Karmatiler


Karmatiler

İlk Ehlibeyt inancına sahip olan Hamat ( Hamdan ) Karmat tarafından İran Körfezinin güneyindeki Lasha’da  kendilerine özgü inancının ve ibadetinin serbestçe konuşulduğu yapıldığı miladi 874 yılında bir devlet kuruldu. Yaklaşık 150 yıl varlığını sürdüren bu devlet tamamıyla laikti. Karmatiler adı verilen yeddi kişilik bir meclis tarafından yönetilen bu devletin amacı, filozof Farabi’nin deyimi ile ‘’Gerçek akıl devletini,kardeşliğe ve eşit paylaşıma dayanan bir cumhuriyeti kurmaktı’’

Karmetilerin ilk isyanı Vasıt (Küfe) civarında Hamdan ile başladı. Sevad köylüleri arasında geniş bir şekilde yayıldı. Karmatiler bu hareketi yaklaşık on sene sürdürdüler. Bu arada Büveyd Sultanı Samsamüddev’le tarafından Küfe’yi istila etmek isteyen Karmatilerle giriştiği savaşta Karmatiler büyük kayıplar verdiler. İkinci Karmati hareketi (Miladi 890)  Bahreyn’de ortaya çıktı. Ebu Said el-Cenabı liderliğinde başlayan hareket (Miladi 899 ) İsmaililere bağlı olan kitleler tarafından desteklenerek bir hayli güç kazandı. Ebu Said zamanında Karmatilerin hakimiyeti altına giren Ahsâ ise müstakil bir devlet haline geldi. (Büyük İslam Tarihi III,287)
Karmati eylemlerinin en büyük merkezi durumuna gelen Bahreyn’de güçlü ve iktisadi bakımından başarılı ve dayanıklı bir devlet kuran Karmatiler, Fatimiler’den de büyük maddi ve manevi yardım alarak Bağdat’ta ikâmet eden Abbasi Halifelerine korkulu günler yaşattılar.

Babek’in ölümü (837) Hurremilerin gücüne vurulan ölümcül bir darbe oldu. Buna rağmen İran’ın batı eyaletlerinde 9. yüzyılın sonlarına kadar yaşamaya devam ettiler. Bunlar 9. yüzyılda büyük yükseliş gösteren Karmatiliği besledi. Hurremilerin büyük çoğunluğu Karmati oldular. Özellikle Babek-Hurremiliğin merkezi olan Badh sakinleri ve Jibal (Cebel) Kürtlerinin büyük bir bölümünü oluşturan Hurremiler toptan Karmatilere katıldılar. Eğer Karmati öğretisi İran’ın doğu ve güneyinde çok başarılı olduysa, bunu kısmen ülkeyi onlara hazırlamış olan Hurremilere borçludurlar.

Karmatiliğin kurucusu ve bu öğretiye adını veren Aşat oğlu Hamdan Karmat, Küfe yakınında Savad’da oturan bir yük taşıyıcı (hamal) idi. Kendisini yetiştiren Al-Huseyin al-Ahvazi (ölm. 865-6) adında bir İsmaili dai’siydi. Hamdan’nın ikinci ismi Karmat (Çoğul; Karamita) sözcüğü Arami kökenlidir ve ‘kızıl gözlü ve kısa bacaklı’ anlamlarına gelmektedir.
Karmat-Karamita, Grekçe gramma-grammata/gramma-grammata (yazı-yazılar) sözcüğünden geldiğini söyleyenler de vardır. Taberi’ye göre ise Arami kökenli bu sözcük, ‘gizli bilgi, gizemli bilgi öğreten’ demektir.

Hamdan Dava’yı Küfe çevresindeki köylerde, Irak’ın diğer güney kesimlerinde ve daha geniş bölgelere Dai’ler (duacı, çağırıcı, davetçi) göndererek örgütledi. Karamita diye anılan yandaşları hızla artmaya başladı. O zamanlar, Suriye’den yönlendirilen bir merkezde birleştirilmiş İsmaili Dava vardı. Bağdad yakınında Kalwadha’da karargaha sahip olan Hamdan, ilişkide bulunduğu merkezdeki önderlerin otoritesini kabul eder göründü ve asıl kişiliğini sır olarak sakladı. Hamdan Karmat’ın hızlı başarısına yardım eden en büyük neden, 14 yıl süren ve Abbasi yönetimini sarsan Zenci köle-işçilerin büyük ayaklanması oldu.

Karmatiler, Bağdad aristokratları ve daha çok aydınlar arasında gizli dernekler halinde örgütlenmişlerdi.
Karmatiler bir tür kommünistik ilkeleri toplum yaşamında uygulamayı denediler. Öyle ki, bazı çağdaş yazarlar onlara ‘İslam bolşevikleri’ adını takmıştır

Bahreyn’de Karmati Devletinin başında bir hükümdar bulunuyor ve halk altı kişilik bir meclis tarafından yönetiliyordu. Bunlar oruç tutmuyor ve namaz kılmıyorlardı. Bir kişi fakirleştiği veya borçlandığı zaman toplum fertleri tarafından yapılan yardımlar sayesinde eski haline gelebiliyordu. Bölgeye gelen bir zanaatkârın yerleşmesi için gerekli para derhal bulunuyor ve hatta fakirlerin evlerinin tamir masrafları devlet tarafından karşılanıyordu.Sözgelişi vergiler toplanıyor ve toplumun fertleri arasında ihtiyaçlarına göre bölünüyordu. (Boswarth,İslam Devletleri tarihi s.9)

Karmatiler Miladi 929 yılında Mekke’yi işgal ettiler ve Ehli Sünnet vel camaat yorumu ile İslamiyeti algılayanların kutsal saydığı kara taş ’Hacer”ül Esved’i’ alarak Lasha’ya götürdüler. Çünkü Hz.Muhammed, müşrikler zamanında yapılan bütün putları kendi eliyle yıkarak yok etmiştir, sadece Allah’a secde edileceğini Allah’tan başka hiç bir şeye tapılmayacağını, Allah’ında dünya’da en kutsal varlığının insan olduğunu Kuran’ı Kerim’de kendi varlığının ademde tecelli ettiğini açıkça belirtmiştir.
Karmatiler bu taşa tapmanın puta tapmakla eş anlamda bir davranış olduğunu, bunun dışında buraya hacca gelenleri engellemeye çalışmışlardır. Çünkü burayı Müşriklerin yaptığını ve onların tapınakları olduğunu iddia ediyorlardı. Emeviler döneminde başlayarak İslam’ın şartlarından biriymiş gibi gösterilen hac ibadetini de ortadan kaldırmış oluyorlardı. Sonuçta Karmatiler Hacer’ül Esved taşını uzun bir sure sonra Bağdat Halifesinin çok ricası üzerine tekrar götürüp Mekke’de yerine koydular.

Karmatiler öğretisi yedi dereceli tekâmül zincirini içermektedir. Örgüte üye olmak isteyen aday, bir yıl boyunca incelemeye alınmakta, uygun görülmesi halinde özel bir törenle, kabulü yapılmaktadır. Örgüte kabul edilenlere sonsuz itaat ve ketumiyet yemini ettirilirdi.

Birinci derecenin adı ‘Müminler’ derecesiydi. Bu derecede İslamiyet ve Kuran öğretilirdi. Karmatiler için semavi bir dini tam manasıyla bilmeyen kişi, bu dinin ötesindeki öğretileri anlayamazdı. Müminler derecesinden ikinci dereceye en erken iki yılda yükselebilirdi.

Dai; kelimesi Arapça; dua eden, duacı, çağıran anlamlarına gelmektedir. Üçüncü derece ‘Dai’ler derecesiydi. Sır saklama ve ketumiyetin öğretilerek, müritlere Muhammed ve ondan önceki yedi peygamberin yaşam ve görüşlerinin yanı sıra, tarikatın sırları da öğretilmeye başlanırdı. Marifet kapısı denilen bu dereceye haiz Dai’ler tarikata girmek isteyenler hakkında araştırma yapar, haklarında karar verirlerdi. Dai’lerin bir başka görevi de batıni İslamı bilmeyenleri bilgilendirmekti. Dai’ler kendilerden önceki iki dereceli müritlerden sorumluydular ve tam bir gizlilik içinde çalışırlardı. Mecalis el Hikme adı verilen toplantılarda tarikatla ilgili kararlar alınırdı. Mezhebe yeni giren müritler, bağlılık yemini ettikten sonra hiyerarşik örgütlenmede sır saklamak esastı. Mezheb öğretisi kitleleri değil tek, tek bireyleri hedef alırdı. Bu nedenle adaylar Dai’ler tarafından özenle seçilirdi. Ancak gerekli eğitimi almış, ahlak düzeyi yüksek kişiler mezhebe kabul edilirdi. Bir Dai’nin entellektüel düzeyi yüksek,dinler ve mezhepler konusunda bilgileri tam olmalıydı. Görev aldığı bölgenin dillerine hakim olmalıdır. Şii İsmaililiğin örf, adet, töre, kutsal değerlerini ve geleneklerini çok iyi bilmeliydi ki, onu yeterince temsil edebilsin. Hz.Muhammed’inde  İlim Çin’de ise git bul“ söylem ve ilkeleri doğrultusundan hareketle, eğitime büyük önem vererek müritlerin karanlıkta kalan beyinlerini aydınlığa yöneltmişlerdir.

Dai’lerin tamamı dönemin en üstün nitelikli, bilgili, donanımlı  insanları olmuşlar ve önemli felsefi eserler yaratmışlardır. İsmaili’likte ki gibi  aşamalı bir eğitim sistemi uygulanmış ve zahiri bilimlerden batini bilimlere dereceli bir yol izlenmiştir. Batini bilimlerin öğretildiği zamanın en önemli eğitim kurumu, Kahire’deki El Ehzer üniversitesi olmuştur.

Dördüncü derece ’ Dai’yi Ekber’ yani büyük Dai derecesiydi. Dai’yi Ekber olan müritlere  Baba’da’ denilirdi . Onlar tarikata girmeye hak kazanmışlardı. Daha sonraki yüzyıllarda Anadolu’daki Alevi ve Bektaşilerde (Babailerde) ’Baba’ unvanı bu eski geleneğe dayanmaktadır. Dai Ekber’ler tüm Dai’lerin başı durumundaydı. Mecalis el Hikme’lere başkanlık ederlerdi.

Beşinci derece ’Marifet Kapısı’ yolun gerçek sırlarının verilmeye başladığı dereceydi.
Altıncı derece, Hüccet adı verilen ’Hakikat Kapısı’ üyenin ulaşabileceği son dereceydi. Bu derece evrende var olan ikilik,Tanrının üçlü vasfı ve kâinatı meydana getiren dört büyük güç gibi batini doktrinin en önemli sırları verilir, tüm peygamberlerin diğer bütün din kurucuları gibi sadece birer kâmil insan oldukları öğretilirdi. Tanrısal nurun ’Işık’ olduğunun belirtildiği bu derecede ona ulaşmak için derece salikleri ( yol sürenleri ) ruhlarını arındırmak ve kâmil insan konumuna yükselmekle mükelleftiler. Tanrıya ancak kâmil insanların mükemmel bir yaşam sürdükten sonra,öldükleri zaman ulaşabileceklerine inanırlardı.

Yedinci derece en mükemmel bir dereceydi. Sadece Tanrının yeryüzündeki tezahürü olduğuna inanılan Evliyaların ve Enbiyaların bu dereceye yükseldikleri unvandır. Karmatilerin eğittikleri Dai’ler 909 yılında Tunus’ta  Fatimi devletinin kurulmasında kurucu önderliği yapan Ubeydullah bin Mehdi’ye en büyük katkıyı sağlamışlardı. Karmatiler de ilime ve sanatta çok önem verdiler. Bir zanaatçının Karmetilerin içine geldiğinde ona büyük para yardımı yapılırdı. Bu meslek sahiplerine Ahi denilirdi ve her Ahi’nin yanına çıraklar koyarak o insanları da zanaat sahibi yaparlardı. Hz.Ali bana “ Bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum ” mesajı Karmetilerin ilham kaynağı idi. Karmetilerde bir aile çok fakir düşerse ona yardımlar yapılır ve öbür ailelerin seviyesine yükseltirlerdi. Bu da gösteriyor ki eşit paylaşımı gerçekleştiriyorlardı.

Irak’ta Karmati komün devletinin temeli atılıyor

Irak Karmatileri, 880 yılına doğru sayıca oldukça artmıştı. Hamdan daha önce, Ali b.Muhammed al-Burkui’ye ittifak önerisi yaptıysa da, Zenci önderi olumlu bakmadı. Onlar tarafından Karmatilere 874-75’den sonra başvurular görüldü. Aslında olması gereken bu ittifak gerçekleşmedi. Karmati ihtilalci hareketi, politik güçsüzlüğü ve mistsizmin uyuşukluğu içinde memnuniyetsizliğin artmış olduğu İmami Şiiler arasında da geniş yandaş topladı.

Hamdan’ın başyardımcısı İsmaili-Şiiliğin en büyük Dai’lerinden  biri olan kayınbiraderi Abdan idi. Abdan (ölümü 899) aynı zamanda Karmatiliğin siyasal kuramcısıydı; Belagat adını verdiği kitabında gizli yedi derece yarattı ve onu uygulamaya girişti. Irak’da, Güney İran ve Bahreyn’de Zikravayh b.Mihravayh ve Abu Said al-Cenabi gibi Dai’ler görevlendirdi.

Yükselen Karmati hareketi, Zenci ( Farsça Zeng; Afrika kıtasının adıdır. Zengi ise Afrikalı demektir. Daha sonra bu zenciye dönüşmüştür ) ihtilalinden beri Güney Irak üzerinde tam egemenliğini kuramamış olan Abbasilerin dikkatinden kaçmaya devam etti. Hamdan (890-891’de), Karmatiler için Küfe yakınlarında bir toplu yaşama yeri olan Dar al-Hicra kalesini kurdu. Bağdad yönetimi 892 yılında , Küfe’den gelen bazı haberler temelinde yeni tehlikenin farkına varmaya başladı. Ancak Karmatilerin 897 yılındaki ilk başkaldırı hareketine karşı hemen önlem alınamadı.


Irak’ta neler oluyordu?
Hamdan ile Abdan ne yapıyorlardı?
Bağdad’ın ilgisizliği onlara yaramıştı. Aşağı Mezopotamya verimli olmasına rağmen çok sağlıksız bir bölgeydi. Çok sayıda geçici tarım işçisi çalıştırılmak üzere bu kesime çekilmişti. Hamdan ve Abdan çeşitli bölgelerden gelmiş ağır baskı altındaki köylüler arasında yandaşlarını hazır buldular. Komunal bir düzenin propagandasını yaparak, bu kötü koşullardaki tarım çalışanlarının sempatisini kazandılar. Hamdan ilk önce çeşitli operasyonlar yapabileceği bir üs alanı kurmayı tasarladı. Nuvayri ‘Nihayat al Arab’ adlı yapıtında bu üssü şöyle tanımlıyor:

“Bundan sonra bütün Dai’ler toplandı. Tüm gereksinmelerini sağlayacak bir yer sağlamaya karar verdiler. Burası onların saklanma-korunma yeri ve çeşitli bölgelerden gelmiş göçmenlerin (Karmatilerin) merkezi, toplandıkları yer olacaktı. Küfe çevresinde kırsal alanda bir yer seçtiler. Burası yüksek kayalık ve uçurumları bulunan bir yerdi. Buraya aşılması ve ulaşılması güç bir kale inşa ettiler. Genişliği 13.44 m. olan surların çevresinde geniş hendek vardı. Bu kale inşaatını çok kısa bir zamanda tamamlayıp, onun içinde çok büyük bir bina yaptılar. Heryandan gelen kadın ve erkekleri buraya yerleştirdiler.” Adına Dar al Hicra (Göçmenler Evi) denildi
. Yıl: Hicri 277 (891)

Hamdan komunal modele çok yakın, mükemmel bir ekonomik sistem geliştirdi. Hamdan’ın sayesinde Arab kabileler arasında İsmaili Şiiliği fazlasıyla yayıldı. Her yandan toplanıp gelen insanlar, büyük ve tek bir aile gibi buraya yerleşmeye başladılar. Hamdan mülklerden, koyunlar keçiler ve ziynetten gelen gelirleri toplamak için köylerdeki Dai’leri görevlendirdi. Bu toplananlar ortak hazineyi oluşturdu. Buradan giyinip çıplaklıklarını örtündüler. Harcamalar, duyulan ihtiyaca göre yapılıyordu. Hiç kimse yoksul değildi. Hiç kimse de bir diğerinden zengin değildi. Bütün erkekler, daha fazla üreterek daha fazla itibar kazanmak için çalışıyorlardı.

Kadınlar örgü ve dokumadan, çocuklar kuş bakımından kazandıklarını biriktirdiler. Sonra herkes kazançlarını getirip Dai’ye teslim etti. Hiç kimse kılıcından ve silahından başka bir şeyin sahibi değildi. Bu ekonomik siyasetle Karmatiler, pek çok gayri memnun kabileleri ve Mevali (yabancılar) kendilerine çektiler. Ana üs alanı olarak hizmet gören kalelerinden, Abbasi iktidarı kalelerine hücumlar yaptılar.
Babek’in ölümü (837) Hurremilerin gücüne vurulan ölümcül bir darbe oldu. Buna rağmen İran’ın batı eyaletlerinde 9. yüzyılın sonlarına kadar yaşamaya devam ettiler. Bunlar 9. yüzyılda büyük yükseliş gösteren Karmatiliği besledi. Hurremilerin büyük çoğunluğu Karmati oldular. Özellikle Babek-Hurremiliğin merkezi olan Badh sakinleri ve Jibal (Cebel) Kürtlerinin büyük bir bölümünü oluşturan Hurremiler toptan Karmatilere katıldılar. Eğer Karmati öğretisi İran’ın doğu ve güneyinde çok başarılı olduysa, bunu kısmen ülkeyi onlara hazırlamış olan Hurremilere  borçludurlar.

Abbasi Halifeleri Karmati’lerle başa çıkamadılar Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’tan yardım istemek zorunda kaldılar. Nitekim Melikşah,Türkmen reislerinden Artur beyi Ahsa ve Bahreyn bölgelerinde bulunan Karmati’lere karşı savaş açtı ise de başarılı olamadan geri döndü.Bu savaşta başarılı olamayan Artuk bey ikinci bir seferde Karmatileri yenerek çoğunu kılıçtan geçirdi. Kurtulanlarda Fatimilerin kontrolü altındaki topraklara geçtiler. (Miladi 1077)

Kaynakça:
1. Büyük İslam Tarihi
2.
Boswarth, İslam Devletleri tarihi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...