimi tamamladım. Size din olarak İslâm'ı kabul ettim.” demiştir.
[7] M. Abdullah Vidyathi, The Islamic Review, Octobre 1956, s. 21-23.
[8] Ömer Rıza Doğrul, agy, c. 1, s. 9.
[9] Refi' Cevat Ulunay, Milliyet Gazetesi, 16 Ekim 1967, s. 2, satır 1.
[10] A. Vefik Kalkan, İmandan Doğan Medeniyet.
[11] Salih Nazım, Tertib-i Zibâ, Hicri 1284 (Miladi 1867), s. 134 vd.
[12] Mir'ât'il-Makâsid fi Def'il-Mefâsid, s. 294.
[13] Şeyh Seyyid Hasan bin Şeyh Seyyid Gaybi'ye ait yazma, s. 14-15.
[14] Fakîrde bulunan Faiz Tuncer Baba Erenler'e ait yazma, yaprak 50.
[15] İsmail Ferruf Efendi, Mevâkib Tefsiri, Bütün Kitapevi, İstanbul, c. 1, s. 5-6.
[16] Halil Bedi'i Fırat, Kur'ân-ı Kerîm'in Tarihi, s. 13.
[17] Ö. Rıza Doğrul, agy, c. 1, s. 29-30.
[18] Şinasi Koç, Gerçek İslâm Dinini Kimler Bozdu? İncil ve Tevrat'a Göre Gerçek İslâm Dini, s. 13.
[19] Şinasi Koç, agy, s. 13.
[20] Şinasi Koç, agy, s. 13-17.
[21] Sahih-i Müslim, Matbaa-i Âmire, İstanbul, s. 99-100.
[22] Salih Münir Paşa, Din ve Ahlâk Kuralları, Milliyet Gazetesi Yayınları, 1986, s. 9.
[23] Halil Bedi'i Fırat, Kur'ân-ı Kerîm'in Tarihi, s. 12.
[24] Ömer Rıza Doğrul, Kur'ân Nedir?, 1927, s. 25 vd. s. 152.
[25] Ömer Rıza Doğrul, agy, s. 16.
[26] Ömer Rıza Doğrul, agy, s. 152.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...