TÜRK ADININ KÖKENİ


TÜRK ADININ KÖKENİ

"Milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlerin ayakları altında ezilmeye mahkumdur."

"Türk çocuğu ecdadını (atalarını) tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır."
Mustafa Kemal ATATÜRK

Türk Milleti'nin tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir; Türkler binlerce yıldan beri tarih sahnesinde yer almaktadırlar. Bu durum, bilim adamlarının dikkatini çekmiş ve onları Türk kelimesinin kökenini araştırmaya yöneltmiştir. Türk adının kaynağını bulmak amacıyla yapılan araştırmaların sonuçlarına dayanarak çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Kimi uzmanlara göre Türk adına ilk defa M.Ö 14. yüzyılda "Tik" veya "Tikler" şeklinde rastlanılmıştır. Bazı uzmanlar ise bu adın M.Ö 14. yy.dan önce de var olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Türklerin binlerce senelik geçmişi göz önünde bulundurularak, Türk adının nereden geldiğine ilişkin birçok iddia ortaya atılmıştır.

Türklerin eski dönemlerine ilişkin bilgilerin kökeni çoğunlukla Çin tarihine dayanmaktadır. Çinli tarihçiler M.Ö 2000-1000 yılları arasında ilk Türk hükümdarlarından bahsetmektedirler. Bununla birlikte, eski Çin kaynaklarındaki Türk hükümdarlarının ve devletlerinin adları Çince yazılıdır. Bunların Türkçe karşılıkları tam anlamıyla bilinmemektedir. Profesör Erol Güngör'ün deyişiyle, "Bizim atalarımız o çağda "Türk" adıyla anılmıyordu. "Türk" kelimesi bugün bir milletin adıdır ama atalarımız o zaman henüz bir millet halinde değildi. Boy ve aşiretler halinde yaşıyorlardı ve her aşiretin ayrı bir adı vardı.

Türk adının tarih sahnesine çıkışı M.S 6. yüzyılda kurulan Göktürk milleti ile olmuştur. Orhun kitabelerinde yer alan "Türk" adı daha çok "Türük" şeklinde gösterilmiştir. Yani, Türk kelimesini ilk defa resmi olarak kullanan siyasi teşekkül Gök-Türk İmparatorluğu olmuştur. Göktürklerin ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken, daha sonra Türk Milleti'ni ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.

Çin İmparatoru M.S. 585 yılında, Gök-Türk Kağanı İşbara'ya gönderdiği mektupta "Büyük Türk Kağanı" diye hitap etmiştir. İşbara Kağan'ın Çin İmparatoru'na cevabi mesajında da "Türk Milleti'nin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti" ifadesine yer verilmiştir. Bunlar Türk adını resmileştiren olaylar olarak tarihe geçmiştir.

Gök-Türk yazıtlarında Türk sözü daha çok "Türk Budun" şeklinde geçmektedir. Türk Budun, Türk Milleti anlamındadır. Dolayısıyla Türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade siyasi bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isimdir.

Türk kelimesinin anlamı üzerinde de çeşitli görüşler vardır. Bunlardan bazıları şu şekildedir:

Türklerin eski bir millet oluşu araştırmacıları “Türk” adını en eski tarih kaynaklarında aramaya sevk etmiştir.

Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa M.Ö. 1328 yılında Çin kaynaklarında "Tu-küe (Türk)" şeklinde görülmekte ve “miğfer” olarak yorumlanmaktadır.

Gök-Türk, Uygur ve Karahanlı metinlerinde ise “güç, kudret, olgunluk, güçlü, kuvvetli, kudretli, yetişmiş, kemale ermiş, olgunlaşmış” manalarında kullanılmıştır.

Gök-Türk bengü taşlarından Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk kitabelerindeki Türük Bilge Kağan ibaresi “güçlü, bilgili kağan” şeklinde, keza Tonyukuk kitabesindeki Türk Bögü Kağan ibaresi de “güçlü kağan” şeklinde tercüme edilmiştir.

Uygur metinlerinde TÜRK kelimesi, umumiyetle kendisinden önce aynı manaya gelen ERK kelimesiyle birlikte ERK TÜRK şeklinde geçmektedir.

Arminius Vambery'nin 19. yüzyılda yazdığı eserlerinde belirttiğine göre, Türk kelimesi "türemek" ten gelmektedir.

Ziya Gökalp bunu, "türeli" yani kanun ve nizam sahibi şeklinde açıklamıştır.
Ünlü Alman Türkolog Albert von Le Coq, Türk deyişinin "güç-kuvvet" anlamı taşıdığını ileri sürmüştür. Le Coq'un bu iddiası, Göktürk alfabesini 1893 yılında ilk kez çözen Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Thomsen tarafından da kabul edilmiş; Macar Türkolog Gyula Nemeth'in araştırmalarıyla da kanıtlanmıştır.

Bu konudaki diğer çalışmalara göre, Türk kelimesi, “Altaylı (Ceyhun ötesi Turanlı)” kavimlerini tanımlamak üzere 420'li yıllardaki bir Pers metninde görülmektedir. Yine 515'de, “Türk-Hun” (Kudretli Hun) tabirinin de geçtiği bilinmektedir.

İran kaynaklarında Türk kelimesinin "güzel insan" karşılığında kullanıldığı belirtilmektedir. İlk Türk dilcisi Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lugati’t-Türk adlı en eski sözlüğümüzde, Türk kelimesinin sıfat olarak manalarını “olgun, olmuş, yetişmiş, güçlü, kuvvetli, kudretli’ şekillerinde açıklamıştır.

Türk kelimesinin "güçlü-kuvvetli" anlamına geldiği, bugün neredeyse bütün tarihçiler tarafından kabul görmüştür. Türk adı Orhon Yazıtlarında Türük olarak geçmiştir. Yazıtlarda Türük; “Devlete bağlı halk, teba, güçlü, kuvvetli ulus.” anlamında kullanılmıştır.

Kaşgarlı Mahmut’a (veya Türk efsanesine) göre, Türk adı Türklere Tanrı tarafından verilmiş ve “gençlik, sağlık ve olgunluk” anlamına gelmektedir. Heredot Tarihi’nde, İskit ülkesinde yaşayan Tyrkae’nin Türk olduğu sanılmaktadır.

Hint kaynaklarında, Türkler, Turukha şeklinde yazılmaktadır. Perslerin Şahnamesi’nde (İran ile kafiyeli) Turan asıllı savaşçı Türklerden söz edilmektedir.
“Türk” kelimesini Türk Devleti’nin resmi adı olarak ilk kullanan Gök-Türk İmparatorluğudur (552-774). “Türk” adı Gök-Türklerin kuruluşundan itibaren önce bu devletin sonra bu devlete bağlı kendine özel adları ile de anılan diğer Türklerin ortak adı olmuş ve zamanla Türk soyuna mensup bütün toplulukları ifade etmek üzere milli bir ad özelliği taşımıştır.

Böylece Türk adı belirli bir topluluğa ait olmayıp bütün Türk soylu halkları kucaklayan siyasi bir kimlik niteliği taşımıştır. Türkçe konuşan Anadolu halkına Türkiye (Turchia) adı Haçlı Seferleri sırasında Avrupalılarca verilmiştir; fakat Anadolu Türkleri 1920’li yıllara değin bu adı hemen hiç kullanmamıştır.

Arap tarihçisi El Mesudi’ye göre (10.yy.) Türkler, Nuh peygamberin üç oğlundan Yafes’in soyundan iniyordu. Tac-üt Tevarih yazarı Hoca Saadeddin Efendi dahil bütün Osmanlı tarihçileri de bu görüşü benimsemiştir.

Türk halkının ataları kimlerdir?

“Etnos” Çince de  “Tü-kiu,” Moğolca da ise “Türküt” anlamına gelmektedir. ‘üt’ eki Moğolca’da çoğul ekidir. “Türküt” kelimesi Siyenpice yani eski Moğolca konuşan Jujanlar’ın Türkler’e verdiği bir isimdir.

Bütün kabileleri hamur teknesinde yoğuran şiddetli kırılma dönemlerinde savaş birlikleri genelde Hun, Tangut, Siyenpi ve diğerleri gibi çeşitli “etnosların” savaşçılarından teşekkül etmiştir.

İşte böyle bir küçük birliğin (beş yüz aile) başında Siyenpi asıllı Aşina (Açina) isimli birisi vardı ve o 439’da Hesi Hunları ile birlikte yaşıyordu. Ülkenin Tabgaçlar tarafından fethedilmesi üzerine Aşine savaşçı ailelerle birlikte kendi tebaasını Gobi üzerinden kuzeye geçirerek Altay eteklerine yerleşip Jujanlar’a demir döküp vermeye başladı. İşte Türk halkının ataları bunlardı.

Şehirlerde, köylerde yaşayan Türklerin kavimlerine gelince, bunlar doğudan batıya doğru Uygurlar, Çomullar, (daha önce) Barsganlar, Çaruklar, Oğruklar, Yağmalar, Çigiller, Tohsılar, Ezkişler, Karluklar, Türkmenler ve Oğuzlar’dır.


Türkler ilk kez ne zaman ortaya çıktı?

Türkler denince akla Asya kıtasında yaşayan ve Türkçe konuşan Halklar gelmektedir. Bu insanların sayısı 130 - 150 Milyon arasında tahmin edilmektedir. Genel olarak bu toplulukları; Türk Ulusları, Türkçe konuşan Halklar, Türk-Tatarlar, Turko-Tatarlar, Turko-Moğollar olarak adlandırabiliriz. İlk göçebe Türk Toplulukları Orta Asya’da “Altay bölgesinde“ yaşamış olan topluluklardır. Türklerin kültürleri, gelenek ve görenekleri, ticaret şekilleri ve yaşama biçimleri çok yönlü ve tarihleri çok zengindir. Bugün Türklerin büyük bir kısmı Sünni-Müslüman olarak yaşamaktadırlar.

Türkler bilinmeyen bir zamanda Avrasya’nın kuzey bölgelerinde ve herhalde, doğu uçlarında ortaya çıkmışlardır.

Tahmini olarak oradan ayrılarak yukarı Asya’da hayvan yetiştirmeye başladıkları ve İsa’dan önce birinci bin yılda, Doğu Avrupa ovalarıyla Büyük Okyanus kıyıları arasında kaynaştıkları sanılmaktadır. Burada görülen insan sürüleri içinde seslerini duyurmaya başladıkları konusunda ancak bazı tahminler yapılabilir.
Türklerin kökenlerini belirlemek pek mümkün değildir; bu gereği gibi, ancak dilbilimle yapılabilir ama dilleriyle ilgili kesin bir tanıklık yoktur. Kesinlikle belirlenmiş olan en eski Türkçe sözcük, (M.Ö.3 yy.da) gökyüzünü ve aynı zamanda da yüce tanrıyı belirten TENGRİ’dir. Ama bu sözcük Moğolca’da da vardır. Dolayısıyla bu iki dilden hangisine ait olduğu konusunda kesin bir şey ileri sürülemez.
Türklerin tarihi kökleri gibi yurtları da kesin değildir. Kuzeyden (Sibirya’dan) inmiş, güneyden, doğudan veya batıdan göçerek bu yörelere gelmiş olabilirler. Söylentiler değişiktir. Bu yönlerin hepsi de tarihi Türk varlığına katkıda bulunmuş olabilir. Türklük bir “dil-kültür sentezi”dir, ırk değildir –daha önce de belirtildiği gibi- Türklerle ilgili ilk yazılı belgeler Çince olup M.Ö. 1328 yıllarına tarihlenmektedir. Toplumların kültür tarihini devletlerin siyasi tarihlerinden ayırırsak, Türk olduğu tahmin edilen Huy-huy’ların tarihi en çok M.Ö.500’lere gidebilir ki 5000 yıllık milliyetçi tarih görüşünün ancak yarısıdır!
Resmi Çin yazmalarına göre en eski Türkler, Çinliler’in Hiung-nu adını verdikleri Hunlardır. M.Ö. 4.yy.’dan M.S. 3.yy.’a kadar kültürel varlıklarını sürdüren Hunların Moğol mu yoksa Türk mü oldukları kesinleşmiş değildir. Dil benzerlikleri yüzünden iki halkın kökenleri birbirlerinden kesin olarak ayrılamamıştır. En ünlü liderleri, bizim Mete diye bildiğimiz Mao-Tun’dur. Biz Hun lideri Attila veya Atilla’yı da Türk olarak benimseriz, adını kullanırız; fakat Attila’nın kimliği hakkında çok şey bilmeyiz.

Kuzey Asya’nın insan coğrafyasıyla ilgili en eski tabloda; Doğu uçta bugünkü Mançurya’da proto-Tunguzlar, Batı Mançurya ve Doğu Moğolistan’da proto-Moğollar,
Moğolistan’ın büyük bir bölümünde ve biraz daha batıdaki Balkaş Gölü yönünde proto Türkler yer alır.

Ülkenin kalan bölümünün tümü Hint-Avrupa ve Paleoasyalılar’ın elindedir ve hiçbir Altaylı yerleşmesine rastlanmaz. Sibirya’da Yukarı Yenisey kıyısında Karasuk Dönemi denilen dönemle ilgili kazılarda düzenli bir brakisefal kafatasları artışı görülmüştür ki bu da büyük bir olasılıkla daha önceki bir nüfuslanmayla, bir Türk öncesi ya da proto Türk nüfuslanmayla ilgilidir. Tagar döneminde (M.Ö.700-300) de aynı durum görülür. Ve nihayet M.Ö. 300’den sonra ise, Güney Sibirya’da ve Altaylar’ın güneyinde bir brakisefal kafatasları artışı olmuş gibi görünmektedir.
Demek ki Türklerin o zamana kadar kuzeyde olan ataları, ilkin yavaş yavaş, sonra birden ormanlardan inerek, M.S. 1. yy. dolaylarında Tien Şan Dağları’nın kuzeyine ve Balkaş Gölü bozkırlarına vardılar. Bu yeni gelenler, Hint Avrupalıları önlerinden kovdular; ayrıca ya onlara karıştılar ya da onlar üzerinde yeterince çekici güç yaratarak, onların kültür ve dillerini benimsemelerini sağladılar. İşte Kırgızlar, büyük bir olasılıkla böyle yaptılar ve böylece de onlarla birlikte, Türk halkları arasına bazı Hint Avrupalılar, ya da en azından Mongoloyitler girmiş oldu.
Ormanlardan bozkıra doğru göç, proto Türkler’e tarihlerinin en önemli devrimlerinden birini yaptırdı: Bir avcı ve toplayıcılık uygarlığından, bir hayvancılık uygarlığına; Ren geyiği kültüründen at kültürüne geçtiler.

6. Yüzyıl ile 8. Yüzyıl göçebe Türk Ulusları Moğolistan’dan Ukrayna’ya kadar olan Bozkırlarda hakimiyetler kurdular. Bazı Aşiretlerin ve Aşiret Gruplarının Batı’ya göçleriyle yaşam ve yerleşim alanları da genişledi.
Batıya olan göçlerden sonra, dağınık göçebe Türk Kabileleri bir dizi Devletler kurdular. 5. ve 6. yüzyılda Hun akınlarının sona ermesi ve Hun İmparatorluğunun yıkılmasıyla çeşitli Türk Hükümdarlıkları kuruldu. Hazarlar, Gazneliler, Karahanlılar, Göktürkler, Oğuzlar, Ogurlar, Türkmenler, Uygurlar, Uzbekler, Özbekler, Kazaklar Kırgızlar – bütün bu Türk Kabileler Türk Ulusuna (Tu-kü) aitti. Bu kabileler daha Türk adı duyulmadan tarihte tanınmışlardı. Türklerin Anavatanı Orta Asya’dır. “Türk” adı ilk defa 6. Yüzyılda Orta Asya’da (Altay bölgesinde) telaffuz edilmeye başlandı.

Bu şekilde Türkler doğuda Pasifik Okyanusuna, Kuzeyde Buz Denizine, Batıda Avrupa’ ya kadar yayılmış oldular.
En eski Türk Yazıtları Yenisey bölgesinde, Talas’daki Altay-Türklerine ait Orhun-Yazıtlarıdır. M.S. 732 -735 yıllarına ait bu Orhun-Yazıtları ilk Türk Hükümdarı Tür-küt’ün kahramanlıklarını anlatıyordu.
Moğol, Şuşan-Krallığının 552 senesinde yıkılmasından sonra Göktürkler-Devleti kuruldu. Bunların hakimiyet alanı dağlık Çin bölgesinden Transsaksonya’ya kadar uzanmıştı.

Birçok göçebe Kavimler İran’da yaşıyorlardı. 11. Yüzyılda Selçuklu-Türkleri Anadolu’ya geldiler. 13. Yüzyılda Osmanlılar Saltanatı kuruldu.
Günümüzde konuşulan Türk Dilleri komşu dillerin etkisinde kaldıkları halde, genelde tek dil olma hüviyetini muhafaza edebilmiştir. Türkiye’den Avrupa sınırlarına ve Doğu-Türkistan’a kadar tek dil konuşulmaktadır. Değişik Türk dilleri yerine değişik Türk aksanları vardır.

Türk dili açısından bugün, “Türk-Dili-Aksan-Grupları” arasında, Kipçak-Türklerini, Oguz-Türklerini, Güney-Sibirya’daki Oyrutları, Abakan-Türklerini ve Sayan’daki Tuva’lar ile Doğu, Sibirya’da kendilerini “Saha” diye tanımlayan Yakutları sayabiliriz. Kıpçak-Türklerinin aksanı bugün Peçenekler ile Hazarlar tarafından konuşulmaktadır.
Kıpçak-Türklerinin varisleri olarak Tatarlar, Başkurtlar, Kazaklar (Kozaklar, Kazaklar), Karakalpaklar, Nogaylar, Kırgızlar sayılabilir. Özbekler’in bir kolu da Kıpçak-Aksanı ile konuşmaktadır.
Oğuz-Türklerinin aksanını bugün Türkiye-Türkleri ve Kıbrıs Türkleri, Azerbaycan (Azeri) ve Kuzey-Iranda ki Türkmenler konuşmaktadırlar. Doğu-Türkleri olan Uygurlar ve Özbekler Oğur-(Uğur)Türklerinin aksanını konuşmaktadırlar.
Eğer Türkleri Avrupa devletlerine dahil edersek, Peçenlerin varisi Litvanyalı Tatarlardan tutun, Almanya’da çalışan Türklere kadar, Balkanlardaki Türkçe konuşanlardan tutun, Kıbrıs’taki Türklere kadar, Arap Devletlerindeki ve Irak’taki Türkçe konuşanları da dahil edersek, 145 Milyon insan, bugün yeryüzünde Türkçe konuşmaktadır.
Türkolog Wilhelm Radloff, 1869’da şöyle demiş: Afrika’nın Kuzey-Doğusundan Türkiye’ye, Rusya’nın Güney-Doğusundan Küçük-Asya üzerinden Turan’a kadar ve oradan Sibirya’ya, Gobi-Çölüne ulaşan bölgelerde Türkçe konuşan Kavimler yaşıyor. Dünya üzerinde hiç bir dil böyle geniş bir alana yayılmış değildir.
MÜSLÜMANLIĞIN KABULÜNDEN ÖNCEKİ TÜRK DEVLETLERİ:

İslamiyet'i tanımalarından önce Türkler birçok devlet kurmuşlardır: Büyük Hun İmparatorluğu, Batı Hun İmparatorluğu; Tabgaç Devleti; Göktürk Devleti (Birinci Göktürk Kağanlığı, Doğu Göktürk Kağanlığı, Batı Göktürk Kağanlığı, İkinci Göktürk Kağanlığı); Uygur Devleti (Turfan Uygurluğu, Sarı Uygurlar), Avarlar, Bulgarlar, (Büyük Bulgar Devleti, Tuna Bulgar Devleti ve İtil Bulgar Devleti), Hazarlar; Macarlar,,Peçenekler; Kıpçaklar; Oğuzlar (Uzlar); Kumanlar; Sabarlar; Türgeşler; Kırgızlar, Karluklar, Kimekler’dir.

HUN TÜRKLERİ
Çin kaynaklarında “Hiung-nu” olarak anılan Hunlar, tarihte adı geçen ilk Türk boyudur. M.Ö 8. yüzyılda ortaya çıktılar; M.Ö 200'lü yıllarda Teoman Yabgu'nun önderliğinde bir devlet kurdular. Teoman Yabgu'nun oğlu Mete döneminde, Hun Devleti'nin sınırları Japon Denizi'nden Hazar Denizi'ne kadar genişledi.
Hunlar sadece askerlik alanındaki başarılarıyla değil, devlet yönetimindeki yetkinlikleriyle de kendilerinden söz ettirmişlerdir. Nitekim başta Mete olmak üzere bazı Hun hükümdarlarının üstün nitelikleri, Çinliler tarafından bile kabul edilmiştir.
Bu dönem, aynı zamanda, at sırtında göçlerin tarihte ilk defa belirdiği zamandır. Batıya yönelen Hunlar, olağanüstü hazırlık düzeylerinin yanı sıra şaşırtıcı hareket yetenekleriyle zaman içinde kendileriyle aynı atçılık disiplinine sahip olan Germenler ve yüksek bir kültür düzeyindeki Romalılar üzerinde üstünlük kurmuşlardır.
Attila'nın M.S. 434'de hükümdar olmasıyla Hun Devleti'nin altın çağı başlamıştır. Bu dönem, Hun Devleti'nin Avrupa ve Asya'nın en güçlü devleti olduğu çağdır. Ne yazık ki Attila'nın ölümünden kısa bir süre sonra Hunlar dağılmışlardır.
GÖKTÜRKLER
Göktürklerin Türk tarihinde önemli bir yeri vardır; çünkü Türk sözü ilk defa resmi devlet adı olarak Göktürkler tarafından kabul edilmiştir. Milleti ifade etmesi bakımından siyasi bir anlamı olan Türk kelimesi bu sayede bütün bir milletin adı olmuştur. Göktürkler ve Ergenekon Destanı adeta bütünleşmiştir.
Ergenekon Destanı, Göktürklerin kökenlerini ve tarih sahnesinden kaybolup tekrar meydana çıkmalarını anlatır. Ergenekon'un, Aral Gölü çevresinde veya Ötüken'e yakın bir yerde olduğu tahmin edilmektedir. Destanın en eski anlatımlarına Çin kaynaklarında rastlanılmaktadır. İslam döneminde bu destana ilk kez yer verilen kitap, tarihçi Reşideddin'in Camiü't-Tevarih adlı eseridir.
Göktürkler zamanında, İpek Yolu'ndan dolayı çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle Sasani-Bizans savaşları başlamış ve 19 yıl sürmüştür. Çıkan savaş her iki milleti de sarsmış ve Müslümanlığın İran'da yayılıp yerleşmesinde büyük rol oynamıştır. Yine Göktürkler zamanında, Çin edebiyat ve fikir eserleri Türkçe’ye tercüme edilmiştir.
6. yüzyılda Bumin Kağan'ın kurduğu Göktürk Devleti, yaygın bir diplomatik ilişkiler dizisi oluşturmuştur. Göktürkler, 7. yüzyılda Çin egemenliği altına düşmüş olmakla birlikte, Kutluk adlı kahramanlarının yönetiminde 682'de yeniden bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Kutluk'un oğlu Bilge Kağan, kardeşi Kül Tigin ve babasının deneyimli veziri Tonyukuk ile birlikte ülkesini yüksek bir yaşam seviyesine ulaştırmıştır. Bu durum 8. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Şurası bir gerçek ki Bilge Kağan ve Kül Tigin Türk Milleti'nin yetiştirdiği en büyük kumandanlardandır.
Bu dönemden kalan Orhun yazıtları, bilge vezir Tonyukuk'un, Kül Tigin'in ve Bilge Kağan'ın mezar taşlarından oluşmaktadır. Orhun Abideleri'nin Türk tarihinde apayrı bir yeri vardır. Öyle ki bunlar Türk tarih ve kültürünün, Türklerin faziletleri ve medeniyetlerinin, kısacası Türk'ün yüksek seciyesinin özlü bir ifadesidir.

Başlangıçta yalnızca akın ve savaşlar için kurulmuş gibi görünen Göktürk Kağanlığı, 8. yüzyılda bir kültür milleti olma yoluna girmiştir. Ayrıca Türkçe konuşan ve kendilerini birbirine yakın hisseden bütün Orta Asya halklarını bir araya getirmiştir.

TÜRGEŞLER

Göktürklerin bir kolu olan Türgeşler, 7. Yüzyılda bağımsızlıklarını ilan ettiler. Zamanla boylar arasında rekabetin artması ve iç çekişmeler, Türgeşlerin zayıflamasına yol açtı. Bu devlet 766 yılında Karluk Türkleri tarafından yıkıldı.

Türgeşler, Türklerin şehir ve kültür hayatını benimsemesinde ve batıdaki Türk nüfusunun artmasında büyük rol oynadılar. Böylece sonradan Selçuklular gibi büyük milletler kuracak olan Türk topluluklarının bilgi ve becerilerinin artmasını sağladılar. Ayrıca Doğu Avrupa'da gördüğümüz Uz, Peçenek gibi Türk topluluklarının da temelini oluşturdular.

KARLUKLAR

Karluk Türkleri bir süre Göktürk Devleti'ne bağlı olarak varlıklarını sürdürdüler. Göktürklerin dağılmasının ardından Çin'e direndiler ve kendi devletlerini kurdular. Türgeşlerin hakimiyetine son verdiler; onların topraklarını ele geçirdiler. Bu gelişme onları İslam ordularıyla karşı karşıya getirdi. Aynı tarihlerde Çin İmparatorluğu, Müslümanları durdurmak için büyük bir sefer başlatmıştı.

Karluklar henüz Müslüman olmamalarına rağmen İslam ordularının yanında yer aldılar. Türk-Arap orduları, 751 yılındaki Talas Savaşı'nda, Çinlilere karşı kesin bir zafer kazandı. Bu, Karluk Türklerinin Müslümanlarla kaynaşmasının ve Müslümanlığı kabul etmelerinin önünü açtı.

UYGURLAR

Göktürkler tarafından geliştirilen yüksek devlet anlayışı, Orta Asya Türk boylarının hafızalarında unutulmaz bir yer edinmiştir. İşte bu açıdan, 745 yılında kurulan Uygur Kağanlığı, Göktürk Devleti'nin bir devamı gibidir.

Göktürk Devleti'nin sona ermesiyle dağılan Türk boyları, Uygur Kağanlığı'nın yönetiminde tekrar birleşmişlerdir. Böylece bölge Türkistan adını almıştır. 840 yılında, Uygur Kağanlığı'nın Kırgızlar tarafından yıkılmasında dini unsurlar önemli rol oynamıştır. Tibet'ten gelen rahipler Uygurların Mani dinini kabul etmesinde etkili olmuşlar; böylelikle Türk inanç ve ideallerine tamamen zıt olan bu din, Uygur Kağanlığı'nın sonunu hazırlamıştır.

Bununla birlikte Uygur Türkleri varlıklarını sürdürmüş, daha sonraki yıllarda da Müslümanlığı seçmişlerdir. Karahanlılar döneminde Türk-İslam medeniyetine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Günümüzde varlıklarını aynı adla devam ettirmektedirler. Ancak bugün sayıları 20 milyonu aşan bu Türk toplulukları, Çin Halk Cumhuriyeti ve Sincan Özerk Uygur Bölgesi'nde, ağır insan hakları ihlalleri altında yaşamaktadırlar.

AVARLAR

Önce Doğu Asya'da, daha sonra merkezi Macaristan olmak üzere Orta Avrupa'da devlet kurdular. Kökeni hakkında kesin bilgiler bulunmayan Avarların, Avrupa kavimleri üzerinde önemli etkileri olmuştur. Avrupa kavimleri, özellikle de Slavlar, devlet yönetimi ve askerlik konusunda Avarlardan çok şey öğrenmişlerdir. Üzengiyi ilk defa Avrupa'ya getirenler Avarlardır.

Araştırmaların ortaya çıkardığı sonuçlara göre, Avarların devleti, 9. yüzyılın başında Franklar tarafından yıkılmış; Avarlar da zamanla Hristiyan toplulukları içinde eriyerek kaybolmuşlardır.

BULGARLAR

Büyük Hun Milleti'ni oluşturan değişik ve çok sayıdaki kavmin dağılmasıyla birlikte, bunların arasındaki Türk asıllı boyların bazıları yeniden Güney Rusya ovalarına döndüler. Bir kısım Hun Türkleriyle, bu sıralarda doğudan aynı sahaya gelerek yerleşen Onogur Türkleri karıştılar. İşte bu gelişme Bulgar adı verilen yeni bir Türk kavminin oluşmasına yol açmıştır. Zaten Bulgar ismi, birbirine karışmak anlamına gelen Türkçe " bulgamak " fiilinden gelmektedir.

İlk Bulgar Devleti Kafkasya'da kuruldu. Ancak Hazarların saldırıları nedeniyle kısa sürede dağıldı. Bunun ardından bazı Bulgarlar Balkanlar'a geçtiler ve yeni bir devlet kurdular. Fakat bu bölgede bulunan Slav kavimleriyle karışmaları neticesinde, Ortodoks Hıristiyanlığı kabul ettiler ve Türklüklerini kaybettiler.

Hazar hakimiyetine girmek istemeyen Bulgarların bir kısmı kuzeye yöneldiler; İtil (Volga) boylarında yerleşerek Moğol istilasına kadar devam edecek olan bir devlet kurdular. İslam ülkeleri ile Hazarlar ve İskandinav kavimleri arasındaki ticaret yolları üzerindeki bölgelerinde ticaret ve tarım ile uğraştılar. Bulgar Şehri diye bilinen başkentleri, zamanın önemli ticaret merkezlerinden birisi oldu.

İtil Bulgarları 10. yüzyılın başında İslamiyet'i seçtiler; 13. yüzyıla kadar refah içinde yaşadılar. Moğolların ülkelerine saldırmalarının ardından burayı terk ederek Kazan bölgesinde yerleştiler.

İlk Müslüman Türk topluluklarından olan İtil Bulgarları, bugünkü Kazan Türklerinin atalarıdır. Diğer Bulgar toplulukları eriyip gittikleri halde, İtil Bulgarları Müslüman olmaları sayesinde kimliklerini koruyabilmişlerdir.

HAZARLAR

Hazar Hakanlığı, 7. yüzyılda Sabar Türkleri tarafından kuruldu; Doğu Avrupa'daki ilk Türk devletlerinin en kuvvetli ve en uzun ömürlü olanlarından birisi olarak tarihe geçti. Hazarlar üç asır boyunca Kafkaslar ile Macaristan arasındaki geniş topraklarda hüküm sürdüler. Ticaretle uğraştılar, sanata ve dini araştırmalara önem verdiler, refah düzeyi yüksek bir toplum meydana getirdiler.

Hazarların kendilerine özgü dini yaşamları dikkat çekiciydi. Hanedan mensupları Museviliği, halk ise İslamiyet, Hristiyanlık gibi farklı dinleri seçmişlerdi. Hazarlar huzur ve barış içinde yaşarlarken, 9. Yüzyılın ortalarında, Peçenekler İtil-Harzem ticaret yolunu ele geçirdiler.

Bu durum, başlıca gelir kaynağı ticaret olan Hazar Hakanlığı'nın zayıflamasına; Peçenek ve kendilerine bağlı Slav (Rus) prensliklerinin saldırılarıyla 10. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de hızla çökmesine yol açtı. Dağılan Hazar toplulukları doğudan gelen Türk toplulukları arasında eridiler.

Hazarların devlet teşkilatı ve askerlik alanında, Slav kavimleri üzerinde önemli etkileri olmuştur. Hemen hatırlatalım, Hazar Denizi, adını Hazar Türklerinden almıştır.

ESKİ TÜRKLER'E GENEL BİR BAKIŞ

Türkler kendilerine özgü yaşamlarıyla tarih sahnesinde yerlerini aldılar. Aile, Türk toplumunun temeliydi. Aileler “uruk” denilen sülaleleri, uruklar da boyları meydana getirirdi. Boyların siyasi bir birlik kurmalarıyla “budun” oluşurdu. Devletin kurulması, birkaç budunun tek bir merkezin yönetimi altında bir araya gelmesine bağlıydı.

Dünya tarihine bir göz atıldığında Türklerin hiçbir zaman devletsiz kalmadığı görülür. Her dönem bir veya birkaç devlete sahip olmuşlardır. Devletin başındaki hükümdar, “yabgu, han, kağan, ilteber” gibi isimlerle yüceltilmiştir.

Hükümdarlar teorik ve pratik eğitimlerini deneyimli devlet adamlarının gözetiminde tamamlamışlar; devlet yönetiminde bilgelerden kurulu bir meclise danışmışlar; onların öğüt ve tavsiyelerini göz önünde bulundurmuşlardır. Bilge vezirler gerektiğinde hükümdarlara yol göstermiş, gerektiğinde onları açıkça eleştirmişlerdir. Bu sistemin halkın huzur, adalet ve zenginlik içinde yaşamasında önemli bir payı vardır.

Türklerin askerlik sanatı, disiplinli orduları ve savaş teknikleri dillere destan olmuştur. Avrupa ve Asya kıtalarının büyük devletleri, ordu teşkilatlarını düzenlerken Türkleri örnek almışlardır.

Eski Türklerin belirgin özelliklerinden biri törelerine olan bağlılıklarıdır. Türk töresi yazılı değildi; dilden dile ve nesilden nesile aktarılırdı. Hükümdarlar dahil herkes törenin hükümlerine uymakla yükümlüydü. Türk töresi, ağır cezalar da içermekle birlikte doğruluk ve adaletten asla ayrılmazdı; yüzyılların birikimi ve tecrübesinin ürünüydü. Töre, devletin bir anlamda anayasası gibiydi.

Günümüzde özgürlük ve eşitliğin öncülüğünü yaptıklarını iddia edenler bilmelidir ki insan hak ve hürriyetlerinin gerçek anlamdaki ilk uygulayıcısı Türkler olmuştur. Türkler tarafından kurulan devletlerde din, dil ve ırk ayrılığı gözetilmeksizin herkese eşit davranılmıştır. Profesör Hakkı Dursun Yıldız bu gerçeği, "Bütün tarih boyunca Türkler'de din, dil ve ırk ayrılığı sebebiyle Amerika ve Avrupa'da her zaman rastlanan bir katliama, işkenceye ve hakların elinden alınmasına kesinlikle rastlanmamaktadır" şeklinde ifade etmiştir.

Dikkat çekici bir nokta, eski Türk kavimlerinde, kadınların erkeklerle neredeyse eşit haklara sahip olmalarıydı. Türk kadınları toplum hayatının hemen her aşamasında görev alırlar; yeri geldiğinde savaşmaktan çekinmezlerdi.

TÜRK YURDU

Günümüzde sayıları 350 milyonu aşan ve oldukça geniş bir bölgeye yayılmış olan Türklerin ilk ana yurdunu tespit edebilmek için geniş araştırmalar yapılmıştır. Çeşitli alanlarda, farklı uzman ve bilim adamlarınca yapılan çalışmalar sonucunda her alanda farklı iddialar gündeme gelmiştir. Böylece ortaya şöyle bir tablo çıkmıştır:

Tarihçiler, Çin kaynaklarına dayanarak Altay Dağları'nın; etnologlar, İç Asya'nın kuzey bölgelerinin; dil araştırmacıları, Altaylar'ın veya Kingan Dağları'nın doğu ve batısının; kültür tarihçileri, Altay-Kırgız Bozkırları arasının; sanat tarihçileri, Kuzeybatı Asya sahasının; antropologlar ise Kırgız Bozkırı-Tanrı Dağları arasının ilk Türk ana yurdu olduğunu iddia etmişlerdir.



TÜRK YURTLARI : 1. Türkiye ... 2. KKTC ... 3. Azerbaycan ... 4. Kazakistan... 5. Özbekistan... 6. Türkmenistan... 7. Kırgızistan... 8. Altay Özerk Cumhuriyeti... 9. Hakas Özerk Cumhuriyeti... 10. Tannu-Tuva Özerk Cumhuriyeti... 11. Tataristan... 12. Başkırdistan... 13. Çuvaşistan... 14. Doğu Türkistan... 15. Dağıstan... 16. Çeçen-İnguş... 17. Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti... 18. Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti... 19. Abhazya Özerk Cumhuriyeti... 20. Acar Türkleri... 21. Ahıska Türkleri... 22. Kırım Türkleri... 23. Kerkük Türkleri... 24. Azeri Türkleri... 25. Horasan Türkleri... 26. Afganistan Türkleri... 27. Tacikistan Özbekleri... 28. Doğu Sibirya Türkleri... 29. Tobol Türkleri... 30. Tatar Türkleri... 31. Başkurd Türkleri... 32. Mişer Türkleri... 33. Nogaylar... 34. Stavropol Türkmenleri... 35. Gagavuz Türk Özerk Cumhuriyeti... 36. Balkan Türkleri...

Bu konudaki araştırmalara göz attığımızda, Türklerin ilk ana vatanlarının kesin sınırlarını çizmenin mümkün olmadığı görülür. Bunun asıl nedeni Türklerin ilk zamanlardan itibaren oldukça geniş bir alana yayılmalarıdır. Son yıllarda yapılan dil araştırmaları göz önüne alındığında, ilk Türk yurdunun “Altay Dağları'ndan Urallar'a kadar uzanan, Hazar Denizi Kuzeydoğu Bozkırlarından Tanrı Dağları'nı kapsayan çok geniş bir bölge” olduğu anlaşılmaktadır.

Türkler, tarihin akışı içerisinde, ana yurtlarından çok uzak mesafelere göç ederek geniş bir coğrafi alana yayılmış; bugün Balkanlar'dan Çin Seddi'ne, Sibirya Bozkırları'ndan Horasan, Afganistan, Tibet'e kadar olan bölgeleri yurt edinmişlerdir.
TÜRK GRUPLARI

Genel olarak Türkleri 4 gruba ayırabiliriz.
  • Kuzey Türkleri
  • Batı Türkleri
  • Doğu Türkler
  • Güney Türkleri

TÜRK ULUSUNUN BAYRAKLARI VE RENKLERİ

“Siyah” ve “Beyaz”
Renklerin karşılaştırılması ve anlamlar.
-Toguz <=> Koyu <=> Anlamı: Kuzey, kuzeyde (örn.: Toguz-Oğuzlar = Kuzey-Oğuzlar)
- Kara <=> Siyah <=> Anlamı: Kuzey, kuzeyde
- Sarı <=> Sari <=> Anlamı: Güney, güneyde (örn.: Sarı-Uygurlar = Güney-Uygurlar)
- Ak <=> Beyaz <=> Anlamı: Güney, güneyde
- Gök ya da Kük <=> Mavi <=> Anlamı: Batı, batıda (örn.: Gök-Türkler = Batı-Türkler)
- Altun ya da Altın <=> Altın <=> Anlamı: Batı, batıda (örn.: Altın Ordu = Batı-Ordu)
- Kızıl <=> Kırmızı <=> Anlamı: Dogu, doguda (örn.: Kızıl Ordu = Doğu-Ordu)

Modern Türk Ulusların Listesi

- Azerbeycan (Azeri)
- Balkarlar
- Başkirler
- Gagavuzlar (ortodoks Hristiyanlar)
- Karaerler (Karaimler)
- Karakalpaklar
- Karaçaylar
- Kumikler (Kumüklar)
- Kazaklar
- Kırgızlar
- Krım-Tatarları
- Nogaylar
- Krımçaklar (yahudiler)
- Sibirya’daki Türk Ulusları:
- Altaylar
- Kakaslar
- Dolganlar
- Yakutlar (ortodoks Hristiyanlar)
- Sorlar
- Tuvinler (Budistler)
- Tofalar (diğer adları: Karagaşlar,Karakaşlar)
- Tatarlar
- Çuvaşlar (ortodoks Hristiyanlar)
- Türkiye Türkler
- Türkmenler
- Uygurlar
- Özbekler
- Mesetler


Tarihte Türk Ulusları ve Kavimleri

Turuklar

Hunlar (Hunlar genel olarak bir Türk ulusu olmasına rağmen; ilerleyen süreç içersinde etnik olarak başka uluslara karışmışlar, ama dillerini muhafaza etmişlerdir.

Tölözler (Türk-Moğol karışımı bir ulus)

Avarlar (Avarlar dili Türkçe ağırlıklı karışık bir ulus idi. Yeni Avarlar ise bugün daha çok Avrupai-Moğol karışımı bir ırk izlenimi veriyor.

Hun-Bulgarlar ("Wolgabulgarları" ya da "Protobulgarlar" olarak da tanımlanırlar.

Modern Bulgarlar, slav - Türk uluslarının karışımından ortaya çıkmış bir ulustur. İlk Çar’ların, Han’ların dilleri Türk dili idi.

Göktürkler (Kök-Turuk ya da Kök-Türk; i.s. 552’den itibaren)
Tarduşlar
On-Oklar
Sabirler
Turkutlar
Türgeşler
Çiğiller
Yenisey-Kırgızları
Kerul-Tatarları
Az’lar
Ogurlar ya da Uğurlar
Oğuzlar

-       Sekiz-Oğuzlar
-       Dokuz-Oğuzlar
-       Otuz-Oğuzlar
-       Toguz-Oğuzlar
-       Üç-Oğuzlar

Kutrigurlar
Utrigurlar
On ogurlar ya da On Uğurlar
Naimanlar
Merkitler (moğollaşmis Türkler)
Keraitler (moğollaşmis Türkler)
Kimekler (ya da: Kimaklar)
Kangliler
Peçenekler
Hazarlar
Kıpçaklar (Polovlar ya da Kumanlar olarak da tanınırlar) Macarca konuşan Romanya’daki Szekler Kumanların varisleri olarak kabul edilebilinir.
Selçuklular
Osmanlılar

Türk kökenli küçük gruplar

            - Biltir
            - Kamassin
            - Sagay ya da Şagay
            - Çulimer
            - Kaça
            - Goybal, Koybal ya da Goybal
            - Kızıl ya da Ğızıl


KAYNAKLAR

1,    Nurten ARSLAN Kütüphanesi ve Kaynakları
2.    O.Fikri Sertkaya, Göktürk Tarihinin Meseleleri
3.    L.N.Gumilöv, Hazar Çevresinde Bir Yıl
4.    Faruk Sümer, Eski Türklerde Şehircilik
5.    Roux, Türkler’in Tarihi
6.    Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği
7.    Prof. Dr.W.Eberhard, Çin’in Şimal Komşuları, Türk Tarih Kurumu Yayınları
8.    Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları
9.    Uğur Yertut, Sunu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...