MUTLULUK


Mutluluk

Dünyamızda büyük kitleler mutsuz ve umutsuz, bu bir gerçektir.
O zaman bu mutsuzluğun ve umutsuzluk gerçek kaynağı nedir?

Hepiniz bilirsiniz Nazım Hikmet Abidin Dino’ya “…Sen mutluluğun resmini yapabilir mi sin Abidin? “ diye sormuş şiirinde. Nazım’ın şiir ile tarif edip Abidin Dino’nun fırça ve tuval ile yapamadığını bakalım ben sözcüklerle yapabilecek mıyım?

Ama diğer yandan Guguk Kuşu filminde Jack Nicholson akıl hastanesinde çok ağır bir mermer havuzu kaldırabileceğine dair diğer hastalarla iddiaya girer. Yüklenir ve havuzu kaldırmaya çalışır ama kaldıramaz.
Diğer hastalar onunla alay ederlerken,  o ise “ben en azından denedim” der.
İşte ben de en azından felsefi yönden değil de, günlük yaşantımızda mutluluğun ne olduğunu anlatmayı deneyeceğim.

Peki, ABD gibi bazı ülkelerin anayasal haklarında bile dile getirilen, Sezar’a göre nam, şöhret, Firavun’a göre iktidar, Karun’a göre servet olan bu mutluluk aslında nedir?

Ne kadar bilinçli olsak, ne kadar bilgili olsak, uzak ve yakın çevremizde olup biteni ne kadar sıkı takip etsek, bilgeliğe ne kadar yaklaşsak, o kadar mı mutlu oluruz?

Yaşamımız yalnız yakın çevremizle bağımlı, yaşamın sırlarını bilmeden bir lokma bir hırka, azıcık aşım dertsiz başım, insan daha mutlu yaşayabilir mi?

Yaşamın anlamı ve kendisi olan mutluluk, öğrenilmesi gerekli bir olgudur.
Hepimiz bir gelecek kaygısı içindeyiz. Geleceğe el atmayan, gelişme, iyileşme umudu olmayan bir hayatın, hiçbir değeri yoktur. İnsan yaşamının hemen, hemen hiçe sayıldığı bir dünyada yaşıyoruz
 Albert Camus bir denemesinde, “çağımız korku çağı” derken, bunu söylemek istiyor olmalı.
Ayni düşünceyi Saint Exupery “çağımdan bütün gücümle iğreniyorum” diyerek dile getiriyor ve ekliyor “benim uygarlığım insana saygı göstermeye dayanır!”diyor.

Doğarken sarmalandığımız beyaz kundakla, öldüğümüzde giydirilen beyaz kefen arasına, çoğu zaman yalnızlığımızı, üzüntülerimizi, şaşkınlıklarımızı sığdırırız.
Günlük yaşantımızda, paylaşmanın, ilişki kurmanın, bazen ne denli güç olduğunu görürüz. Korku, telaş ve nefretle savaşım vermek zorunda olduğumuzu duyumsarız. Sürekli olarak kendimiz ve çevremizle ilgili, mutsuzluğumuzu oluşturacak nedenler buluruz. Hepimiz zaman, zaman “siyasal sistem kokuşmuş”, “insan temelde değişmez” vs. gibi tümcelerle, kendimizi umutsuz bir durumda, çaresiz olarak görürüz.

Dünyayı hiç umursamaz gibi görünen Hayyam bile,

Can verinceye dek bu çorak yerde,
Dertten başka ne geçer ki eline,
Ne mutlu çabuk gidene bu dünyadan,
Hele bu dünyaya hiç gelmeyene
” diyor.

Günlük yaşantımızda, sabah haberlerinden akşam haberlerine değin, görsel ve işitsel medyada içimizi karartanlar, aydınlatanlardan daha çoktur. Kendi kendimize zaman, zaman sorarız, “gün geçtikçe daha katı, daha duyarsız bir toplum mu oluyoruz?” Söylenen sözler bizi yaralıyor, yapılan eylemin doğruluğuna yanlışlığına bakmadan tepki veriyoruz.

Hüznü özler gibiyiz.
Olumluya göre, olumsuzu ister gibiyiz.
Gelecek ve geçmişin düş kırıklıklarıyla ilgili, endişeler taşımaktayız. Mutluluğu seçebileceğimiz fikrini ise, nedense hep küçümseriz. Halbuki mutsuz olmak için onca nedeni bulunan, kör, sağır, dilsiz Hellen Keller, kendi karanlığı içinde insanları aydınlatırken, “Yüzünü güneşe çeviren insan, gölge görmez” diyor.
Oysa çoğumuz güneş ışığından yararlanmak varken, gölgeleri izlemekle yetiniyoruz. Günlük yaşamın acı tatlı, başarılı başarısız, bir yığın göreceli değeriyle, en kıymetli nesnemiz yaşamımızı ve onun mutluluğunu bonkörce harcamaktayız.
Robert Louis Stevenson “bizim mutlu olmak kadar az değer verdiğimiz başka görevimiz yoktur” demiş. Ama unuttuğumuz bir nokta var Biz insanoğulları mutluluğu seçmeye yeterli istek ve zekaya sahip tek yaratıklarız. Çevremizi iyileştirmek, değiştirmek yeteneğine sahibiz ve bu yolda vereceğimiz uğraşlar, bizim mutluluğumuzun gücü, insanlığımızın özüdür.

Genel tanımıyla mutluluk “gerçekleşmesi anlamlı etkinlik ve etkileşimle ulaşılabilecek bir ideal olan, arzu ve isteklerin tümüyle giderilmesidir”
Bu tanımdan da, anlaşılacağı gibi, mutluluk bir idealdir.

MÖ.50 yılında Syrus “insan mutlu olduğuna inanmadıkça, mutlu değildir” demiş.
Aslında, ayçiçeğinin güneşe döndüğü gibi, insanda mutluluğa dönüktür. Mutluluğu kovalamak temel bir dürtüdür. Nasıl elde edeceğimizi cevaplamak zor, ama nasıl koruyacağımızı cevaplamak daha da zordur. Belki de, Wilheim Reich’ın dediği gibi “bir bahçıvanın çiçeklerini, bir çiftçinin ürünlerini yetiştirdiği, onlara gereken besini verdiği gibi, beslemeyi öğrenmeliyiz mutluluğu

Mutluluk bir hoşnutluk ve haz durumudur. Ancak bu haz durumu, insanın kendi eylemi ile elde edebileceği bir durumdur. Doğal bir donanım, hazır bir bulgu, dıştan gelen bir bağış gözüyle bakamayız mutluluğa. Bir insan başarısı olarak ortaya çıkar mutluluk. Ona hazır bir biçimde verilmiş değildir.
Webster “Mutluluk, karşımıza çıkmasını beklemekle değil, karşısına çıkmayı bilmekle elde edilir” diyor.

Sıkıntısız, üzüntüsüz bir yaşam düşlemek olanaksızdır. Böyle bir yaşam olduğunu varsaysak bile, tekdüzeliğin getireceği sıkıntılar kişiyi yine mutsuz etmek için yeterli olacaktır. Mutluluk sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneğidir.

Herkes kendi mutluluğunu başkalarından bekleme durumunda kaldığı sürece, hiç kimse mutlu olamayacaktır.

Burada en önemli sorun, mutlu olmaya mı çalışmalıyız, yoksa bizi mutsuz eden nedenlerle mücadele etmeye mi?

Mutluluk insanın düşüncelerindeki dengedir. Neyi, ne kadar isteyeceğimizi kestirmek, karşımızdakinden beklentilerimizin sınırlarını çizmek, hayallerimizi düş kırıklığıyla sonuçlanacak boyutlara vardırmamak, düşüncelerimizi gerçeklerle aydınlatabilmek çabası ve bilinci, mutsuzlukla mücadelemizin ta kendisidir. Bu mücadeledeki başarıda, mutluluğumuzdur.

O halde mutluluk, ümit ve hayallerle, gerçekleştirilen ya da gerçekleştirilebilen
somutluklar arasındaki uyum ve dinginliktir. William S.Borroughs “Bence mutluluk, işlevin, amacın ve çelişkinin yan ürünüdür. Mutluluğu sırf mutluluk olarak arayanlar, savaşsız bir zafer aramaktadırlar” der.
Yaşamda her şey göreceli olduğu gibi, mutlulukta görecelidir.
Kimi bir çiçekle mutlu, kimine gül bahçesi yetmez. Çiçek deyince, kentin birinde işlek bir caddede çiçek satan bir kadının tezgahında “yoksul değilim, çiçekleri çok sevdiğim için satıyorum. Böylece onlarla sürekli birlikte olmaktan mutlu oluyorum” diye yazıyormuş.

Freud, İnsanın mutluluğunu tanımlamak için “çalışmak ve sevmek” der. Bu örnekte bunun bir kanıtı olsa gerek.
 
Mutlulukla kişilik arasında doğrudan bir bağ vardır.
Yaşam, insanın hayalleri ve rüyaları peşinde koşması değil, onları gerçekleştirme çabası ve savaşıdır.

Bu nedenle yemek, içmek, güç ve sağlık ihtiyaçları gibi isteklerimizi karşılayan yaşamsal değerler, hazlar veya yararın yanı sıra, gerçek etik ve estetik ihtiyaçlarımızı karşılayan bilim, sanat gibi yüksek tinsel değerlerde önemlidir.

Evet, hepimiz sanat veya bilim yapamayız, ama hepimiz, etik değerleri gerçekleştirerek, ahlaki bir kişiliğe sahip olmakla yükümlüyüz. Bunun için, gelişme, tamamlanma ve yetkinleşme şarttır. İnsan, ancak içten geliştiğinde, zenginleştiğinde, tamamlanmaya yaklaştığında, kendini derin bir biçimde mutlu olarak duyumsar.
Çünkü mutluluk; değerlere ve bu değerlere sahip olmaya bağlıdır.
Hessen diyor ki “gerçekten mutlu olmak istersen, gerçekten iyi olmalısın. Mutluluğun kaynağı, senin ahlaki değerlerindir”.

Diğer bir deyişle insanoğlunun duyacağı en büyük haz, onun daha çok insan olmasında gizlidir.
İnsan olmanın ne demek olduğunu, hepinizin okuduğu Wilheim Reich’ın - Dinle küçük Adam - adlı yapıtında geçen şu tümceler, bence çok güzel anlatıyor “Çünkü büyük adam sana benzemez, yaşamının amacı, yığın, yığın para biriktirmek, yada kızlarını toplumsal konumu iyi birileriyle doğru dürüst evlendirmek, yada siyasal bir göreve atanmak, adının başına bir yığın büyük sözcükler eklemek, yada Nobel ödülü almak değildir. Ona toplum dışı, insandan kaçan biri gözüyle bakarsın, çünkü büyük adam senin o bomboş gevezeliklerle dolu partilerine gitmektense, çalışma odasına kapanıp, düşünceleriyle baş başa kalmayı ve çalışmayı yeğlemiştir.”

Demek ki, geçici değerlere olan doyumsuzluklarımızı, düşünsel değerlere kaydırabildiğimiz ölçüde, mutluluğa yaklaşırız.

İnsancıl ve erdemli davranışlar, mutluluğun esas öğeleri. İlkçağın en büyük filozofları, Sokrat, Aristo, Plato, insanın yetkinliğini ele alarak, mutluluğun, iç doyumun, hazzın ve her zaman ahlaki bir yaşamın yan ürünü olduğunu söylemişlerdir.
Bunlardan Plato’ya göre “mutluluk, iyinin ve değerin erdemli kişiye geri yansımasıdır”.

Burada bir anekdotu sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim.
Arjantinli ünlü golfçü Robert de Vincenzo, kazandığı turnuva sonrası, ödül töreninin ardından binadan ayrılırken, yanına yaklaşan bir kadın onu kutladıktan sonra, çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu, hastane masraflarını ödemesinin olanaksız olduğunu söyleyince de Vincenzo; turnuvadan kazandığı paranın büyük bir bölümü için bir çek yazıp kadına uzatmış ve “umarım bebeğinin iyi günlerinde harcarsın” demiştir.
Ertesi hafta kulübe geldiğinde, görevlilerden biri yanına yaklaşarak, geçen hafta yardım ettiği kadının bir sahtekar olduğunu, üstelik hasta bir çocuğu da olmadığını söyleyince, de Vincenzo “ ne yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?” diye sormuş. Görevli “hayır yok” deyince, de Vincenzo büyük bir mutlulukla “işte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber” demiş.

Mutluluk ile sağlıklı bir toplumun oluşması ve sürekliliği arasında sıkı bir bağ olduğu yadsınamaz. İnsan, kendi doğasını yansıtan temel ilkelere uyarak, onlarla ahenk içinde yaşadığı zaman, doğal özü ile uyumlu olacağından, psikolojik yönden gelişir. Psikolojik yönden gelişen, dengeli, doyumlu insanlar, mutludurlar. Ve mutlu insanların kurmuş olduğu toplumda barış egemen olur.

Öte yandan, psikolojik yönden gelişmemiş, dengesiz ve mutsuz insanlardan oluşan toplum, kalıplaşır ve stresli olur. Yaratıcılık ve üretkenlikten uzaklaşarak, zamanla durur ve çöküş başlar. Yani, mutsuz, düş kırıklığına uğramış kimseler (yaşamdan bıkmış olanlar, suçluluk duygusu duyanlar, bunalım içinde olanlar) toplum için tehlike yaratırlar. Toplumsal mutsuzluklar ise bireysel mutlulukları bir yönüyle mutlaka gölgelemektedir. Mutlu bir topluma, mutlu bireylerden varılır.

Bertrand Russel’ın mutlulukla ilgili gerekli gördüğü en önemli koşullardan biri, mutlu insanlarla ilişkilerdir.
Russel’a göre mutluluk bulaşıcıdır.
Mutlu insanlarla olan ilişkilerimiz, bizi de olumlu etkileyecek, yaşantımızı karartan perde mutlaka aradan kalkacaktır.

Mutlulukla özgürlük arasında derin bir ilişki vardır. Ancak özgür insan mutlu olabilme olanağına sahiptir. Çünkü özgün bir insan olmak, kendi gerçeğine sahip olmak, özgürlüğü gerektirir ve Spinoza der ki “yalnız akıl tarafından yönetilen kimse özgürdür”. İnsanın kendi davranış ve hareketlerini bilmesi, farkına varması, doğruyu yanlıştan, uygunu uygun olmayandan ayırabilme gücüdür akıl.

Aklını duygularının ya da duygularını aklının egemenliğinden kurtaramamış kişinin gerçek özgürlüğünden bahsedilemez. Çünkü böyle insanlar, mal, para, makam gibi duyguların, ya da ihtiras, kin, kıskançlık gibi duyguların ya da aksini düşünmek gücünü bulamadığı kavramların baskısında, güzelim yaşamlarını boyunduruk altında sürdürüp tamamlayacaklardır.
Mutlu olduğumuz zaman duygularımızı çevremizdeki kişilere açıklamaktan çekinmeyelim. Böylece hem bizim mutluluğumuz artacak, hem de çevremiz bu mutluluktan payını alacaktır. Mutluluk bölünemez ama paylaşılır. Paylaşma ile bölme arasındaki anlam inceliği, mutluluğun ta kendisidir.
Campanella “Altın Çağ” adlı şiirinde

Paylaşsaydı insanlar,
Yararları, mutluluğu ve ahlakı
Cennet olurdu dünya”
diyor.

Mutlu olabilmek için, hırslarımızı, dizginlenemeyen tutkularımızı frenlemeyi öğrenip, kazanılmış deneyimler sonucu bize verilen öğütlere kulağımızı açmak şart.
Uçmaya kalkan İkarus’a babası “ ne çok alçaktan uç, nede fazla yüksel. Çok yükseğe çıkarsan güneş seni yakar, çok alçaktan uçarsan denizin nemi kanatlarını ıslatır. Uçmanın mutluluğunu yakalayabilmek için ortayı seç
demiş.
Ama başarının verdiği gurur ve kendini beğenmişlikle bunu dinlemeyen İkarus boğulmuş.

Karşılaştığımız üzücü ve ters olayları düzeltmekten kaçınmayalım. Bu uğurdaki çabamız ve sonuçlarının bize beklenmedik boyutta mutluluk vereceğinden kuşkumuz olmasın.

Mutlu olmak istiyorsak eğer, yaşamımızın bilincinde olarak, her günümüzü tek, tek ve hakkını vererek yaşayalım. Gelecek bizi korkutmasın. Geçmişteki yanılgılarımız bizde suçluluk duygusu uyandırmasın.
Çünkü yaşanmış yaşanmıştır.
Hatalarımızı bir suçluluk nedeni olarak değil, alınması gereken bir ders olarak algılayalım.
Çünkü hatalar olmasa, deneyimlerde olmazdı.

Yaratmayan, yaratıcı bir varlık olduğunun bilincine varamayan insan, gerçek mutluluğa erişemez.

Hiç bir başarı ulaşılamayacak kadar uzak değildir. Geleceğimizin kaynağı, umutlarımızdır. Ama tüm umutlarımızı bir anda gerçekleştiremez, tüm sorunlarımızı bir anda çözemeyiz. Ancak, çalışmanın, çabalarımızda başarının, mutluluk için gerekli etmenlerden olduğunu da aklımızdan çıkarmamalıyız. Mutluluk, uğrunda çalışmayı gerektirir, gökten inmez.
Bertrand Russel diyor ki
Dört başı mamur, bütün zorluklara karşın başarılmış bir işin mutluluğuna sınır yoktur. Bir tembelinde bu tür bir mutluluğa kavuşabileceğini sanmam”.

Filozof George Santayana “mutluluk yaşamın tek yaptırımıdır. Mutluluğun olmadığı yerde, var oluş, delice ve kederli bir deneyim olarak kalır” diyor.
Öyleyse her güne insan olduğumuzu anımsayarak, dünyanın güzelliklerini fark etmeye çalışarak, kusursuz olmadığımızı ama karşımızdakinin de kusursuz olmadığını düşünerek, ama hepsinden öne gücümüz yettiğince kendimizi geliştirme yolunda çaba harcayarak başlamalıyız.
Çünkü insan, yetkinleştiği ölçüde mutludur.

Herkes için ortak tek bir mutluluk kaynağı olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. O tek kaynakta sevgidir. Mutluluğun sorun yapıldığı yerde, tüm boyutlarıyla sevginin deşilmesi gerekir.
Çünkü sevgi insanın gerçek özgürlüğüdür. Seven insan, saydam, hoşgörülü, bağışlayıcı, özverilidir. Baskıcı, bencil, yılgın insanda sevgi yoktur. Yani mutluluk sevgidir, sevgi mutluluktur. Bu duygunun tutsağı olduğumuz sürece, üzüntünün karanlığından bile mutluluk pırıltıları çıkarabiliriz.

Yine Dinle Küçük Adam’a dönersek;

Wilheim Reich “Sevgiye hasretsin, bu yüzdendir ki kendi mutluluğunu aydınlıktan ürken bir gece hırsızı gibi çalıyorsun ve bu yüzdendir ki, başkalarının mutlu olduğunu gördüğünde kıskançlıktan çatlarsın” diyor. Sevgi duygusunun olmadığı yerde, mutluluk daima cansız bir sözcük olarak kalmak zorundadır.

Mutluluğu bazı sıfatlarda değil, kendimizde aramalıyız. Mutluluk yalnızca bizler kim ve ne olduğumuzu, sorumluluklarımızla birlikte bilirsek gelir. İnsan kendi niteliğinin, etik değerlerinin doğrularını izlemediği zaman, mutsuz olmaktadır. İdeale sadık kalmamış olmanın yarattığı sancılı bilinç, gerçek aydın olmaya karşı kusur işlemiş olmanın bilinci, düşünce ve anlam dolu insan için, mutsuzluğun temelidir.

Erich Fromm “Mutluluk bir insanın en büyük kazancı, o bireyin tüm kişiliğinin dış dünyaya ve kendisine üretici yönelişinin karşılığıdır” diyor.

Tek cümle ile özetlersek, Mutluluk umuttur, yaşıyor olmaktır, yarınları istemektir.
Mutluluk yetkinliğe yönelik çabanın zorunlu meyvesidir.

KAYNAKÇA:
1- İnsanımsılıktan Kurtuluş, Ergun Zoga
2- İyi Düşün Doğru Karar Verer, Doğan Cüceloğlu-Sistem Yayıncılık
3- Yaşama Felsefesi, Nermi Uygur-Kabalcı Yayınevi
4- Mutluluk Ahlakı, Prof.Dr.Bedia Akarsu-İnkilap Yayınevi
5- Dinle Küçük Adam, Wilhelm Reich
6- İnsan ve Mutlu Yaşam, Prof.Dr.Vecdi Aral-Der Yayınları 1992
7- Sunum, Benal Gülçür 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...