Kur'an - I


Kur'ân (I)


*** Bismillahirrahmanırrahim *** ( Sonsuz ve sürekli esirgeyen, sonsuz ve sürekli bağışlayan Allah’ın adıyla )
“ Biz yeri, göğü ve bunların arasındaki olayları eğlence olsun diye yaratmadık “
Kur’ân-ı Kerim

Kur'ân, Tek Tanrılı dinlerin sonuncusu, kuşkusuz en iyisi ve en olgunu olan Müslümanlığın kutsal kitabıdır. Ona “Bütün İnsanlığın Kutsal Kitabı” da dense, yeridir.
İslâm, insanlığın yaratılışına uygun bir inanış sistemi, bir dindir. İslâm akla, mantığa dayanır. Din ve ulus farkı gözetmeden bütün insanlara seslenir. Onun kitabı da elbet, tüm insanlara yönelik olacaktır.
Yalvaçlar ( peygamber ) tarafından insanlara bildirilen dinlerin özü ve esası birdir. Fakat zamanla koşullar ve gereksinimler değişmiş, bu değişime koşut olarak da dinsel kurallar yenilenmiştir. Ama bu yenilikler, öze ilişkin olmayıp ayrıntıya ilişkindir. İslâm'ın son biçimi de, Hz. Muhammed tarafından bildirilmiş ve Kur'ân ile tanımlamaları yapılmıştır.
“İslâm” sözünde bir korkusuzluk durumu, sükûnet ve barış anlamı vardır. Yaratanla yaratılan arasında birbirlerine bağlı olma, iyilik anlamı bulunmaktadır. O insanı başarı ve kurtuluşa götürecek bir inanış, düşünüş ve ahlâk kuralıdır.. Bu nedenle, Kur'ân, bütün insanlığın barış, dinginlik, sevgi ve iyilik içinde oluşu duygusunu gerçekleştiren bir kutsal kitaptır.
Kur'ân sözcüğünün anlamı bazı yorumcular toplamak, bir araya getirmektir. Bazılarına göre de. karae ( okumak ) kökünden, saygı göstererek okumak anlamına da geldiği öne sürülür. Sûreler toplanıp bir arada derlendiğinden, İslamın kitabına Kur'ân adı verilmiştir.
Kur'ân, Ramazan ayının Kadir gecesinde, Hz. Peygamber'in gönlüne indirilerek meydana gelmeye başlamıştır. Kur'ân sözcüğünün ardına Kerîm, Mükerrem, Mübin, Mecid, Merfû', Hakîm, Musaddık, Azîm, Azîz, Aceb (hayret verici güzel), Mübârek gibi sözcükler eklenir.
Kur'ân, Kitab-ı Furkan (gerçeği uydurma olandan ayırıcı), Kitâb-ullah (Tanrı Kitabı) Kitâb-ül Hakk, Ez-Zikr, Kitâb-ı Mecîd, Mushaf, El-Mev'iza, El-Hükm, El-Hikme, Eş-Şifâ, El-Hüdâ (doğru yol gösterici), El-Tenzîl (indirilen), Er-Rahîm (insanlara rahmet), Er-Rûh, El-Hayr (insanlığa iyilik), En-Ni'me (insanlığa dirlik ve kıvanç), El-Beyân (besbelli eden, açıklayan), El-Burhân (kanıt, delil), El-Kayyim (dosdoğru olan), El-Müheymin (başkalarını korku ve ürküntüden, korku yüzünden ürpertiye uğramaktan koruyan), En-Nûr (evreni ışıtan), El-Hak (gerçek olan), Hablullah (Tanrı'nın andı, misâkı, tutunacak ipi) gibi adlarla da anılır.
Kur'ân'ın her bölümüne sûre denilir ki, bunlar yüz on dört tane olup çeşitli uzunluktadırlar.
Sûreler de, âyet denilen cümlelerden meydana gelir.
Sûre, yüksek yapı, bir yüksek yapının her katı, yüksek makam, şân ve şeref anlamındadır. Âyet, açık belirti, işaret, kanıt anlamına gelen bir sözcüktür.
103'üncü Asr, 108. Kevser, 110'uncu Nasr sûreleri üçer âyetli, kısa sûrelerdir. Bunları dörder âyetli olan yüz altıncı Kureyş, 112'nci İhlâs sûreleri ve beşer âyetli olan 97. Kadir, 105'inci Fil, 111'inci Leheb ve 113'üncü Felâk sûreleri izler. En uzun sûre ise, 286 âyet ile, ikinci sûre olan Bakara sûresidir. Bu sûre, tüm Kur'ân'ın on iki de biri kadardır.
Kur'ân otuz cüz'e ayrılmış, bunların her biri de dörder hizb'e bölünmüştür.
Kur'ân âyetleri, Hz. Peygamber tarafından, derhal yazdırılmakta ve ezberlenmekteydi. Bu nedenle günümüze kadar değişmeden gelmiştir. Yalnız, özellikle Ehl-i Beyt'i öven, Hz. Ali'den bahseden âyetlerin, Peygamber soyu düşmanları tarafından eksiltildiği, kuvvetle söylenmiştir.
Hz. Peygamber zamanında Kur'ân'ı ezberleyen ve başkalarına öğretenlere Kurrâ denirdi. Yirmi üç yıla yakın bir zamanda tamamlanan Kur'ân'ın doksan üç sûresi Mekke'de, yirmi bir sûresi Medine'de inmiştir. Medine sûreleri uzun olduğundan, Kur'ân'ın üçte biri kadarını tutar.
Sûreler âyetlerin geliş sırasına göre değil, konularına göre dizilmişlerdir.
Mekke sûreleri Allah'a inanmaya davet, insanları O'nun azâbından korkutma sûreleridir. Medine sûreleri ise, iyilik ve fenalığın ne olduğunu açıklayan ve bunlara karşı na¬sıl davranılacağını anlatan kanun koyucu ve toplumsal ilişkileri düzenleyici sûrelerdir.
Sûrelerin bir bölümü dinin kurallarını saptarken, bir bölümü geçmiş olayları anlatır. Bir bölümü ise, son derece tatlıdır ve şiir sanatının en güzel örneğidir.
Kur'ân-ı Kerîm'in yedi türlü okunuşundan bahseden hadisler varsa da, bugün bütün dünyada harekeleri tamamen eşit olan bir tek Kur'ân vardır. Okunuştaki lehçe farkları, farklı kavimlere mensup olanların, bazı sözcükleri kendi lehçelerine göre okumalarından kaynaklanmıştır. Hz. Muhammed de, Kur'ân'ın çeşitli lehçelerle okunmasına izin vermiştir. İbn-i Mes'ud Huzeyl lehçesiyle ve Ebu Mus-el-Eş'ari, Ubeyy İbn-i Kâ'ab ayrı lehçelerle okurlardı. Kur'ân'ın bir lehçe üzere indirildiği, Cibrîl'den diğer lehçelerle de okuması tekrar tekrar istendiği, nihayet Cibrîl'in yedi lehçe üzere ta'lim ettiği hususunu bildiren bir hadis-i şerif vardır. Başka lehçelerle okuyanları, Hz. Muhammed hoş görmüş ve “Bu tarzda okumak da doğrudur.” demiştir.
Kutsal kitaplar içinde, olduğu gibi saklanarak günümüze kadar gelmiş olan yegâne hazine, Kur'ân-ı Kerîm'dir. Elde mevcut metinde değişme yoktur, ama bazı âyetler kaybedilmiştir.
İçlerinde Hazret-i Ali'nin de bulunduğu kırk kişi kadar vahiy kâtibi, gelen âyetleri deri, pişmiş toprak, çanak, hurma yapraklarının orta siniri ve develerin kürek kemikleri, kaburga kemikleri üzerine yazmakta idi.[1]
Kur'ân için, 81. Tekvîr sûresinin 21. âyetinde, “Bu söz şerefli, arş sahibi, kuvvet sahibi katında makamı yüksek, kendisine uyulmaya değer, kerem sahibi bir elçinin sözüdür.” diye buyrulmuştur.
Yine aynı sûrenin 27. âyetinde, “Bu söz, bütün uluslar için öğüttür.” denilmiştir.
Zeyn-el-Abidin Cünbüş Erenler Aşkın Anahtarı adlı kitabında Vahiy konusunu şöyle ele almıştır: “Burada bir sual akla gelir. Çünkü Kur'ân fahr-i Kâinât Efendimize Cebrâil vasıtasıyla âyet âyet şu kadar sene zarfında inzâl olmuştur.” “Fakat Kur'ân, Ramazan-ı Şerif'in Kadir gecesi “Resul-ullâh'ın vücûd-u nûrânîsine cümleten ve birden” indi. Ve dünyaya Peygamberimiz geldikten sonra da “Melek Cibrîl” vasıtasıyla kırk yaşlarında, vak'aların halli için, vücûd-u unsureyyesine âyet âyet, yani kısım kısım nâzil olup inmiştir. Hattâ bir defa Resul-ullâh Cebrâil A.S.'ya, “Kur'ân'ı nerden getiriyorsun?” buyurmuşlar. Bunun üzerine Cebrâil A.S. perdeyi, müsâade-i Resul-ullâh'tan sonra, kaldırıp bakınca, o vakit Resul-ullâh'ın vücûd-u nûrâniyyesinden alup vücud-u unsuriyyesine getirdiklerini Resul-u Ekrem'e arz ederler ”.[2]
Bunun açık anlamı şudur: Kendisinden kendisine… Türk tasavvufunda Cebrâil, akıldır.
* * *
Secde âyetleri: Kur'ân-ı Kerîm'de on dört yerde secde âyeti vardır. Bunlar A'râf, Ra'd, Nahl, İsrâ, Meryem, Hacc, Furkan, Neml, Secde, Sad, Hâ-Mîm, Necm, İnşikâk, Alak âyetleridir. Bunlardan birini okuyan veya işiten salât ile yükümlü kişi tilâvet secdesi yapar. Bu secde elleri kulağa kaldırmadan “Allah-u Ekber” deyip sec¬deye varmak ve üç kere kulağa kaldırmadan “Allah-u Ekber” deyip secdeye varmak ve üç kere “Subhân-i Rabbiyel'âlâ” demek ve yine “Allah-u Ekber” deyip kalkmaktır.
* * *
Kur'ân âyetleri Muhkemât, Müteşâbihât olmak üzere, iki bölümdür.
Muhkemât: Anlamları kesin ve yoruma elverişli olmayan âyetlerdir.
Müteşâbihât: Anlamları çeşitli şekilde yorumlanabilecek, açık olmayan âyetlerdir. Müteşâbih denilen âyetlerin açıklanmalarında birkaç yol tutulabilir. Bunların anlam ve yorumlarında kesinlik iddiasıda bulunulamaz.
Hurûfiler ise, müteşâbih âyetlere muhkemât derler ve işi ters tarafından tutarlar.
Kur'ân-ı Kerîm'in temel olan âyetleri Muhkemât âyetleridir. Müteşâbihâtın yorumunu ancak Tanrı ve idraki geniş olan kişiler yapabilir. Bu âyetlere, muhkemâttan olan âyetlerin yardımı ve mukayesesi ile nüfuz edilebilir. Böylece müteşâbihât, muhkemâta rücû ile muhkem duruma getirilebilir.
* * *
Kur'ân-ı Kerîm'in Fâtiha, Yâsin gibi sûreleri, Bakara Sûresi'nin 255. âyeti olan Âyet-il-Kürsi, Nûr Sûresi'nin 35. âyeti olan Nûr âyeti, yine Bakara Sûresi'nin son iki veya üçüncü âyeti… gibi âyetler özellikle değerli tutulur.
Fakirlerine göre, Kur'ân-ı Kerîm'in her sûresi, her âyeti eşit değer taşır. Ancak herkesin kendi ruhuna göre, daha beğendiği bir sûre veya âyet olabilir. Bu yüce kitap, bütünüyle paha biçilmez bir ilâhi hazinedir, bir mucizedir.
* * *
Kur'ân-ı Kerîm'in dış anlamından ziyade, iç ve gerçek anlamlarına değer vermek ge¬rektiğine inanan mezhep ve yollar da vardır. Örneğin, Ca'feriler ve Şi'a mensubu olanlar, Bektâşiler… gibi. Esasen bu hususta hadisler de bulunmaktadır. Nitekim Hz. Muhammed şöyle buyurmuşlardır: “Kur'ân'ın zâhiri (dış anlamı) ve bâtını (iç anlamı) vardır. Ve bâtının da bâtını vardır. Yedi manâya kadar”. Diğer bir rivayete göre “yetmiş bâtına kadar…” uzar.
Bir örnek olsun diye Kur'ân-ı Kerîm, Zâriyat Sûresi, âyet 56'yı ele alalım. Bu âyette: “Ben cinleri ve insanları bana kulluk etsinler diye yarattım.” denir. Âyetin son kelimesi olan, “Liya'büdün” sözcüğü üzerinde bâtıni görüşle duran Türk mutasavvıflar, bunun “Kulluk etmek, ibâdet etmek için” anlamının zâhiri olduğunu, sözcüğün bâtıni anlamının “Liya'rifun” yani “Beni anlasınlar, beni bilsinler” demek olduğunu söylerler.[3]
Tanrı'yı bilmek ve birliğe ermek ise, kişinin zâtıyla (kişilikleri), sıfatıyla (nitelikleriyle), işleriyle (ef'âliyle) kendisini ortadan kaldırıp, tüm varlığın gerçeğin varlığı olduğunu idrak etmesidir. Hakk'la bayındır (ma'mûr) olduğunu bilerek benlikten olduğunu bilerek benlikten geçmek budur.
Bu aşamada o kimse nereye bakarsa baksın Tanrı'yı orada görür. Kendisine bakınca Hakk'tan gayrı bir şey bilmez. İşte o zaman da “Doğu da, batı da Tanrı'nın… Ne tarafa dönersen, O'nun yüzüne dönersin.” [4] âyetinin gerçek anlamı ortaya çıkar.
Bektâşiler, Fâtiha sûresine çok değer verirler. Bütün Kur'ân-ı Kerîm'in bunda özet¬lendiğini kabul ederler. Bu sûreye Fâtiha-tül-Kitâb, Seb-ül-Mesâni, Ümm-ül-Kitâb gibi adlar verilmiştir. Hele Hurûfiler de bu konuya el atınca sorun daha da önem kazanmıştır. Hurûfîler Fâtiha Sûresi'nde yirmi bir cins harf olduğunu, Havvâ adının da ebced ile “Şeddeli vav harfini iki defa sayarak” yirmi bir ettiğini ve Havvâ'nın insanlığa ana olduğu gibi, Fâtiha sûresinin de kitaba ana (Ümm-ül-Kitâb) olduğunu kanıtladıklarını söylerler.
Fâtiha sûresi Kur'ân'ın özü gibidir. Başka din kitaplarında bulunamayacak kadar güzel bir duâ, bir yakarıştır da…
Fâtiha sûresinin yedi âyet olmasıyla, yedi nefsâni sıfat arasında bir orantı kurarlar. Bu yedi sıfat: Hayat, bilim, irade, kudret, semi (işitme), basar (görüş), kelâm (konuşma)dır. Hazret-i İnsân zâhiri ile halk, bâtını ile Hakk'tır derler. İnsan, Hakk ile halk arasında taksim olunmuştur. Bir Hadis-i Şerif'te: “Cenâb-ı Hakk Fâtiha'yı kul ile kendi arasında taksim etti.” buyurulmuştur.
Hazret-i İnsan evren kitabının Fâtiha'sıdır.
Yine Türk mutasavvıflarına göre: “Zâlik-el kitâb-e lâ reyb-e fih-i hüden l-il-muttakıyn-e” [5]. “Bu kitab kuşku yok ki, korunanlar (kendini suçtan koruyanlar) için doğru yol gösterir.” âyeti ile anlatılmak istenilen Kur'ân “Kitab”, yani İnsan Yüzüdür. Görmek isteyen, başka hayalleri bıraksın, onun gerçeğini görsün.
İnsan, konuşan Kur'ân'dır (Kur'ân-ı nâtık).
Hz. Peygamber de: “Mi'râç gecesi Rabb'imi güzel bir yüzle gördüm.” demiştir. “Cemâl-i âdem cemâl-i hidâyettir.”, “Ahsen-i takvim cemâl-i hidâyettir.”, derler. Kurtuluş, Kur'ân-ı nâtık denilen olgun insanın eline yapışmak iledir.
Hz. Ali'ye: “Resul-ullâh size herkesten gizli tuttuğu bir sırrı söyledi mi?” diye sormuşlar. Şâh-ı Velâyet, şöyle yanıt vermiş: “Hayır, fakat Allah'ın bir kuluna kitabında bir anlayış vermesi müstesnâ…”.

Kur'ân'ın dışına bakan aldanır. Nasıl ki Şeytân da Âdem'de yalnız toprak gördü. Kur'ân'ın içine varmak gerekir.


Önemli not: Dört bölüm halinde sunduğum bu yazı dizisinin tamamının kaynağı, 1997 de Hakk’a yürüyen Bektaşi Dedebabası Sayın Doç. Dr. Bedri NOYAN sultanımızdır.
Önemli bir araştırma ve emek ürünü olan bu bilgileri toplumumuza cömertçe sunan merhum Doç. Dr. Bedri Noyan sultanımızın mekanı Cennet olsun.
Eserleri ve insanlığa kazandırdıkları için şükranlarımı bir borç bilir, aziz hatırası önünde saygıyla eğilirim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...