Seyyid Mahmud Hayrani


SEYYİD MAHMUD HAYRANİ VE SOY AĞACI

”Evvela sırrı sakla ve var söyle!
Bila-sebep kimesne ile husumet etme!
Sözünde sadık ol!
Teenni edici olma!
Bi’kimesne-i zuum gıybet etme!
Fukarayı tahkir etme!
Ululara riayet eyle!
MEVT-i, her dem fikr eyle!
Bilmediğin kimesne ile mukarin olma!
Sana düşmanlığı sibkad olana Ti’z-i itimat etme!
Her neminelik eden Ademden hakikat umma!
Tevazuu ehli ol!
Senden rencide olandan vefa umma!
Hizmet ile bir kimesne-i tecrübe etmeyince istikametine inanma!
Bir günlük musibete sabr eyle!
Senden büyük olan Adem ile mücadele etme!
Nice kere hakikat gördüğün dostunda, bir zillet sa’dır olmakla anı terk etme!
Müstakim ol. Şen, sana ne sunarsan Aleme dahi anı san!
Bir nesneki zayi olup ayruk ele gelmesi muhal olmadan ötürü gam yeme!
Tali’in el-vermek ile mağrur olma!
Dostlarına mürüvvet, düşmanına müdara ile dost’u düşmandan fark edüp, ona göre mukabil ol!
Düşman ne kadar hakir ise de hor bakma!
Her Fürümaye’i getürüp kendüne hem dem etme!
Elün gıybetünü getürenü dost sanma!
Yar-ı sadık utekai kimya-i ma’kul Seyyidi ele getürdükçe, pekçe sakla!
Sakın avret sözüne inanma!
Kezzapdan nefret eyle!
Dahi Dill-i Ademden ve hasisden kerem umma!
Salihlerin duasını almaya sa’y eyle!
Devletini düşmandan sakın!
Nedemati Alim ve Cahili kar eden nikbeti evine götürme!
İyilik bilmezlere, iyilik etme!
Evvel fikr eyle, ba’dehu söyle!
Bi-emr-i hüda, Rab’bil İzzeti sığınıp Ta’ata meşgul ol!”

(Seyyid Mahmud Hayrani’nin Nasihat’namesi;
Seyyid Mahmud Hayrani’nin bizzat yazmış olduğu nasihatnamesini Sultan Murad’a vermiştir).

SEYYİD MAHMUD HAYRANİ (1170/80 ? - 1268)
Muhyiddin tarafından Miladi 1475’te yazılan “ Hızırname” isimli el yazması menakıbnamede, Seyyid Mahmud Hayrani, devrin velileri içinde sayılır. Manzum olan bu kitabın “Beyan-ı Cemm’iyet’i-kübra ve Sohbet-i Evliya” faslında şu isimler sayılır: “Seyyid Mahmud Hayrani, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Melik Gazi, Sultan Şuca, Emir Seyyid, Sultan Veled, Fakih Ahmed, Şemsi Tebrizi, Selahaddin Zerkob, Seyyid Sarı Saltuk”…
Bu kitapta, bu ulu kişiler birbirlerinin mürşidi gösterilmiştir.
Mevlana dergâhına kapılanıp onun aşk potasından nasip alan Velilerden birisi de Seyyid Mahmut Hayrani’dir. Hayrani, Harran’dan Anadolu’ya göçmüş ve Konya’ya gelip yerleşmiştir. Bir süre Hazreti Mevlana’nın yanında kalmış, onun hizmetinde bulunmuş ve ondan feyz almıştır.
Mevlâna’nın aşk kapısına tapulandıktan ve ondan feyz aldıktan sonra, "destur" istemiş; Akşehir'e giderek, orada "inziva"ya çekilmişti. Yüreğinde kaynayan aşk volkanı O’nu rahat bırakmamış, aşkla dağlara düşmüş, bir süre başıboş dolaştıktan sonra, meczup bir halde yine Akşehir’e dönmüştür. Mevlâna, çok sevdiği ilâhi sırlarla bezenmiş bu coşkun dervişini sık, sık sormuş, O'ndan haberler almış, habercilerle hal ve hatırını sormuştu.
Yine bir gün Akşehirli Şeyh Sinaneddin Konya'ya gelerek Mevlâna'nın ziyaretinde bulunmuştu. Mevlâna O'na:
— Ne var. Ne yok. Seyyid Mahmud'umuz ne halde?                    Diye sormuştu. Şeyh Sinaneddin:
— Onu tilki gibi sacı sakalına karışmış bir halde, bir köşede pinekler gördüm. Sizin âleminize gözleri kapalıydı.

Mevlâna bu sözlere sadece gülümsemiş, hiçbir şey söylememişti. Şeyh Sinaneddin, birkaç gün sonra Akşehir'e dönmüş. Seyyid Mahmud'u çarşının ortasında uyur görmüştü. Yanına yaklaşarak ayağıyla dürttü. Gözlerini açan Seyyid Mahmud karşısında Şeyh Sinaneddin'i görünce:
— Ey Sinaneddin. Biz, hür insanların sultanı Mevlâna'mızın devrinde tilki olmayı canımıza minnet biliriz. Ama sen daha bunu anlayamamışsın. Dedi ve tekrar uykusuna daldı.

Şeyh Sinaneddin hayretler içindeydi. Tekrar Konya'ya geldiği zaman Mevlâna ona:
— Alemde kalbi uyanıklar çoktur, bilinmez, demiş ve ateşli gazellerinden birini okumuştu.

Seyyid Mahmud Hayranı vefat ettiği zaman Mevlâna çok üzülmüştü. Akşehirliler ona güzel bir türbe yaptırdılar. Mezarının üzerine de ahşap işleme bir sanduka yerleştirmişlerdi. Sandukanın üzerine Mevlâna'nın halk arsında beğenilen en güzel gazelleri yazılmıştı.
Seyyid Mahmud Hayranî'nin Akşehir'deki türbesi, daha sonra yapılan Mevlâna Türbesine örnek olmuş, belki de her ikisi aynı mimarın elinden çıkmıştır.
Mevlâna hayranları, yüzyıllar boyunca Konya'da Mevlâna Türbesini ziyaret ettikten sonra. Karaman'daki Mevlâna'nın annesine ait Mader-i Mevlâna Türbesini, Akşehir'deki Seyyid Mahmud Hayranı Türbesini de ziyareti gelenek haline getirmişlerdir. Seyyid Mahmud Hayranî. Kaynağını Mevlâna’dan alan bir cezbenin devrinde timsalidir.

SEYYİD MAHMUD HAYRANİ VE HACI BEKTAŞİ VELİ
Bektaşilik düzeninin en muteber kabul ettiği “Velâyetname” kitabında, Seyyid Mahmud Hayrani Hazretleri iki yerde anılır. Birincisi, bir menkıbe olan aslana binip ele yılanı alıp gitmesi, diğeri de Hacı Bektaşi Veli’nin cenaze namazını kılmak üzere toplananlar arsında gösterilmesidir. Buda şunu gösteriyor ki Hacı Bektaş-i Veli, Seyyid Mahmud Hayrani’den önce vefat etmiştir.

Mevlana Celaleddin-i Rumi ve diğer uluların yaptıkları gibi Seyyid Mahmud Hayrani’de kendine “rehber” olarak Hacı Bektaş veli’yi edinmiştir. Soy itibari ile de Seyyid Mahmud Hayrani ve Hacı Bektaşi Veli Oniki İmamlardan İmam Musa-i Kazım torunlarındandırlar. Hacı Bektaşi Veli ve Seyyid Mahmud Hayrani arasında geçen “Atlıkaya” kerameti, asırlardır halk arasında anlatılmakta ve eski yazılı eserlerde yer almaktadır. O nedenle buraya da yazma gereği duydum.
Akşehir’de bulunan Seyyid Mahmud Hayrani bir arslanın üzerinde, elinde kamçı gibi kullandığı bir yılan ve yanında üç yüz Mevlevi dervişle Hacı Bektaş Veli’yi ziyaret amacıyla yola çıkar. Haberi alan Hacı Bektaş Veli, “Bu kimse canlı varlıklara binmiş geliyor, bizde cansıza binelim.” der. Kızılca Halvet yakınında bir kızıl kaya vardır. Hacı Bektaş, kayaya tırmanır ve yürümesini buyurur. Taş, bir kuş biçimini alarak yola düşer. Seyyid Mahmud Hayrani, bir erin cansız kayaya binmiş, altındaki kaya kuş gibi uçup geldiğini görünce, Hacı Bektaş Veli’nin hikmetine hayran kalır. Seyyid Mahmud Hayrani “Er nazarında küstahlık ve edepsizlik etmişiz.” diyerek, derhal aslandan inip, yılanı elinden salıverir. Tekkeye toplanırlar. Dervişler birbirleriyle görüşürler. 300 tane dervişin hepsi de Hünkâr’ın ayaklarına düşerler. Tüm dervişler, Tekke kayanın önünde saf bağlayıp cem oluştururlar. Yeme, içme, sohbet, muhabbet ve semah yaparlar. Bir hafta boyunca bu şekilde devam ederler. Birbirlerine mürşit olurlar ve musahip kardeşi olurlar. Rivayet odur ki; Hayrani ismini Seyyid Mahmud’a ona olan sevgisinden ötürü Hacı Bektaş Veli vermiştir.

SEYYİD MAHMUD HAYRANİ ZAVİYESİ VE VAKIFLARI
Seyyid Mahmud Hayrani hakkında belgesel nitelikte olan kaynaklardan bir tanesi de Ankara, Kuyyud-ı Kadime Arşivi’ndeki kayıtlardır. Bu kayıtlara göre, şimdiki türbesinin civarında zaviyesi ve müştemilatı vardır. Bugün hala zaviyeye ait olduğu sanılan binanın temelleri ve mimari parçaları mevcuttur. İbrahim Hakkı Konyalı “Akşehir Tarihi” adlı eserinde, 1920 yıllarında zaviyenin taç kapısının olduğunu, daha sonra yıkıldığını belirtir.                                                              Cleman HuartMevleviler Şehri Konya” adlı eserinde, zaviyeye ait binaların ayakta kalan kalıntılarından bahseder.

Bugün bile halk arasında Ferruhşah Mescidi’ne, Seyyid Mahmud Mescidi denir. Ankara Kuyyud-ı Kadime Arşiv’indeki Fatih Sultan Mehmet devrine ait kayıtlardan, Karaman ilinin vakıflarını tespit eden Müslihiddin Akşehirli’nin tespit ettiği eski defterlerde M.1476 tarihli şu yazı vardır:
“Vakf-ı zaviye kutb-el bedala fi el-zaman Seydi Mahmud Hayran teğmetallahu el-malik el-menan ve esküne. Fi aliy-i arif el cenan. Der nefes-i Akşehir meşihat der tasarruf Necmed-Din an evladı Seyyid Mahmud Hayran mecüküm vacib el ezan. Vakf-ı Kadim.”

Aynı Arşiv’deki M.1500 yılında, II. Beyazıd adına Akşehir evkafını tespit eden İl Yazıcı Defterinde zaviye hakkında şu yazı yazılmıştır:
Vakf-ı zaviye kutb-el bedal-i Seyyid Mahmud Hayran der nefsi Akşehir meşihat-ı der tasarruf mevana Kasım Çelebi ve mitevelli-i mezkur mea berat-ı padişaha-i âlem penah azze nasrehu.”

M.1584 tarihinde III. Murat adına Akşehir’deki vakıfların defterini yapan Mevlana Mustafa ibn-i Ahmet de, bu zaviye vakfı için şunları yazmıştır:
“Vakf-ı zaviye-i Seyyid Mahmud Hayran der nefs-i Akşehir.”

Yukarıdaki arşiv kayıtlarına göre Seyyid Mahmud Hayrani’nin büyük bir zaviyesinin olduğu anlaşılıyor. Bu kayıtlara göre, bu zaviyenin mütevellisi Fatih zamanında, evlatlarından Necmeddin Ahmed’dir. Bu kayda göre zaviyenin gelirleri şunlardır:

1-Akşehir’deki bağlı Bayındır köyü.
2-Üyük köyü.
3-Akşehir’deki Dizdar Hamamı hissesi.
4-Engilli köyünün yarısı.
5-Bürcek köyü.
6-Kadı Zeyneddin tarlası.
7-Hafız Pınarı’nın yanındaki tarla
8-Kara Aslan köyündeki Hacı Ballı Tarlası.
9-Gözpınarı köyündeki tarla.
10-Akşehir Debbağlar Çarşısındaki dükkânlar.

SEYYİD MAHMUD HAYRANİ TÜRBESİ
Sultan Dağlarının eteklerinde, şehir merkezinden biraz yüksekçe bir yere, Seydi Mahmud mahallesine kurulmuştur. Son yıllarda, çok katlı apartmanlar arasında kaybolmuştur. Türbenin inşaa tarihi yoktur. Ancak yapının mimari özelliğine göre, Selçuklular zamanında sur içinde yapılmıştır. Yan yana inşa edilmiş muhtelif binalardan oluşmuştur.

Türbenin içindeki sandukalar İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne götürülmüştür. Sandukadaki tarih, türbenin yapılış tarihi olarak kabul edilir (H.667-M.1268). Daha sonra XV. yüzyılda bu zaviye ve bilhassa türbe, önemli ölçüde tamir, tadil ve ilaveler görmüştür. Bugünkü eserin üzerinde bulunan kitabeden ve bazı izlerden bu anlaşılmaktadır. Zaviye, XVIII. yüzyıldan sonra önemini yitirmiştir. Zaviye ve müştemilatı harap olmuş, yıkılıp yok olmuştur. Bu külliyeden günümüze bir türbe, bir mescit ve toprak altında kalmış bir hamam kalmıştır.

Selçuklular zamanından beri doğuyu batıya bağlayan eski ve önemli kervan yollarından birinin üzerinde bulunan Akşehir, zaman, zaman yerli ve yabancı seyyahların, ilim ve sanat adamlarının uğradığı yer olmuştur. Fakat bunların eserlerinde zaviye hakkında yeterli bilgi verilmemiştir. Türbenin mimarisi hakkında detaylı incelemeyi Yük. Müh. Mim. Dr. Yılmaz Önge yapmıştır. Mimari yönden hazırladığı yazısı, 1975 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü Röleve ve Restorasyonu dergisinde yayınlanmıştır.

Türbe dört köşe bir temel üzerinde yapılmıştır. Bunun üzerine içi yuvarlak, dışı mahruti küçük kubbe kemerler yerleştirilmiştir. Tuğla kesimler rengârenk çinilerle süslenmiştir. Gövde on sekiz dilim olup tuğladan yapılmıştır. Tuğlanın üzerleri çinilerle kaplı imiş. Gövde üzerine yedi dilimden oluşan meşhur çadır kubbe yerleştirilmiştir. Çinilerle çok güzel Arapça veciz ve sözlerden oluşan kitabeler vardı. Şimdi bu çinili kitabelerin hepsi de dökülmüş, yerlerinden sökülmüştür. Sadece okunabilen birkaç satır kalmıştır. Güney tarafındaki mor zemin üzerinde mavi ile yazılmış şu satırlar okunabiliyor:

Amele Ahmed İbn-i Abdullah bin Asli                        (Çevirisi: Asilzade Abdullah oğlu Ahmed yaptı.)

Türbe kapısı üzerindeki mermer üzerine yuvarlak grifit Osmanlı neshi ile yazılmış tamir kitabesi şöyledir:
“Allah Enr tecdiden haza et-türbe el mutahbarat
Al mutaharra el mahdum el-azim selate’l-evliya Seyyid
El-sadat el mu’id binea rabbel-arzın vel sevat Seyyid Muhyid-Din bin Seyyid Ali bin Seyyid Muhyid-Din bin Seyyid Mahmud Rahmetullahü aleyhim. Fi şuhur sene: isne ve aşere ve semani miye.”

Bu kitabeye göre, türe H.912/M.1409 tarihinde Seyyid Mahmud Hayrani’nin torunu Seyyid Muhyiddin tarafından tamir edilmiştir.

Seyyid Mahmut Hayrani’nin Torunu
Seyyid Ali’nin Sandukası


a) Sandukanın Sağ Tarafındaki Yazı
Sandukanın sağ tarafına iki satırlık kitabe yazılmıştır. Çevirisi şöyledir:
“Sen dünyada garip yahut gelip geçen yolcu gibi ol. Dünya ahiretin köprüsüdür. Bu köprüden geçiniz, fakat tamir etmeyiniz.” (Peygamberin sözü):

b) Sandukanın Sol Tarafındaki Yazı:
Sandukanın sol yüzünde iki satırlık kabartma yazı vardır. Çevirisi şöyledir:
“İnsanlar uyumaktadırlar. Öldükleri zaman uyanırlar. Ölümün hükmü bütün halka şamildir. Bu dünya eğlenecek yer değildir.”
(Hazreti Ali’nin Sözü):
c) Sandukanın Ayak Tarafındaki Yazı:
Ayak tarafındaki zengin tezyinatlı müstatilde şu kitabe okunur:
“Bu temiz türbe Mes’ud Şehit Rufai Mahmudzade Mehmed’in oğlu Seyyid Ali’nindir.” (Çevirisi):

Seyyid Mahmud Hayrani Türbesinin İç Duvarına Öğrencileri tarafından Yazılan Yazılar

Seyyid Mahmud Hayrani’nin türbesinin iç duvarına öğrencileri tarafından kazılan yazılar, türbe restore edildiği sırada meydana çıktı. Bu yazılar, restore esnasında sıvayla kapatıldı. Yazıların çevirisi şöyledir:

1) Derviş Abdullah bin Beyazıd: Dua-Keft-i reft
2) Derviş Muhammed bin Ahmed: Dua-Keft-i reft
3) Derviş Enes bin… : Dua-Keft-i reft
4) Derviş Haydar bin İbrahim: Dua-Keft-i reft
5) Derviş Hamza bin İbrahim: Dua-Keft-i reft
6) Derviş Hacı Bayram bin Hacı İvaz: Dua-Keft-i reft

SEYYİD MAHMUD HAYRANİ’NİN ESERLERİ
Seyyid Mahmud Hayrani’nin eserlerinden bazı bölümler, onun sandukasıyla kardeşi Seyyid Ahmed ve oğulları ile torunlarının sandukalarına kazınmıştır.

Bu eserlerde bazı bölümler de, Mevlana ile onun oğlu tarafından anlatılarak Hz. Mevlana Mesnevisi’ne aktarılmıştır. Öteki eserlerine gelince, Akşehir’in Seydi Mahmud Mahallesi’nde ikamet eden yaşlıların anlattıklarına göre şöyledir;

“Seyyid Mahmud Hayrani’nin türbesinin bitişiğinde bir tekke ve bir de zaviye vardır. Tekke’deki cevizi kütüphanede yüzlerce eser muhafaza edilirdi. Bu eserlerden bir kısmı Seyyid Mahmud Hayrani’nin el yazması eserleri, bir kısmı da onun atalarına ait idiler.

Tekkede bulunan 30–40 kadar derviş, haftanın belirli günlerinde, tekkenin salonunda cem ve semah icra ederlerdi.

Tekke, zaviye ve türbenin postnişini ile türbedarı vardı.”

1914 yılına kadar bu kaideye uyuldu. Bu tarihten sonra ise patlak veren 1. Dünya Savaşı ve onu takip eden İstiklal Savaşı boyunca, tekke ile zaviye ve türbe kapalı kaldılar. Savaş yılları boyunca tekkede muhafaza edilen eserler, türbe bekçisi tarafından korunurdu ama tekke, türbe ve zaviye yer, yer hasara uğramıştı.

1923’ten sonra ise tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair kanunun çıkmasıyla birlikte, kanunun hükümleri gereğince, Türkiye sınırları dâhilinde bulunan yüzlerce takke ve zaviye kapatıldı, kimi yıktırıldı. Bu yıkımdan Seyyid Mahmud Hayrani’nin tekkesi ile zaviyesi de nasibini aldı.
Cevizi kütüphanede bulunan yüzlerce eser, zamanının Akşehir Müftüsü ile Kaymakamı tarafından hamam külhanlarına aktarılarak yaktırıldı. Akşehir’deki hamamlar, bir müddet bu eserlerle ısıtıldı.

BÖLGELER VE SÖYLENCELERE GÖRE ANLATILAN SEYYİD MAHMUD HAYRANİ(KUREYŞ)

Bağın ve Bağın’daki keramet;

Selçuklu padişahları, Doğu taraflarına sefere çıktıkları vakit, Bağeyin ( iki bağı olan) kalesinde kışlarlardı. Evliya Çelebi’nin, Seyahatname’sinde, “Bağeyin Şehri” ile ilgili bölüm aşağıdadır.

“… Palu’nun varoşu: bu kalenin ensesinde Bağeyin namında irem bağı gibi bir köy vardır. Meşhur bir gezinti yeri ve ormanlıktır. Ki, Palu beylerinin hassıdır. Orada, bir nehir, bir kayadan çıkar, Ab-ı Hayat’tan nişan verir. Şat’t’u-l-Arab’ın üç kolu vardır. Birisi de budur. İskender’in bu mahalde oturacak yeri vardır.”


Selçuklu padişahı II. Alâeddin-i Keykubad, ordusuyla, Bağeyin kalesinde kışladıkları yılda, bu kalenin komutanı padişahın huzuruna giderek:

“Nehrin karşı yakasında bulunan Çelleqas köyü, (Çelleqas köyü; Elazığ ili Karakoçan ilçesi’ne bağlıdır) bu köyde de Seyyid Kureyş adında bir Seyyid’in dergâhı bulunmaktadır. Halk arasında bu Seyyid’in keramet olduğu söylenirse de, bana göre, bu zat sihir ve büyü ile ilgilenmektedir” deyip şikâyette bulunur.

Padişah II. Alâeddin Keykubad, sihir ve büyüden nefret ettiğinden dolayı, Seyyid Kureyş’i huzura getirmeleri emrini verir.

Padişahın emri üzerine, bir müfreze asker köprüden karşıya geçerek Çelleqas köyüne gider. Dergâha vardıklarında Seyyid Kureyş’in ibadet etmekle meşgul bulunduğunu görürler. Orada oturup beklerler. Seyyid’in ibadet etmesi sona erdiğinde, derdest edip götürürler. Padişahın makamına çıkardıkları vakit, padişah onu, “sihir ve büyücülük” yapmakla itham eder.
Seyyid Kureyş, padişahın ithamını reddettikten sonra, “Kerametimiz, ceddimiz himmeti, Tanrı’nın da inayetiyle gerçekleşmektedir” yanıtını verir.

Seyyid Kureyş’in yanıtına karşılık, Padişah da, “Kerametin varsa fırına gir de ispatla” karşılığını verir. Adamlarına da, “Fırında odun yakılarak son hadde kadar kızdırılması” emrini verir.

Padişahın emri üzerine kaledeki fırında odunlar yakılır ve son hadde kadar kızdırılır. Seyyid Kureyş, fırının kapısına getirilince, kendisine en yakın bulunan padişah naibinin bileğinden yakalar ve kendisiyle birlikte fırının içine sürükler.

Bu olay, padişahla mahiyetindekilerin iradeleri dışında geliştiğinden dolayı, naibi kurtarmaya fırsat bulamazlar. Ve ister istemez fırının kapısını üzerlerinden kapatmak mecburiyetinde kalırlar.

Fırının kapısı üzerlerinden sürgülendikten sonra, padişahla maiyetindekiler, fırından birkaç metre uzakta durup beklerler. Aradan iki saat geçince, fırının kapısını açtırırlar. Padişahla maiyetindekiler, fırının kapısını geldiklerinde, hayretten dona kalırlar.

Onları, hayrete düşüren olay şuydu;
Fırının içi buz tutmuştu. Padişah naibi, buzdan bir heykel haline dönüşmüş, fırının kapısına yaslanmıştı. Seyyid Kureyş ise, fırına ilk girdiği haliyle ayakta duruyordu.

Uzaktan, bu olayı seyredenler, padişah naibinin, buzdan bir heykel halinde bulunduğunu görünce, hep bir ağızdan: “Beyaz… Beyaz...” diye bağırdılar. O günden sonra da naibin lakabı “Derviş Beyaz” olur.

Askerler, naibi bir bezin üzerine koyup fırından çıkarırlar. Ve düzlük bir yere götürüp yatırırlar. Naibin arkasından da Seyyid Kureyş fırından çıkar. O’nun himmeti ile naibin buzları çözülür ve kendine gelir. Ayağa kalktıktan bir müddet sonra, padişah onu huzuruna çağırır, gördüklerini anlatmasını ister.

NaibPadişahım der; fırına girdiğimizde, içi birkaç saniye içerisinde, bir insanı eritebilecek sıcaklıkta idi. O anda gaipten beyaz bir kuş peyda oldu ve kanat çırpmaya başladı. Kanat çırpmaları hızlandıkça, fırının içi sağuyor idi. Bir müddet sonrada ateş söndü ve fırının içi buz tutmaya başladı. Üşüdüğümü ve donmak üzere olduğumu hissettim. Ondan sonrasını da hatırlamıyorum.”

Fırın olayından bir baç gün sonra, naip padişahın huzuruna giderek: “Padişahım, der, bu güne kadar hizmetinizde kusur etmedim. Lütfedin de bundan sonra o seyidin hizmetine gireyim.”

Padişah da naibin dileğini kabul eder ve onu Seyyid Kureyş’in hizmetine verir.

Çelleqas (Çilekeş) Kayası

Çelleqas köyünün alt tarafında büyük bir kaya vardır. Seyyid Kureyş, oğullarıyla birlikte, bu kayayı kazmayla oyarak, içinde bir oda yeri kadar yer açtılar. Başka bir kayadan da odanın kapısını yontup getirdiler. Ve kaya içindeki odanın kapısını taktılar.

Seyyid Kureyş, oğulları ile beraber, her yıl kırk gün boyunca, gece gündüz hiç bir şey yemeden, içmeden bu kayanın içine girer ve çıkmazlardı. Kırk gün boyunca Hakkı zikrederlerdi.

Günümüzde bu kaya ile bu kaya içindeki oda, halk tarafından ziyaret edilmektedir. Kaya içindeki odanın eni 1,5 metre, uzunluğu 2,5 metre, yüksekliği 2,5 metredir.

Seyyid Kureyş’in Oğlu Şah Haydar
(Düzgün Baba):
Şah Haydar Seyyid Mahmud Hayrani'nin oğludur. Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanları otlatmak için bir ev yapar. Burada hayvanları ile meşgul olur.

Kışınn Zemheri ayında keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyid Mahmud Hayrani:
"Acaba Şah Haydar bu kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar.” diye merak eder ve Şah Haydar ile hayvanların bulunduğu yere gider. Bir de bakar ki Şah Haydar elindeki çubuğu hangi meşe ağacına değdiriyorsa ağaç hemen yeşeriyor. Taze süsleniyor, keçilerde bu filizlerden yiyerek besleniyor.
Seyyid Mahmud Hayrani durumu görünce sesini çıkarmadan geri dönmek ister. Ancak o sırada bir keçi, bir kaç kez üst üste hapşırır. Şah Haydar da: “Ne oldu Babam Derviş Mahmud'umu gördün ki bu kadar hapşırırsın.” Der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür.

Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için utanır mahcup olur. Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün Baba dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burada mekân tutar.                                 Rivayet olunur ki Şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik (çarık) varmış. Bu hediklerle Zargovit'den Düzgün Baba tepesine kadar - takriben 5km - üç adım atmış bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmış ve bu izler hala durmaktadır.
Bir iki gün eve gelmeyen Şah Haydar'ın annesi endişelenir. Durumunu öğrenmesi için babasına rica eder. O da yanındaki müritlerine; “Gidin bakın bakalım bizim Şah Haydar ne âlemde?” der.

Müritlerinden birkaç kişi bu 24500 m. yüksekliğindeki dağın tepesine çıkar Şah Haydar ile görüşürler. Durumun iyi olduğunu her hangi bir sorununun olmadığını öğrenirler ve tekrar Zeve'ye dönerler. Seyyid Mahmud Hayrani'ye durumu düzgündü merak edilecek herhangi bir şey yoktur. Selam ve hürmet eder ellerinizden öper derler.
Bu işi düzgündür sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zata artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir. O günden bu güne Düzgün baba olarak söylenir.
Düzgün Baba mekân tuttuğu bu dağda 110 sene kalır ve burada sır olur. Bugün dahi halk şifa bulmak için Düzgün Baba'ya gider adaklar adar ve ziyaret eder.

Seyyid Mahmud Hayrani ve Baba Mansur;
Baba Mansur adı ile bilinen Seyyid Şah Mansur, bugün ki Tunceli ili Mazgirt ilçesine bağlı Muhundu köyünde bir ev inşaa eder. Fakat kimsesi olmadığından, tek başına evini inşaa etmek mecburiyetinde kalır. Durum, Seyyid Kureyş’e ayan olur ve yardıma koşar. Baba Mansur’un ikamet ettiği Muhundu köyü ile Seyyid Kureyş’in ikamet ettiği Zeve köyü arası dört saatlik yoldur.
Seyyid Kureyş, yola çıktığı vakit “Kızıl Yılan !” asasını eline alır ve eline aldığı anda da asa zehirli yılana dönüşür. Dağlık, ormanlık ve engebeli arazide saatlerce ilerler. Muhundu köyü yakınına vardığında ziyankâr bir boz ayı ile karşılaşır.
Ayı, Seyyid Kureyş’i görünce saldırır, şaha kalkar ve pençeleriyle hücum eder. İkisi arasında birkaç metrelik mesafe kaldığında, Seyyid Kureyş “Ya Allah !” deyip, sağ elini ayıya doğru uzatır.

Seyyid Kureyş’in elini uzatmasıyla ayının olduğu yerde durması bir olur. O an, Seyyid Kureyş ayının yanına gider ve eliyle sırtını sıvazlar. Sırtına binerek yoluna devam eder.

Baba Mansur kesme taşlardan ördüğü duvarları bir metre kadar yükseltir. O gün, ördüğü duvarın üstüne çıkar ve köşe taşlarını yerleştirmekle meşgul olur. Birden, vahşi hayvan bağırtılarını işitir. Başını çevirip o tarafa baktığında, Seyyid Kureyş’in boz bir ayıya bindiğini ve “Kızıl Yılan” asasını da kamçı olarak kullandığını görür. O anda, kendi kendine:

“Kureyş vahşi ayıya binmiş, Kızıl Yılan’ı eline almış, bizden keramet istiyor.” der ve ayağa kalkarak “Ya Kureyş’in Ceddi” diyerek üzerinde oturduğu duvarla birlikte uçar, gider Seyyid Kureyş’in önünde durur.
Seyyid Kureyş, Baba Mansur’un üzerine oturduğu duvarla birlikte uçup geldiğini ve önünde durduğunu görünce, onun eline gider ve ikrar verir. O anda Baba Mansur:

“Benim senin eline gelmem gerek. Sen niye geldin?” diye sorunca, Seyyid Kureyş: “Benim bindiğim canlıydı, seninki ise cansızdı” yanıtını verir. Bu karşılaşmadan sonrada Seyyid Kureyş, Baba Mansur’un ikrarı olur.

SEYYİD MAHMUD HAYRANİ VE KUREYŞAN OCAĞI
Kureyşan Ocağı, Anadolu'da ki ocaklar arasında en eski ve en köklü olanıdır. Geçmişe ait bütün bilgi ve belgelerde olduğu gibi Kureyşan Ocağının belgelerinde de yeterli özenin gösterilmemesi sonucunda birçoğunun kaybolduğu açık bir gerçektir. Bütün bunlara rağmen halen bazı ailelerin elinde bu ocağa ait bilgi ve belgelerin bulunduğunu da tahmin etmekteyiz. Nitekim bize ulaştırılan belgeler yanında, henüz açığa çıkarılmayan birçok belgenin de bulunduğunu biliyoruz. Bu belgelerin incelenerek yayınlanmaması sonucu kültürümüze ait bilgilerin unutulmaya terk edileceği düşüncesi beni derin bir üzüntüye sevk etmektedir. Ancak belgeleri ellerinde tutan bazı aileler bu belgelerin tamamen sağlıksız ortamlarda tutmaya devam etmektedirler. Her yeni gelen kuşağın konunun önemine daha az inanması sonucunda da belgeler yok olup gitmektedir.

Kureyşan Ocağı Horasan'dan gelerek Anadolu'ya yerleşen On iki aşiretin (oymağın) bağlı olduğu bir ocaktır. Bu aşiretler şunlardır:

1 - Millet aşireti
, günümüzde Erzincan’a bağlı Tercan ilçesinin köyleri ile Van’ın Özalp ilçesine bağlı köylerde, az da olsa Tunceli’de yerleşik bulunan Milan adlı aşiretidir. Tercan ilçesine bağlı olanlar Alevi olup, Van’a bağlı Özalp ilçesinde yaşayanlar ise Şafidirler.

2 - İzol aşireti
, günümüzde Urfa’ya bağlı Suruç, Birecik, Halfeti ilçeleri ile Malatya’ya bağlı Battalgazi ilçesinin köylerinde yaşarlar.

3 - Haydaran aşireti, günümüzde Tunceli’ye bağlı Nazimiye ile Pülümür ilçelerinin köylerinde yerleşik bulunurlar.

4 - Karsano aşireti
, günümüzde Tunceli’ye bağlı Nazimiye ile Pülümür ve Kıği ilçelerinin köylerinde yerleşik bulunurlar.

5 - Lolan aşireti,
Tunceli’ye bağlı Nazimiye ile Pülümür ilçeleri ile Erzincan’a bağlı Tercan ilçesi ve Muşa bağlı Varto ilçesinin köylerinde yerleşik bulunurlar.

6 - Beritan aşireti, bu aşiret göçeber olduğundan yerleşik bir şekilde yaşamamışlardır.

7 - Badılan ve Zaza aşireti,
bu aşiretler günümüzde Elazığ Palo ilçesi, Bingöl ili merkez köyleri ile genç ilçesi, Diyarbakır iline bağlı Lice, Çermik, Çüngüş ilçeleri ve köylerinde yerleşik bulunurlar.

8 - Alan aşireti,
Tunceli’ye bağlı Nazimiye ilçesi, Van iline bağlı Çatak ilçesinde bulunmaktadır

9 – Tine aynı secerede adı geçen Arap Tahir, Dada, Zudolyan, Mardini, İlyas, Çalfar aşiretlerinin nerede oldukları bilinmemektedir.

Henüz kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte güçlü bir sözlü geleneğe bağlı, olan ocaklarla ilgili bilgilere dayanarak söylemeli gerekir ki "dikme" adı verilen ve sonradan bazı oymaklar da bu ocağa bağlanmışlardır.                                                       Elimizdeki belgeler Kureyşan Ocağının dağıldığı alanları: Tunceli, Erzincan, Malatya, Adana, Gaziantep, Adıyaman, Muş, Varto, Ankara, Konya ve Urfa olarak göstermektedir. Gerek Tunceli, Malatya gerek Adıyaman ve gerekse Erzincan yöresinin dedeleri ve yaşlılarının verdiği bilgiler: Halep, Rakka, Amasya, Tokat, Çanakkale, Edirne'de de bu ocağın ileri bağlılarının bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Kureyşan ocağı Anadolu'da hakkında belge bulunan en eski ocaklardan biri olmakla kalmamakta üzerinde bir ocak kimliği ile araştırma yapılmış ocaklardan biri olarak da dikkat çekmektedir. Kureyşan isminin ise ocağa adını veren Hacı Kureyş'ten geldiği Kureyş kelimesinin ise "Koreyşan/ Horeysan" kelimesinin halk dilinde aldığı biçimlenmeden kaynaklandığı değişik kaynaklar tarafından ifade edilmektedir.

Kureyşan Ocağı üzerinde yapılan ilk ciddi çalışma Mehmet Şerif Fırat'ın Doğu İlleri ve Varto Tarihi isimli kitabında yer almaktadır. Kitapta Varto'da Kureyşan ocağı üzerine elde edilmiş bir belgeden söz edilmekte ve bu belgeyi açarak okuduklarını belirttikten sonra Kureyşan Ocağına bağlı on iki oymağın isimlerini sıralamaktadır. Belgenin Alaaddin Keykubat Dönemi'nde ceylan derisine hazırlanmış bir belge olduğu da yine bu kaynakta nakledilmektedir. Daha sonra aynı belgeyi araştırmak üzere bölgeye giden araştırmacı yazar Nejat Birdoğan da belgenin kendisinin ve sekiz kişinin bulunduğu bir ortamda yeniden açılarak okunduğunu belirttikten sonra bu on iki oymağın isimlerini tıpkı Şerif Fırat gibi sayarak belgenin Alaaddin Keykubat tarafından onaylandığını daha sonra sırası ile Osmanlı padişahları tarafından da belirli dönemlerde tasdik edildiğini söylemektedir.
Belgenin tasdik edilmiş olması Selçuklu Devlet adamlarının ve Osmanlı Padişahlarının bu ocağı resmen tanıdığı ve bağlı olan on iki oymağın ve dikmelerinin sorumluluğunu da bu ocağa verdiklerini göstermesi bakımından çok önemlidir.

Seyyid Mahmud Hayrani ve Kureyşan Ocağı Soyu;
Seyyid Mahmud Hayrani Hazretleri İmam Musa-i Kazım soyundan gelmektedir. İmam Musa-i Kazım’ın evlatları’nın isimleri aşağıda sıralanmıştır.

1-Kazım
2-İsmail
3-Cafer
4-Harun
5-Hasan
6-Hüseyin
7-Ahmed
8-Hüseyin
9-Abdullah’il Ekber
10-İshak 11-Abdullah
12-Zeyd
13-Hasan
14-Fazl
15-Selma
16-Hatice
17-Aişa
18-Emine
19-Hesene
20-İbrahim’al-Mükerrem Mücab (Hacı Bektaş Veli ile Mahmud Hayrani’nin atası)
21-Aişe
22-Seleme
23-Meymune
24-Ümmü Gülsüm
25-Ayn-i Ali
26-Zeyn-i Ali
27-Ali bin Musa Rıza (8. İmam)

On İki İmamlardan yedincisi olan İmam Musa-i Kazım’ın oğlu
Seyyid İbrahim’al- Mükerrem Mücab, Seyyid İbrahim’al- Mükerrem Mücab’ın oğlu Seyyid Musa Sani, Seyyid Musa Sani’den üç evlat dünyaya geldi; ilki İbrahim Sani, ortancı evladı İbrahim Mükerrem, üçüncü evladı İbrahim Mücab’dır. İbrahim Sani’nin evladı Hünkâr Hacı Bektaş Veli’dir. İbrahim Mücab İran ve Irakta ki dedelerin atasıdır. İbrahim Mükerrem’in bir oğlu vardır, adı Seyyid’tir.                                                  Seyyid’in oğlu Seyyid Mahmud Hayrani’dir.

Eğer ki soy şeceresini daha ayrıntılı ele alacak olursak şöyledir.

1. İbrahim Peygamber
2. İsmail Peygamber
3. Adnan
4. Muet
5. Nizam
6. Muzer
7. İlyas
8. Mudrike
9. Muzeyme
10. Kenan
11. Nezer
12. Malik
13. Fikri
14. Galip
15. Ceviyi
16. Kaap
17. Mekki
18. İzulap
19. Kusay
20. Abdulmenaf ile Abdulsemes. (Söylenceye göre; bunlar ikiz ve yapışık olarak dünyaya geldiler, kılıç ile birbirinden ayırdılar).

Abdülmenes’ten Ebusufyan ve onun oğlu Maviye dünyaya geldiler.                                                                         

Abdülmenaf’tan Haşim, Haşim’den Abdulmutalip dünyaya geldi.
1. Haris
2. Ebu Talip
3. Ebu Lehep
4. Gaydak
5. Mukavim
6. Dirar
7. Zübeyir
8. Abbas
9. Hamza
10. Abdullah, Abdullah’tan 571 de Hz Muhammed dünyaya geldi. Ebu Talip’ten Hz. Ali 598 de Kâbe’de dünyaya geldi. Hz. Muhammed’den Hz. Fadime dünyaya geldi. 624 de Hz. Ali Hz. Fatma ile evlendi. Hz. Ali ve Hz. Fatıma’dan İmam Hasan ve İmam Hüseyin dünyaya geldiler. İmam Hasan’ın soyu Hasanu’l- Müsenna ve Zeyd’den devam etmiştir. Bu soydan gelenlere "Şerif" denilmektedir. İmam Hüseyin'in erkek evlatları İmam Zeynel Abidin dışındakiler Kerbela'da şehid edilmiş olup soyu İmam Zeynel Abidin'den devam etmiştir. Bu soydan gelenlere "Seyyid" denilmektedir. İmam Hüseyin’den İmam Zeynel Abidin, İmam Zeynel’den İmam Muhammed Bakır, İmam Muhammed Bakır’dan İmam Caferi Sadık, İmam Caferi Sadık’tan İmam Musa-i Kazım, İmam Musa-i Kazım’ın 37 evladı dünyaya geldi.13 kız 24 erkek. Birinci oğlu İmam Rıza Şah Horasan, İmam Rıza’nın oğlu İmam Muhammed Taki, İmam Muhammed Taki’nin oğlu Ali’yyün Naki, İmam Naki’nin oğlu İmam Hasan-ül Ali Askeri Gazi, İmam Askeri’nin oğlu İmam Muhammed Mehdi Sahip Zaman, işte bunlar imamlardır.
Seyitlere gelince İmam Musa-i Kazımın Diğer evlatları

1. İmam Musa Kazım,
2. Seyit Mehmet,
3. Seyit İbrahim Mücab,
4. Seyit Hasan,
5. Seyit Mehmet Sani,
6. Seyit Mehdi,
7. Seyit Hüseyin,
8. Seyit İbrahim Us Sani,
9. Seyit Mehmet Halis,
10. Seyit İsak,
11. Seyit Musa-ı Sani,
12. Seyit İbrahim Sani oğlu Hacı Bektaş Veli,
13. Seyit İbrahim Mükerrem oğlu Seyit Mahmut El-kebir ( Hacı Kureyş ).
14. Seyyid Kıl,
Hacı Seyyid Kureyş’in, Seyyid Kıl adında bir oğlu vardır.
Eşi genç yaşta ölmüştür. Hacca gittiğinde mısırlı dul bir kadını eş olarak almıştı ve beraberinde getirmiştir. Bu kadının ilk evliliğinde iki oğlu vardır. Bu evlatlarını beraberinde getiriyor. Bu çocuklar Seyyid olmayıp, halk arasında “Mısırlıoğulları” denilirler. Bu çocuklar yaş itibariyle Seyyid Kıl’dan büyük oldukları için, Seyyid Kıl’a eziyet ediyorlardı. Seyyid Kıl da bu eziyet yüzünden Tunceli’ye hicret etmiştir.

Seyyid Kıl, Abdal Musa kızı ile evleniyor ve dört çocuğu dünyaya geliyor: Zeli, Celi, Aşkar ve Seyyid Haydar (Düzgün Baba) bu dördü de sır oluyorlar. İkinci hanımı olan Lolan’lı bir kızı Seyyid Kıl’a veriyorlar bundan altı oğlu dünyaya geliyor.
1. Seyit Kıl
2. Seyit İsmail
3. Seyit Mav
4. Seyit Dursun
5. Seyit Rıza
6. Seyit Kamil

Seyyid Kâmilin oğlu Seyyid Kureyş’tir ki buna Küçük Kureyş derler. Küçük Kureyş’in: Hüseyin-Gazi-Gülüm-Ali adında dört evladı vardır. Bu evlatlardan Kureyşan ocağı dört kola ayrılmıştır. Gaziyan’lar, Aliyanlar, Gülümler, Hüseyinler ve bunlardan devam eden Kalyanlar, Hemolar, Çinolar, Kudanlar Tunceli’de kaldılar ve Anadolu’nun her yanına dağıldılar.

KAYNAKÇALAR;

1) Zeki GÖRGÜ, “Seyyid Mahmud Hayrani” adlı kitabı (İST/1992)
2) “Türk kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Merkezi” WEB sitesi yayınları.
3) Ali KAYA’ dan “Dersim’de Kökler” adlı kitabı (İST/2006)
4) Ali YAMAN’dan “Kızılbaş Alevi Ocakları Hakkında Tartışmalar: Derviş Beyaz Ocağı ile Kureyşan Ocağı Arasında Şecere Sorunu” (Eylül 2001)
5) Ali YAMAN’dan “Anadoludaki Alevi Ocakları ve Ziyaretgâhları” adlı kitabı (Ekim 2001)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...