İNSANLIK NASIL “DÜNYA
DÖNÜYOR” DİYEBİLDİ
“Dünya yinede dönüyor!”
- Copernicus –
Kopernik ne yapmıştı kısaca hatırlayalım?
1800 yıl gibi bir süre insanlığın fiziksel ve inanç
evreninin temellerini oluşturan Aristo evrenini sarsmış, önyargılı fikirleri ve
kabul edilmiş doktrinleri, dogmaları bir kenara atmaya hazır olunduğunda, yeni
bir senteze ulaşmanın ve doğa hakkında tamamıyla yeni bir görüş ortaya koymanın
nasıl mümkün olabileceğini göstermiş. Otoritenin
gözlemin üz rinde tutulmamasının; aksine her yeni varsayımın doğruluğunun veya
yanlışlığının deney ile kontrol edilmesinin yolunu açmıştı. Önemi de açtığı bu
yol sayesinde ortaya çıkmıştı. Yoksa getirdiği Kopernik Evreni tezinde yanıtlanamamış
birçok soru bulunmaktaydı. Bu soruların yanıtlarını aramakta modern bilimin
şahlanıp daha önce eşi görülmemiş bir keşif gezisine çıkılmasına neden olmuştu.
On yedinci yüzyılın başından on sekizinci yüzyılın sonuna kadar geçen süre
içinde, fiziksel evren hakkındaki genel bakış açısı, Kopernik’i bile hayrete
düşürebilecek şekilde değişti. Başlatmış olduğu devrim o kadar çabuk gelişti ve
yayıldı ki, astronomi yanında fizik de değişime uğradı. Böylece Aristo
evreninin son kalıntıları da tamamen yok oldu. Sonuçlar sayılarla ifade edildi
ve nitel değerlendirmeler reddedildi. Bilimsel aletlerin tasarımında ve
üretiminde önemli gelişmeler ortaya çıktı; Eğer fiziksel evren daha yakından ve
daha yüksek hassasiyetle incelenecekse bunun için özel donanıma gereksinim
vardı. Hassas aletlerin tasarımında yeni bir devir, aslında on altıncı yüzyılın
ikinci yarısında Tycho Brahe'nin çalışmalarıyla başladı.
Tycho Brahe
On altıncı yüzyılın ilk
yarısının en büyük gök bilimcisi Kopernik idiyse ikinci yarısında en büyüğü
1546 yılında bugün İsveç o zaman Danimarka’da olan Skane de kralın özel
danışmanın oğlu olarak dünyaya gelen Tycho Brahe'dir.
İlk eğitimini özel
öğretmenlerden alan Brahe 13 yaşında Luthercilerin yönettiği Kopenhag
Üniversitesine girdi. Bilime olan ilgisi de burada gelişti.
Kuramsal gökbilimci ve
evrenbilimci olan Brahe'nin düşünsel alışkanlıkları Kopernik e göre daha
gelenekseldi. Gökbilim kuramında güncelliğini uzun süre sürdürecek yeniliklerin
peşinde değildi. Aslında Kopernik Devrimine karşı takındığı tavrı yaşamı
boyunca sürdürdü. Yaşadığı dönemde büyük bir saygınlığa sahip olması, birçok
gökbilimcinin yeni kuramı benimsemeyi ertelemelerine neden oldu.
Brahe gökbilim kavramına
yenilik getirmedi, ancak gözlem yöntemlerinde çok önemli değişikliklerin
başlamasına neden oldu. Gökbilim verileri için gerek duyulan doğruluk
standardını Brahe sağlamıştır. Kendisinden önceki gökbilimcilerin kullandığı
gözlem aygıtlarından daha büyük, daha dengeli ve daha iyi ayarlanmış olanlarını
tasarladı ve yaptı. Bu sayede de kendisinden önce toplanmış gökbilim
verilerindeki yanılgıları düzeltti. En önemlisi de, gezegenleri, tercih edilen
belli konumlarında gözlemek yerine, düzenli gözlem yapma uygulamasını başlattı.
Bu gözlemler Batlamyus
dizgesini hızla yok ederken; Brahe’nin Kopernik Devrimi'nde büyük rol
oynamasını sağladı. Ancak dönemin birçok yetkin gökbilimcisi gibi, Brahe de
Yer’in devinimini kabul etmiyordu.
Hem Batlamyus hem Kopernik
evrenini yadsıyarak kendi adıyla anılan '' Tycho '' evrenini savundu.
Yer bir kez daha yıldız
küresinin geometrik merkezine ve devinimsiz olarak yerleştiriliyordu. Ay ve
Güneş'in yörünge çemberinin merkezinde Yer bulunuyordu; bu aşa- maya kadar
dizge, Batlamyus dizgesine benzemektedir. Ancak geri kalan 5 gezegenin
merkezinde Yer değil, güneş bulunmaktadır.
Tyco dizgesinin en önemli ve
tarihsel olarak en ilginç yanı, Kopernik’in kitabının ortaya attığı sorunlara
arabulucu nitelikte bir çözüm önermesinde yatar. Yer'in durgun ve evrenin
merkezinde bulunması Kopernik'in önerisine karşı yapılan itirazları ortadan
kaldırdı. İnanç sisteminin devinim yasaları gibi sorunlar Brahe'nin önerisiyle
uzlaşmaya girdi. Bu uzlaşmalar Kopernik'in başlıca matematiksel uyumlarından
ödün verilmeden yapıldı.
Brahe'nin Kopernik'e
yönelttiği eleştiriler ve gezegenler sorununa getirdiği uzlaşmalı çözüm, Yer’in
devinimi konusunda çağdaşı olan birçok gökbilimci gibi kendisinin- de
geleneksel düşünce biçiminden kurtulamadığını gösterir. Kopernik'ten sonraki
gökbilimciler içinde en tutucu olanı Brahe’dir. Ama çalışmalarının etkisi
tutucu değildi. Tam tersi- ne hem kendi dizgesi hem de gözlemleri, kendisinden
sonra gelen gökbilimcilerin Aristo, Batlamyus evreninin önemini yadsıyıp
Kopernik evreni saflarına geçmelerini sağlamıştır. Daha önemlisi, Brahe dizgesi
kuyruklu yıldızlara ilişkin gözlemleriyle gezegenleri taşıdığı sanılan kristal
kürelerden vazgeçilmesini sağlamıştır. Tycho dizgesinde Mars'ın yörüngesi,
Güneş’in yörüngesiyle kesişir bu nedenle, Mars ve Güneş, onları taşıyan
kürelerin üzerin- de bulunamaz, çünkü her iki küre birbirinin içinden geçecek
ve sürekli birbiri içine sızacaktır.
Brahe, gökbilim
çalışmalarına henüz başladığı 1572 yılının sonlarına doğru, Cassiopeia
takımyıldızında yeni bir gökcismi ortaya çıktı. İlk kez gözlemlendiğinde bu
cisim çok parlaktı, bu dönemi izleyen 18 ay içinde gökyüzünün bu yeni üyesi
gittikçe sönük- leşti ve 1574 yılı başlarında tümüyle yok oldu. Gökyüzünün bu
yeni konuğu, daha en başından, tüm Avrupa da bilim adamı olsun olmasın herkesin
ilgisini çekti. Bu cisim bir kuyruklu yıldız olamazdı, çünkü kuyruğu yoktu. Bu
açıkça tanrısal bir olaydı. Astrolojik çabalar hızlandı, gökbilimciler gözlemlerini
ve yazılarını bu yeni ''yıldız'' üzerinde yoğunlaştırdı.
''Yıldız'' sözcüğü, bu yeni
olayın gökbilim ve evrenbilim açısından önemini vurgulayan anahtar sözcüktü.
Eğer gerçekten bir yıldız idiyse, değişmezliğine inanılan gökyüzü değişmişti.
Ve yine eğer bu cisim bir yıldız idiyse, Yer’i herhangi bir gezegen olarak
düşünmek daha kolay olacaktı. Yer'deki olayların zamanla değişir olma özelliği
gök olayları içinde geçerli olacaktı. Brahe ve çağdaşları içinde en yetkin
olanları, yaptıkları gözlemleri sonucunda, bu cismin bir yıldız olduğu
konusunda birleştiler. Ay ötesi bölgenin değişebilirliği, konusunda sürekli
yeni kanıtlar toplanıyordu. Bu kanıtları, Brahe’nin dikkatli bir biçim de
gözlemlediği kuyruklu yıldızlar sunuyordu. Kuyruklu yıldızlar ay küresinin
ötesindeydiler. Bunlar kristal kürelerin bulunduğuna inanılan bölgenin içinde
deviniyorlardı.
Brahe'nin ileri sürdüğü
savlar da çağdaşlarının tümünü inandıramamıştı. 17.yüzyılın ilk 10 yılı boyunca
Brahe'nin düşünceleri sık, sık saldırıya uğradı. Kopernik'e karşı yöneltilen
acımasız saldırılar bu kez de Brahe ye yöneltilmişti. Bu saldırılar, kuyruklu
yıldız ve novaların Yer – Ay arası bölgeye ilişkin olduğuna, dolayısıyla
gökyüzünün değişmezliğinin korunması gerektiğine inananlarca düzenleniyordu.
Zaman içinde Brahe uzlaşmacı teorileri ile çok sayıda gökbilimciyi Aristocu
dünya görüşünün yanılgıları konusunda ikna etti.
16. yüzyılın ikinci
yarısında, çağlar boyu bilinen olayların, anlamı ve önemi hızla değişti. Yeni
bilimsel düşünce akımına başvurmadan bu değişiklikleri anlamak olanaksızdı. Bu
değişikliklerin ilk temsilcisi Kopernik'ti. De Revolutionibus bir dönüm
noktasıydı ve bu noktadan geri dönüş yoktu.
Johannes Kepler - devrim hızlanıyor.
Kopernik'in ölümünden
sonra gökbilimine sunulan yeni sorunların çözümü, Brahe'nin kendinden 15 yaş
küçük, çalışma arkadaşı, Johannes Kepler (1571 – 1630 ) tarafından verilmeye
başlanmıştır. Paralı bir askerin oğlu olan Kepler Lutherci Kiliseye girmeye
niyet etmiş ve teoloji okumak için Tubingen'e gitmişti. Oradayken astronomiye
ilgi duymuş Kopernik teorisini kabul etmişti. Matematikte üstün yetenek
sahibiydi. Öyle ki Graz'daki meşhur Lutherci okulun matematik öğretmenliği
kadrosu boşalınca, teolojiyi bırakması ve bu görevi kabul etmesi için ikna
edildi. Bu onun meslek hayatının dönüm noktası olacaktı.
Kepler, yaşamı boyunca
Kopernik evrenini savundu ve bu dizgeye olan inancı hiçbir zaman sarsılmadı.
Yeni gökbilimin matematiksel savlarının tam gücü ilk kez Kepler'in
çalışmalarında gösterilmiştir. Kepler yazılarında, Kopernik’in kendi kuramının
zenginliklerinin ayrımında olmadığını, Güneş ve Dünya'nın konumlarını
değiştiren ilk yürekli adımdan sonra, dizgesinin ayrıntılarını geliştirirken
Batlamyus'a daha yakın kaldığını defalarca vurgulamıştır. Kepler, Kopernik’in
kitabındaki uyumsuzluk ve eski artıkların varlığının ayırımındaydı ve bu
durumdan rahatsızlık duyuyordu. Yer'in bir gezegen olarak yeni konumunu, diğer
gezegenler gibi Güneş tarafından güdüldüğü gerçeğini açıkça ve tam olarak
kullanıp, Kopernik evrenindeki uyumsuzlukları ortadan kaldırma görevini
üstlendi. Bu sırada baş gösteren dini zulümler, Kepler ve ailesini Graz'ı terk
etmeye zorladı ve nihayet Prag'a Tycho'nun yanına geldiler. Kepler 1600 da
Prag'a yerleşti. Ancak Tycho ertesi sene öldü ve Kepler onun yerine ''
İmparatorluk Matematikçisi '' tayin edildi.
Batlamyus dizgesinde
tüm gezegenlerin yörünge düzlemleri, Yer’in merkezinde kesişecek biçimde
oluşturulmuştu. Yer'in bu dizgede özgün bir konumu olmadığını savunan Kepler,
gezegenlerin yörünge düzlemlerinin Güneşte kesişmesi gerektiğinde diretiyordu.
Ayrıca Kopernik Yer'in yörünge basıklığını Güneş 'ten, diğer gezegenlerin
yörünge basıklıklarını da Yer'in merkezinden ölçmüştü. Kepler, Kopernik
evreninde tüm gezegen yörünge basıklıklarının aynı biçimde Güneş'ten ölçülmesi
konusunda da diretti. Bu yeni yöntem uygulandığında, görünürdeki yörünge
basıklığı değişikliklerinden bazılarının ortadan kalktığı ve hesaplamalarda
kullanılan bazı çemberlere gerek kalmadığı görüldü.
Yukarıdaki örneklerden
de görüldüğü gibi Kepler, Kopernik 'in matematiksel yöntemleriyle Güneş
merkezli evren görüşünün uyumunu sağlamaya çalışıyordu.
10 yıl süren çok uzun ve
başarısız deneme yanılma sonucunda Kepler, çemberler kombinasyonuna dayalı
hiçbir dizgenin, gezegen devinim sorununu çözemeyeceği sonucuna vardı. Daha
sonra bir rastlantı sonucu, uyuşmazlıkların da bilinen bir matematiksel yasayla
değiştiğine dikkat etti. Eğer gezegenler
eliptik yörüngelerde ve Kepler'in kendisinin bulduğu değişken hızlarla
devinirlerse, kuram ile gözlemler uyuşuyordu. Kepler bu sonuçları ilk kez 1609
yılında On the Motion of Mars
adlı kitabında yayınladı. Geze- genler
sorunu en sonunda çözülmüştü ve bu çözüm Kopernik evreninde yapılmıştı.
Kepler'in Birinci
Yasası, gezegenlerin basit eliptik yörüngelerde devindiğini ve Güneş'in bu
eliptik yörüngelerin iki odağından birinde konuşlandığını söyler. Kepler'in
İkinci Yasası her bir gezegenin yörünge hızının, gezegeni Güneş'e birleştiren
doğrunun eşit zaman aralıklarında, eşit elips alanı tarayacak biçimde
değiştiğini söyler. Tek bir geometrik eğri ve tek bir hız yasası ilk kez
gezegen konumlarını öngörmede yeterli oluyordu ve yine öngörüler ilk kez
gözlemler kadar doğruydu.
Kepler sarsılmaz bir yeni
Platon’cuydu. Basit matematiksel yasaların tüm doğal olayların temeli ve
Güneş'in de gökyüzü devinimlerinin fiziksel nedeni olduğuna inanı- yordu.
Gökbilime yaptığı kalıcı ve geçici katkılar, mistik yeni Platoncu inancın iki
özelliğini sergiliyordu. Kepler kitabının 4. bölümünde Güneş'i ''. Yalnız duran bu cisim, gezegenlerin
devinimlerinden sorumlu olabilecek denli saygın ve güçlüdür, tanrının tahtı
olmaya değer bir cisimdir '' olarak tanımlıyordu. Bu inanç, onun kendi araştırmalarında ve
özellikle İkinci Yasasını türetmede son derece önemli rol oynamıştır. Orijinal
olarak İkinci Yasa, gözlemlerden türetilmemiştir; yâda daha doğrusu, bu yasanın
türetilmesinde kullanılan veriler az sayıdaydı ve duyarlı olması gerekmiyordu.
Fiziksel önsezisi, gözlemlerden daha büyük rol oynamıştır. Kepler'in ters
uzaklık yasasının türetilmesi onun matematiksel uyuma olan inancının yanı sıra
Güneş'e olan inancını da sergiler.
Kepler 1618 yılında
Harmonice Mundi (Evrenin ahengi) kitabını yayınladı. Ona göre bu eser
başarısını tamamlamaktaydı. Gezegenlerin eliptik yörüngelerindeki hızlarıyla
müzikteki armoni arasında bir ilişki keşfetmişti. Her gezegenin en yüksek ve en
al- çak hızlarını bir müzik gamına bağlayabilmişti. Bu Kepler'in hayal gücünün
doruk noktasıydı. Bugün astronomi ve müzik arasındaki ilişki bilimsel açıdan
değerli bulunmamakla birlikte, müzik teorisi üzerinde çalışırken Kepler'in
yaptığı bir diğer keşfin değeri takdir edilmelidir. Bu her gezegenin eliptik
yörüngesini tamamlamak için geçen zaman ile o gezegenin Güneş'e olan ortalama
uzaklığı arasındaki oranın bütün gezegenler için aynı olduğunu gösteren
bağıntıdır. Bu bağıntının önemi; eğer gezegenlerin yörünge zamanları ( ki
bunları saptamak oldukça kolaydır ) ve gezegenlerden sadece birinin Güneş'e
olan ortalama uzaklığı bilinirse diğer gezegenlerin Güneş'e olan uzaklığını
hesaplamanın mümkün olmasından gelmektedir.
Kepler'in Prag'da geçirdiği
yıllar güçlüklerle doluydu, şehir kanlı isyanlara sah ne olmaktaydı. 1612 de
Linz'e göç etti 1627 yılında da yaşamını tamamlayacağı Ulm kentine gitti.
Nasıl ki savaşlar, zulüm ve
isyanlar Kepler'i sık, sık yer değiştirmek zorunda bıraktıysa, onun büyük
İtalyan çağdaşı Galileo Galilei'nin çalışmaları da kilise tarafından
engelleniyordu.
Galileo Galilei - Teleskop
Gökyüzüne çevrilince
1564 yılında Pisa’da, bağımsız düşünen bir besteci ve
müzikolog olan Vincenzo Galilei oğlu olarak doğan Galileo Galilei, sanata değer
veren ve yeni fikirleri Rönesans'a has bir hoşgörüyle karşılayan bir evde
büyüdü. Ailesinin Floransa ya yerleşmesiyle Galileo ünlü Cizvit manastır
okuluna gönderildi. 1578 de 14 yaşında papaz adayı oldu. Üç yıl sonrada
Galileo'yu Pisa Üniversitesi'nde tıp öğrencisi olarak görmekteyiz. Fakat tıpta
onun için cazip değildi; daha çok matematiği tercih etmekteydi. Pisa
kilisesindeki ayinler sırasında, avizenin salınım zamanını hesaplamak için
nabzını süreölçer olarak kullanarak sarkacın eşit zamanlı salınımlar yaptığını
da zaten tıp öğrencisi iken keşfetmişti. Diploma almadan Pisa Üniversitesi'nden
ayrıldı ve matematik, mekanik ve hidrostatik konularıyla uğraşmaya başladı.
1588 yılında Floransa
Akademisi’nde, coğrafya üzerine yaptığı matematik ağılıklı konuşmanın büyük
ilgi görmesi üzerine Pisa Üniversitesi matematik kürsüsünün başına getirildi.
Galileo o sırada 35 yaşında idi ve Aristo'nun hareket hakkında öğrettiklerini
gittikçe artan bir şekilde eleştirmekteydi. Yazdığı kitapçık Demotu da
(hareket) Aristo'nun iki cins hareket ( daha önceki çalışmamızda ayrıntılarıyla
incelediğimiz, zorlanmış ve doğal hareket ) arasında yaptığı farkı yıktı.
Galileo için bu iki hareket temelde aynıydı. Pisa'da hocayken eğik Pisa
Kulesi'nden aşağı değişik ağırlıklar attığı söylenir ise de, hikâyede
anlatıldığı gibi bu üniversite hocalarının önünde yapmamıştı. Ne şekilde olursa
olsun, Galileo düşen cisimlerin hareketini inceledi ve Aristo'nun teorisinin
aksine, hafif veya ağır bütün cisimlerin yere eşit zamanda düştüklerini
kanıtladı. Eğik düzlemler üzerinden aşağı doğru toplar yuvarlayarak, cisimlerin
düz yüzey üzerindeki hareketini inceledi, her ne kadar ulaşamamış olsa da,
ileride Newton'un Birinci Hareket Yasası olarak adlandırılacak yasaya yaklaştı.
Keşiflerin hepsi dikkate değerdi ama bu keşiflerin bir başka önemi daha vardı; Galileo
bunlara ulaşmak için, elde ettiği sonuçların analizinde matematiği kullanmıştı.
Başka hiçbir yöntem onun bu sonuçlara ulaşmasını sağlayamazdı. Gerçektende
matematiksel yaklaşımı o kadar etkiliydi ki 17. ve 18. yy.larda gelişecek olan
fiziğe damgasını vuracaktı. Onun '' matematiksel fiziğin babası '' olarak
adlandırılmasının sebebi de budur.
1609 yılında teleskop
yeni bir aygıttı; ancak ne denli yeni olduğu kesin olarak bilinememektedir.
Galileo, bir Hollandalı mercek kesicisinin, iki merceği birleştirerek uzaktaki
cisimleri büyüttüğünü duymuştu. Galileo’nun kendiside değişik kombinasyonlar
deneyerek gücü düşük bir teleskop yaptı. Daha sonra Galileo, o güne değin hiç
kimsenin yapmadığı bir şeyi yaptı; teleskopu gökyüzüne çevirdi. Her bir gözlem,
gökyüzünün yeni ve öngörülmeyen cisimlerini sergiliyordu. Teleskop, Güneş Ay ve
Gezegenler gibi tanışık olduğumuz gök cisimlerine çevrildiğinde bile, bu
cisimlerin bilinmeyen ve şaşırtıcı yanlarını ortaya çıkartıyordu. Galileo her
yeni köşede yeni yıldızlar keşfediyordu. Çıplak gözle bakıldığında gökyüzünde
solgun bir ışık lekesi olarak görünen Samanyolu gökadasının, sonsuz sayıda
yıldız topluluğu olduğu anlaşıldı. Teleskop öncesi çağlarda Samanyolu'nun tıpkı
kuyruklu yıldızlar gibi, Yer – Ay arası bölgenin bir gök olayı olduğuna
inanılırdı. Bir anda gökyüzü sonsuz sayıda yeni konuklarla dolmuştu. Bazı
Kopernik yanlısı gökbilimcilerin savunduğu dev boyutlardaki ( belki de sonsuz )
evren, artık daha akla yatkın görünüyordu. Bruno'nun savunduğu '' evrenin
sonsuz boyutlara sahip olması ve sonsuz sayıda uygarlık barındırmasına"
ilişkin görüşü, daha anlamlı olmaya başlamıştı.
Kopernik evreni
lehindeki tek, kanıtı yıldızlar oluşturmadı. Galileo teleskopunu Ay'a
çevirdiğinde; Ay’ın yüzünün kraterler, çukurlar, vadi ve dağlarla kaplanmış
olduğunu keşfetti. Güneş, Ay ve Yer'in göreli konumlarının bilindiği bir anda,
dağların kraterler üzerine düşen gölge uzunluklarını ölçerek, Ay’ın
çukurlarının derinliğini ve dağların yüksekliklerini hesapladı. Galileo Ay'ın
topografyasının Yer'inkinden farklı olmadığına karar verdi. Ay'ın teleskop
gözlemleri Yer ile gök bölgelerinin ayrımlı olduğunu savunan geleneksel görüşe
daha çok kuşku duyulmasına neden oldu. Bu kuşkular Güneş'in teleskop
gözlemleriyle daha da arttı. Güneş'te mükemmel görünüşünü yitirmişti. Yüzeyinde
kaybolan ve yeniden ortaya çıkan karanlık lekelerin Güneş diski üzerinde
deviniyor olmaları; Güneş’in dönme ekseni çevresinde döndüğüne işaret ediyor ve
Yer'in de kendi ekseni çevresinde döndüğü konusunda örnek oluşturuyordu.
Ancak en kötüsü bu değildi.
Galileo, Jüpiter’e baktığında bu gezegenin yakınında dört küçük ışık noktası
keşfetti. Yapılan gözlemler, bu ışık noktalarının konumlarının sürekli olarak değiştiğini
gösterdi. Bu etki ancak bu ışık noktalarının Jüpiter çevresinde sürekli ve
hızla dönmeleriyle açıklanabilirdi. Bu 4 cisim Jüpiter'in dört büyük uydusuydu
ve keşifleri 17. yy düşünce geleneği üzerinde büyük bir etki yapmıştı. Evren'de
olduğu gibi geze- genlerde de yenidünyalar vardı. Bu uydular Jüpiter'in
çevresinde dolanıyor gibiydi ve davranışları: Kopernik Evreni'ndeki Ay'ın Yer
çevresindeki devinimini andırıyordu. Bu nedenle Jüpiter'in uydularının keşfi
Kopernik Evreni' ne karşı çıkışların gücünü azaltmıştı; ancak güçlerinin
azalması saldırıları da beraberinde getirmişti.
Kopernik teorisini
doğrulayan bütün bu yeni kanıtlara karşın Galileo cesaret ve temkin arasında
bocalıyordu. Bu devrim yaratıcı buluşlarını derslerinde öğrencilerine
açıklayamadı. Yayınlarında yürürlükte olan teorilere saldırmadı. Yine de
gelenekçi kesimlerin sert tepkilerine yol açtı.
Biri Padua'da öteki Pisa'da
bulunan iki Profesör Galileo'nun sonuçlarını açıkça reddettiler. Pisalı Julius
Libri 1610 da öldüğünde teleskopla bakmayı hala reddediyordu. Galileo da alaycı
bir ifadeyle, hayattayken Jüpiter'in uydularına inanmayan Libri'nin
Cennete gitmek üzere yanlarından geçerken onlara inanabileceğini
söyledi. Aristo yanlısı bir gökbilimci, Galileo’ya olan nefretini şu
şekilde dile getirerek yayınladı:
'' Doğanın Medici adını ölümsüzleştirmek için Jüpiter'e dört uydu
verdiğine inanmamız beklenemez. Bunlar saçma fikirleri bizim uzun çabalar
sonucunda gök kubbe hakkında edindiğimiz kanaatlerden daha çok benimseyen
aylakların hayalleridir. Doğa bu tür korkunç karmaşalardan nefret eder; böyle
bir kendini beğenmişlik, gerçekten akıllı olanlara iğrenç geliyor. ''
Geleneksel görüş sahibi
inatçı kişilerin bu denli hiddetlenmeleri, Galileo’nun fikirlerinin
yanlışlığından emin olmaları değil, doğru olabileceği endişesinden
kaynaklanıyordu. Aristo yanlılarının gittikçe artan bu korkusu 1611 de
Venedik'te yayınlanan bir broşürde açığa vurulmaktadır.
'' Jüpiter'in bu uyduları gözle
görülemezler ve bu nedenle herhangi bir etkide bulunamazlar ve bu nedenle
yararsızdırlar ve bu nedenle var olamazlar. Ayrıca modern Avrupalılardan başka,
Yahudiler ve başka eski milletlerde haftanın yedi güne bölünmesini kabul
ettiler ve onlara yedi gezegenin adlarını verdiler. Şimdi biz gezegen sayısını
arttırır- sak bu güzel sistem bütünüyle yerle bir olur .''
Görüldüğü gibi, inanç ve bilimsel düşünce o ölçüde
birbirinin içine girmişti ki, sadece bir görüşten ibaret olan şeyler mutlak
gerçek sayılıyor, yeni bir düşünce, bu yerleşmiş inançlara karşı gelme olarak
algılanıyordu. Çevresindeki insanların öfke dolu protesto seslerini
yükseltmeleri üzerine Galileo arkadaşı ve destekçisi Kepler'e şunları yazıyordu:
Ne yapılabilir? ” ..sanıyorum ki, aziz Kepler, çoğunluğun akıl almaz
budalalığına gülmekten başka yapacak şey yok. Çalışmalarımı göstermeyi
önerdiğim; fakat tıka basa karnını doyurmuş bir yılanın tembel inatçılığıyla,
gezegenlere, Ay’a, teleskopla bakmaya yanaşmayan ünlü filozoflar için ne
dersin? Tıpkı yılanların kulaklarını tıkadıkları gibi, insanlar da gözlerini
gerçeğin ışığına kapatıyorlar.”
Padua Üniversitesi'nde uzun yıllar süren hizmeti
sırasında Galileo memleketi olan Toskana ve Floransa için büyük bir özlem
duyuyordu. 1610 yılında Grandük II. Cosimo'nun yazdığı davet mektubunda;
bilimsel çalışmaları için Toskana'nın, Padua'nın bulunduğu Venedik
Cumhuriyeti'nden daha uygun bir ortam sağlayacağını yazması üzerine daveti
kabul etti; ancak Venedik gerçek bir cumhuriyetti. Hükümdarlığı elinde tutan
Venedik Senatosu, Katolik Kilisesi'nin kutsal örtüsü altında bile olsa,
herhangi bir dış müdahaleye kesinlikle karşıydı. Buna karşılık Toskana özgür
bir ülke değildi. Hükümdarları olan Grandükler önemli konularda Katolik
Kilisesi'nin buyruğu altındaydılar. Galileo ilk bilimsel büyük eserine başlamak
üzereyken, Venedik’te iyi kötü sahip olduğu korumayı terk edip kendisini
Toskana'da tehlikeye açık bırakmakla çok önemli bir hata yaptı.
1610 yazında Galileo'ya
Pisa Üniversitesi'nin baş matematikçisi ve Floransa 'da ki Toskana sarayının
filozofu ve matematikçisi unvanları verildi. Bundan böyle sakin bir yaşantısı
olacağını, kitaplarını yazma fırsatı bulacağını, başarılarının keyfini
çıkaracağını ve teorilerini öğrencilerine anlatma olanağını bulacağını
umuyordu.
Evrenin doğası
konusundaki geleneksel kavramları altüst etmiş birisi için bunlar çocuksu
beklentilerdi. İnsanların dogmalarına hiç sakınmadan saldırmıştı; yaptıklarının
yanıtını verme yükümlülüğünden kaçınamazdı. Floransa'ya dönmesinden kısa bir
süre sonra, düşmanlarının onu alaşağı etmek için düzenledikleri ilk saldırının
etkisi kendisini gösterdi.
Pisa ve Floransa'da Galileo'nun Kirab-ı
Mukaddes'i sorgulayan bir heretik olduğu söylentisi yayılıyordu. Eleştirenlere
verdiği alaycı yanıtlar düşmanlarının safını daha da genişletti. Çok geçmeden
Pisa'da ki üniversite yetkilileri Galileo'nun teori veya keşiflerinin
öğretilmesini, onlardan söz bile edilmesini yasakladılar. Bunlara karşı
Galileo'nun tutumu ise alaycı ve küçük düşürücüydü. Düşmanlarının
bilgisizliğinin kendisi için en iyi hoca olduğunu; çünkü onların körlüğünün, keşiflerinin
doğruluğunu göstermek için kendisini daha çok deney yapmaya zorladığını
açıkladı.
Galileo bir bilimcinin
inandıklarını öğretme ve savunma hakkı için savaş veri- yordu. Kendisine karşı
kabaran gizli dalgaları fark etmesine karşın, keşiflerini gizlemeye ya da ifade
tarzını yumuşatmaya yanaşmadı. Aristo'nun değişmeyen evren kavramının yanlış
olduğunu gösteren kanıtları olduğunu ısrarla vurguladı. Bunun yanı sıra, modası
geçmiş teorileri değiştirdiği veya düzelttiği için pişmanlık duymadığını da
ifade etti. Doğanın , ''büyük
eserleri anlamamız için bize Aristo'ya verdiğinden iki bin yıl daha fazla
gözlem süresi ve yirmi kat daha keskin görme yeteneği verdiğini '' söyledi. Mantıksal olmasına
karşın bu açıklama düşmanlarını ikna etmedi; aslında Galileo böyle olacağını biliyordu.
Önemli bir keşiften sonra bir arkadaşına yazdığı mektupta, Aristo yanlılarının
hemen gökyüzünün değişmezliğini sürdürmek için büyük bir gayret içine
gireceklerini yazmıştı.
Toskana sarayında
verilen bir yemekte fizik profesörü konuklardan biri, hamisi Garandüşes
Christina’ya, Galileo’nun keşifleri doğru bile olsa, onlardan çıkardığı
sonucun, yani Dünya'nın Güneş çevresinde dönmesinin Kitab-ı Mukaddes'e aykırı
olduğunu söyledi.
Bu toplantıda olan Galileo'nun
dostu olan Keşiş Castelli durumu bir mektup la Galileo'ya aktardı. Üniversite
profesörlerinin, Galileo’nun heretik olduğuna kiliseyi ikna etmeleri halinde
mesleğinin sona ereceğini ikisi de biliyorlardı.
Bu olaya kadar Galileo,
inançları ile bilimsel çalışmalarının birbirini etkilemesine izin vermemişti.
İnancını içtenlikle benimsemiş olduğu halde, yaşamının iki alanını ayrı
tutabiliyordu. Cehaletin karanlığından gerçeğin ışığına doğru atılan her adım,
onun için tanrısal yaratıcılık ve irade inancını pekiştiren yeni bir nedendi.
Ancak Castelli'nin uyarısından sonra, inanç ve bilim arasındaki ilişki
konusundaki düşüncelerini ortaya koyması gerektiğini fark etti. 13 Aralık 1613
de Castelli'ye şunları yazıyordu.
“...Bana göre doğaya ilişkin kanıtlarımızın doğruluğunu göstermek için
kut- sal kitaptaki ayetleri zorlayıcı bir biçimde kullanmak akla uygun bir
yöntem değildir. Çünkü duyularımızın bize sunduğu kanıtlar veya başka bazı
kanıtlamalar ile sonradan bunların tersi ortaya çıkabilir. İnsanın anlama
gücüne kim sınır koyabilir? Dünyada bilinebilecek her şeyin halen bilinmekte
olduğuna kim bizi inandırabilir?”
Castelli'nin bu mektubu elden ele dolaştırmasıyla
ortalık yatışmış gibi gözüktü; ancak muhalefet tohumları kilisenin
derinliklerinde verimli topraklar bulmaktaydı.
Kilise topluluğunun
açıktan ilk saldırısı 1614 Aralık ayında gerçekleşti. Fransa'daki Dominik
Kilisesi'nde konuşan Rahip Thomas Caccini matematiği, Kitab-ı Mukaddes ile
tutarsız olduğu için devlete zarar verdiği gerekçesiyle kınadı ve kürsüden ez-
bere olarak;
Tanrı'nın Amorileri İsrail oğullarına teslim ettiği gün Yeşu, Tanrı
ile konuş- tu ve İsrail'in önünde şunu söyledi: Ey Güneş, Gibeon üzerinde
hareketsiz kal... Ve Güneş gökyüzünün ortasında hareketsiz kaldı.
Dolaylı olarak
Galileo'yu suçlayan Caccini'nin vaazı kısa sürede Floransa- 'da yayılarak
birçok kimse üzerinde şok etkisi yarattı. Galileo'nun vardığı sonuçların
Kitab-ı Mukaddes'e gerçekten ters düştüğü düşüncesi kabul görmeye başlamıştı.
Bilimci ise öyle olmadığını kendi mantığı ile şöyle açıkladı:
”...bize duyularımızı, konuşma yeteneğimizi ve
zekâmızı veren Tanrı'nın bunları biryana bırakmamızı istediğine; onun yerine,
bunların yardımı ile kendimizin bulabileceği şeyleri, özelliklede kutsal
kitapta hiç sözü geçmeyen bu bilimleri kendisinin öğrettiğine inanmanın gerekli
olduğunu sanmıyorum.”
Bunun
üzerine Caccini Roma'ya giderek Engizisyon’a, Galileo’nun azizlerle ve
mucizelerle, hatta Tanrı'nın kendisiyle alay eden bir kimse olduğunu anlattı.
Galileo'nun yalnız heretik olduğundan kuşkulanan kişilerle değil , - açıkça
Kepler'i ima ederek – Alman Protestanlarla bile mektuplaştığını söyledi.
Engizisyon üyelerini tahrik etmeyi becermişti. Galileo hakkında gizli
soruşturma başlamıştı.
Floransa'daki tepkiler
öyle güçlüydü ki Galileo Roma'ya gidip Kilisenin ileri gelenlerine kendi
konumunu, inanç ve fikirlerinin ana hatlarını anlatmaya karar verdi. 1615
Haziran'ında Roma'ya gitmeden altı ay önce, Castelli’ye gönderdiği açıklayıcı
mektubu genişletip resmi belge olarak Grandüşes Christina'ya gönderdi. Bu
yazıda, bir bilimci ve gerçek bir Katolik olarak konumunu açıkladı. Kutsal
Ruh’un, Kitab-ı Mukaddes yoluyla, insana göklerin nasıl hareket ettiğini
öğretmeyi değil, insanın göklere ( cennete ) nasıl gideceğini öğretmeyi
amaçladığını vurguladı. Belgesinin Roma'ya aktarılması halinde durumuna
yardımcı olacağını umuyordu.
1615 Aralık ayında
Galileo Roma'ya gitti ve çok geçmeden, ruhban sınıfının onayını sağlamak için
verdiği çabalar başarıya ulaşır gibi göründü. Galileo'nun etkili konuşma
yeteneği ona birçok hayran kazandırmıştı. Sözlü saldırılara karşı Galileo'nun
iyi silahlanmış olduğu gerçekti; ancak kendisine karşı gizlice örgütlenmeye
başlamış olan güçlere karşı hiçbir savunması yoktu. Sonunda Kardinal Bellarmine
'nin huzuruna çağırıldı. Kardinal’in, Kopernik’in teorisinin ''yanlış''
olduğunun saptandığını söylemesi Galileo'yu şaşırtmıştı. Bellarmine, Galileo’ya
Güneş’in, Dünya ve diğer gezegenlerin çevresinde döndüğü bir merkez olduğu
düşüncesinden vazgeçmesini öğütlüyordu.
Bu görüşmenin 1616
Şubat'ında yer aldığı anlaşılıyorsa da, tek resmi kaydı Engizisyon dosyalarında
bulunan bir nottan ibarettir. İmza ve noter damgası olmayan bu notta ifade
edildiğine göre, Kardinal’in konuşmasından sonra Engizisyon Genel Komiseri
ileri çıktı ve Galileo'ya '' Kutsal
Peder Papa ve Kutsal Divan'ın bütün üyeleri adına, sözü geçen fikirleri terk
etmesi ; . Onları her ne surette olursa olsun, yazılı veya sözlü olarak
benimsememesi, öğretmemesi ve savunmaması emredildi; aksi halde Kutsal Divan'ın
gereken işlemi yapacağı bildirildi; Galileo da bu emirleri kabul etti ve onlara
uyacağına söz verdi.''
Genel Komiser tarafından
verilen bu yasaklama tarihçiler için tükenmeyen bir bilmece olmuştur.
Galileo'nun herhangi bir şeyi '' kabullendiğini '' gösteren hiçbir kanıt yok-
tur veya gerçek olduğuna kesinlikle inandığı şeyi '' benimsemesinin,
öğretmesinin ve savunmasının '' yasaklandığını bildiğini gösteren herhangi bir
şey. Bazı tarihçilere göre, yasaklamadaki en önemli ibarelerin sonradan eklenmiş
olması olasıdır; aslına uygunluğunun onaylanmamış olması da böyle
açıklanabilir.
Galileo'nun daha sonra
yaptıkları, durumunun ciddiyetini kavrayıp kavramadığı konusunda kuşku
uyandırmaktadır. Kopernik yanlısı olduğunu '' herhangi bir şekilde ''
gösterdiği takdirde tutuklanabileceğini aklına getirmemişti. Gerçeğin – hatta
bilimsel gerçeğin bile – inanca ters düşmeyeceği konusunda Kilise'sini ikna
etmek için giriştiği savaşı kaybetmişti.
Roma Galileo'nun sonunda
boyun eğdiği, sözlerini geri almak zorunda bırakıldığı yolundaki söylentilerle
çalkalanıyordu. Bunları işitince Galileo; Kardinal Bellarmine 'den toplantıda
olanları anlatan bir demeç talep etti. Kardinal bunu hemen yerine getirdi.
Galileo'nun sözlerini geri almaya veya hatalı görüşleri için kefarete
zorlanmadığını, Kopernik teorisinin, Kitab
– ı Mukades'e ters düştüğü ve bu nedenle benimsememesinin veya
savunmamasının öğütlendiğini beyan etti.
Bu onay belgesi ile
Galileo düşmanlarını tekrar susturacağını umuyordu; hiç olmazsa Engizisyon'dan
işittiği azara karşın kilise onu bağışlamış görünüyordu; kabul edilmiş
doktrinlere ters düşecek bir şey söylemediği sürece kendi yoluna gitmesine izin
verilmişti. Ancak Engizisyon dosyalarında yatan imzasız not, sonunda başına
geleceklerin tohumlarını taşıyordu.
Roma'da bulunduğu sırada
Galileo enerjisini sadece tartışmalara yöneltmemişti. Gel – git olayı hakkında yazılar yazdı;
boylamları ölçmek için bir yöntem geliştirdi. Ancak sağlığı iyi değildi –
Hiçbir zaman iyi olmamıştı – ve sonunda yatağa düştü. Floransa'ya döndükten
sonra yıllarca yataktan kalkamadı ama mektuplaşmaya ve çalışmaya devam etti.
1623 yılında dostu ve
hayranı olan kardinal Maffeo Barberini'nin Papalığa seçilmesi üzerine Kopernik
teorisini serbestçe desteklemesini yasaklayan 1616 kararının geri alınması için
baskı yapmak üzere Roma'ya gitme kararı aldı ve dostlarının tüm uyarılarına
karşın 1624 de Papa ile görüşmek üzere yola çıktı. Papa uyarı cezasını
kaldırmadı ancak yeni bilimsel teorilerin isabetli ve zayıf yönlerini ortaya
koymasını önerdi. Şu koşulla ki; Galileo problemin çözülmemiş olduğunu,
Tanrı’nın onu insan kavrayışının ulaşamayacağı bir biçimde çözmüş olabileceğini
vurgulayarak yazısını bitirecek; teorileriyle Tanrısal kudrete sınır
getirmeyecekti. Galileo bu projeyi kabul etmedi.
Roma dönüşü uzun süredir
başlamaya niyetlendiği projesini, Büyük Dünya Sistemleri Konusunda Diyalog'u
kaleme almaya başladı. Bu kitaba başladığı zaman 60 yaşındaydı ve hastalığı
sık, sık tekrarlamasına rağmen, ondan sonraki beş yılının en üstün düşünme
gücünü ve en ustalıklı yazı yeteneğini bu cilde aktardı. Kitap Salviati (
Galileo fiziğinin savunucusu ) , Simplicio ( dogmatik bir Aristo yanlısı ) ve
Sagredo adlı kişileri tanıtıyor, onların ikna edici konuşmalarını konu
alıyordu.
Galileo kitabı yazma işini
1629 sonlarında tamamladı. Bu arada kilisede bazı değişiklikler olmuş; buda
Galileo’ya, kitabın basılma iznini hemen alabileceği konusunda umut vermişti.
Eski dostu Benedetto Castelli, Papa’ya matematikçi olmuştu. Bir başka dostu,
Niccolo Riccardi, Vatikan’a baş sansürcü olarak atanmıştı; metni sansürden
geçirebilirdi.
Galileo büyük umutlarla bir
kez daha Roma'nın yolunu tuttu. Kitabın müsvettesi okundu; ufak tefek
değişikliklerden sonra sansürcü onayı ile iade edildi. Galileo bütün olası
eleştirileri önceden yanıtlayan, hatta Papa'nın dikte etmiş olduğu sonuçları
içeren bir önsöz ile bir sonuç bölümü yazmıştı. Tam bu sırada Riccardi, metnin
düşündüğü kadar zararsız olmadığını ve basılmasına karar verildiği takdirde bir
tür suç ortaklığı olacağını fark etmeye başladı.
Galileo'nun metni alarak
Floransa'ya dönmesine izin verildiyse de baş sansürcü önsöz ve sonuç
bölümlerini alıkoydu. Böylece de kitabın basılması engellenmiş oldu. Bir yıl
süren uğraşmanın ve araya hatırlı kişilerin sokulması sonucunda kitap ancak
1632 Şubat ayında yayınlanabildi.
Kitabın Avrupa'da
yayılmasıyla bütün önemli bilim merkezlerinden, bilimcilerden, krallardan,
kitabı okuyup Galileo'nun yeni bilimindeki gerçeği ilk kez gören sıradan
insanlardan kutlamalar yağdı.
Diyalog her ne kadar
tarafsız ve objektif görünüyorsa da gerçekte Kopernik sistemi lehinde karşı
konulamaz bir tez ortaya koyuyor ve geleneksel teoriye öldürücü bir dar- be
indiriyordu. Almanya'da bir Cizvit astronomu ve meslektaşları, sansürcülerin
atlatılmış olduklarını kanıtlamayı başardılar.
Sansürcüler Diyalog'un basımına izin vermekle, yürür- lükteki öğretim
sistemine ve onu destekleyen makamlara istemeyerekte olsa onarılmaz bir zarar
verdiklerine ikna edildiler.
Yayınlanmasından kısa bir
süre sonra, Roma’dan kitabın basımının durdurulması ve stokta kalan bütün
kitapların Vatikan'a gönderilmesi için emir geldi. Basımcı ise bu emre
uyamayacağını, çünkü kitapların hepsinin satılmış olduğunu yazdı.
Galileo'nun dostları Papa
Urban’a, araya girmesi için ricada bulundular; ancak kendilerine, Papa’nın
bilimciye çok kızmış olduğu söylendi. Urban, Diyalog’daki Aristo yanlısı
Simplico'nun kendisinin bir karikatürü olduğuna inanmıştı. Öfke içinde
Galileo'yu kendisiyle alay etmekten korkmayan bir kişi olarak tanımladı.
22 Eylül 1632 de Floransa
Engizisyon üyesine Roma'dan gelen haberde
'' Galileo’ya, ekim ayı içinde Roma'daki Kutsal Divan Genel Komiseri'nin
huzuruna çıkmasını, Kutsal Divan adına bildirmesi '' isteniyordu.
Engizisyonunun eline
düşen diğer kişilerin başına gelenleri çok iyi bilen Galileo, her şeyi
olabildiğince ağırdan aldı. Doktorlar da yaşlılığını ve sağlığının bozuk olduğu
nu belirttiler. Dostları ve bazı resmi kişiler emrin geri alınması için
uğraştılarsa da bütün bu çabalar işe yaramadı. 23 Ocak 1633 de hasta bilimci,
Engizisyon’la yüzleşmek için bitkin bir halde yola çıktı.
Roma'ya vardığında,
mahkeme heyetinin kendisini çağırması için aylarca bekledi. Bu süre içinde
gözaltında tutuldu. Her ne kadar Cizvitler ve diğer din adamları onun bir
heretik olduğundan eminlerse de bunun kanıtı yoktu.
Diyalog sansürcünün
onayından geçmiş, istenilen bütün düzeltmeler yapılmış, bir Katolik ülkesinde
bu kitabın basılabilmesi için gerekli onay damgası da vurulmuştu. Görünüşe
göre, ona karşı bir suçlamayı kanıtlayıcı herhangi bir temel yoktu. Ancak günün
birinde Engizisyon dosyasını karıştıran birisi, 1616 tarihli o imzasız notu
buldu. Orada Galileo'nun bundan böyle Kopernik teorisini her ne surette olursa
olsun, yazılı veya sözlü olarak, benimsememeyi, öğretmemeyi ve savunmamayı
kabul ettiği yazılıydı.
Galileo, Kardinal
Bellarmine'nin orijinal uyarısında veya piskoposun açıklayıcı notunda ''…
her ne surette olursa olsun, yazılı veya sözlü olarak… '' sözcüklerinin
bulunmadığından emindi. Ayrıca ihtilaflı teoriyi benimsemekten ve savunmaktan
kaçınacağını kabul etmesine karşın ( ki Diyalog'ta ustaca kaçınmıştı ) onu
öğretmekten vazgeçmesinin istenmediğinden de emindi.
Engizisyon şimdi son darbeyi
indirecek olan araca sahip olmuştu. 23 Haziran 1633 de Galileo, 1616 daki
yasağı çiğnemekten suçlu bulundu. Ertesi gün konuşmacıların önünde diz çöktü;
önceden hazırlanmış olan özür dileme metnini titrek bir sesle yavaş, yavaş
okudu:
“ Ben Galileo, bütün Hıristiyan Cumhuriyeti'nde heretik günahların
karşısında olan siz Muhterem Kardinaller ve Genel Engizitörler Cenap'larının
huzurlarında diz çökerek ve önümdeki Kutsal Kitaba bakarak ve ona el basarak
yemin ederim ki, Kutsal Katolik ve havari Kilisesi'nin benimsediği, öğütlediği
şeylere her zaman inandım, inanmaktayım ve Tanrı'nın yardımıyla gelecekte de
inanacağım. Güneş'in Dünya'nın merkezi olduğu, hare- ket etmediği, arzın ise
Dünya'nın merkezi olmadığı ve hareket halinde olduğu yolundaki yanlış görüşleri
tümüyle terk etmem için Kutsal Divan tarafından verilen hukuki hüküm çer-
çevresinde, söz konusu yanlış doktrini, her ne surette olursa olsun, yazılı
veya sözlü olarak, benimsemeyeceğim, savunmayacağım ve öğretmeyeceğim.”
Mahkemenin
kendisini işlemekten suçlu bulduğu günahlarını, giderek zayıflayan, monoton bir
ses tonuyla tek, tek dile getirdi. Sözlerini geri almayı tamamlayınca –
mahkemenin gerçek amacı da buydu – çoğu kişinin sandığı gibi Galileo
hapsedilmedi. Floransa'ya dönmesine izin verildi ve orada ev hapsinde tutuldu.
Hareketleri sınırlanmıştı ve sürekli gözaltındaydı. Modern bilimin babası
sonunda düşmanlarınca aşağılanmıştı, ancak tam olarak boyun eğmemişti. 1638 de,
sonradan mekanik bilimini geliştirecekler için yol gösterici nitelikteki
eserini, Söylevler’i tamamladı. Bu kitap yalnızca düşen cisimlerin hareket
teorilerini incelemekle kalmıyor; ışık dalgaları, yanma, enstrümanların müzikal
ses vermek için yaptıkları titreşimi gibi konuları da ele alıyordu. Bu kitap
Katolik Kilisesi'nin yet- ki sınırları dışında, Protestan Hollanda’da, güvence
içinde basıldı.
1642 yılında, yetmiş
sekiz yaşına yaklaşırken öldü. Katolik Kilisesi yine de kararını gevşetmedi ve
Galileo belirsiz bir mezara gömüldü.
Galileo'nun yıllar boyu
süren çalışma ve mücadelesinin kendisiyle birlikte yok olacağına inanan
yandaşları yas tuttular. Galileo'nun İtalya'da öldüğü yıl içinde İsaac
Newton'un İngiltere'de dünyaya geleceğini önceden bilemezlerdi. Galileo
cisimlerin nasıl hareket ettiklerini keşfetmişti; Newton’da neden hareket
ettiklerini keşfedecekti. Bunu yaparken de Galileo'nun teorilerini, genel kabul
görecekleri bir noktaya kadar geliştirmiş, berraklaştırmış olacaktı.
Newton keşifleriyle ün
kazanırken, gerçekte, araştırma ve bilimsel keşif için – ve kuşkusuz büyük
selefi Galileo için – ölümsüz bir anıt dikiyordu.
Kopernik Devrimi
tamamlanıyor.
Isaac Newton
İsaac Newton 1642 yılının Noel gününde İngiltere'de,
Woolsthorope'de doğdu. Babasının ölümünden iki ay sonra, prematüre olarak doğan
bebek o kadar küçüktü ki ufak bir kupanın içine girebilirdi. Newton'un ailesi
orta sınıf çiftçiydi ve Isaac'ında bu geleneği sürdürmesi bekleniyordu. Ancak o
Galileo'nun da özelliği olan el becerisi ve icat etme dürtüsüne sahipti. Ancak
bunun dışında iki insan birbirine hiç benzemiyordu. Galileo yaşama sevinci ve
coşku dolu mücadeleciyken Newton büyük sırlarını savunmak için savaşmaktansa
onları kendine saklamayı yeğleyen, sessiz, sakin içine kapalı bir kişilikti.
Bir bilimci olarak üne kavuştuğu dönemde bile, deneylerinin sonuçları güçlükle
öğrenilebilir.
Keşiflerini ne zaman yaptığı
hiçbir zaman kesin olarak bilinemezdi.
Newton 1661 yılında
Cambridge'e girdi, o yıllarda İngiltere’de; daha önce İtalya'da Galileo'yu
tedirgin eden eğitim sistemi hala geçerliliğini koruyordu. Kopernik ve
Kepler'in teorileri göz ardı ediliyordu. Galileo'nun çalışmaları tanınmıyordu.
İnsanların çoğu, hala Güneş'in Dünya çevresinde döndüğüne inanıyorlardı.
Ancak İngiltere ve kıta
Avrupa'sında kurumların yeni teorileri kabullenmeye yanaşmamalarının olumlu bir
etkisi de oldu; geleneksel eğitim kuruluşları dışında özgürce çalışan bazı
bilimsel topluluklar kuruldu. Bu derneklerin kurucuları kendi aralarında,
ayrıca yurt içinde ve dışındaki benzer eğilim ve merak sahibi kimselerle fikir
alış verişinde bulunmak isteyen hocalar ve amatör bilimcilerdi. Önceleri '' görünmeyen
üniversiteler '' olarak algılanan bu kuruluşlar, çok geçmeden uluslararası
alanda yeni buluş ve keşifler için birer değiş tokuş merkezi olarak tanınmaya
başladılar. Örneğin Fransa'da Paris Bilimler Akademisi, İngiltere’de ise resmi
adı Doğa Bilimlerini Geliştirme Amaçlı Londra Kraliyet Derneği olan Royal
Society vardı.
Newton 1665 yılında
Cambridge 'den lisans diplomasını aldı. Ancak bundan bir yıl önce Londra'da
büyük bir veba salgını baş göstermişti, bu yüzden de üniversite 1667 yılına
kadar kapatıldı. Bu süreyi memleketi olan Woolsthrope'de geçiren Newton, daha
sonra bu yıllar için şöyle yazmıştı: İcat yapmak için en uygun yaştaydım ve hayatımın hiç- bir döneminde olmadığı
kadar matematik ve felsefeyle ( yani bilimle ) meşgul oldum. Onun optik
deneylerini yaptığı, ışık teorisinin temellerini attığı, gezegenlerin hareketi
ve kütle çekimi hakkındaki fikirlerinin esasları üzerinde çalıştığı dönem bu
dönemdi. Woolsthrope'da ki bahçede bir elma ağacı vardı ve elmanın yere
düşmesinin, ona gezegenler sorunsalının çözümü için gerekli ipucunu verdiği
şeklindeki hikâyenin doğru olması olasıdır. Cambridge'e dönüşünde, Newton
Trinity College'e kaydoldu ve 1668 yılında yüksek lisans derece- sini aldı;
ertesi yıl hocası İsaac Barrow matematik kürsüsünden ayrılarak yerini genç
öğrencisi Newton'a bıraktı.
Düşen elma, Newton’un aklına
şu soruyu getirmişti; acaba elmayı düşüren kuvvet, Ay’ı Yer'e doğru '' düşüren
'' ve onu Yer etrafındaki eliptik bir yörünge üzerinde tu- tan kuvvet
aynımıydı? 1684 senesinde Edmond Halley, gezegenler sorunsalını tartışmak için
Newton'u ziyarete gelmişti, bu ziyarette Newton Halley'i hayrete düşürecek
şekilde, gezegenleri eliptik yörüngede tutan ve Güneş ile gezegenler arasında
etkileyen kuvvetin '' kare ile ters orantılı '' yasaya uyduğunu ve bunu
ispatladığını söyledi. Halley'in bunu kitap olarak yazmasını ve Royal Society
de yayınlayacağını söylemesi üzerine, genellikle kısa adı olan Principia ile
tanınan Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri adlı eserini yayınladı.
Principia bir şaheserdi ve
bütün zamanların en önemli bilimsel eseri olduğu söylenmişti ve etkisi çok
büyük oldu; zira Newton, tek cildin içinde, hareket eden cisimler hakkındaki
bütün bilgileri o güne kadar erişilememiş bir matematiksel kesinlikle yeniden
yazmış, Kopernik’in başlamış olduğu ve Galileo'nun olgunlaştırmaya çalıştığı
şeyi tamamlamıştı. Newton'un üç '' hareket yasası '' daha sonra yapılan bütün
çalışmaların temelini oluşturdu. Newton aynı zamanda gezegenlerin uzaydaki
devinimleri konusunda iki bin yıllık astronomi problemini de çözmüş oldu.
Mükemmellik bakımından hayret verici bir matematiksel analiz aracılığıyla ,
''kare ile ters orantılı '' yasanın, elips şeklinde bir harekete nasıl sebep
olduğunu ve gezegenleri, Kepler’in Tycho'nun gözlemlerinden büyük dikkat ve
titizlikle çıkardığı yasalara uymaya nasıl zorladığını gösterdi.
Bu iki önemli başarı,
Principia’nın içerdiği her şey değildi. Güneş'ten etkileyen çekim kuvveti
manyetizma değil kütle çekimiydi (gravitasyon) . Newton, uzayda etkiyen bu
çekimin Yer'in Ay'a ve Ay yüzeyindeki her cisme uyguladığı çekim kuvvetiyle
aynı olduğu- nu kanıtlama yönünde cesur bir adım attı. Diğer bir ifadeyle,
evrensel kütle çekim kavramını teklif etti , - evrendeki her cisim, bir
diğerini çekmekteydi – ve böylece bütün evreni tek bir temel yasa altında
topladı. Artık gök cisimlerinin hareketleri için bir dizi yasa, yer- yüzündeki
cisimler için başka bir yasalar dizisi yoktu; fizik bilimi evrensel olmuştu.
Newton'un teorisine itirazlar
olduğunu söylemeye gerek bile yoktur. Ancak bu seferki tepkiler daha önce
Koper’in, Brahe’nin, Kepler’in ve Galileo'nun karşılaştıklarının tamamen zıttı
itirazlardı, özellikle, Descartes'in fikirlerine kuvvetle bağlı olan ve bu
seferde kütle çekiminin doğasını öğrenmek isteyen Fransız bilginlerden itiraz geliyordu.
Bu Newton'un yanıtlayamayacağı bir soruydu. Kütle çekiminin fiziksel cisimlerin
doğasından kaynaklanan bir özellik olup olmadığı sorulduğunda '' Rica ederim, bu fikri bana mal
etmeyiniz .'' şeklinde cevapladı. Söyleyeceği sadece şunlardı;
kütle çekimin '' uzaklığın karesiyle
ters orantılı '' olarak etki eden bir kuvvet olduğu, bunun tek başına
gökteki bütün hareketleri açıklamaya yettiği ve kendisinin daha ileri gitmeye
hazır olmadığı idi. Fransız çevreleri, böyle bir davranışın, ortaçağ
davranışına tehlikeli bir şekilde yakın olduğunu ve hiçte bilimsel
sayılmayacağını ileri sürerek getirdikleri eleştirileri pek de haksız
sayılmazdı.
Newton'un Principia'sı astronomide iki bin
yıldır süren bir dönemi sımsıkı kapatmıştı.
Principia'dan sonra Newton'a
verilen payeler birbirini kovaladı. 1703 de Royal Society'nin başına getirildi
ve bu pozisyonuna yaşamının sonuna kadar yeniden seçildi. 1705 de, ülkeye
yaptığı hizmetler nedeniyle Kraliçe Anne tarafından kendisine Şövalye unvanı
verildi. 1708 de Principia'nın ikinci baskısını onayladı; ölümünden bir yıl
öncede üçüncü baskısı yapıldı.
Aristo'dan yaklaşık 2000 yıl
sonra Dünya artık dönmeye başlamıştı. Bilimsel gerçeğin ışığına inatla
gözlerini kapatanlar sonunda yenilgilerini kabullenmiş görünüyorlardı.
İnsan aklı artık özgürdü;
Gerçekten artık özgür mü?
Newton’dan bu yana 310 yıl
daha geçti ama hala '' mükemmel tasarım
'' teorileri ortaya atılmıyor mu?
Kaynakçalar:
1. Bilim ve Gelecek Dergisi
2. ve 3. sayıları ( Nisan – Mayıs 2004 )
2. Thomas Kuhn, makalesi . Çeviren; Prof. Dr. Rennan Pekünlü
3. Bilim Tarihi - Tubitak Yayınları ( Kasım 2003
), Colin A. Ronan. Çeviren; Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu
4.
Galileo ve Newton evreni – Tubitak Yayınları ( Ağustos 2002 ), William Bixby.
Çeviren; Nermin Arık
5. Bilim Tarihi Yazıları;
Tubitak Yayınları ( 2000 ), Alexandre Koyre, Çeviren; Kurtuluş Dinçer
6. Yusuf Serin, Sunum makalesin den alıntı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.