Korku ve Korkusuzluk


KORKU VE KORKUSUZLUK ÜZERİNE

“ İnsanın en yüreklisi; cehaleti hoşgörü ile yenen kişidir.”
( Hz. Ali )

“ Cesaretin temeli korkmaktan yatar.”
(Napeleon Bonapart)

“ Korkaklar yalancı ve acımasız, cesurlar mert ve yardımsever olurlar.”
(John Gay

“ Korkmak;
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.

Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.”

( W. Shakespeare )

İnsan, içinde her zaman korkuyu bulabilir. Ancak yeterince derinde aramasını bilmelidir.”
(André Malraux)


Korku nedir?

Korku olgusunu tek bir cümlede tanımlamak, kuşkusuz çok zordur.
Buna rağmen korkuyu, istek ve usla kontrol altına alınamayan, insanın içini daraltan bir yakın tehdit duygusu olarak açıklayabilmemiz mümkündür. Tıbbi açıdan bakıldığında korku; hemen, hemen her olayda, soluk beniz, terleme, titreme veya çarpıntı halleri ile birlikte seyreder. Korku hastalıkları ise, korkunun şiddetli bir hali olarak kabul edilir.

Korkunun gelişimi

Korkumuz, ancak yaşamımız sürecinde gelişen bir olgudur. Yani ne ödlek olarak ne de özellikle yürekli ve korkusuz bir insan olarak dünyaya geliriz. Gözle görülür ilk korku reaksiyonlarını, bebeklerin dördüncü ila altıncı ayları arasındaki dönemlerde algılayabilmeleri mümkündür.

Sağlıklı korku – Patolojik korku
Korku, her şeyden önce sağlıklı ve insanın hayatta kalabilmesine yardımcı olan bir duygu halidir. Korku öncelikle, hem kendi kendimiz, hem de çevremizdeki insanlar için sağduyulu ve özenli olma yetisini bize kazandırır. Nasıl ağrının beden için önemli bir alarm fonksiyonu varsa, korkunun da yaşamsal bir önemi söz konusudur. Ancak korku olgusunun nasıl yaşandığını veya algılandığını da herkes bilir. Örneğin:
 Geceleri evimizde sesler duyduğumuzda, bunu evde bulunan muhtemel soygunculara değil, evin içinde dolaşan kediye yormaya eğilim gösteririz. Korkunun dozu; risk taşıyan bir olayda hazırlıksız yakalanmayacak kadar olmalı, ancak tepki gösteremeyecek kadar da -korkudan donakalma-  fazla olmamalıdır.


Korkuların sınıflandırılması

Korkudan korkuya fark vardır. Bundan dolayı korku bozuklukları, tıbbi açıdan üç büyük gruba ayrılmaktadır. Bu sınıflandırmada, her bir korku kategorisinin hasta edici özelliğini vurgulamak için -bozukluk- sözcüğü eklenmiştir.
  • Korku bozukluğu (genel korku, herhangi bir olguya bağlı olmayan korku)
  • Panik bozukluğu (veya panik atakları), alan korkusu (agorafobi) ile veya tek başına seyre- debilir
  • Fobik bozukluk (belli bir nesneye ve duruma bağlı olarak)

Genel korku bozukluğu

Korku belirtilerinin çoğu günlerde, en az birkaç hafta boyunca devamla ortaya çıktığı hallerde, genel korku bozukluğundan söz edilir. Bu bozukluğu teşhis eden doktorun, teşhisine temel aldığı en önemli belirtiler arasında şu haller de bulunmaktadır:
- Kaygılar (gergin his hali, heyecanlı olma, belli bir olguya konsantre olmadan zorlanma)
- Motorik gerginlik (örneğin titreme, kaslarda gerginlik hissetme, sakin olamama)
- Aşırı vejetatif (kontrol dışı) reaksiyonlar (örneğin terleme, baş dönmesi).


Panik bozukluğu
Psikiyatr tarafından önerilen ilacın panik bozukluğunun tedavisine yönelik olması ile -panik nedir(?)- başlığı altında konu daha ayrıntılı bir şekilde işlenmektedir.

Fobik bozukluk

Fobik bozukluk, daima spesifik bir durum veya obje ile bağlantılı olan bir korku halidir. Objeye bağlı fobi, örneğin örümcek, yılan veya ateş gibi belli bir nesneye bağlı olarak ortaya çıkan bir korku halidir.

Korkunun insanla olan serüveni
İnsanlık tarihinde korku yaratmak ve korkutarak sindirmek, toplum ve bireylerin egemenlik altına alınmalarında çok sık kullanılmış araçlardır. Günümüzde de ‘korku İmparatorluğu’, ‘korku toplumu’ söylemleri ülkemizde giderek daha sık kullanılmaktadır. Korkunun sindirme gücü, güçlünün veya güçlü duruma gelmeye çalışanların erk gücünü, çıkar sağlaması ve bunların sürdürülmesi için her zaman kullanılmıştır.

Aslında insanlar yaşamlarının her aşamasında korku ve fobilerle karşılaşmaktadır. Hepimiz bir şeyden az çok korkmuşuzdur. Açlık, işsizlik, dişçi, yükseklik, ölüm, hastalık, yalnızlık, karanlık, deprem gibi birçok etmen bizlerde korku yaratmıştır. Önemli olan, bunların uygun bir yöntemle çözümlenmesi ve korkulardan arınmanın sağlanmasıdır.

Korku kaynaklarını üç ana gruba ayırmak olasıdır. Bunlar:
1. Doğuştan gelen tepkiler,
2. Sonradan öğrenilerek geliştirilenler,
3. Diğerleri, şeklinde gruplandırılabilir.

İnsanların korku eşiklerinin doğuştan birbirinden farklı olduğu saptanmıştır. Korku eşikleri yüksek olan insanlar daha çabuk korkuya kapılmakta ve kendilerinde korku uyandıran durumlara karşı alınabilecek önlemleri daha yavaş öğrenmektedirler. Yine de, korkuların yoğunluğunu ve sıklığını dizginlemek herkesin kendi elindedir. Bireye yeterince öğrenme olanağı sağlanırsa çocukluğunda geliştirdiği korkular kendiliğinden kaybolur. Bilimsel yöntemlerle eğitim sonucunda çocuklar doğaüstü kavramlara karşı korkularını yenmeği öğrenirler. Onlara bilimsel ve doğru bilgiler vermenin önemi burada da karşımıza çıkmaktadır.

Çocukluktan kalma korkularını aşabilecek olgunluğa erişememiş kişilerin korkularının kaynakları üç ana gruba ayrılabilir:
1. Asansör, taşıtlar, patlayıcı maddeler gibi insan yapımı nesneler.
2. Gök gürültüsü, karanlık, şimşek, ölüm gibi doğal olgular.
3.  Bedensel şiddete maruz kalma, dışlanma, alay konusu olma gibi insan ile bağlantılı olgular.

Tüm bunlardan bilimsel yöntemleri, usumuzu ve düşünce gücümüzü kullanarak kurtulmak olasıdır.

Bir olayı tehlikeli boyutta yaşadıysak ve bunu gözümüzde sürekli olarak yeniden canlandırıyorsak, korku oluşur. Kaza geçirmek, bir yakının ölümü, bir köpek tarafından ısırılmak gibi travmatik olayların yaşanması sonrasında, bunların tehlikeli olma olasılıklarıyla ilgili değer yargılarımız kökten değişebilir. Daha önce bize zararsız gelen şeyler gözümüzde birdenbire tehlikeli bir hal alır. Bundan sonra sürekli olarak ayni olayı bir kez daha yaşamak olasılığını düşünür, yeniden böyle bir durumla yüz yüze gelmekten ve beraberinde getireceği acılardan korkarız. Daha önce hiç başımıza gelmemiş olsa da, bir olayın tehlikeli olduğunu sadece varsaymamız bile, korkunun oluşması için yeterli bir nedendir. Bu nedenle birçok insan hastalıktan, eşini kaybetmekten, kazalardan, yaşlılıktan ve ölümden korkar.

Fiziksel bir tehdit altında olmadığımız, ancak özsaygımızın, saygınlığımızın ve statümüzün tehlikede olduğunu düşündüğümüzde de korku duyabiliriz. Bu yüzden birçok insan birinden bir şey istemekten ya da, reddedilme olasılığı nedeniyle, birisiyle konuşmaktan çekinir.

Çözümü olmadığını düşündüğümüz bir sorunumuz olduğunda ve kendimizi köşeye sıkışmış hissettiğimizde de korkarız. Örneğin, güçlü bir ekonomik dayanağı ve mesleği olmayan, çocuklu bir kadın, mutlu olmadığı bir evliliği bitirmekten çekinecek ve yaşamını yine sıkıntılar içinde sürdürmek zorunda kalacaktır. Bu örnekten hareketle, insanlara sosyal güvence sağlayan ve tüzeye dayanan sistemlerin bu tür korkuların ortadan kaldırılmasındaki önemi vurgulanabilir.

Çocuklarımızın korkusuz olmasını istiyorsak öncelikle bizim korkusuz olmamız gerektiği unutulmamalıdır. Her türlü davranışta çevremize örnek olmalıyız. Bizler çabuk korkuya kapılıp dengelerimizi çabuk yitiriyorsak çocuklarımız da böyle davranacaktır. Çocukken bir şeyden korktuğumuzda büyüklerimiz bizi bu ortamda çekip almış ya da korkumuzu dramatize etmişlerse, korkumuzu yenmeği öğrenememişizdir. Halbuki, bize korku duygusuna alışmamız veya buna karşı tolerans geliştirmemiz öğretilmelidir. Korku duygusu küçümsenmemeli, görmezden gelinmemelidir. Bunun yerine korkuya adım, adım, hep biraz daha yoğun yaşayarak ona nasıl katlanabileceğimiz ve üstesinden gelebilmek için neler yapabileceğimiz bize öğretilmelidir. Tehlike ile baş edebilme yeteneğimiz hiçbir zaman küçümsenmemelidir.

Korku dolu insanlar genellikle ürkektirler. Korkusuzluk çağrısı ayni zamanda ürkeklikten uzaklaşma çağrısıdır. Çünkü ürkek insanlar, tehlike kavramını gerçekliğinden uzak yorumlarlar. Görebileceği bir zararın olasılığını ve tehlikenin boyutunu abartırlar. Endişelerini zararsız olaylara da taşırlar. Uygun olmayan genellemeler yaparlar. Sahip oldukları yetilerini göremezler. Tüm bunların sonucunda kendilerini bekleyen mutsuz ve sıkıntılı bir yaşamdır.

Korkularımızdan arınmak istememizin bir diğer nedeni, onun kimi ruhsal bozukluklara neden olabileceğidir. Depresyon, sıkıntı hissi içinde olma, panik atak, evlilik sorunları, insan ilişkilerindeki zorluklar bunlardan birkaçıdır.

 Korku normal yaşamın bir parçası olarak ta kabul edilmektedir. Dünyaya gelirken, korku duyma yetisini de beraberimizde getirdiğimiz savı vardır. Bu yeteneğin mutlak gerekli olduğu da belirtilir. Çünkü korku, bedenimizde çalışan bir alarm sistemi olarak görülebilir ve bizim tehlikelere karşı savaş, kaçış veya sessizlik durumuna girmemizi sağlar. Bu yönüyle bakıldığında korku, tehlikeli durumlarda hayatta kalabilmemiz için bize yardımcı olabilecek son derece mantıklı ve doğal bir duygudur. Hem duygu ve düşünce hem de bedenin fizyolojisi bakımından korku, insanı daha uyanık ve savaşıma hazır duruma getirir. Kişinin tepkilerini uyumlu bir şekilde ayarlama işlevini görür. Korku duygusu ancak bizi uyardığı ve içinde bulunduğumuz tehlikeli duruma uygun hareket etmemiz için gereksinim duyduğumuz yeteneklerin ortaya çıkmasını sağladığında mantıklıdır.

Tüm bunlar korkunun yararlı taraflarının da olduğunu ortaya koymaktadır. Gerçekten de korkular, kimi durumlarda, insanı normal yaşama uyumlu hale getirmekte ve gerekli koşullara karşı önlem almasını sağlamaktadır. Tehlikeler bir yana, aslında yaşadığımız her zor durumda az çok korku duyarız. Bu bir yerde insanı doğruya yönlendiren bir sinyal gibidir. Aynen trafik ışıklarında olduğu gibi, kırmızıyı görünce geçmeyiz, sarıyı görünce daha dikkatli oluruz. Fobiler ve korkular da yerine göre sarı ve kırmızı ışık fonksiyonu görürler.

Korkuların dozu
Korkunun az bir dozu zorlukları aşmada yararlı olurken, bu doz çoğaldığında zararlı duruma geçer. Çünkü fazla korku duyduğumuzda pek çok tepkimiz sınırlanır, hedefini şaşırır ve bizi olumsuzluklara sürükler. Bu durum donakalma, gereksiz boyun eğme ya da aşırı tepkiler arasında gidip gelen yanlış davranışlara yol açar. Halbuki belirli bir düzeyde tutulabilen korku, bedenin hormon düzeylerini değiştirirken kişiyi vereceği tepkilere daha hazırlıklı bir duruma getirir. Korku bu gibi durumlarda kişinin tepkilerini ayarlama işlevi görür.

Korkuyla ilgili metinlerde, korkunun yanında, endişe, fobi ve panikatak gibi kavramlarla karşılaşılmaktadır. Endişe, somut bir tehlike veya tehdide eşlik eden bir duygudur. Endişe duygusu, bir canlının karşı karşıya kalmış olduğu bir tehlikenin bilincinde olduğunu ve kendini korumak için geliştirdiği tepkidir. Korku ise, rahatsızlık veren bir duygudur. Endişelerin hissedilmesinden sonra gelişir ve fiziksel tepkileri de beraberinde getirir. Panikatak ise, sürekli yinelenen korku ataklarının beraberinde getirdiği kalp çarpıntısı, göğüste ağrı, boğulma hissi ve etrafına yabancılaşma gibi bedensel belirtilerle anlaşılır.

 Fobi kelimesi, Yunancada korku anlamına gelen “phobos” kelimesinden gelmektedir. Fobi tanımı için bilimsel terim oluşturulmak istendiğinde, korku oluşturan nesne veya durum Yunancaya veya Latinceye çevrilip ardına “phobie” (fobi) szcüğü eklenir. Örneğin, köpekten korkma “cynofobi”, örümcekten korkma “arachnofobi” ve toplum içinde gözükme korkusu olan “agorafobi” gibi. Ancak fobiler genel olarak normal dışı korkular olarak tanımlanmaktadır. Fobi, normalde korku yaratmayan düşünce ve nesnelere karşı duyulan bir histir. Ancak fobiler kişinin sosyal yaşamını ve mesleksel işlevlerini belirgin bir şekilde aksatabilirler. Kişinin uyumunu bozarlar. Fobik birey, korkularının anlamsız olduğunu bilse bile, uyarana karşı abartılı bir korku hissedip ondan kaçınma tepkisine engel olamaz. Bu nesne veya duruma ne kadar yakınlaşırsa korku o kadar artar, uzaklaşınca azalır. Fobi mağdurları, kaçınma güdüsüyle hareket ettikleri ve korkulan nesne genellikle somut ve daha sınırlı olduğu için, diğer korku kavramlarından yakınanlara göre korku duygusundan daha az zarar görürler. Ancak kimi fobiler fobojen durumla yüz yüze gelmekten kaynaklanan sürekli korkular yaratırlar. Bu tür düşünceler insan zihninde önemli bir yer tutar ve takıntı oluşturur. Takıntılar ve fobiler arasında çoğu zaman bir bağ kurulur. Takıntı, etkilenen bireyin sürekli savaşım verdiği ama kafasından atamadığı bir düşünceyle oluşur. 

Korkuların denetimi
Bireyler korkularını denetim altına almada çoğunlukla başarısız olurlar. Bu nedenle de korkularını sindirmek için başka olanaklar ararlar. Bunlardan biri korkuyu veya fobiyi reddetmektir. Korkulara karşı uygun bir içe atma durumu olmadığında, tepkisel bir durum ve bir karakter özelliği de oluşturulabilir. Bu durumda, oluşan sıkıntı dönüştürülmemiş, reddedilmiş ve bastırılmıştır. Korku duygusunun oluşumunun tam olarak belirlenmesi yerine korku yaratan objenin istenmemesi söz konusu olmuştur. Bu durum korkusuzluk için tam bir çözüm değildir. Bireyin kişiliğinde olumsuzluklar yaratabilir. Bireyin dış dünya tarafından kuşatılıp ona egemen olması Ben’i geliştiren düşüncelerin de zararına gelişir. Bu durum bireyin kişiliğinde kalıca zayıflamalara neden olabilir. Halbuki, esas olan ben’in geliştirilmesi ve bu sayede korkuya neden olan psişik olguların da ortadan kaldırılmasıdır. Bildiklerimizi yeniden yapılandırma, kendi algılamalarımız ve yorumlarımızı yeniden gözden geçirme ve olumsuz yönlerimizi irdeleyip iyileştirme yolunda ödünsüz çalışmalar yapmalıyız. Kimi bedensel duyumlarımızı nedensel bağlamda yeniden değerlendirmeliyiz. Bunların sonucunda kişiliğimizi olumlu yönde geliştirirken korkularımızdan da arınabiliriz. Bu süreç masonluğun bireylerin benliklerini değiştirme amacıyla örtüşmektedir.
Yenilik korkusu ( gelenekçi direnç )
Bireyler kişiliklerini değiştirme ve geliştirme sürecinde neofobi’ye, yani yeniliklerden korkma duygusuna, kapılmamalıdırlar. Değişikliklere kapalı bir şekilde yetiştirilmiş olup, risk almaktan aşırı derecede kaçınan karakter yapıları bu olumsuz duruma yatkındırlar. Yenilik fobisi, bireyin yaşamını ve gelişimini sınırlar, bireysel yükselişini engeller. Bu korku insanda gereksiz uyum davranışı geliştirir, hatta kişiyi alternatif düşünme seçeneklerinden uzaklaştırarak belli kalıplar içinde düşünme ve yaşamasına neden olur. Bu kişiler yürürlükteki düzen ve sistem adına daha kolay ikna edilebilir bir konumdadırlar. Dogma ve ön yargılarıyla yaşamaya devam ederler. Onlar için karşı bir düşünce veya yaşantı tehdit edici bir durumdur. Kendi gibi düşünmeyenleri rakip ya da düşman olarak algılayabilirler. Onlarla yakınlık kurmamağı yeğlerler.

İnsanlar korkularından kurtulmak için kaçınma, dikkati başka yöne çevirme, yandaş arama, ilaç kullanma, korkuyu saklama ve sorumlulukların ertelenmesi gibi önlemlere başvurmaktadırlar. Ancak bunların hepsi kısa süreli ve çok kısıtlı olumlu etkilere sahiptir. Çünkü bu önlemler genelde korkunun temelini oluşturan düşüncelere karşı değil, korkunun kendisine karşı kullanılırlar. Halbuki, insanların yapması gereken şey, belli bir durum karşısında nasıl düşünmesi, nasıl davranması ve neler hissetmesi gerektiğini öğrenmek ve bütün bunları olumlu yönde geliştirip, pekiştirmek için çalışmaktır. Unutulmamalıdır ki korkularımız, dış dünyamızdaki öğelerle ilintili görünseler de, aslında iç dünyamıza ait bir iç tehlikeyle ilişkilidirler. Yani, her fobi psişik bir öğeden oluşur ve bir bakıma psikofobidir. Bu nedenle de korkularımızdan kurtulmak için önce benliğimizde değişiklik yapılmalıdır. Ürkek, güvensiz bir kişilikten kurtulup, soğukkanlı ve kendine güvenen bir kişilik kazanılmalıdır. Birey kendi gücünün farkına varmalıdır. Korkusuzluğu kazanmak için etkin eylemler gerçekleştirilmeli ve gerekli riskler alınmalıdır. Korkudan kesinlikle korkulmamalıdır.

Duygusallığın korkuyla ilgisi
Sevgi de korku ile ilintilidir. İnsan başta kendisini sevmediği ve kendi kendisinin acımasız eleştirmeni olduğu sürece, meslek yaşamında ve çevresiyle ilişkilerinde kabul görmemekten korku duyacaktır. Sevginin her olguyu çözümleyen sıcaklığı, bu korkuların giderilmesinde de en iyi çare olarak görülmektedir.

Örgütlenmenin korkuyla ilgisi
Eğer birey belli bir örgütlenme içerisinde ise sıkıntılarının bir bölümünü bu çevresine yansıtabilir. Burada önemli olan sıkıntı çeken bireyin kendini değiştirme isteğinde bulunmasıdır. Bu aşamada korkularını gizlemesi ya da korku yaratan ilişkilerden sakınması söz konusu olabilir. Bu durumdaki bir kişi fobisiyle ilgili konularda onu belli etmemeye çalışabilir, bundan dolayı duyduğu utancı gizleyebilir hatta yalan bile söyleyebilir.

Korkusu olan biri, çok sıklıkla, korkusu olmadığına inandığı birinden yardım ister ya da yardım görür. Eşler, akrabalar, arkadaşlar psişik düzensizliklerin ortadan kaldırılmasında önemli roller üstlenirler. Korkanlar, herhangi bir kimsenin sahip olduğu gücün korktukları bir etkinlikte kendilerini koruyacağına inanırlar. Bu bireylerin korunma ve bağışlanmaya gereksinim duymasıyla ilgili bir durumdur.

Korkusuz olmak nedir?
Korkusuz olabilmek için her şeyden önce olayları, yeteneklerimizi ve gerçek tehlikeleri öğrenmemiz gerekir. Düşünce yapımızı buna göre değiştirmeliyiz. Çünkü vücut, emir merkezi olan beyinden gelen komutları doğrudan yerine getiren bir organdan başka bir şey değildir. Bir diğer yaklaşımla, korkuyu doğuran doğrudan doğruya dış durumun kendisi değil, bu durumun insanda uyandırdığı izlenimdir. Korkunun temelinde, kendi kendimizi korkutacak düşüncelere sapmış olmamız gerçeği yatmaktadır. Bizler bu nedenle kendini bilmek, tanımak, yetkinleştirmek çabalarımızda ilk önce düşünce yapımızı değiştirmeye çalışırız. Çünkü düşünebilme yeteneğimizin kötü yanları da vardır. Bu olumsuz yön, zihnimizin bize her zaman gerçeği yansıtmak gibi bir zorunluluğunun olmamasıdır. Diğer bir değişle, düşüncemiz özgürdür. Biz yanlış düşünebilme özgürlüğümüzü kullanırken, bu sırada vücudumuza verdiğimiz mesajların da ayni doğrultuda tepki oluşturacağı hesaba katılmalıdır. Örneğin, bir fare gördüğümüzde vücudumuza tehlikeli durum mesajını iletirsek, aslında fare hiç de yaşamsal tehlike yaratan bir öğe olmadığı halde, bedenimiz bu yönde bir tepki verecektir.

Aslında yetişkin biri olarak, herhangi bir korkunun oluşmasına neden olmaktan çok, bu duyguyla baş edebilmek konusunda daha fazla yeteneğe sahibizdir. Çocukluğumuzdan kalan bir korkunun üzerine gidip bunu düzeltme çabasını göstermezsek bu durumdan kurtulmamız çok zordur. Örneğin çocukken okuduğumuz bir şiirdeki yanılgımız için bizimle alay edilmişse, toplum karşısında konuşmaktan da korkabiliriz. Halbuki, bu yanılgımızın tehlike ve önem durumunu irdeleyip, tehlikesiz ve önemsiz olduğu yargısına varırsak bu korkumuz da ortadan kalkacaktır. Düşünce yapımızı olumlu yönde değiştirmenin önemi bu örnekte de görülmektedir. 

Korkularımızın temelini oluşturan kaygılarımızın mantıklı olup olmadığını anlayabilmek için, değer yargılarımızı daha ayrıntılı olarak incelemeliyiz. İnsanlar endişeye düştüklerinde kendilerine özgü anlayış yapısıyla düşünürler. Düşünceleri ve kurdukları hayaller hep olası tehlikeler ve felaketler etrafında toplanır. Gerçekleri saptırır, olayları ve durumları yanlış yorumlar, yalnızca bir kez yaşanmış deneyimler hakkında genelleme yaparlar. Gelecekle ilgili olasılıkları abartır ve bireysel deneyimlerinden keyfi çıkarımlar yaparlar. Gerçekte tehlikeli olmayan ya da çok az olan durumları felaket olarak görürler. Yani tehlike kavramını abartırlar. Bedensel tepkileri ve duygularıyla aşırı derecede ilgilenirler. Bunun yanında, sorunları aşmak ve olayların içinden sıyrılabilmek için kendilerinde var olan yetenekleri küçümserler. Tehlikeli olup olmadığını tam ölçemedikleri durumlardan kaçınırlar.

Korkuyu yenebilme yöntemleri
Yararlı işlevleri de olan korkulardan tamamen arınmamız tam olarak beklenmemektedir. Bunun yerine gerçekleştirmemiz beklenen dört temel hedef gösterilmektedir. Öğrenmemiz gereken bu dört ilke:
a.     Gerçekte var olmayan tehlikelere karşı hissettiğimiz korkularımızı yenmemiz,
b.    Belirsiz tehlikelere karşı hissettiğimiz korkularımızı yenmemiz,
c.      Gerçekliği olan ancak kontrol edemeyeceğimiz tehlikelere karşı hissettiğimiz korkularımızı yenmemiz,
d.    Olasılıkları yüksek gerçek tehlikelere karşı hissettiğimiz korkularımızı, çözüm üretebilmek için yol gösterici olarak görmek ve korkularımızın bizi ele geçirmesine izin vermememizdir.

Özetle, hedefimiz, bize zarar veren ve hedeflerimize ulaşmamızı engelleyen türden korkularımızı yenmek ve bizi gerçek tehlikelere karşı uyaran ve tetikte olmamızı sağlayan türden korkularımızı doğru kullanmağı öğrenmektir.

Uygar toplumlar, bireylere aşılamaya çalıştığı bilimsellik, usçuluk ve düşünce yetilerinin özgürce geliştirilmesi gibi ilkelerle gereksiz korku oluşturan durumlardan bizi uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Olay ve olguların gerçekliğinin tüm açıklığıyla, bilimsellik ve usçuluğun ışığında, ortaya çıkarılmaya çalışılması konusundaki çabalarımız, onların yanlış yorumlanmasını ve yanlış değerlendirilmesini önlemek için olmalıdır. Bu süreçte korkusuzluk erdemini, belirtilen boyutunda, ödünsüz olarak kullanmalı, özgürce düşünme yetimize tam olarak kavuşmak için yeterince çaba göstermeliyiz.

KAYNAKÇALAR
1. Denis, ,P. 2006. Fobiler. (Çev. İsmail Yerguz). Dost Kitabevi, Ank. 125s.
Şar, V.2008.
2. Fobiler. (Söyleşi: Füsun Saka). T. İş Bankası Kültür Yay. İst. 99s.
3. Wolf, D.2006. Korkular. Korkuları Anlamak ve Üstesinden Gelmek. (Çev. Pınar Ceylan) Gendaş, İst. 255s.
4. Ural, Aydın; Korkusuzluk üstüne sunum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...