KORKU VE KORKUSUZLUK ÜZERİNE
“ İnsanın en yüreklisi; cehaleti hoşgörü
ile yenen kişidir.”
( Hz. Ali )
“ Cesaretin temeli korkmaktan yatar.”
(Napeleon Bonapart)
“ Korkaklar yalancı ve acımasız,
cesurlar mert ve yardımsever olurlar.”
(John Gay
“ Korkmak;
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.”
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.”
( W.
Shakespeare )
”İnsan, içinde her zaman korkuyu bulabilir. Ancak yeterince derinde aramasını bilmelidir.”
(André Malraux)
Korku nedir?
Korku olgusunu tek bir cümlede tanımlamak, kuşkusuz çok zordur.
Buna
rağmen korkuyu, istek ve usla kontrol altına alınamayan, insanın içini daraltan
bir yakın tehdit duygusu olarak açıklayabilmemiz mümkündür. Tıbbi açıdan
bakıldığında korku; hemen, hemen her olayda, soluk beniz, terleme, titreme veya
çarpıntı halleri ile birlikte seyreder. Korku hastalıkları ise, korkunun
şiddetli bir hali olarak kabul edilir.
Korkunun gelişimi
Korkumuz, ancak yaşamımız sürecinde gelişen bir olgudur. Yani ne ödlek olarak ne de özellikle yürekli ve korkusuz bir insan olarak dünyaya geliriz. Gözle görülür ilk korku reaksiyonlarını, bebeklerin dördüncü ila altıncı ayları arasındaki dönemlerde algılayabilmeleri mümkündür.
Korkunun gelişimi
Korkumuz, ancak yaşamımız sürecinde gelişen bir olgudur. Yani ne ödlek olarak ne de özellikle yürekli ve korkusuz bir insan olarak dünyaya geliriz. Gözle görülür ilk korku reaksiyonlarını, bebeklerin dördüncü ila altıncı ayları arasındaki dönemlerde algılayabilmeleri mümkündür.
Sağlıklı korku – Patolojik korku
Korku, her şeyden önce sağlıklı ve insanın hayatta kalabilmesine yardımcı olan bir duygu halidir. Korku öncelikle, hem kendi kendimiz, hem de çevremizdeki insanlar için sağduyulu ve özenli olma yetisini bize kazandırır. Nasıl ağrının beden için önemli bir alarm fonksiyonu varsa, korkunun da yaşamsal bir önemi söz konusudur. Ancak korku olgusunun nasıl yaşandığını veya algılandığını da herkes bilir. Örneğin:
Geceleri evimizde sesler duyduğumuzda, bunu
evde bulunan muhtemel soygunculara değil, evin içinde dolaşan kediye yormaya
eğilim gösteririz. Korkunun dozu; risk taşıyan bir olayda hazırlıksız
yakalanmayacak kadar olmalı, ancak tepki gösteremeyecek kadar da -korkudan donakalma- fazla olmamalıdır.
Korkuların sınıflandırılması
Korkudan korkuya fark vardır. Bundan dolayı korku bozuklukları, tıbbi açıdan üç büyük gruba ayrılmaktadır. Bu sınıflandırmada, her bir korku kategorisinin hasta edici özelliğini vurgulamak için -bozukluk- sözcüğü eklenmiştir.
- Korku bozukluğu
(genel korku, herhangi bir olguya bağlı olmayan korku)
- Panik bozukluğu
(veya panik atakları), alan korkusu (agorafobi) ile veya tek başına seyre-
debilir
- Fobik bozukluk
(belli bir nesneye ve duruma bağlı olarak)
Genel korku bozukluğu
Korku belirtilerinin çoğu günlerde, en az birkaç hafta boyunca devamla ortaya çıktığı hallerde, genel korku bozukluğundan söz edilir. Bu bozukluğu teşhis eden doktorun, teşhisine temel aldığı en önemli belirtiler arasında şu haller de bulunmaktadır:
- Kaygılar (gergin his hali, heyecanlı olma, belli bir olguya konsantre olmadan zorlanma)
- Motorik gerginlik (örneğin titreme, kaslarda gerginlik hissetme, sakin olamama)
- Aşırı vejetatif (kontrol dışı) reaksiyonlar (örneğin terleme, baş dönmesi).
Panik bozukluğu
Psikiyatr tarafından önerilen ilacın panik bozukluğunun tedavisine yönelik olması ile -panik nedir(?)- başlığı altında konu daha ayrıntılı bir şekilde işlenmektedir.
Fobik bozukluk
Fobik bozukluk, daima spesifik bir durum veya obje ile bağlantılı olan bir korku halidir. Objeye bağlı fobi, örneğin örümcek, yılan veya ateş gibi belli bir nesneye bağlı olarak ortaya çıkan bir korku halidir.
Korkunun insanla olan serüveni
İnsanlık
tarihinde korku yaratmak ve korkutarak sindirmek, toplum ve bireylerin
egemenlik altına alınmalarında çok sık kullanılmış araçlardır. Günümüzde de ‘korku İmparatorluğu’, ‘korku toplumu’ söylemleri
ülkemizde giderek daha sık kullanılmaktadır. Korkunun sindirme gücü, güçlünün
veya güçlü duruma gelmeye çalışanların erk gücünü, çıkar sağlaması ve bunların
sürdürülmesi için her zaman kullanılmıştır.
Aslında
insanlar yaşamlarının her aşamasında korku ve fobilerle karşılaşmaktadır.
Hepimiz bir şeyden az çok korkmuşuzdur. Açlık, işsizlik, dişçi, yükseklik, ölüm,
hastalık, yalnızlık, karanlık, deprem gibi birçok etmen bizlerde korku
yaratmıştır. Önemli olan, bunların uygun bir yöntemle çözümlenmesi ve
korkulardan arınmanın sağlanmasıdır.
Korku kaynaklarını üç ana gruba ayırmak
olasıdır. Bunlar:
1. Doğuştan gelen tepkiler,
2. Sonradan öğrenilerek geliştirilenler,
3. Diğerleri, şeklinde
gruplandırılabilir.
İnsanların
korku eşiklerinin doğuştan birbirinden farklı olduğu saptanmıştır. Korku
eşikleri yüksek olan insanlar daha çabuk korkuya kapılmakta ve kendilerinde
korku uyandıran durumlara karşı alınabilecek önlemleri daha yavaş
öğrenmektedirler. Yine de, korkuların yoğunluğunu ve sıklığını dizginlemek
herkesin kendi elindedir. Bireye yeterince öğrenme olanağı sağlanırsa
çocukluğunda geliştirdiği korkular kendiliğinden kaybolur. Bilimsel yöntemlerle
eğitim sonucunda çocuklar doğaüstü kavramlara karşı korkularını yenmeği
öğrenirler. Onlara bilimsel ve doğru bilgiler vermenin önemi burada da
karşımıza çıkmaktadır.
Çocukluktan
kalma korkularını aşabilecek olgunluğa erişememiş kişilerin korkularının
kaynakları üç ana gruba ayrılabilir:
1.
Asansör, taşıtlar, patlayıcı maddeler gibi insan
yapımı nesneler.
2.
Gök gürültüsü, karanlık, şimşek, ölüm gibi doğal
olgular.
3. Bedensel
şiddete maruz kalma, dışlanma, alay konusu olma gibi insan ile bağlantılı
olgular.
Tüm bunlardan bilimsel yöntemleri,
usumuzu ve düşünce gücümüzü kullanarak kurtulmak olasıdır.
Bir
olayı tehlikeli boyutta yaşadıysak ve bunu gözümüzde sürekli olarak yeniden
canlandırıyorsak, korku oluşur. Kaza geçirmek, bir yakının ölümü, bir köpek
tarafından ısırılmak gibi travmatik olayların yaşanması sonrasında, bunların
tehlikeli olma olasılıklarıyla ilgili değer yargılarımız kökten değişebilir.
Daha önce bize zararsız gelen şeyler gözümüzde birdenbire tehlikeli bir hal
alır. Bundan sonra sürekli olarak ayni olayı bir kez daha yaşamak olasılığını
düşünür, yeniden böyle bir durumla yüz yüze gelmekten ve beraberinde getireceği
acılardan korkarız. Daha önce hiç başımıza gelmemiş olsa da, bir olayın
tehlikeli olduğunu sadece varsaymamız bile, korkunun oluşması için yeterli bir
nedendir. Bu nedenle birçok insan hastalıktan, eşini kaybetmekten, kazalardan,
yaşlılıktan ve ölümden korkar.
Fiziksel
bir tehdit altında olmadığımız, ancak özsaygımızın, saygınlığımızın ve statümüzün
tehlikede olduğunu düşündüğümüzde de korku duyabiliriz. Bu yüzden birçok insan
birinden bir şey istemekten ya da, reddedilme olasılığı nedeniyle, birisiyle
konuşmaktan çekinir.
Çözümü
olmadığını düşündüğümüz bir sorunumuz olduğunda ve kendimizi köşeye sıkışmış
hissettiğimizde de korkarız. Örneğin, güçlü bir ekonomik dayanağı ve mesleği
olmayan, çocuklu bir kadın, mutlu olmadığı bir evliliği bitirmekten çekinecek
ve yaşamını yine sıkıntılar içinde sürdürmek zorunda kalacaktır. Bu örnekten
hareketle, insanlara sosyal güvence sağlayan ve tüzeye dayanan sistemlerin bu
tür korkuların ortadan kaldırılmasındaki önemi vurgulanabilir.
Çocuklarımızın
korkusuz olmasını istiyorsak öncelikle bizim korkusuz olmamız gerektiği
unutulmamalıdır. Her türlü davranışta çevremize örnek olmalıyız. Bizler çabuk
korkuya kapılıp dengelerimizi çabuk yitiriyorsak çocuklarımız da böyle
davranacaktır. Çocukken bir şeyden korktuğumuzda büyüklerimiz bizi bu ortamda
çekip almış ya da korkumuzu dramatize etmişlerse, korkumuzu yenmeği öğrenememişizdir.
Halbuki, bize korku duygusuna alışmamız veya buna karşı tolerans geliştirmemiz
öğretilmelidir. Korku duygusu küçümsenmemeli, görmezden gelinmemelidir. Bunun
yerine korkuya adım, adım, hep biraz daha yoğun yaşayarak ona nasıl
katlanabileceğimiz ve üstesinden gelebilmek için neler yapabileceğimiz bize
öğretilmelidir. Tehlike ile baş edebilme yeteneğimiz hiçbir zaman
küçümsenmemelidir.
Korku
dolu insanlar genellikle ürkektirler. Korkusuzluk çağrısı ayni zamanda
ürkeklikten uzaklaşma çağrısıdır. Çünkü ürkek insanlar, tehlike kavramını
gerçekliğinden uzak yorumlarlar. Görebileceği bir zararın olasılığını ve
tehlikenin boyutunu abartırlar. Endişelerini zararsız olaylara da taşırlar.
Uygun olmayan genellemeler yaparlar. Sahip oldukları yetilerini göremezler. Tüm
bunların sonucunda kendilerini bekleyen mutsuz ve sıkıntılı bir yaşamdır.
Korkularımızdan
arınmak istememizin bir diğer nedeni, onun kimi ruhsal bozukluklara neden
olabileceğidir. Depresyon, sıkıntı hissi içinde olma, panik atak, evlilik sorunları,
insan ilişkilerindeki zorluklar bunlardan birkaçıdır.
Korku normal yaşamın bir parçası olarak ta
kabul edilmektedir. Dünyaya gelirken, korku duyma yetisini de beraberimizde
getirdiğimiz savı vardır. Bu yeteneğin mutlak gerekli olduğu da belirtilir.
Çünkü korku, bedenimizde çalışan bir alarm sistemi olarak görülebilir ve bizim
tehlikelere karşı savaş, kaçış veya sessizlik durumuna girmemizi sağlar. Bu
yönüyle bakıldığında korku, tehlikeli durumlarda hayatta kalabilmemiz için bize
yardımcı olabilecek son derece mantıklı ve doğal bir duygudur. Hem duygu ve
düşünce hem de bedenin fizyolojisi bakımından korku, insanı daha uyanık ve
savaşıma hazır duruma getirir. Kişinin tepkilerini uyumlu bir şekilde ayarlama
işlevini görür. Korku duygusu ancak bizi uyardığı ve içinde bulunduğumuz
tehlikeli duruma uygun hareket etmemiz için gereksinim duyduğumuz yeteneklerin
ortaya çıkmasını sağladığında mantıklıdır.
Tüm
bunlar korkunun yararlı taraflarının da olduğunu ortaya koymaktadır. Gerçekten
de korkular, kimi durumlarda, insanı normal yaşama uyumlu hale getirmekte ve
gerekli koşullara karşı önlem almasını sağlamaktadır. Tehlikeler bir yana,
aslında yaşadığımız her zor durumda az çok korku duyarız. Bu bir yerde insanı
doğruya yönlendiren bir sinyal gibidir. Aynen trafik ışıklarında olduğu gibi, kırmızıyı
görünce geçmeyiz, sarıyı görünce daha dikkatli oluruz. Fobiler ve korkular da
yerine göre sarı ve kırmızı ışık fonksiyonu görürler.
Korkuların dozu
Korkunun
az bir dozu zorlukları aşmada yararlı olurken, bu doz çoğaldığında zararlı
duruma geçer. Çünkü fazla korku duyduğumuzda pek çok tepkimiz sınırlanır,
hedefini şaşırır ve bizi olumsuzluklara sürükler. Bu durum donakalma, gereksiz
boyun eğme ya da aşırı tepkiler arasında gidip gelen yanlış davranışlara yol açar.
Halbuki belirli bir düzeyde tutulabilen korku, bedenin hormon düzeylerini
değiştirirken kişiyi vereceği tepkilere daha hazırlıklı bir duruma getirir.
Korku bu gibi durumlarda kişinin tepkilerini ayarlama işlevi görür.
Korkuyla
ilgili metinlerde, korkunun yanında, endişe, fobi ve panikatak gibi kavramlarla
karşılaşılmaktadır. Endişe, somut bir tehlike veya tehdide eşlik eden bir
duygudur. Endişe duygusu, bir canlının karşı karşıya kalmış olduğu bir
tehlikenin bilincinde olduğunu ve kendini korumak için geliştirdiği tepkidir.
Korku ise, rahatsızlık veren bir duygudur. Endişelerin hissedilmesinden sonra
gelişir ve fiziksel tepkileri de beraberinde getirir. Panikatak ise, sürekli
yinelenen korku ataklarının beraberinde getirdiği kalp çarpıntısı, göğüste
ağrı, boğulma hissi ve etrafına yabancılaşma gibi bedensel belirtilerle
anlaşılır.
Fobi
kelimesi, Yunancada korku anlamına gelen “phobos”
kelimesinden gelmektedir. Fobi tanımı için bilimsel terim oluşturulmak
istendiğinde, korku oluşturan nesne veya durum Yunancaya veya Latinceye
çevrilip ardına “phobie” (fobi) szcüğü eklenir. Örneğin,
köpekten korkma “cynofobi”,
örümcekten korkma “arachnofobi” ve
toplum içinde gözükme korkusu olan “agorafobi”
gibi. Ancak fobiler genel olarak normal dışı korkular olarak tanımlanmaktadır.
Fobi, normalde korku yaratmayan düşünce ve nesnelere karşı duyulan bir histir.
Ancak fobiler kişinin sosyal yaşamını ve mesleksel işlevlerini belirgin bir
şekilde aksatabilirler. Kişinin uyumunu bozarlar. Fobik birey, korkularının
anlamsız olduğunu bilse bile, uyarana karşı abartılı bir korku hissedip ondan
kaçınma tepkisine engel olamaz. Bu nesne veya duruma ne kadar yakınlaşırsa
korku o kadar artar, uzaklaşınca azalır. Fobi mağdurları, kaçınma güdüsüyle
hareket ettikleri ve korkulan nesne genellikle somut ve daha sınırlı olduğu
için, diğer korku kavramlarından yakınanlara göre korku duygusundan daha az
zarar görürler. Ancak kimi fobiler fobojen durumla yüz yüze gelmekten
kaynaklanan sürekli korkular yaratırlar. Bu tür düşünceler insan zihninde
önemli bir yer tutar ve takıntı oluşturur. Takıntılar ve fobiler arasında çoğu
zaman bir bağ kurulur. Takıntı, etkilenen bireyin sürekli savaşım verdiği ama
kafasından atamadığı bir düşünceyle oluşur.
Korkuların denetimi
Bireyler
korkularını denetim altına almada çoğunlukla başarısız olurlar. Bu nedenle de
korkularını sindirmek için başka olanaklar ararlar. Bunlardan biri korkuyu veya
fobiyi reddetmektir. Korkulara karşı uygun bir içe atma durumu olmadığında,
tepkisel bir durum ve bir karakter özelliği de oluşturulabilir. Bu durumda,
oluşan sıkıntı dönüştürülmemiş, reddedilmiş ve bastırılmıştır. Korku duygusunun
oluşumunun tam olarak belirlenmesi yerine korku yaratan objenin istenmemesi söz
konusu olmuştur. Bu durum korkusuzluk için tam bir çözüm değildir. Bireyin
kişiliğinde olumsuzluklar yaratabilir. Bireyin dış dünya tarafından kuşatılıp
ona egemen olması Ben’i geliştiren düşüncelerin de zararına gelişir. Bu durum
bireyin kişiliğinde kalıca zayıflamalara neden olabilir. Halbuki, esas olan ben’in geliştirilmesi ve bu sayede
korkuya neden olan psişik olguların da ortadan kaldırılmasıdır. Bildiklerimizi
yeniden yapılandırma, kendi algılamalarımız ve yorumlarımızı yeniden gözden
geçirme ve olumsuz yönlerimizi irdeleyip iyileştirme yolunda ödünsüz çalışmalar
yapmalıyız. Kimi bedensel duyumlarımızı nedensel bağlamda yeniden
değerlendirmeliyiz. Bunların sonucunda kişiliğimizi olumlu yönde geliştirirken
korkularımızdan da arınabiliriz. Bu süreç masonluğun bireylerin benliklerini
değiştirme amacıyla örtüşmektedir.
Yenilik korkusu ( gelenekçi direnç )
Bireyler
kişiliklerini değiştirme ve geliştirme sürecinde neofobi’ye, yani yeniliklerden korkma duygusuna, kapılmamalıdırlar.
Değişikliklere kapalı bir şekilde yetiştirilmiş olup, risk almaktan aşırı
derecede kaçınan karakter yapıları bu olumsuz duruma yatkındırlar. Yenilik
fobisi, bireyin yaşamını ve gelişimini sınırlar, bireysel yükselişini engeller.
Bu korku insanda gereksiz uyum davranışı geliştirir, hatta kişiyi alternatif
düşünme seçeneklerinden uzaklaştırarak belli kalıplar içinde düşünme ve
yaşamasına neden olur. Bu kişiler yürürlükteki düzen ve sistem adına daha kolay
ikna edilebilir bir konumdadırlar. Dogma ve ön yargılarıyla yaşamaya devam
ederler. Onlar için karşı bir düşünce veya yaşantı tehdit edici bir durumdur.
Kendi gibi düşünmeyenleri rakip ya da düşman olarak algılayabilirler. Onlarla
yakınlık kurmamağı yeğlerler.
İnsanlar
korkularından kurtulmak için kaçınma, dikkati başka yöne çevirme, yandaş arama,
ilaç kullanma, korkuyu saklama ve sorumlulukların ertelenmesi gibi önlemlere
başvurmaktadırlar. Ancak bunların hepsi kısa süreli ve çok kısıtlı olumlu
etkilere sahiptir. Çünkü bu önlemler genelde korkunun temelini oluşturan
düşüncelere karşı değil, korkunun kendisine karşı kullanılırlar. Halbuki,
insanların yapması gereken şey, belli bir durum karşısında nasıl düşünmesi,
nasıl davranması ve neler hissetmesi gerektiğini öğrenmek ve bütün bunları
olumlu yönde geliştirip, pekiştirmek için çalışmaktır. Unutulmamalıdır ki
korkularımız, dış dünyamızdaki öğelerle ilintili görünseler de, aslında iç
dünyamıza ait bir iç tehlikeyle ilişkilidirler. Yani, her fobi psişik bir
öğeden oluşur ve bir bakıma psikofobidir. Bu nedenle de korkularımızdan
kurtulmak için önce benliğimizde değişiklik yapılmalıdır. Ürkek, güvensiz bir
kişilikten kurtulup, soğukkanlı ve kendine güvenen bir kişilik kazanılmalıdır.
Birey kendi gücünün farkına varmalıdır. Korkusuzluğu kazanmak için etkin
eylemler gerçekleştirilmeli ve gerekli riskler alınmalıdır. Korkudan kesinlikle
korkulmamalıdır.
Duygusallığın korkuyla ilgisi
Sevgi
de korku ile ilintilidir. İnsan başta kendisini sevmediği ve kendi kendisinin
acımasız eleştirmeni olduğu sürece, meslek yaşamında ve çevresiyle
ilişkilerinde kabul görmemekten korku duyacaktır. Sevginin her olguyu
çözümleyen sıcaklığı, bu korkuların giderilmesinde de en iyi çare olarak
görülmektedir.
Örgütlenmenin korkuyla ilgisi
Eğer
birey belli bir örgütlenme içerisinde ise sıkıntılarının bir bölümünü bu çevresine
yansıtabilir. Burada önemli olan sıkıntı çeken bireyin kendini değiştirme
isteğinde bulunmasıdır. Bu aşamada korkularını gizlemesi ya da korku yaratan
ilişkilerden sakınması söz konusu olabilir. Bu durumdaki bir kişi fobisiyle
ilgili konularda onu belli etmemeye çalışabilir, bundan dolayı duyduğu utancı
gizleyebilir hatta yalan bile söyleyebilir.
Korkusu
olan biri, çok sıklıkla, korkusu olmadığına inandığı birinden yardım ister ya
da yardım görür. Eşler, akrabalar, arkadaşlar psişik düzensizliklerin ortadan
kaldırılmasında önemli roller üstlenirler. Korkanlar, herhangi bir kimsenin
sahip olduğu gücün korktukları bir etkinlikte kendilerini koruyacağına
inanırlar. Bu bireylerin korunma ve bağışlanmaya gereksinim duymasıyla ilgili
bir durumdur.
Korkusuz olmak nedir?
Korkusuz
olabilmek için her şeyden önce olayları, yeteneklerimizi ve gerçek tehlikeleri
öğrenmemiz gerekir. Düşünce yapımızı buna göre değiştirmeliyiz. Çünkü vücut,
emir merkezi olan beyinden gelen komutları doğrudan yerine getiren bir organdan
başka bir şey değildir. Bir diğer yaklaşımla, korkuyu doğuran doğrudan doğruya
dış durumun kendisi değil, bu durumun insanda uyandırdığı izlenimdir. Korkunun
temelinde, kendi kendimizi korkutacak düşüncelere sapmış olmamız gerçeği
yatmaktadır. Bizler bu nedenle kendini bilmek, tanımak, yetkinleştirmek
çabalarımızda ilk önce düşünce yapımızı değiştirmeye çalışırız. Çünkü
düşünebilme yeteneğimizin kötü yanları da vardır. Bu olumsuz yön, zihnimizin
bize her zaman gerçeği yansıtmak gibi bir zorunluluğunun olmamasıdır. Diğer bir
değişle, düşüncemiz özgürdür. Biz yanlış düşünebilme özgürlüğümüzü kullanırken,
bu sırada vücudumuza verdiğimiz mesajların da ayni doğrultuda tepki
oluşturacağı hesaba katılmalıdır. Örneğin, bir fare gördüğümüzde vücudumuza
tehlikeli durum mesajını iletirsek, aslında fare hiç de yaşamsal tehlike
yaratan bir öğe olmadığı halde, bedenimiz bu yönde bir tepki verecektir.
Aslında
yetişkin biri olarak, herhangi bir korkunun oluşmasına neden olmaktan çok, bu
duyguyla baş edebilmek konusunda daha fazla yeteneğe sahibizdir.
Çocukluğumuzdan kalan bir korkunun üzerine gidip bunu düzeltme çabasını
göstermezsek bu durumdan kurtulmamız çok zordur. Örneğin çocukken okuduğumuz
bir şiirdeki yanılgımız için bizimle alay edilmişse, toplum karşısında konuşmaktan
da korkabiliriz. Halbuki, bu yanılgımızın tehlike ve önem durumunu irdeleyip,
tehlikesiz ve önemsiz olduğu yargısına varırsak bu korkumuz da ortadan
kalkacaktır. Düşünce yapımızı olumlu yönde değiştirmenin önemi bu örnekte de
görülmektedir.
Korkularımızın
temelini oluşturan kaygılarımızın mantıklı olup olmadığını anlayabilmek için,
değer yargılarımızı daha ayrıntılı olarak incelemeliyiz. İnsanlar endişeye
düştüklerinde kendilerine özgü anlayış yapısıyla düşünürler. Düşünceleri ve
kurdukları hayaller hep olası tehlikeler ve felaketler etrafında toplanır.
Gerçekleri saptırır, olayları ve durumları yanlış yorumlar, yalnızca bir kez
yaşanmış deneyimler hakkında genelleme yaparlar. Gelecekle ilgili olasılıkları
abartır ve bireysel deneyimlerinden keyfi çıkarımlar yaparlar. Gerçekte
tehlikeli olmayan ya da çok az olan durumları felaket olarak görürler. Yani
tehlike kavramını abartırlar. Bedensel tepkileri ve duygularıyla aşırı derecede
ilgilenirler. Bunun yanında, sorunları aşmak ve olayların içinden sıyrılabilmek
için kendilerinde var olan yetenekleri küçümserler. Tehlikeli olup olmadığını
tam ölçemedikleri durumlardan kaçınırlar.
Korkuyu yenebilme yöntemleri
Yararlı
işlevleri de olan korkulardan tamamen arınmamız tam olarak beklenmemektedir.
Bunun yerine gerçekleştirmemiz beklenen dört temel hedef gösterilmektedir.
Öğrenmemiz gereken bu dört ilke:
a.
Gerçekte var olmayan tehlikelere karşı hissettiğimiz
korkularımızı yenmemiz,
b.
Belirsiz tehlikelere karşı hissettiğimiz korkularımızı
yenmemiz,
c.
Gerçekliği olan ancak kontrol edemeyeceğimiz
tehlikelere karşı hissettiğimiz korkularımızı yenmemiz,
d.
Olasılıkları yüksek gerçek tehlikelere karşı
hissettiğimiz korkularımızı, çözüm üretebilmek için yol gösterici olarak görmek
ve korkularımızın bizi ele geçirmesine izin vermememizdir.
Özetle,
hedefimiz, bize zarar veren ve hedeflerimize ulaşmamızı engelleyen türden
korkularımızı yenmek ve bizi gerçek tehlikelere karşı uyaran ve tetikte
olmamızı sağlayan türden korkularımızı doğru kullanmağı öğrenmektir.
Uygar
toplumlar, bireylere aşılamaya çalıştığı bilimsellik, usçuluk ve düşünce
yetilerinin özgürce geliştirilmesi gibi ilkelerle gereksiz korku oluşturan
durumlardan bizi uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Olay ve olguların gerçekliğinin
tüm açıklığıyla, bilimsellik ve usçuluğun ışığında, ortaya çıkarılmaya
çalışılması konusundaki çabalarımız, onların yanlış yorumlanmasını ve yanlış
değerlendirilmesini önlemek için olmalıdır. Bu süreçte korkusuzluk erdemini,
belirtilen boyutunda, ödünsüz olarak kullanmalı, özgürce düşünme yetimize tam
olarak kavuşmak için yeterince çaba göstermeliyiz.
KAYNAKÇALAR
1.
Denis, ,P. 2006. Fobiler. (Çev. İsmail Yerguz). Dost Kitabevi, Ank. 125s.
Şar,
V.2008.
2.
Fobiler. (Söyleşi: Füsun Saka). T. İş Bankası Kültür Yay. İst. 99s.
3.
Wolf, D.2006. Korkular. Korkuları Anlamak ve Üstesinden Gelmek. (Çev. Pınar
Ceylan) Gendaş, İst. 255s.
4.
Ural, Aydın; Korkusuzluk üstüne sunum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.