TAPTUK EMRE


Taptuk Emre

 

Taptuk Emre hakkında ansiklopedik bilgi


Taptuk Emre, Horasanlıdır.

Taptuk Emre, mutasavvıf. Yunus Emre'nin hocası. Taptuk Emre, Horasanlıdır. Cengiz baskısı sıralarından Anadolu'ya gelmiştir. 1210-1215 yılları arasında doğduğu sanılmaktadır. Hacı Bektaş’ın halifesidir. Söylenceye göre Hacı Bektaş, Yunus Emre’yi yetiştirme işini Taptuk Emre’ye bırakır. Tarihlerin 'koyu -aşırı- Batıni' dediği Taptuklular; Taptuk Emre adlı Türkmen babasının çevresinde oluşan kitlelerde somutlaşıyorlardı. Taptuk Emre’den itibaren Anadolu’da bir “Taptuklular” topluluğunun varlığına rastlanır. Taptuk Emre dergahına kırk yıl odun taşıyan derviş Yunus; taptukluların yetiştirdiği en büyük ozan olarak karşımıza çıkmaktadır. Taptuk Emre’nin mezarı Ankara ili Nallıhan ilçesi Emrem sultan köyünde bulunmaktadır .
Bununla birlikte Karaman ilinin şehir merkezinde bulunan Yunus Emre Camii'nin bahçesinde Yunus Emre'nin ve Tapduk Emre'nin mezarları bulunmaktadır. Mezarların gerçek yeri belli olmamakla birlikte tarih araştırmacıları Karaman ve Eskişehir ihtimallerinin olasılığının yüksek olduğunu düşünmektedir.


Horasan İran'ın doğusunda ve kuzeydoğusunda yer alan bölgeye verilen isim. Farsça bir kelime olan Horasan "Güneşin yükseldiği yer" anlamına gelir. Sasaniler zamanında ülkenin kuzeydoğuna bu isim verildi.
Cengiz baskısı sıralarından Anadolu'ya gelmiştir. 1210- 1215 yıllarında doğduğu sanılmaktadır. Ünlü  Yunus Emre'nin mürşididir. Türk ozanı (Sarıköy, Sakarya yöresi, 1240?-Sarıköy, 1320)
Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk'ün İslam'a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiş örnek bir insandır.
Aşıkpaşaoğlu onu, Orhan Bey dönemi (1321- 1362) dervişlerinden gösterirse de, daha önce yaşadığı kanısındayız. Çünkü “Vilayetname” onu doğrudan Orhan Gazi (1281 - 1360) 1281 yılında doğdu. Babası Osman Gazi, annesi Kayı aşireti'nin ileri gelenlerinden Ömer Bey'in kızı Mal Hatundu. Orhan Gazi, sarı sakallı, uzunca boylu, mavi gözlüydü. Yumuşak huylu, merhametli, fakir halkı seven, ulemaya hürmetli, dindar, adaletli, hesabını bilen ve hiçbir zaman telaşa kapılmayan, halka kendisini sevdirmiş bir beydi. Sık, sık halkın arasına karışır, onları ziyaret etmekten çok hoşlanırdı.
Hacı Bektaş dönemiyle ilişkili gösterir ve bu iki büyük insanın doğrudan ilişkileri vardır. Hacı Bektaş'ın halifesidir. Söylenceye göre Hacı Bektaş, Yunus Emre'yi yetiştirme işini Taptuk Emre'ye bırakır. Taptuk Emre, 13. yüzyılda yaşamıştır. Taptuk Emre, Hacı Bektaş Türk mutasavvıfıdır (1210-1271). Bektaşî tarikatının kurucusu olan Hacı Bektaş Veli, Doğu İran'da Horasan bölgesindeki Nişapur kentinde doğdu. Horasan'dan Sivas'a geldi, sonra Amasya'ya giderek Baba İshak'a mürit ve halife oldu. Bir süre Kırşehir ve Kayseri'de kaldıktan sonra Hacıbektaş'a (eski Sulucakarahöyük) yerleşti.

Sakarya nehrinin yakınlarında bir köyde yaşamaktadır. Mürşid-i kâmil bir şeyhtir. Taptuk Emre'nin birçok yerde mezarı ve makamı olduğu kabul edilir. Söylenceye göre Sakarya nehrinin kuzeyinde  Nallıhan'ın Emre köyünde yatmaktadır. Taptuk'un  Ankara iline bağlı bir ilçe. Yüzölçümü 1.673 kilometrekare, nüfusu 29.659 dur. İlçenin yüzeyi yer yer hafif eğilimli dağlık alanlardan, Sakarya nehrinin meydana getirdiği vadilerden ibarettir. Tarıma... Baraklılar'dan olduğunu Yunus Emre söyler. Taptuk Emre'nin Hacı Bektaş'ın ardılı oluşu artık açıktır. Taptuk Emre'den itibaren Anadolu'da bir “ Taptuklular” topluluğunun varlığına rastlanır.

Tapduk Emre

Tapduk Emre, kesin olmakla beraber 1200 ile 1300’lü yıllar arasında günümüzde Aksaray olarak adlandırılan İç Anadolu bölgesinde yaşamıştır. Tapduk Emre, Hacı Bektaş Veli, Mevlâna ile aynı çağda yaşamıştır. Tapduk Emre ile ilgili bilgiler oldukça azdır. Hâlbuki Tapduk Emre, Yunus Emre’nin hocasıdır. Yunus Emre gibi bir Ulu şahsiyeti yetiştirmiştir. Bu manada o, dergâh sahibi bir pir, rehber ve mürşittir. Büyük ihtimalle Yunus Emre kadar gelişen olmasa da, o başka aydınlatıcılar, gönül erenleri yetiştirmiştir.

Tapduk Emre, Hacı Bektaş Veli ile aynı çağda yaşamış ve o Ulu Hünkâr ile ilişkiler geliştirmiştir. Hatta bazı kaynaklara göre Tapduk, Hacı Bektaş’ın halifesidir. Tapduk Emre hakkındaki en önemli bilgi, Hacı Bektaş Veli’nin Vilayetname adlı kitabında geçmektedir. Bu menkıbede anlatılan olaylar hem Tapduk Emre’nin hem de Yunus Emre’nin Aleviliğinin kanıtlarıdır. Bazı yanlış bilgi sahipleri ile her şeyi kendilerine yontmak isteyen softalar, Yunus Emre’nin dolayısıyla Tapduk Emre’nin Alevi olmadığını, onların Ehli Sünnet dairesi içinde olduklarını söylüyorlar. Bunların bazıları bilgisizlikten bazıları ise art niyetlerinden dolayı yapıyorlar. Şimdi Vilayetname’den aktaracağımız kısa özet gerçeği açıklıyor.

Rum erenleri, Hacı Bektaş Veli’ye giderken Emre’ye “haydi sen de bizimle gel”, dediler. Emre, çok güçlü bir erdi. “Dost divanında erenlere nasip veren Hacı Bektaş adında bir er görmedik”, dedi ve Hacı Bektaş’a gitmedi. Emre’nin sözünü Hünkâr’a ilettiler. Hünkâr, Sulucakarahöyük’te Kadıncık Ana’nın evine yerleşince, çeşitli bölgelerden gelen muhipler, müritler ıhtırılmaya başlandı. Bu arada Hünkâr, Saru İsmail’i gönderip Emre’yi çağırttı. Emre yanına gelince Hacı Bektaş, “siz, dost divanında erenlere nasip veren Hacı Bektaş adında bir kimse görmedik demişsiniz, siz o nasip veren elin bir nişanesi/işareti olduğunu da bilir misiniz?”, diye sordu. Emre, “o divanda bir yeşil perde vardı, onun ardından bir el çıktı, bize nasip verdi. O elin avucunda güzel, yeşil bir ben vardı, şimdi bile görsem tanırım”, dedi. Bunun üzerine Hacı Bektaş elini açtı. Emre, Hacı Bektaş’ın avucunda o güzelim yeşil beni görür görmez üç kez “taptuk Hünkârım”, dedi. Bundan sonrada adı, Taptuk Emre kaldı. Emre başındaki tacı çıkarıp Hünkâr’a teslim etti. Hünkâr, tacını tekbirleyip giydirdi. O da izin alıp makamına döndü.

Vilayetname’de geçen başka bir anlatımda da Hünkâr, Yunus Emre’yi Tapduk Emre’ye eğitim alması için gönderiyor.

Bilinmesi gereken: Tapduk Emre bir Anadolu erenidir. Ehlibeyt öğretisiyle onlarca derviş yetiştirmiştir. Bunlar arasında ünü günümüze kadar gelen ve düşünceleri ile bütün insanlığı kucaklayan Yunus Emre de vardır.

Tapduk Emre, kesin olmakla beraber 1200 ile 1300’lü yıllar arasında günümüzde Aksaray olarak adlandırılan İç Anadolu bölgesinde yaşamıştır. Tapduk Emre, Hacı Bektaş Veli, Mevlâna ile aynı çağda yaşamıştır. Tapduk Emre ile ilgili bilgiler oldukça azdır. Hâlbuki Tapduk Emre, Yunus Emre’nin hocasıdır. Yunus Emre gibi bir Ulu şahsiyeti yetiştirmiştir. Bu manada o, dergâh sahibi bir pir, rehber ve mürşittir. Büyük ihtimalle Yunus Emre kadar gelişen olmasa da, o başka aydınlatıcılar, gönül erenleri yetiştirmiştir

TAPTUK EMRE

Yunus Emre’nin Taptuk Emre kapısına gelişi ve müridi oluşu
Yunus isminde çiftçilikle geçinen çok fakir bir adam vardı. Bir sene kıtlık oldu. Daha da fakirleşen Yunus, birçok kerametlerini duyduğu Hacı Bektaş-ı Veli’den yardım almak fikrine düştü. Sığırının üstüne bir miktar alıç (sert çok çekirdekliyabani meyve) koyup dergâha geldi. Pirin ayağına yüz sürerek hediyesini verdi ve bir miktar buğday istedi. Hacı Bektaş-ı Veli ona lütf ile muamele ederek, bir kaç gün dergâhta misafir etti. Yunus geri dönmek için acele ediyordu. Dervişler Pir’e Yunus’un acelesini anlattılar. O da “Buğday mı ister, yoksa erenler himmeti mi? Diye haber gönderdi. Gafil Yunus buğday istedi. Bunu duyan Pir “isterse o alıcın her tanesine nefes edeyim dedi Yunus buğdayda ısrar ediyordu. Hacı Bektaşi üçüncü kez haber gönderip “isterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim dedi. Yunus tekrar buğday isteyince hatanın büyüklüğünü anlayıp pişman oldu. Derhal geri dönerek kusurunu itiraf etti. Hacı Bektaş onun kilidini Taptuk Emre’ye verdiğini bu yüzden isterse ona gitmesini söyledi.1 Fırsat kuşunu kaçıran Yunus o himmete kavuşmak için tam kırk yıl Taptuk Emre dergahında hizmet etti. İşte Yunus’u asırlardır gönül Sultanı yapan bu himmettir.

Eli böğründe dönen Yunus yüzgeri gider Taptukun kapısına. Taptuk’a adeta kul olur. Yıllar yılı şeyhine odun taşır. Yıllar yılı ondan feyz alır. 0lgunlaşır ye pişer. Yunus’un Şeyhine taşıdığı odunların içinde hiç eğrisi bulunmaması Taptuk’un gözünden kaçmaz. Sonra Yunus’a odunluktaki odunları gösterir: 

- A Yunus, der. Bakıyorum, dağdan kestiğin odunların hepsi kuru, hepsi düz. Meraklandım acaba ormanda hiç eğri odun yok mu? 
- Yunus Gülümser. Tatlı, tatlı, içten içe bir gülüş vereceği cevabı ne düşünmüş ne de hazırlamıştı. Öylece, dudaklarına geldiği gibi söyleyiverdi. 
- Ormanda eğri odun var, olmasına var amma, senin dergahından içeri odunun eğrisi bile giremez, efendim! 

Yunus’un Sarıköy de yatmakta olduğu pek çok yazar, Tarihçi ve araştırmacı tarafından kabul edilmektedir. Biz burada şunu ilave etmek istiyoruz. 0, şurada veya burada nasıl kabul edilse edilsin, Onun gerçek gömülü olduğu yer Türk Milletinin ye bütün Müslümanların cefakâr ve vefakar göğsüdür. Bu Yunusu anlayabilmek ve anlatabilmek için yeter bir kanıttır.
  

“Taptuk'un Tapusunda
Kul olduk kapusunda,
Yunus miskin çiğ idi
Pişdük elhamdülillah.
Taptuk eydür bu Yunus’a
Bu aşk Hakka irer se,
Kamulardan ol yücedir.
Ben ana nice ireyim.

Baktuğum yüzde gördüm,
Taptuk’umun nurunu,
Maksudum bugün bildim,
Niderem ben yarını.

Aşk Sultanı Taptuk dürur,
Yunus gedadır Kapuda,
Gedalar lütfeylemek
Kalde dürur Sultana.

Şeyh ü Danişmend ü Veli,
Cumlesi birdir er yolu,
Yunus dur dervişler kulu,
Taptuk gibi serveri var.

Sorun Taptuklu Yunus'a,
Bu dünyadan ne anladi.
Bu dünyanin kararı yok
Sen neyimiş, ben neyimiş

Yine esirdi Yunus
Taptuk Yunusu gözler.
Meğer anin gönlünden,
Bir cür’a şerbet içti.

Yunus sen Taptukuna kıl dualar,
Dime kim nu kılam bu aşk elinden.
Taptuk diyem cümie dile,
Ananmışam değme kula,  
Yunus dahi hod kim ola
Bu sözleri diyen benem. “

Bu ve buna benzer pek çok dizede, Yunusun gönülden bağlı olduğu ve aşk ile söz ettiği şeyhi Taptuk Emredir. Bu gün Nallıhan ilcesine bağlı Emrem Sultan köyünün bulunduğu yere yerleşmiş Ulu bir kişidir. Doğum tarihi tam olarak bilinmemekle beraber, kendisinin Selçuklu Devletinin son zamanları İle Osmanlıların ilk dönemlerinde (Muhtemelen Osman Gazi veya Orhan Gazi) yaşamış olduğu, bunun da tarih itibariyle Miladi 1200 yılından sonralara rastladığı sanılmaktadır. 
Taptuk Emre'nin Selçuklular devrinde Türkistan taraflarından gelerek bugünkü Nallıhan İlçesinin güneyinde ve İlçe Merkezi­ne 15Km. mesafede bulunan Sakarya Nehrine çok yakın Emrem-sultan Köyüne yerleştiği bir gerçektir. Birçok Vakfiyeleri olduğu ye hala Evkafta kayıtları ve “BACIM SULTAN EVKAFINDAN" diye senetler ve beratlar bulunduğu ve bu husus elli yıl önceki yaşlılar tarafından daima teyit edilmiştir. 

YUNUS EMRE

Yunus Emre 13. asrın sonlarında, 14. asrın başlarında Orta Anadolu’da yaşamış bir Türkmen dervişi idi. Zamanla şeyhlik derecesine yükselip zaviyeler kurmuştur.

Yunus Emre’nin ve şiirlerinin Anadolu’nun İslamlaşmasında, ayrı düşünce ve inanıştaki insanların   bir arada yaşamasında büyük rolü olmuştur.

Yunus Emre ile ilgili anlatılan bir çok menkıbe vardır.

Yunus Emre bir kaç kez Mevlana ile buluşmuş ve birbirlerine derin bir sevgi ve saygı duymuşlardır.

Mevlana’nın vefatını haber alan Yunus Emre buna çok üzülmüş, ağlamış, onun türbesinin yapımında ırgat olarak çalışmaya başlamış. Taş, tuğla taşıyormuş. Bir seher vakti baş mimar inşaatı kontrole geldiğinde bir işçinin tuğlayı “ Allah, Hak ! ..” diyerek fırlattığını, tuğlanın havada bir kaç kere döndükten sonra kubbede yerini aldığını görmüş.”Kimdir bu ?” diye yaklaşınca Yunus’u tanımış.

Yunus, kerameti  ortaya çıktığı için Konya’dan ayrılmış. Kendine bir şeyh aramak için yollara düşmüş. Yol üzerinde rastladığı bir tekkeye kapılanmak istemiş. Perişan kıyafeti yüzünden tekkenin müritleri Yunus’la alay etmişler. Bu tavırlara alınan, gönlü incinen Yunus şu şiiri söylemiş.

“Dervişlik dedikleri
Hırka ile taç değil
Gönlün derviş eyleyen
Hırkaya muhtaç değil

Hırkanın ne suçu var
Sen yoluna varmazsan
Vargıl yolunca yürü
Er yolu kalmaç değil

Girsin şeyhin yoluna
Yalın ayak baş açık
Er var dirlik dirilmiş
Yalınayak aç değil

Durmuş marifet söyler
Erene Yunus Emre
Yoldaş eriyle yoldadır
Yolsuza yoldaş değil”


diyerek dış görünüşe önem veren müritlerin yanından ve o tekkeden ayrılır.

Yunus Emre’nin destansı hayatını, yine bir destan tamamlar. Bir inanışa göre Yunus Emre ‘nin üç bin manzumesi vardır. Bunlar bir deftere yazılmıştır. Yunus ölünce bu defter, Molla Kasım denilen bir kişinin eline geçmiştir.

Molla Kasım, bir dere kenarına oturup Yunus’un şiirlerini okumaya başlamış. Şiirler içinde medrese inancına uygun olmayanları yırtıp yakmış. Bin tanesini yaktıktan sonra usanan Molla Kasım, diğer bin şiiri okuyup, beğenmeyip sayfa sayfa koparıp kenarında oturduğu dereye atmış.

İki bin birinci şiire gözü takılmış. Cennet- Cehennem hakkında medrese inanışları, cahil hocalar ve sahte dervişleri anlatan bir şiirle karşılaşmış.

“Ben dervişim diyene bin ün edesim gelür
Seğirdüben sesine varup yetesim gelür
Sırat kıldan incedür kılıçdan keskincedür
Varub anun üstüne evler yapasım gelür

Altında gayya vardur içi nar ile pürdür
Varuban ol gölgede biraz yatasım gelür
Od’a gölge dedüğme ta’netmenüz hocalar
Hatırunuz hoş olsun yanub tütesim gelür

Ben günahumca yanam rahmet suyuyla yunam
İki kanad takınam biraz uçasım gelür
Andan Cennet’e varam Cennet’de Hakk’ı görem
Huri ile Gılman’ı bir bir kaçasım gelür

Derviş Yunus bu sözi  eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeker bir Molla Kasım gelür.”

* Ün etmek: Seslenmek
* Seğürdüben: Koşarak
* Gayya: Cehennem çukuru
* Nar: Ateş
* Od: Ateş
* Tan etmek: Ayıplamak
* Siga:İmtihan

Molla Kasım, bu şiiri okuyunca “Ben ne yaptım ?” diye dövünmeye başlamış. Derler ki;  yakılan  bin şiiri gökte melekler ,denize atılan bin şiiri balıklar , Molla Kasım’ın elinde kalan bin şiiri ise, insanlar okumaktaymış.

Yunus, Porsuk’la Sakarya kavşağında, Sarıköy ‘de doğmuştur. Çocukken mektebe verilmiş, ama alfabeyi sökememiş, okumaya dili dönmemiş, en sonunda hocasına:

“Elif okuduk ötürü 
Pazar eyledik götürü
Yaradılmışı hoş gördük
Yaradandan ötürü…”

deyip medreseden ayrılmış.

Yunus şeyhinin buyruğuyla irşad seyahatine çıkar ve yıllarca gurbette  gezer. Irşad gezisi sırasında şeyhi Taptuk ‘u çok özler. Bu hasretle şu  şiiri söyler:

“Şol benim şeyhimi görmeye kim gelir
Zevk ile sefalar sürmeye kim gelir!
Şeyhimin illeri, uzaktır yolları
Açılmış gülleri dermeğe kim gelir!

Şeyhimin özünü, severim yüzünü
Mübarek yüzünü görmeye kim gelir!
Şeyhimin ilinde asası elinde
Şeyhimin yolunda ölmeğe kim gelir!

Ahd ile vefalar, zevk ile sefalar
Bu yolda cefalar çekmeğe kim gelir!
Ah ile gözyaşı, Yunus’un haldaşı
Zehr’le pişen aşı yemeğe kim gelir!”


YUNUS  EMRE’NİN ÇEVRESİNDEKİ ŞAHISLAR İLE İLGİLİ  BİR  SÖYLENCE
           
Nallıhan’da yaşayan Tekkeli Hamza Sultan’ın oğlu Hulbiye Sultan Yunus Emre’nin şeyhi Emrem Sultan’ın kızı Bacım Sultan’ı ister. Gelin, köyden yola çıkar, Erenler civarına gelir. Öğle namazını kılmak için atlardan inilir. Gelin, atın üzerindedir. Namazdan sonra bakarlar, gelin atın üzerinde yok. Gelini ararlar ama bulamazlar. Emrem Sultan’a  bulamadıklarını haber verirler. Emrem Sultan, “Gelin yerini buldu, orada arayın” der.

Gelini, bir tepede ardıç ağacına yaslanmış olarak bulurlar. Gelmesi istendiğinde “ Ben buraya kadar geldim, geri yolu da oğlunuz gelsin “ cevabını alırlar. Hulbiye Sultan yanına gelir, evlenirler. Orada bir köy kurarlar. Bacım Sultan, evini gelene geçene açar. Yedirir, içirir, doyurur. Bu yüzden o köyün adı, Tekke Köyü olur. Bu hadise, bir ilahide şöyle anlatılır.

“Erenlere selam verdik
Öğlenin dal vaktinde namaza durduk
Selam verdik gelin kayboldu
Birden atları sürdüler

Tekke taşında gördüler
Buyurun gidelim dediler
Akşam oldu görüştüler
İki hasret kavuştular

Zikr-i tevhit söyleştiler
Kıbleye karşı durursun
Sol yanına buyurursun
Nikabın yüzünden alır mısın?

Benim adım Bacım Sultan
Senin adın Hulbiye Sultan
Yunus eşiğimizde yatan
Ben Allah’ın aşıkıyım

Zikr-i tevhit maşukuyum
Peygamberler dervişiyim”  

Eskişehir'in Sivrihisar'ında, geçimini çiftçilikten sağlayan Yunus adında bir köylü vardır. O yıl kuraklık olmuş, ürün alamamış, zor durumda kalmıştır. Hünkar'ın himmeti ve hikmetini duymuş, ona gitmeye karar vermiştir. Öküzünün sırtına bir yük alıç yükleyerek yola çıkar. Hünkar'ın huzuruna çıktığında, durumunu ve perişanlıklarını anlatıp, yokluktan kurtulabilmek için lütfünü diler. Hünkar, alıç yükünü kabul edip, içeri aldırır. Yunus'un gelişinin üzerinden iki-üç gün geçer. Gitmek için müsade istediği Hünkar'a iletilince, "Varın söyleyin Yunus'a! Buğday mı verelim, yoksa alıcı sayalım, her birine iki nefes mi verelim?" diye sorulmasını ister. Yunus, "Bana buğday lazım, ailem aç, ben nefesi ne yapayım." deyince, Hacı Bektaş Veli, Yunus'un öküzünün yükünü buğdayla doldurtur. Yunus buğdayı alıp yoluna devam eder. Köyüne yaklaştığında, buğdayın yendikçe tükeneceğini, sunulan nasibi reddetmekle hata ettiğini düşünüp, pişman olur. Önerilen himmeti tekrar kerem kılar, umudu ile geri döner. "Buğdayı istemiyorum, bana önceki dediği himmetten nasip eylesin." der ise de, "Biz nasibin en büyüğünü Taptuk Emre'ye sunduk. Varıp nasibini ondan alsın." cevabını alır. Yunus, aldığı cevaba uyarak Taptuk Emre'ye yollanır. Yunus, dağa gidip, odunun doğru olanlarını toplayarak ve yaş ağaç kesmeden, Tapduk Emre'nin tekkesine odun çekmeye başlar. Vakti gelince, Hacı Bektaş Veli'nin "Himmet hazinesinin ağzını açtık, nasibini verdik, söyle" demesi ile aşka gelen Yunus Emre, halk arasında ulu bir divan edebiyatı yaratır.

ELHAMDÜLİLLAH

“Haktan gelen şerbeti içtik elhamdulillah
Şol kudret denizini geçtik elhamdulillah
Şol karşıki dağları meşeleri bağları
Sağlık safalık ile aştık elhamdulillah

Kuru idik yaş olduk kanatlandık kuş olduk
Birbirmize eş olduk uçtuk elhamdulillah
Vardığımız illere şol safa gönüllere
Halka tapduk manisin saçtık elhamdulillah

Beri gel barışalım yad isen bilişelim
Atımız eğerlendi estik elhamdulillah
İndik Rum'u kışladık çok hayır şer işledik
Uş bahar geldi geri göçtük elhamdulillah

Dirildik pınar olduk irkildik ırmak olduk
Artık denize dolduk taştık elhamdulillah
Taptuğun tapusuna kul olduk kapusuna
Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdulillah”

Hoş görürseniz kendimizce bir şeyler ekledik.


BACIM SULTAN

Taptuk Emre'nin bir kızı olduğundan bahsetmiştik. Adı BACIM SULTAN’dır.
O zamanlar Nallıhan’ın Tekke Köyünde Hamza Sultan adında bir zat yaşamaktadır. Bir oğlu vardır. Adı da HULB1YE Sultandır. Emrem Sultan ye Tekke Köyleri birbirlerine komşudur. Hul­biye Sultan Bacım Sultan’ı görmüştür ye onu sevmiştir. Ona tutkundur. Onunla evlenmek ister. Nasip bu ya Taptuk Emre Kızını Hulbiye Sultana verir. Düğün başlar. Halk günlerce eğlenir. Yer içer, İlahiler okunur, gelin almacılar Emrem Sultan köyüne gider, gelini alır ve Tekke köyünün Erenler mevkiine getirirler. Öğle vaktidir. Gelin alıcılar namaz kılmak için hayvanla­rından inerler. Bu arada gelin at üzerinde durmaktadır. Gelin alıcılar namazlarını eda ettikten sonra gelini bıraktıkları Erenler Mevkiine gelirler. Fakat gelini bıraktıkları yerde bulamazlar. çok ararlar nihayet Hamza Sultana giderek ona sorarlar.

-Gelin eve geldi mi? gelmediğini öğrenince Emrem Sultana haber salarlar,

-Gelin döndü mü? Emrem Sultan,

-Gelin yerini buldu. Orada arayın der.

Onlarda geri dönerler, gelini şimdi yatmakta olduğu tepede bir ardıç ağacına dayanmış, oturur bulurlar. Kayınpederinin evine gitmesi için teklif yaparlar. 0 da

-Ben buraya kadar geldim. 0ğlunuz da buraya gelsin der.

Nihayet Hulbiye Sultan oraya gider, gelini alır evine getirir ve orada evlenirler.

Bacım Sultan köyde odalar açarak gelen gidenlerin karınlarını doyurur, misafirlerine daima izaz ikramda bulunur. Bu sebeple köye Tekke adı verilmiştir. Bu olay bir İlahide de anlatılmaktadır. 

Bütün bunlardan anladığımıza göre, Taptuk Emre'nin kızı Bacım Sultan da Tekke Köyünde yatmaktadır. Şimdi kimlerin ellerinde olduğunu bilemediğimiz beratta Bacım Sultandan ye onun Vakfiyelerinden bahsedildiği gibi Bacım Sultanın Tekke köyü civarındaki vakfiyelerine ait Tapu kayıtlarının da olduğu bilinmektedir. Bektaşi Vilayetnamesindeki rivayetlerin birinde Yunusun Taptuk Emre'nin kızını sevdiği ve hatta bundan dolayı o kadar yıl hizmet eylediğini dervişlerin ileri sürdükleri yazılıdır.

 Bundan başka 1318 hicri yılına ait (Ankara Vilayeti Salname-i Resmisi)nin 146 ncı sayfasında da “Ankara Vilayeti Nallıhan kazasının üç saat mesafesinde Emrem sultan kariyesinde Kibar Evliyaullahtan Emrem Sultan Hazretleri ve Tekke kariyesinde de Veliyyu Müşarünileyhin kerimeleri Bacım Sultan hazretleri Defin hak-ı itirnap, olup, illeti cununa müptela olanlar, müşarünileyhanın kabrini ziyaretle şifa yap olduklarını mücerrebanttandır.”  denilmektedir.

Bugünkü kalıntılarına bakılırsa Taptuk Emre’nin Tekkesi kücük bir köy tekkesidir. Türbesi bir zaviye niteliğindedir. Taptuk’un mezarı da oradadır. Türbenin bir odasında Taptuk ailesinden gelen kimselerin lahitleri vardır. Türbe kiremitle örtülü, bir oda, bir zikir ve sema yerinden ibarettir. Türbe muhakkak ki zamanla epeyce değişikliğe uğramıştır. 

Bu büyük Alim, Mutasavvıf ve Ulu kişi Emrem Sultan Köyü ve geniş bir çevre halkına yüzyıllarca manevi bin haz ve ilahi Şevk vermiştir ve vermeye devam etmektedir. Cümlesinin ruhları şad olsun.

Köylerin duruş vaziyetine göre Emrem Sultan köyü ortada, Yunus’un kabrinin bulunduğu Yunus Emre (Sarıköy sağ yönde, Bacım Sultan’ın ve ailesinin kabirleri de Tekke köyünde sol yönde bulunmaktadır.

“Erenlere selam verdik,
Öğlenin dal vaktinde namaza durduk
Selam verdik, gelin kayboldu,
Birden atları sürdüler
Tekke taşında gördüler.
Buyurun gidelim dediler.
Akşam oldu görütüler,
İki hasret kavuştular,
Zik-ri tevhit söyleştiler.
Kıbleye karşı durursun,
Sol yanına buyurursun
Nikabın yüzünden alır mısın?
Benim adım Bacım Sultan,
Senin adın Hulbiye Sultan,
Yunus eşiğimizde yatan,
Ben Allah’ın aşıkıyım.
Zik-ri tevhit maşukuyum,
Peygamberler Dervişiyim
İlahi Erenlere selam verdik, “


CAFERİ SADIK

Emremsultan Köyünün batısındaki Nallıkozlu Köyünde yatmakta iken su altında kalacağı için Kabrinin yine aynı mevkide Nallıkozlu Yaylasına nakledilen ve orada kendisine bir türbe yapılan ŞEYH CAFER adlı Evliyanın Taptuk Emre’nin müritlerinden olduğu da bir gerçektir. Emrem Sultan, Ömerşıhlar ve Nallıkozlu Köylerinde hala devam etmekte alan bir geleneğe göre bu köylerde bütün düğün merasimleri davul ye zurnasız yapılmaktadır. Bu gelenek de gösteriyor ki halkımızın bu büyük şahsiyetlere verdiği manevi değer, sevgi ve saygı hala devam etmektedir. Taptuk Emre’nin talebesi olan Şeyh Cafer’in sağlığında çok sert mizaca sahip olduğu söylenmektedir. Bu büyük zatın Türbesinin bulunduğu yere Köylülerin bütün ısrarına rağmen çadır kuran ve orada ateş yakan Göçebeler, ertesi sabah kendilerini Sakarya Irmağının Mihalıççık yakasına atılmış olarak buldukları rivayeti mevcuttur. Ayrıca Türbe çevresinde bulunan ağaçlıktan hiç kimse günümüzde dahi Erene olan saygı, korku ve sevgileri neticesi küçük bir odun parçasını dahi evlerine götürememektedir. Bu inanış bize gösteriyor ki bu büyük zat sağlığında ağacı ve yeşili çok sevip onlara büyük önem verirmiş.


HASAN ZİYAUDDİN EFENDİ
Büyük İslam ve Tasavvuf önderi Ahmet Ziyauddin Gümüşhanevi Hz.'nin iç anadolu kolu olan  Hasan Ziyauddin Efendi, Çelebi Yusufzadelerden Mehmet efendinin oğlu olup, 11.04.1860’ta Nallıhan da dünyaya gelmiştir. 1886'da seyru sülükunu İstanbul da tamamlayarak hilafet icazeti almış ve  1889 ‘da memleketi Nallıhan'a giderek Hacı Mehmed Ağa Medresesi Müderrisliği'ne tayin olmuştur. Burada yüzlerce talebe yetiştirmiştir.Nallıhan müftüsü iken 23.10.1911 tarihinde vefat etmiştir.
ÖMER ŞEYH

Taptuk'un öğrencisidir. Ömerşeyhler köyündedir. Ömer Şeyh Hazretlerinin de bir köyümüze ad olduğu, yıllar yılı adının değiştirilmediği göz önünde bulundurulduğunda büyüklüğü ortaya çıkar.


Kaynakça



3.  A.Nusret MUTLU'nun NALLIHAN isimli eseri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...