TASAVVUF VE MİTOLOJİDE ATEŞ
Ateş ile ilgili Özdeyişler.
“ Ateş ile barut bir arada durmaz.” Anonim
“ Ateş düştüğü yeri yakar.” Anonim
” Çabucak koca bir ateş yakmak isteyenler, cılız samanları tutuşturmakla işe başlarlar “ ( Shekespare)
” Ateş kenarı kış gününün lalezarıdır “ ( Enderunlu Vasıf )
“ Ateş düştüğü yeri yakar.” Anonim
” Çabucak koca bir ateş yakmak isteyenler, cılız samanları tutuşturmakla işe başlarlar “ ( Shekespare)
” Ateş kenarı kış gününün lalezarıdır “ ( Enderunlu Vasıf )
Ateş veya Od [1],
yüksek sıcaklık ve alev veren hızlı yanma olayı.
Ateşin oluşması için
yanabilen bir maddenin tutuşma sıcaklığında oksijen ile temas etmesi gerekir.
Yakıt ve oksijen
var ise ve biri biriyle ilintili ise sürekli yanma olur. Bir ateşin
söndürülmesi, yanmaya neden olan elemanlardan yakıt ve oksijenin
yok edilmesi, sıcaklığın düşürülmesi ile olanaklıdır.
Herhangi bir maddenin
yanabilirliği kimyasal bileşime ve fiziksel duruma bağlıdır. Eğer oksijen
kaynağı hava ise, herhangi bir yanıcı gazın molekülleri hava içine girer ve
havadaki oksijen moleküllerine temas eder. Tutuşma sıcaklığına erişince de bu
gaz yanar.
Eğer yanıcı sıvı ise ilk önce
buharlaştırılmalı ve tutuşma sıcaklığındaki bu buhar oksijen ile karıştırılmalı
ki, yanma gerçekleşebilsin. Katıların yanması için ise sıvılaştırılmalı veya
buharlaştırılmalı veya hiç olmazsa geniş bir yanma yüzeyi meydana getirmek için
küçük taneciklere ayrılmalıdır. Fakat katı, gözenekli ise öğütme şart değildir.
Bütün katılar, elverdikçe en küçük taneciklere ayrılırsa, oksijen ile temas
eden toplam katı yüzeyi çok olacağından şiddetli yanar.
Çok şiddetli ateşler,
yanabilen tozların (zerreciklerin) hava ile karışımından elde edilir.
Örnek; kömür ve metal
tozlarının yanması gibi. Magnezyum tozları gerekli oranda hava ile karıştırılıp
tutuşma sıcaklığına getirilirse, göz kamaştırıcı parlak bir alevle yanar.
Maddeler tutuşma sıcaklığının
altında oksitlenir. Fakat maddelerin yanabilmesi için tutuşma sıcaklığına
yükseltilmesi gerekir. Bu sıcaklığın üzerinde paslanma (oksidasyon) ısısı
yeteri kadar hızlı yayılmaz ve yanmamış yakıtta oksidasyonun olduğu bölgeye
yakın alanı yanma sıcaklığına yükseltir. Çok ince parçalara ayrılmış maddeler
hariç olmak üzere, katıların yanma sıcaklığı sıvılarınkinden daha yüksektir.
Genellikle sıvılar kaynama noktasının düşüklüğü oranında parlayıcıdırlar.
Ateş, etrafındaki havayı
ısıtır ve onun genişleyerek yükselmesini sağlar. Bunun sonucu olarak da
uzaklardan buraya soğuk hava akımı başlar. Bu meydana gelen akım nedeniyle
sürekli ve yeni oksijen elde edilmektedir. Böylece ateşin yanması sürekli olur.
Hatta ateş, büyük şehir veya orman yangını halindeyse, bu hava akımı önemli
hızda rüzgar bile meydana getirir.
Tarihi
Ateşin denetim altına
alınmasından bilinçli üretimine geçmesi yüz binlerce yıl alan büyük bir
adımdır. İsrail'de,
Şeria Nehri
kıyısında bulunan kalıntılar, insanın 790 bin yıl önce ateş ürettiğini ve kullandığını
göstermektedir.[2][3]
Ateşin yakılabileceği
düşüncesini uyandıran ilk kıvılcımın, çakmaktaşını piritlere sürterken mi,
yoksa ağaç içinde delik açmaya çalışırken mi çaktığı bilinmemektedir.
Avrupa'daki Neolitik yerleşim bölgelerinde çakmaktaşı ve piritlerin yanı sıra
ateş delgileri de bulunmuştur. İlkel toplumlarda en yaygın ateş yakma yöntemi
sürtmeydi. Bambudan yapılmış küçük bir tüp içindeki havanın sıkıştırılmasıyla
ısı ve ateş üreten ateş pistonu Güneydoğu Asya, Endonezya ve Filipinlerde
geliştirilip kullanılan karmaşık bir aygıttı. Bundan tümüyle bağımsız olarak
1800'lerde Avrupa'da da metalden bir ateş pistonu geliştirildiği bilinmektedir.
İngiliz kimyacı John Walker, içinde fosfor sülfat bulunan ve sürtülünce yanan
kibriti 1827'de icat etti. Modern teknoloji ve bilim tarihi, büyük ölçüde
ateşten sağlanarak insanoğlunun kullanımına sunulan enerji toplamındaki sürekli
artış olarak nitelenebilir. Enerji üretimindeki artışın büyük bölümü hem
miktar, hem çeşit bakımından ateş kullanımının artmasıyla sağlanmıştır. Atom
enerjisinin denetim altına alınması, ateş kullanımında atılan son adım
sayılabilir.
ATEŞ SALAN TANRIÇALAR
Hint-Arice: İndra, elinde parlak ışıklı
asasıyla dağlar Tanrısı “Sonsuz ışık ülkesine süzülüp uçanlar’ın” yeri,
yurdu olarak görülürdü. Yüksek dağlar, tepeler daha tarihin pek çok
döneminde başlayarak hep kutsal kabul edilmişti. Ve yüksek dağlar kutsal
ruhların barınağı olarak görülüyordu. Pek çok halkın inançlarında yüksek dağlar
“ateş salan”, “ateş çıkaran” volkan
püskürten, ateş gibi yakan, ışık ışığın kaynağı olarak görülmüş ve yüksek dağlar
“ateş salan” tanrıçaların yurdu ve tanrıçanın kendisi kabul edilmiştir.
Ahura Mazda Hara Dağının tepesine çıkmıştır.
İbranili
Hz. Musa Sina dağına, Hz. Muhammed de vahi almak için dağa mağaraya gitmiştir.
Dağın
kutsallığı nerden geliyordu?
Neden
dağlara gidiyorlardı?
Anadolu
da bile bu gün bütün uluların, evliyaların mezarları, yatırları dağların
tepelerindedir.
Elinde
şimşek ve yıldırımla Zeus da Olimpus dağında oturuyordu.
Kafkas
Nart mitolojilerinde ateşi devlerden çalan Sosrukua da dağa gitmiş ateşi
devlerden çalmıştı. Devlerde dağlarda oturuyordu. Zaten Sankristçede de ‘dev’
tanrı demekti.
Dağlarda
yaşıyordu.
Neden?
İbranice
“tepe” ‘har’ anlamındadır. Batı Anadolu’da uzun süre yerleşik kalan Luviler’in
dilinde: Levi yada Luvi Latince. akarsuda yıkanmak, dökülmek anlamındadır.
Almanca, çığ, İngilizce bol ve taşkın, Levo ise Latince yükselmek, yükseklik,
çıkıntı, Levo-Lev, ayrıca Leo aslan anlamında da kullanılmaktadır. Yüksek
dağları ve bu çıkıntıları, bu dudakları, tepeleri, çığları, taşkınlıkları-selleri-
ifade etmek için kullanılan, dağlar, tepeler “Ateş gibi öfken daha ne kadar
sürecek?”denilerek dağların ateş salması, öfkesi ifade ediliyordu.
Havai
yerlilerinin dilinde yanar dağa, Tanrıça denirdi. ‘Tanrıça Pek’ idi adı bu
yanardağın.
Hindistan’da
da ‘İndra!, Tanrıça demekti. Ateş salan tanrıça demekti. Ve İndra aynı zamanda
bir dağdı.
Zerdüştler
İran’da ateşe taparlardı. Ateş dağların tepesinde yanardı. Burada dağlar yüksek
dağlar, ateş salan, ışık, ışığın oğlu, ateş, ateşin oğlu olarak kabul edilirdi.
Yani Levi anlamında kullanılırdı. Levi Anadolu’da yaşamış Luvilere verilen bir
addı. Bu uygarlık ( halk ) adını buradan almaktaydı.
Işığın
oğlu, karanlığın kadınına yani Kadın Tanrıçalara karşı savaşı öyküsü bundan
kaynaklanıyordu.
Düşman
karanlığın Tanrıçasıydı. Dost Işığın oğluydu.
Karanlık
düşman olarak ilan edildi Kadın Tanrıçalar. Onlara savaş açtı erkek Tanrılar. Aydınlık,
ışık ise erkekti. Erkek Tanrı nurdu, ışıktı. Zeus’tu. Apollon oldu ve zamanla
onun özelliklerine dönüştü, yoktan var eden nur, ışık, kutsaldı. İbraniler ve
Yehudalar kendilerini Işığın oğlu sayıyorlardı. Işığın oğulları karanlığın
kızlarına saldırırdılar.
Işığın
oğulları kendilerini Tanrının topluluğu saydılar.
Kutsal
Kitap “Tanrı ışık olsun”, ”Ve Işık Oldu” dedi. ”Tanrı ışığın iyi
olduğunu gördü ve aydınlığı karanlıktan ayırdı”.
Sanskritçe
de savaşçı sözcüğü Yuddha / Yahuda (İbrani, İsrail, Sion) anlamında da
kullanılmaktadır.
“Cilalı
taş çağıyla tarihin en eski dönemlerinde bile, bir çok kent ve yerleşimde
insanlar tahta tanrısal hakla çıkmış gibi gözüküyor (...) tanrısal hakkın
eskiden bir erkek tanrı tarafından değil, Tanrıça tarafından verilişidir. (...)
Cilalı taş ve bakır taş çağındaki Tanrıça tapınakları, toprağı, hayvan
sürülerini ve önemli malları sahiplenmekle toplumun çekirdeği oluşturuyordu.”
Mezopotamya da Tanrıça İnanna’nın
“kılavuzluğunda kentin yaşlı kadınlarıyla, erkekleri, bilgece öğütler verirdi.”
Topluluğu yaşlılar yönetirdi. Hititlerde bilicilik ve öğüt vermeyi üstlenenler,
zihinsel ve bedensel sağıtımla ilgilenenler daha ilk başlardan beri ‘Yaşlı
Kadınlardı’. Kafkasya’da ‘Nart’ kadınları tek başına bilge idi ve topluluğun
danışma organıydılar.
Tarihin
belli dönemlerinde Afrika-Nijerya’da, erkek, kadını hamile bırakıncaya kadar el
üstünde tutulurdu. Kadın hamile kalınca erkek, bir gurup kadın tarafından
bağlanarak öldürülürmüş.
Bu,
Tanrıçanın yıllık-sevgilisi /oğlunun öldürülme törenleriydi.
Cilalı
taş çağında, Yüce Tanrıçanın oğlu/sevgilisi zor kullanılarak öldürülürmüş.
İlk
olarak bu anlayış bir kurban kut törenleriydi. İkinci olarak, Kut törenlerinde
genellikle erkek kurban edilirdi. Daha sonra bu kut törenleri erkekler için
birer dayanıklık sınavlarına dönüştürüldü. Kurban Kültürünün Hz.İbrahim ve oğlu
İsmail’in kurban edilişi Sümer, Mısır, Babil, Anadolu, Kafkasya, Klasik Yunan
uygulamaları olarak görülmekteydi.
İRAN MİTOLOJİSİNDE ATEŞ
İran mitolojisinde ateşin ilk bulunuşu hakkında şunlar anlatılır:
O Kral Huşeng bir gün arkadaşlarıyla dağlara gezmeye gider, bu esnada bir yılan bunlara saldırır; Huşeng de eline bir taş alarak yılana fırlatır.
Bu taş bir başka taşa çarparak parıltılar meydana getirir.
O da Tanrı’ya dua ederek ateşi kendine kıble yapar .
İçerisinde ateş yakılan ve hoş koku yayması amacıyla da üzerine üzerlik tohumu serpilen özel bir kap olan âteşdân, Zerdüştîler tarafından “âferîngân” adıyla da bilinmektedir.
Âteş-i Âderân
Âteş-i Âderân, Hindistan’da bulunan küçük bir tapınakta yakılan ateşin adıdır. Bu ateş her zaman alevli olarak yanmaz. Mûbedler onun hareminde tanrıya dualar ve yakarışlarda bulunurlar. Âteş-i Âderân, dört ateşten elde edilir. Gerçekte bu ateşler mûbedler, ordu mensupları, çiftçiler ve meslek gruplarından oluşan dört sosyal tabakanın sembolü olarak bilinmektedir.
Âteş-i Behram
Âteş-i Behrâm, Pehlevice eserlerde; “Âtehş-i vehrâmân” ya da “Âtehş-i Verherân/Verherâm” şekillerinde geçer. En büyük, en kutsal ateş ve âteşkededir.
TÜRKLERDE
ATEŞ KÜLTÜ
ATEŞ
TANRIÇASI ( Od Ana- Ateş Annesi)
Yakut Türkleri ateş tanrıçasını ak saçlı bir kadın olarak görürler. Buryatlar ise, kırmızılar giymiş yaşlı bir kadın olarak veya ateşin yalımıyla dalgalanan yeşil veya kırmızı ipekten kaftan giymiş bir kadın olarak da düşünmüşlerdir. Bir başka şaman duasında da şöyle tasvir edilir. “sen karanlık gecelerde, genç kızlar gibi saçlarını dalgalandırarak oynuyorsun! Kırmızı ipekli kumaşlar sallayarak, genç al kısrak üzerinde geziniyorsun”.
Ocak ruhu dişildir. Evin tam ortası “evin kalbi”dir ve ocak yeri buradadır. Orta Asya da Hunlara ait, üç ayaklı ve kutlu kabul edilen kazanlar bulunmuştur. Yakutlara göre ilk ocağı Ülgen’in üç kızı yakmıştır. Yakutlarda ateş tanrıları yedi kardeştir.
Yakut Türkleri ateş tanrıçasını ak saçlı bir kadın olarak görürler. Buryatlar ise, kırmızılar giymiş yaşlı bir kadın olarak veya ateşin yalımıyla dalgalanan yeşil veya kırmızı ipekten kaftan giymiş bir kadın olarak da düşünmüşlerdir. Bir başka şaman duasında da şöyle tasvir edilir. “sen karanlık gecelerde, genç kızlar gibi saçlarını dalgalandırarak oynuyorsun! Kırmızı ipekli kumaşlar sallayarak, genç al kısrak üzerinde geziniyorsun”.
Ocak ruhu dişildir. Evin tam ortası “evin kalbi”dir ve ocak yeri buradadır. Orta Asya da Hunlara ait, üç ayaklı ve kutlu kabul edilen kazanlar bulunmuştur. Yakutlara göre ilk ocağı Ülgen’in üç kızı yakmıştır. Yakutlarda ateş tanrıları yedi kardeştir.
Eski Türklerde de bu olayın varyantlarına ve benzer motiflerine rastlanır.
Fakat en büyük farklılık ateşin Türk mitolojisinde, Tanrı Ülgen tarafından yaratılıp insanlara verilmiş olmasıdır.
Ayrıca Türk mitolojisinde ateşe kutsallık verilmekle beraber ona tapınılmaz.
Örnek; Gorohov’un derlediği Yakut söylencesinde insanın Tanrı tarafından yaratılışı anlatıldıktan sonra, ona “su, ateş ve demir”in verildiği belirtilmektedir.
Aynı motif Türk-Memlük yaratılış söylencesinde de görülür. Oğuz Han’ın ağzı da ateşe benzetilir.
Altay ve Sibirya efsanelerinde de çocuklar ağızlarında ve göğüslerinde alevler, gözlerinde ateşlerle anlatılır .
Bilindiği üzere bu motifler Anadolu’da hâlâ, “gözleri çakmak, çakmak”, “gözleri alev, alev”, “bağrım yanıyor”, “şimşek gibi bakışlar” vb. deyimlerle yaşatılmaktadır.
Eski Türk inancına göre ilk insanlar meyve ve otla beslendikleri için ateşe ihtiyaçları yoktu.
Fakat zamanla Tanrı onlara et yemeklerini de bildirince ateşe gereksinme duyuldu.
Bunun üzerine Tanrı Ülgen, kuru otları toplayıp iki taş arasında ezerek ateşi meydana getirdi. Bunun üzerine insanlar bu ateşe “...atamın kudretinden taşa düşmüş ateştir” dediler.
Bu nedenle olacak ki Altay ve Yakut Türklerinde, çakmak taşından elde edilen ateş ‘kutlu’ sayılmaktadır. Yakut “Şamanları” da ayinlerinde bu taştan elde edilen ateşi kullanırlar.
Ona ‘Kutsal Ateş’ derken, kibritle elde edilen ateşe ‘Rus ateşi’ derler ve ayinlerinde kullanmazlar.
Diğer taraftan Moğol ‘Şamanizm’ini’ ilk defa inceleyen Banzarov, ateş inancının Moğollara Türklerden geçtiğini söyler. Bunun için de, Moğolca ateşe ‘gal’ ve Ateş Tanrısı’na da ‘od’ denilmesini delil olarak gösterir .
Eski Türklerde ateş inancıyla ilgili örneklerden birini de, 568 yılında “Kök-Türklere” elçi olarak giden Zemarkhos’un hatıratından öğreniyoruz.
Adı geçen elçi Batı-Kök-Türk sınırına geldiğinde arkadaşlarıyla beraber kötü ruhlardan temizlenmeleri için ateşin üzerinden atlatılmışlardır.
Ayrıca ateşin insanları günahlardan temizlediği inancı, Moğol, İran ve Hind kültürlerinde de görülür .
Özbeklerde de gelin nikahtan sonra ateş üzerinden atlatılırken (Kenzü’l-Dürer’in sahibi, Emin Bedreddin Ebu Bekir ile Aca’ib el-dünya adlı eserin sahibi Mes’udi’ye göre), sene başında Hakan adına ateş yakılır, o da bu ateşe bakarak yılın nasıl geçeceği hakkında fikir beyan ederdi.
Kırım
ve Nogay Türkleri’nde, Kars’ın Pısırak ve Dikme köylerinde, Nevruz bayramında
da yakılan ateşin üzerinden atlayan gençlerin günahlardan arınacaklarına inanılır.
Nuri Dersimi’ye göre de Tunceli yöresinde “Ateş en temiz, her türlü fenalığı ve pisliği ortadan kaldıran bir unsur” olarak kabul edildiği bilinir.
Nevruz bayramında gençler; yaktıkları ateşin üzerinden “ağırlığım, uğurluğum gitsin, bana kaza, bela gitsin, hep bu ateşle yansın” veya “ağırlığım, uğurluğum, keçelliğim, kelliğim hep bu ateşe...” diyerek atlarlar.
Azerbaycan’da da ‘Tonkas’ denilen ateş Nevruz'da yakılarak gençler üzerinden atlayarak eğlenirler .
Müslüman Arap seyyahı Fazlan da 10. asırda gördüğü Kırgızların lambanın kendi kendine sönmesinin dışında, ışığı söndürmediklerini yazmaktadır.
Tasavvufta Ateş ( anasır-ı erba );
Ateş dört unsur ( hava, su,
toprak ve ateş ) içinde, etkin (aktif) ve eril olan iki unsurdan biri olup,
diğer üç unsuru da aydınlatan ve ısıtan unsurdur. Dört unsurdan “tartılamaz
olanı”dır. Kimi zaman ışık sembolüyle özdeş tutulur.
OCAK - ATEŞ
GELENEĞİ
Ocak ve ateş kavramları Anadolu Aleviliğinde çok önemli anlamlar simgelemektedir.
Ocak eşittir ışıktır. Işık ise eşittir bilgi ve aydınlanmadır. O nedenle ocaklar sürekli yanık durumda tutulurlar.
Elbette
bunların sosyolojik zorunluluktan kaynaklandığı dönemlerde olmuştur.
“Ocağına
düştüm” deyimi ev eşittir ocak, ocak eşittir ateş demektir.
“ Ödünç ateş
almaya mı geldin? “ özdeyişi aceleciliği, sabırsızlığı kadirbilmezliği
hatırlatır.
“ Ocağım
söndü “ özdeyişi tükenme ile eşdeğer değil mi?
O zaman
Anadolu Aleviliğinde Pirlik makamının Ocak ile eşdeğer görülmesinin anlamı daha
da iyi anlaşılmış olur.
Ateş kavramı tüm geleneksel sosyal gruplarda bir kutsallığı simgelemiştir.
Örnek; bazen evrenin kökeni, bazen de Tanrıların insanlara verdiği en kıymetli armağan olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ateşle ilgili inançların, Amerika, Asya, Avrupa ve Akdeniz coğrafyasında en eski dinî sistemler içinde, ateşin yerine ve zamanına göre, az veya çok önemli bir kült konusu olduğu bilinmektedir.
Ama ateş, asıl eski Hint ve İran inançlarında temel bir yer kazanmıştır.
Özellikle Zerdüştlüğün ve Mazdeizmin ana esasları ateş ibadetlerine dayanmaktadır.
Bu iki dinden başka Kuzey ve Orta Asya bozkırları gibi sert doğa koşullarının etkili olduğu yerlerde oluşan inanç sistemlerinde de ateşin doğal bir simge olacağı kaçınılmazdır.
------------------------------------------
” Cehennem dediğin dal odun yoktur, herkes ateşini
kendi götürür” (Yunus Emre)
“ Komşu komşunun külüne (aslında ateşine) muhtaçtır.”
(Anadolu bilgeliği)
Kaynakça:
1. Türk Dil Kurumu - Büyük
Türkçe Sözlük "od" kelime anlamı]
2. Ari
Rabinovitch. "Ari
Rabinovitch, News24", News24. 15 Mayıs 2008 tarihinde
erişilmiştir.
4. Turabi Saltık, Ateş salan
tanrıçalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.