SOKRATES’İN FELSEFESİ
Sokrates’in felsefesini tek bir cümleyle özetlersek;
’’O karısıyla pekte
anlaşamayan ve bu yüzden Atina sokaklarını arşınlayan çirkin bir ihtiyardı.’’ diyebiliriz!
Sokrates’in felsefe tarihi bakımından önemi, insanı düşünce
ve davranışları arasında uyum, bütünlük, denge bulunan bir varlık olarak
görmesindedir. Ona göre bir bilgi varlığı olan insanın iç ve dış evrenini
aydınlatacak, ona bütün eylem ve davranışlarında kılavuzluk edecek yalnız
bilgidir. Bilgi ise insanla bağlantılıdır, onu anlamaya, bilmeye yöneliktir.
Başka bir değişle:
* Doğru bilgi doğru eylemi doğurur.
* Doğru bilgi insanın içinde mevcuttur.
Sokrates özellikle doğacı bilgelerin, felsefenin temel sorunu
haline getirdikleri evrenin varlığı, varlığın ilkeleri, töz (beden ), ana
madde, arkhe gibi konuları bir yana bırakarak insanı tanımanın gerektiğini
ortaya koymuştur.
Kendini Bil! Önerisinden yola çıkan bu görüşün ereği insanı bir tinsel
varlık olarak düşünmenin odağı durumuna getirmektedir. Bununla sağlanacak olan
bilgi de insanın dışında değil, özünde, anlıksal ( akıl ) yapısında bulunan
ilkeleri, temel öğeleri açıklamaya yarayacaktır.
Bütün sorunlar karşısında kuşkuya kapılmanın, görelilik
öğretisine saplanmanın gereği yoktur. Sokrates sofistler gibi ‘İnsan her şeyin
ölçüsüdür!’ diyerek – Protogoras - toplumsal değerlere karşı göreceli bir tutum
izlemeyi yanlış bulur. Çünkü insansı
ölçülerine dayanarak kavrayabileceği bir tümel doğru vardır. Bu doğrunun
bilgisi sanı (doxa) değil usa dayalı özü kavramayı sağlayan bilgidir (episteme).
Sokrates’in anladığı bilgi öğretimle aktarmakla, başkalarından
dinlemek yoluyla değil, eleştirel yönteme dayalı bir birlikte çalışmakla
sağlanabilir.
Bu bilginin temel ilkeleri, özünü kuran öğelerde, insanın
dışında değil, anlığında, düşünme yetisindedir.
Bu konuya çözüm getirebilmek için düşüncenin nesnel değeri
durumunda olan usa dayanmak gerekir. O “Ben
yalnız bir şey bilmediğimi biliyorum !“ derken bilginin edinilmesi için
usun aydınlığında araştırmanın, bilgiyi olduğu yerde bulmanın önemini
vurgulamıştı.
Sokrates’e göre bilmek için araştırmak önemlidir. Yöntemlerden
biri alay (ironie), öteki düşüncenin doğumunu sağlayan doğurtuculuktur
(marieutike). Sokrates kendi bilgisizliğini ortaya koyarak karşısındakinin
bilgisinden yararlanmak ister. Sonra onun ileri sürdüğü düşünceleri, karşıtları
gündeme getirerek bir, bir çürütür.
Bu durumda yapılacak işin birlikte araştırma olduğu sonucuna
varır.
Sonra doğurtucu eyleme geçilir. Bu eylemin tek özelliği insan
tini ya da anlığında uyur durumda bulunan düşünceleri, karşılıklı soru
sormalarla bilinç düzeyine çıkartmaktır.
Bu bölümde Sokrates’in
felsefesinin anlatımında Cemil Sena’nın Sokrates kitabı ağırlıklı olarak
kullanılmıştır. Ayrıca Sofie’nin Dünyasından da alıntı yapılmıştır.
Düşünce hayatında üç ayrı dönem yaşayan
Emmanuel KANT (1724-1804) da, Sokrates’den esinlendi. Zaten Kant’a göre
Sokrates bir “akıl ideali” idi. Kant, ikinci döneminde (1781-1790), dogmacılığa
karşı olduğunu belirtmek için geliştirdiği öğretinin adını “Eleştiri” koydu. “Numenler”
dünyasından, yani “anlaşılabilir” dünyadan bahsetti. Ahlâk anlayışının biricik
dürtüsünün “saygı” olduğunu söyledi.
Son dönemi (1790-1800) ise saldırma ve savunmanın birlikte olduğu bir dönemdir.
Tabiat ile ruhun (hürlüğün) bireşimini yaptı. Pratik akıl adını verdiği
kavramın, insan nefsinin isteklerine uyduğunu söyledi. Kuramsal akıl ise pratik
akıldan farklı olmakla birlikte, onunla uyum içerisindedir. Kuramsal akıl,
pratik aklın önündeki yolu açar. Kant bu kavramlarıyla farklı şeyler söylese
de, sanki Sokrates’in sorgulamalarını kuramsal hale getiriyor gibidir. Kant’a göre bilimin ilkeleri
nesneldir(somut). Bu nedenle akıl, metafizik(soyut) konularda değil, ancak
bilimsel alanlarda kullanılmalıdır. Kant gerçek bir ilkeye dayanan
gerçek bir felsefi birlik oluşturamadı. Kant’ta soyut olan felsefi birliği
gerçekleştirmek sonradan kendisini takip eden filozoflara nasip oldu.
Sokrates’in en büyük öğrencisi hepimizin
bildiği gibi Platon’dur.
Onu anlamak için;
Onda ruhun ölümsüzlüğünü ve hali hazırda
içinde bulunduğu bedenin hayatından önce bir başka bedende yaşadığı yönündeki
pythagorasçı unsuru, varlığın ezeli-ebedi, bölünmez, hareketsiz, bir olması
gerektiği yönündeki Parmenidesçi unsuru, insan ruhunda bir takım genel
kavramlar olduğu, bunların ve ancak bunların biliminin yapılabileceği yönündeki
Sokrates’çi unsuru özenle birbirinden ayırt edip Platon’un bu
unsurlara nasıl dayandığını görmek gerekir. Platon son haliyle bugün idealizm
olarak adlandırılan akımın öncüsüdür.
FELSEFE’DE bir dönüşüm.
Felsefeyi genel bir biçimde dünyayı, evreni açıklama çabası
olarak tanımlarsak genel olarak iki tutumun benimsendiği söylenebilir. Bunlardan
birisi idealizm diğeri ise diyalektik materyalizmdir.
Varlık ile düşünce arasındaki ilişkiler nelerdir?
Sorusuna ancak karşıt ve çelişik iki yanıt olabilir.
Felsefi idealizm maddenin düşünceden kaynaklandığını öne
sürer.
Materyalizm için düşünce maddeden kaynaklanır. Olgulara ve
deneylere dayanan bilimsel bir tutumla incelenmelidir. – Materyalist felsefe
için felsefe ‘’ Evrenin bilimsel açıklanışıdır. Bu bağlamda zaten fizik
biliminin sormuş olduğu sorudan başka bir soru soruyor denilemez. O halde başta
sorduğumuz ‘’ Acaba felsefi düşüncenin diğer insani faaliyet alanlarına ait
tarihlerinden ayrı bir tarihinin konu olabilecek ölçüde bağımsız varlığından
söz edilebilinir mi? Sorusuna bir
materyalistin verebileceği yanıt bellidir. Bu soruya verilecek yanıt aynı
zamanda felsefi görüşünüz açısından belirleyicidir. Diyalektik materyalizm, idealizmin
karşı tezi olması bağlamında felsefi olarak nitelendirilebilinir tarihin içinde
yer alır.
Onun ötesinde sosyolojik
bir olgudur. Bugünlerde felsefe dendiğinde çoğu kez akla daha ziyade metafizik
düşünceler ya da soyut kavramlar gelmektedir.
Ya da felsefe tüm olguları içeren bir biçimde genişleyerek
bilim ile özdekçi anlam içererek ele alınır. Felsefi olarak
nitelendirilebilinir olanın ise daha çok simgelerden esinlenme ve düşün
öğelerinin zihnimizde yaratıkları düşünceler bağlamında herhangi bir düşünce
akımının içerisine dahil edilebilirliği mümkün olmakla birlikte çoğu kez
kişiseldir. Zira çok sayıda farklı görüş ortaya çıkabilmektedir. O halde
felsefeyi bir konuya bakış biçimi olarak yorumlarsak şüphesiz onu içerisinden
geçirebileceğimiz süzgeç görevinin ötesinde olamayacaktır.
Onun dışında felsefenin bu alışverişten daha karlı çıkacağı
ve çıktığı açıktır. Thales, Pythagoras, Öklid gibi çeşitli ekollerden gelen
üstatlar öğretilerinin soyutlanmış ve aklın süzgecinden geçirilerek halka
açıklanmış biçimleriyle şüphesiz felsefenin önemli taşları olmuşlardır.
Royal Society gibi kurumlardan gelen filozofları da bunlara
ekleyebiliriz belki.
Yeniden İdealizm ve diyalektik materyalizm konusuna dönersek:
İdealizmde salt Tanrı ( tin - ruh ) maddenin yaratıcısıdır. İdealist
felsefenin dolaysız sunumu eğer bir ateistseniz dindir. Berkeley idealizminde
ulaşılan son noktaya göre bugün maddenin varlığı bile yadsınması gerektiği ön
plandadır.
Lenin Berkeley için modern idealistler onda bulunamayan
hiçbir kanıt ortaya koyamamıştır der.
Diderot körler üzerine mektubunda karşı savaşını verirken onu
fazlaca önemsemek zorunda kaldığımız gülünç bir durum olarak tasvir ederken
idealistler onu filozofların kafalarındaki bir maddi tözün varlığına olan
inancı ebediyen yıkacak teori olarak söz eder. Berkeley’e göre dokunma görme
gibi duyumları bize verdiği için maddenin varlığına inanmak saçmadır. Şeyler
vardır. Bu kesindir ama bizde, bizim ruhumuzda ve şeylerin ruh dışında hiçbir
gerçekliği yoktur.
Buna karşı tez, her şey ancak bizim aklımızda var ise öteki
insanların varlığı sorunu çelişkiye yol açarak tekbencilik konumuna yol çıkmazına
çıkar der.
İdealist Felsefe:
Ruh maddeyi yaratır, şeyler ise düşüncelerimizin yansımasıdır
der.
Materyalistler ise:
Tini (ruh) yaratmış olan dünyadır, özdektir (madde), doğadır.
Tinin ( ruh) kendisi, maddenin en üstün
bir ürününden başka bir şey değildir der. Yani varlık bizim düşüncelerimiz
dışında var olan şeylerdir. Var olmak için tine (ruh) gereksinme duymazlar. Ölümsüz
ve bedenden bağımsız bir tin yoktur der. Demokritos; atom kuramıyla evrenin ilk
materyalist açıklanışını yapmıştır. Engels; evrenin oluşumunu töz ile açıklayan
antikçağ filozoflarını da bu sınıfa sokar.
O halde materyalistlere göre özdek (madde) nedir?
Madde zaman ve uzay içinde vardır, madde hareket halindedir,
Hareket maddenin var oluş biçimidir. Evren hareket halindeki maddedir. Salt tin
(ruh) fikri anlamsızdır çünkü uzayın ve zamandan başka bir şey içinde hareket
edemez. O halde tin (ruh ) özdeke
(madde) bağımlıdır. Evrenin bir başlangıcı ve sonu vardır.
Bu bağlamda modern bilimin doğuşunda insanların doğaya egemen
olma isteği, hem de onu anlama arzusunun sonucudur.
Diyalektik Materyalizm
ile ilgili alıntılar Georges Politzer’in Felsefenin Başlangıç ilkeleri isimli
kitaptan alıntıdır. Aslında genel bağlamda sunudaki felsefi bakış açıları
anlatılırken o görüşün doğruluğunu kabul etmiş düşünürlerin düşünceleri temel
alınmıştır.
Felsefe evrenin bilimsel açıklanışı ise bilim nedir?
Bilimi niteleyen şeylerin başında bilimin olgusal olması
gerekmektedir. Bilimde hiçbir teori gözlem ya da deney sonuçlarına dayanılarak
kanıtlanmadıkça doğru kabul edilemez. Her olgu kendisinden önce yer alan başka
olgulara bağlı olarak ortaya çıkar. Nedensiz olgu yoktur ve bu neden doğanın
içinde mevcuttur. Buradan hareketle bilim herhangi bir olgunun açıklanışını
biçimini o olguyu oluşturan koşullara başvurarak yapar. Bilim gözlem konusu tüm
olguları zaman ve uzay içinde kabul eder. Böylece birtakım bilim konusu
olamayacak doğadışı nesnelere yönelmekten uzaklaştığı gibi bu gibi çalışmaları
bilimsel kabul etmez. Bilim var olan her şeyin bir miktarla var olacağı
olgusuna bağlıdır. Bu nedenle bulgular nicelik bakımından dile getirilir. Birbiriyle
çelişen iki önermeyi doğru kabul etmez.
Peki, bilimin kanıtlamadan kabul ettiği bir şey var mıdır? Çok ilginç bir şekilde
bu sorunun yanıtı evettir. Dünyanın yapısı öyle bir kuruludur ki, belli bir
başlangıç noktanız yoksa hiçbir sonuca ulaşamazsınız. Fakat bunu bilincinde
olan bilim bu kabullerin miktarını en aza indirmiştir.
İki temel kabulü vardır.
1- Dış dünyanın gerçekliğine inanmak.
2- Dış dünyanın araştırma, gözlem ve deney yoluyla
anlaşılabileceğini temel almaktır.
Diğer bilgi alanları ise bu iki noktayı kanıtlamadan kabul
etmeye ya yanaşmaz ve böylece hiçbir bilgiye ulaşılamayacağını savunur ya da
daha fazla kabuller yapmak zorunda kalır. Sonuç olarak bugün zamanın var olduğu
bilimsel olarak kanıtlanabilmiştir. Neye göre madde ve uzamın varlığına bağımlı
olarak. Bu bağlamda bu bizi maddenin var olup olmama sorununa taşır.
Ay’ın yerinin bilimsel
tarifi ancak başka bir gezegen referans verilerek yapılabilinir. Dünyaya göre
uzaklığı cevabı kaçınılmaz olarak o halde dünya nerededir sorusu ve onu güneş, güneş
sisteminin yeri sorgusu izleyecektir. Sorun nereden geldiğimiz ve nasıl
başladığımız sorununa takıldığında başladığımız noktaya dönmüş oluyoruz. Belki de
Nietzche’nin de dediği gibi “Ttüm başlangıç ve son problemleri kaçınılmaz
olarak metafiziktir”.
Diyalektik materyalistler ( özdekçiler) canlı hücrenin gelişiminin
bulunuşu, Enerjinin dönüşümünün bulunması ve insanın ile hayvanda evrimin
bulunuşunun kendi savlarını desteklediği görüşündedir. Şeyler çemberimsi spiral
bir gelişme gösterirler. Bu sarmal gelişmeyle başlangıca dönmeden evrim
gösterirler. Bu gelişmeyi hareket ettiren otodinamizmin çelişki yasalarıdır.
Şeyler kendi karşıtlarına dönüşür.
1-
Yadsımanın yadsınması.
2- Karşıtların birliği,
3-Nitelikten niceliğe
geçiş ile tez – karşı tez ve sentez oluşur.
Buna karşı İdealizm bilimin organik maddenin en temel
yapıtaşlarına ulaştığı bir evrede araştırmaların bize tek bir hücrenin bütün
bir sistemin tasarımını taşıdığına dair kanıtlar sunarak big bang’den
başlayarak hidrojenin ilk dönüşümüyle birlikte maddenin içinde potansiyel bir
tasarımın bulunmuş olması gerekliliğini iddia eder.
Peki, hangisini seçmeliyiz?
Alice Harikalar Diyarında isimli roman ünlü bir matematikçi olan Lewis
Caroll’un kızını eğlendirmek için yazdığı bir öyküdür. Bu öyküde Alice;
Harikalar Diyarını gezerken kendisini ikiye ayrılan bir yolda buluyor. Sonunda
bilge Cheshire kedisiyle karşılaşıyor.
Alice:
Deli insanların arasına gitmek istemiyorum.
Cheshire Kedisi: Bunun sana pek bir yararı yok. Hepimiz
burada deliyiz. Ben deliyim. Sen delisin.
Alice: Benim deli olduğumu nereden biliyorsun?
Cheshire Kedisi: Öyle olmalısın. Öyle olmasaydın buraya
gelmezdin.
Alice: Buradan gitmek için bana hangi yolu
izlemem gerektiğini söyler misin?
Cheshire Kedisi: Nereye gitmen konusunda iyi bir
anlaşamaya bağlı bu.
Alice: Neresi olduğunun önemi yok!
Cheshire Kedisi: O zaman hangi yol olduğunun da bir
önemi yok.
Alice: Sonunda herhangi bir yere varsın da.
Cheshire Kedisi: Elbette varacaksın. Eğer yeterince
uzun yürürsen.
Bu bir bağlamda
sofistlerin Sokrates’e sorduğu: ‘’Ne
aradığını bilmiyorsan onu nasıl bulacaksın(?) eğer oldu da bulursan o zaman
onun aradığın şey olduğunu nereden bileceksin(?”) sorusuna benzer. Platon bunu ‘ruhun ölümsüzlüğü’ ile cevaplandıracaktır. En kötü şey
çekimser kalmaktı.
Neyse şimdilik konunun kavramsal yönünü bırakıp gene
Sokrates’e dönelim ve konuyu kapatalım. Şüphesiz
matematikçi olmayan bu kapıdan içeri giremiyor.
Sokrates’in felsefesini tek bir cümleyle özetlersek.’’O karısıyla pekte anlaşamayan ve bu yüzden
Atina sokaklarını arşınlayan çirkin bir ihtiyardı.’’ İnsanlık bundan
binlerce yıl sonra bile teknoloji ne kadar ilerse ilerlesin çok eski zamanlarda
var olmuş Atlantis adında onlardan daha gelişmiş bir uygarlığın varlığını
anacaklar ve yok oluşundan söz edecekler. Yine binlerce yıl sonra bile Sokrates
hiçbir şeyi bilmediğini bilen biri olarak birilerinden daha bilge biri olarak
varlığını sürdürmeye devam edecektir.
SONUÇ: Sokrates’in benimsediği kurama göre, tinde (ruh) bütün
insanlar için geçerli olan ‘’ Ortak doğrularda
‘’ saklıdır. Yapılacak
iş bu doğruları bulundukları yerden yüzeye çıkartmak, - bilinir duruma getirmektir! İşte bilginin oluşması budur.
Sokrates’in savunması onun mahkemedeki son sözleriyle sona
erdi.
Ancak davası öyle gözüküyor ki henüz sona ermemiştir.
Kuşkusuz bilgiliyi anlamlandırmak isteyen birileri hep var olacaktır.
Kaynakça;
1. Sokrates öncesi Yunan Felsefesi ile
ilgili bu bölümde ağırlıkla Ahmet Arslan’ın İlkçağ Felsefe Tarihi kitabının ilk
cildi kaynak olarak alınmıştır.
2.
Sabir Yücesoy, SOKRATİK KONUŞMA METODLARI kitabında:
(Ficthe’nin çabalarıyla özellikle
Almanya’da Sokratik Metodu eğitim sisteminde deneme üzerine çalışmalar
olmuştur.)
3. Tolga Yıldırm’ın sunusundan
teşekkürlerimle alıntılar yapılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.