|
NAZARLIK KÜLTÜ ( KUTAL GÖZ )!
“Elem tere fiş, kem gözlere şiş. “
Yüzyıllar ötesinden gelen yerleşik bir deyiştir.
|
|
Değişik dillerde, değişik
toplumlarda, değişik geleneklerde söyleniş şekli birbirinden farklı da
olsa, aynı söylemi çağrıştıran birbirine benzer deyimler ve atasözleri
vardır.
Güzel Türkçemizde birkaç örnek verecek olursak:
“ Göz değdi.”
“ Göz, kulak ol.”
“ Gözünü seveyim,”
“ Gözüne girmek.”
“ Gözden düşmek.”
“ Göze batmak.”
“ Göze gelmek.”
“ Göz payı.”
“ Göz karası “
“ Gözü kara!” ( Bu arada Karagöz’ü de
hatırlamış olalım!)
“ Göz izi “
“ Gözdağı “
“ Gözbağı “
“ Göz ağı “ ( kıskançlık anlamında )
“ Gözü çıkası.“
“ Göz aşinalığı “
“ Gözü pek “
“ İyi göz.
“
“ Kötü göz.”
“ Tepegöz!
“
“Adamı gözünden
tanımak”
“ Pireyi gözünden
vurmak”
“ Gözünün yağını yemek”
“ Göz önünde olmak”
“ Gözüm “
“ Gözcü”
“ Gözde! “
Bu ve benzeri deyimler, söylemler uzar gider.
Göz, beş duyu organımızın en duyarlı ve en kıymetlisi olarak bedenimizin
yaşamsal kurgusunda en önemli yerini almıştır.
Gözdeki, bakıştaki küçük bir anlamın anlatılabilecek birçok söze eşit
olduğu, kötü bir bakışın birçok değerin yitirilmesine neden olacağı gibi,
tatlı yumuşak bir bakışın güzellikler, mutluluklar getireceği söylenen bir
gerçektir.
İnsanlar geçmişten günümüze, gözdeki
bakışın gizemine takılmış, bu bakıştan gelebilecek olası kötülüklere karşı
dualara, muskalara, talismanlara sarılmış, hepsinden önemlisi kem gözlere
karşı, gizemli güç ve büyüsüne inandığı simgesel gözün
arkasına sığınmıştır.
Aslında göz
uyanık kalmak ve faklılıkları ayırt edebilmek açısında önemli bir organ ve
işlevsel kavramdır.
Dünya üzerinde Hindistan, Mısır, Yunanistan, Türkiye, hatta tüm Yakındoğu,
Balkanlar ve Kafkaslardaki ülkelerde insanlar, yüzyıllar ötesinden bu yana
süregelen gündelik yaşamlarında, kem bakan gözlerden
gelebilecek nazarlardan sakınmak için, üzerindeki takılarda, kullandıkları
eşyaların üzerinde, değişik şekil ve formlarda stilize edilmiş göz
boncukları, göz
tasvirleri kullanmışlardır.
Hatta eski Mısırda olduğu gibi bu gözü
kutsallaştırmış ve kutsamışlardır. Bugün, yurdumuzda tarih ve çok eski
zamanlara dayanan kentlerimizdeki kimi arkeoloji müzelerinin vitrinlerinde
görüldüğü gibi, Hititlerden, Bizanslara, nazar adını verdiğimiz göz
boncuğunun ülkemiz topraklarında yaşamış değişik uygarlık ve toplumlar
tarafından gündelik yaşamda süsten de öte bir fetiş olarak kullanıldığı bir
gerçektir. Günümüz Türkiye’sinin folklorunda, nazar boncuğu adını
verdiğimiz göz
boncuğu küçük çocukların omuz ve yakalarında, hanımların takılarında, kimi
evlerin duvarlarında, anahtarlıklarda, araba aynalarının üzerinde koruyucu
birer sembol olarak kullanılmaktadır. Bu günde, eski çağlarda olduğu gibi
aynı gizem ve güncelliğini sürdürmeye devam etmektedir.
Nazarlık: nazara fiili Arapçada bakmak, görmek anlamında kullanılmaktadır.
Dilimize, nazar, nazarlık,
nezaret, manzara, nazır gibi birçok sözcük ve kavramlar şeklinde girmiştir.
Bektaşilikte muhibler ve dede-babalar arasında “ nazarım – gözüm “
tabiri de simgesel olarak kullanıldığı biliniyor.
UDJAH – KUTSAL GÖZ
Tarihe baktığımızda, gözün
koruyucu etkisini en çok benimsemiş ve bu benimseme içinde kutsadığı gözün bir
tanrıya ait olduğuna inanmış tek toplum eski Mısırlılar olmuştur. Eski
Mısır inanışında “ Udjah” adı verilen kutsal göz, ölümden
sonraki yaşamın tanrısı Osiris’le, sevgili eşi güzeller güzeli İsis’in
oğulları, Nil vadisinin koruyucu tanrısı, şahin başlı Horus’un gözü olarak
tanımlanmıştır.
Günümüzde Mısır Hava Yolları’nın da amblemi olarak kullanılan bu stilize gözün öyküsü
erki Mısır mitolojisindeki ünlü anlatılarda birinin içinde yer almaktadır.
Mitolojik anlatıya göre, Osiris’le Seth, İsis’le Neftis iki erkek iki kız,
dört kardeştiler. Osiris kız kardeşi İsis’le, Seth’te kız kardeşi Neftis’le
evlendiler.
İyiliği, saflığı, güzelliği simgeleyen Seth ise Osiris’sin tersine
kötülüğü, fitneyi, çirkinliği simgeleyen bir tanrıdır.
Mısırlıların Osiris,e olan sevgisi karşısında büyük bir kıskançlık duyar ve
bu nedenle kardeşine kötülük yapmak ister.
Bir gün, Osiris’i sarayında verdiği büyük bir ziyafete davet eder. Yenilir,
içilir, eğlenilir ve sonunda Seth, kardeşine bir armağan sunar. Bu armağan
ahşaptan yapılmış büyük bir sandukadır. Ancak kurnaz seth, bu armağanı
verebilmesi için, Osiris’in içerisine girip uzanmasını söyler. Osiris tüm
saflığı ve iyi yürekliliği ile sandukaya girip uzanır.
Ama kötü Seth Osiris’in içine girmesiyle beraber sandukanın kapağını
kapatıp kilitler, ardından da Nil sularına atar.
Zavallı Osiris, Nil’in akıntısına kapılıp giden sandukanın içinde kilitli
kalmıştır. Gelip geçen uzun günlerden sonra, Osiris2i taşıyan sanduka
Nil’in sularından Akdeniz’in dalgalarına karışıp gider. Günler, aylar
geçer, bir gün sanduka Biblos ülkesinin, yani Fenike’nin kıyılarında sular
altında kalmış büyük, yaşlı bir ağacın gövdesinde ki kovuğun içine girer
takılır. Med-cezir yaşanmaktadır. Sular çekilir, ağaç bütün görkemiyle
ortaya çıkar. Bu arada Fenike kralı, askerlerini ülkenin dört bir yanına
salmış, yaptırmakta olduğu büyük sarayın ahşap sütunları için, gövdesi
büyük ağaçlar aratmaktadır. Askerler gelir bu ağacı da bulurlar. Ağaç
dibinden kesilir sarayda çok güzel bir sütuna dönüşür, ama içindeki
Osiris’in bulunduğundan kimsenin haberi yoktur.
Osiris’in sevgili eşi üzüntülere boğulmuştur. Yollara çıkar, köşe bucak
Osiris’i aramaya başlar.
Eh! Ne de olsa bir tanrıçadır ilahi gücüyle, eşinin izini bulup Biblos
ülkesine kadar gider ve kralla yaptığı sıkı bir pazarlıktan sonra sütunu
satın alıp içinden Osiris’ini çıkartır.
Osiris’in Mısıra dönüşü muhteşem olur. Kuzeyden Güneye tüm Mısır halkı,
sevgili tanrılarının dönüşünü büyük bir coşkuyla kutlarlar. Adaklar adanır,
kurbanlar kesilir, ayinler yapılır, eğlenilir, yenilir, içilir.
Bereketler veren Osiris dönmüştür, ama maalesef bu mutluluk pek uzun
sürmez. Kötü, kıskanç Seth, bütün bunlar karşısında daha da köpürür, daha
da kötüleşir ve hazırladığı kurnazca bir planın ardından öz kardeşini
yakalayıp hunharca öldürür, gövdesini on üç( bu sayı bir yerden daha bildik
geliyor!) parçaya ayırıp, kopardığı organları Nil’in sularına atar.
Ah zavallı Osiris!
Güzeller güzeli İsis bu arada Osiris’siz kalmıştır artık. Başlar eşinin
kopartılıp Nil kıyılarına atılan parçalarını aramaya. Her ne kadar ilahi
bir kudrete sahipse de bu ikinci olayda yetersiz kalır. Oğulları şahin
başlı Horus ile Osiris’in sadık köpeği Anübis’ten yardım ister. N e de olsa
Horus’un tepelerden olan her şeyi keskin gören gözleri,
Anübis’in de çok uzaklardan koku alan burnu vardır.
Hep birlikte başlarlar büyük Osiris’in organlarını aramaya. Kolları,
bacakları bir taraftan, elleri başı bir başka kıyıdan tek tek toplarlar.
Kesilmiş parçaları sonunda hepsini bir araya getirirler.
Her şeyin tamam olduğunu sandıkları sırada, bir bakarlar ki bir tek organ
eksiktir. O organ da Nil’de yaşayan Oksirenkos adlı canavar balık
tarafından yenilip yutulmuş olan Osiris’in penisidir.
Zavallı İsis, toplattığı çeşitli bitkilerin özünden ( ilaçları serüvenini
hatırlayalım)bir macun hazırlatır. Sevgili eşi Osiris2in parçalarını
birbirlerine yapıştırarak uzun keten bantların içine sarıp sarmalar.
Böylece Mısır inanışında ilk mumya ortaya çıkmış olur ki, bundan böyle
bütün Mısırlılar bu miti örnek alarak ölülerini mumyalamaya başlarlar.
Bundan sonra da Osiris, artık yeryüzünün bereket tanrısı değil, tam tersine
öteki alemde ki yaşamın tanrısı olur çıkar.
Herkes için yeryüzünde ki yaşam serüveni bir gün ölümle noktalanıp, öteki
alemde ki yolculuğun Osiris’in kollarında bulacağından Osiris en çok
sevilip sayılan tanrı olur.
Elbette anlatı böyle sonlanıp bitmiyor. İsis, sevgili eşinin parçalarını
bir araya getirip yapıştırdıktan sonar, ilahi kanatlarını çırparak ona yeni
baştan nefes verir.
Mitin devamında ki bir başka önemli olay da şahin başlı Horus babasının intikamını
almak için, Mısır’ın kuzeyinde deltanın bulunduğu bölgede meşum, canavar
amcası Seth’le büyük savaşa girişir. Bu çetin savaşta yer yerinden oynar.
Nil’in suları şaha kalkar, şimşekler çakar, ama sonunda Horus kötüler
kötüsü Seth’i yakalayıp döverek sonsuzluğa dek yeraltına hapseder. Hem de
bacaklarından kollarından zincirleyerek.
Ne var ki her galibiyetin bir bedeli olduğu gibi, kahraman Horus bu savaşta
bir gözünü
kaybeder. Ancak, tanrılara yakışır bir biçimde, bu göz de
parçalanıp toplanıp bilge tanrı İbis kuşu kafalı Thot tarafından tamir
edilip yapıştırılarak yerine yerleştirilir.
Eski Mısır matematiğinde, geleneğe göre bu gözün
parçalarını temsil eden kesirlerin toplamı 63/64 etmekteydi. Kesir
hesaplarında ki baz bu kutsal gözün
parçalarından yola çıkarak hesap edilirdi.
Eski mısır inanışında önemli bir yer oluşturan bu mitolojik anlatıda
görüldüğü gibi, kutsal gözün,
tanrının gözünü
simgelediği ve her zaman her şeyi görüp gözlemlediği
kötülere ve kötülüklere karşı insanları koruduğu açık bir şekilde
anlaşılır. Ancak gerçek olarak tanımlayıp nitelediğimiz simgesel göz bizim
içimizde, sezgimizde ve beynimizin derinliklerindedir.
Mısır mitolojisinden Hint mitolojisine değişik din ve inanç biçimlerinde,
geçmişten bu yana değişik anlatılarla simgesel olarak betimlenen göz çağımızda
ki aydın ve erdemli insanlar da ise dikkatin, araştırmanın, incelemenin ve
uyanık olmanın simgesi olarak benimsenmelidir.
Bu simgesel göz
ile doğayı, evrensel geçekleri inceleyip anlamaya çalışmayı
hatırlatmalıdır. Özenli ve uyanık olmayı, doğa yasaları arasında ki
ilişkileri ve farklılıkları kaçırılmaması gerektiğini hatırlatmalıdır.
Bizler, tutum ve davranışlarımızdaki ölçü ve özeni sanki bir göz bizleri
sürekli gözetiyormuş
gibi yerine getirmeliyiz.
Hıristiyanlıkta kiliseler de simgesel bir göz vardır
ki, bu göz
sanki Tanrının kullarını sürekli gözetlediğini,
tutum ve davranışlarını takip ettiğini simgesel olarak hatırlatır.
Yani, hiçbir şeyin tanrıdan saklanamayacağını hatırlatır.
Eski Mısır’dan çıkıp başka inanış ve felsefelerde de önemli bir yer
oluşturmuş olan kutsal göz
“ Udjah” , simgesel olarak koruyan, gözeten,
denetleyen, hatırlatan ve hatta insanlara kimi kayıp değerleri anlamlarını,
hatırlamalarını sağlayan bir simge olarak yüzyıllar ötesinden günümüze bir
nazar, bir talisman gibi kendine özgü biçimsel varlığını sürdürmeye devam
ediyor.
Bu nazarlık
ve talismanların ülke ekonomisinde ki türevleri ve ticaret potansiyeli ise
doğrusu ayrı bir yazı konusu olabilecek ölçektedir.
Ayrıca, Türk mitolojisinde ki “TEPEGÖZ” öykü, kurgu veya anlatısını da göz ardı
etmemek gerekir.
Ne diyelim, her anlamda iyileri,
olumluları ve de güzelleri “ Allah nazardan saklasın!”
Kaynakça:
1. Alberto Carlos Carpiceci Art and Hisytory of Egypt ( 5000 year of
civilization )
2. Turgay Tuna, Egyptolog rehberi sunusu.
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.