Sokratesin Savunması


SOKRATES’İN SAVUNMASI

(APOLOGY OF SOCRATES) :

“Mutlaka evlenin, karınız iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunu !”
“Fark etmez her iki durumda da pişman olacaksın!
- Sokrates -

Apology: Eylem ve doktrinden kaynaklanan bir nedene dayanan akılcı savunma.
(Latince apologia,Yunan’ca da‘’ Apo ‘’ ve  ‘’Logos’’ dan oluşur.
Logos:  Sokrates öncesi felsefede; evrende hüküm süren ilkeler, bu ilkenin kaynağı, ya da insanın evrende akılcılıktır (usa vurum).
Sofistlere göre ise; rasyonel bir tartışmanın konuları, mantıktır.

Sokrates ya da kısaca Sokrat, İ.Ö. 469-399 yılları arasında Atina’da yaşamış Yunan filozofu. Avrupa düşüncesine çok büyük etkisi olmuş filozoflardan birisidir. Bunda, inandıklarını savunma yolunda korkmadan ölüme gidişinin acıklı öyküsünün de önemi vardır. Taş yontucu baba Sophroniscus ile ortaya çıkan erdem anlamına gelen ebe Phainarete’nin çocuklarıdır. Sokrates’in konuşma sanatı da ebelerin “doğurtma sanatına” benzetilir. Çocuğu doğurtan kişi ebe değildir. Ebenin sadece doğurma sırasında hazır bulunduğu gibi Sokrates de insanların doğruyu “doğurmasına” yardımcı oluyordu.

Sokrates’den söz edip karısı Xanthipe’den söz etmemek haksızlık olur. Çünkü Sokrates filozoflar arasında ünlü ise filozof eşleri arasında da Xanthipe ondan aşağı kalmaz. Hatta hangisinin diğeri sayesinde ünlü olduğunu tartışanlar bile vardır. Sokrates’in yaz demeden kış demeden yalın ayak sırtında harmanisiyle Atina sokaklarında dolaşarak insanlarla konuşması biraz da, evde huzur bırakmayan hırçınlığıyla dillere destan karısı Xanthipe sayesinde olmuştur. En azından Nietzsche bunu böyle görmektedir. Bir keresinde yine şiddetli bir kavganın ardından kendisini sokağa atan Sokrates’in başından aşağı bir kova kirli suyu dökmüş, bunun üzerine Sokrates da “Bu kadar gürlemenin ardından yağacağı belliydi.” diyerek tepki göstermiştir. Bu duruma isyan eden arkadaşlarına da, bir filozof serinkanlılığıyla, “Xanthipe ile yaşamanın iyi yanları da var, çünkü onunla baş etmeyi başarabilen biri diğer insan ilişkilerini kolaylıkla halledebiliyor” diyerek yanıt vermiştir. Xantiphe ile ilgili hikaye çoktur ancak, evlilik ile ilgili Sokrates’in görüşünü soranlara verdiği yanıtlardan bir ikisinden söz edip konuyu burada kapatacağım. Sokrates bir keresinde evlilikle ilgili olarak “Mutlaka evlenin, karınız iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz” demiştir. Gerçi başka bir zaman da kendisine evleneyim mi diye soran bir gence “Fark etmez her iki durumda da pişman olacaksın.” yanıtını vermiştir.
Ölümünün üzerinden 2.400 yıl geçtiği halde hala düşünceleriyle güncelliğini koruyan, bazılarına “Ne şimdi ne geçmişte Sokrates gibi birisi bulunamaz !” dedirten, Nietzsche’ye “Kendime o kadar yakın buluyorum ki onunla her gün kavga ediyorum. O, ölüme bir insan olarak değil salt bir akıl olarak giden canavar !” dedirten Sokrates ne yaparak ölümsüzlüğe ulaşmıştır?
Öncelikle şunu belirteyim ki, Sokrates tek bir kelime olsun yazmamıştır. Neden hiç yazmadığını soran öğrencisi Platon’a “Ne yazacağımı bilmiyorum” yanıtını vermiştir. Onun hakkındaki tüm bildiklerimizi öğrencisi Platon (ya da bilinen diğer adıyla Eflatun) ve Xenephone’dan öğreniyoruz. Platon, yazılarını içinde Sokrates’in yer aldığı diyaloglar şeklinde kaleme almıştır. Neyin Sokrates’in öğretisi, neyin Platon’un kendi sözleri olduğunu ayırt edemiyoruz.
Platon, 20 yaşlarında tanıştığı hocası Sokrates’ten sonra felsefeye merak sarmış ve 29 yaşında iken hocasının ölümünden sonra da Atina’yı terk etmiştir. Batı düşüncesini 2500 yıldır yönlendiren, Platon’un bize tanıttığı Sokrates’tir.
Sokrates ne yapardı?
Görünüşe göre caddelerde yürür, pazaryerlerini, spor alanlarını dolaşıp karşılaştığı kişilerle gevezelik etmekten başka bir şey yapmazdı. Tezgahlara bakıp, ihtiyacım olmayan ne kadar çok şey var derdi. Mutluluğu ihtiyaçların azlığı olarak tanımlardı. Ayırım yapmadan herkesle konuşurdu. Çünkü onun söyleyecekleri herkesi ilgilendirirdi. Sokrates’ın öncelikle edebiyata “Sokrates’çı konuşma” ya da “Sokrates’çı ironi” diye geçen üslubuna değinmek istiyorum. Sokrates, hiç kimseye bir şey öğretmek iddiasıyla yaklaşmazdı. Onu sofistlerden ayıran başlıca özelliklerinden birisi buydu. Onun tekniği, öğrenmek amacıyla soru sormaktı, yani cahili oynardı. Soruyu, o konuyu çok iyi bildiği varsayılan kişiye yöneltir (bir din adamına dini, bir askere cesareti, politikacıya ahlakı gibi), arka arkaya gelen soru zinciri ile “bilen” kişinin zihni karışır, iyi bildiğini sandığı konuda aslında hiçbir şey bilmediğini anlaması ile konuşma son bulurdu. Burada Sokrates’in amacı kimseyi utandırmak ya da küçük düşürmek değildi. Asıl amacı, insanın bildiğini sandığı şeyleri daima şüphecilikle karşılayıp sorgulaması ve gerçek doğruyu, gerçeği arama çabasını sürekli kılması idi. Çünkü Sokrates, bilginin, daha ötesi kendini bilmenin iyilik ve erdem ile çok yakın ilişkisinin farkına varmıştı. Kimse bilerek kötülük yapmaz, bilgisi içerisinde doğru olanı yapar diyordu. Doğru düşünüş, doğru davranışa götürür.
Sokrates’in felsefesi, ünlü sözü “ Tek bildiğim şey hiçbir şey bilmediğimdir!”de yatar. Sokrates’in etkisinin kendine özgü sırrı bu cömertçe itiraf olunan “bilen cehaletten” ileri gelmektedir. Sokrates öğrencilerini aynı cesarete çağırmak suretiyle onların saygısını ve sevgisini kazanır.
Tabi ki hiç kimseyi sokaklarda dolaşıp insanlara soru soruyor ve onları dinliyor diye ölüme mahkum etmezler. İ.Ö. 399 yılında 3 Atinalı, Meletus, Anytus ve Lycon, Sokrates’in aleyhine onu topluma karşı tehdit olmakla suçlayan bir kamu davası açtılar. Suçlamanın birinci bölümü olan, onun devletin tanıdığı tanrılar yerine kendi icat ettiği tanrılara inandığı ve sapkın bir mezhebe sahip olduğu iddiası, ona karşı önyargıyı körüklemesi için ortaya atılmıştı. Şehrin tanrılarını tanımadığı ve başka tanrılara taptığı iddia edildi.
İddianın ikinci ve daha ciddi bölümü, Sokrates’i gençlerin düşünce sistemini bozma suçlaması idi. Mahkemenin işleyişi şöyleydi: İlk önce davacı konuşur, ardından savunma, 501 temsilci vatandaştan oluşan jüriyi cevaplar, sonra da jüri hükmünü oy çokluğuyla verirdi. Eğer davacı, toplam oyun beşte birinden az oy alırsa, cezalandırılırdı. Jüri, davalıyı suçlu bulduğu takdirde ise, kanun tarafından belirlenmiş sabit bir ceza yoktu. Davacı ve savunma birer ceza önerir, jüri bu ikisi arasında oylama yapardı.
Sokrates’in Savunması üç ayrı söylevden oluşur:
1.     Sokrates’in kendini savunması (Apology),
2.     Ceza için önerisi,
3.     Mahkemeye son hitabıdır.
Davacıların konuşmasından sonra Sokrates, Ey Atinalılar! diye söze başladı. “Beni suçlayanların iddialarından nasıl etkilendiğinizi bilmiyorum, fakat öyle ikna edici konuştular ki, ben bile kim olduğumu unutuyordum neredeyse. Diğer yandan söylediklerinde bir tek doğru kelime bile bulmak zor. Bunların içerisinde özellikle bir tanesi vardı ki, beni hayrete düşürdü: O da benim çok iyi bir konuşmacı olmam dolayısıyla, sizi kandırabileceğim endişesiyle dikkatli olmanızı önermeleriydi. Eğer iyi bir konuşmacı demekle doğruyu söyleyeni kastediyorlarsa ben çok iyi bir hatibim ama onların kastettiği anlamda değil. Konuşma tarzıma dikkat etmeyin güzel de olabilir, çirkin de sadece söylediklerimin doğruluğuna dikkat edin.”
Sade ve etkileyici bir dille bir süre konuştuktan sonra Sokrates şöyle dedi: “Belki aranızdan biri, Atinalılar, sözümü kesecek ve şöyle diyecek: “Evet Sokrates, iyi ama sen de hiç mi bir şey yapmadın? Sana karşı getirilen bu suçlamaların kaynağı nedir? Mutlaka yanlış bir şey yapmışsındır. Diğer insanlar gibi olsaydın, hakkında bu kadar çok söylenti ve dedikodu çıkmazdı. Söyle bize o zaman, bütün bunların kaynağı nedir? Böylece biz de seni adilce yargılamış oluruz”. Ben bunu haklı bir istek olarak görüyorum ve şimdi size bana neden bilge denildiğini ve neden böyle kötü bir şöhrete sahip olduğumu bütün gücümle açıklamaya çalışacağım.”
Khairephon’u tanırsınız, benim çocukluk arkadaşımdır, sizin de dostunuzdur. Bir gün Delphi’ye gidip, oradaki tanrı Apollon’un sözcüsü kahine dünyada benden daha bilge birisinin olup olmadığını sormuş. Kahin de dünyanın en bilge kişisinin benim olduğumu söylemiş. Khairephon’un kendisi öldü, fakat kardeşi şu anda burada, mahkemede; söylediğimi ona doğrulatabilirsiniz.
“Bunları niçin anlattığımı merak mı ediyorsunuz? Çünkü şimdi size neden kötü bir üne sahip olduğumu açıklayacağım. Kahinin cevabını duyunca kendi kendime şöyle sordum: “Tanrı ne demek istiyor acaba? Bende böyle bir bilgelik olmadığına göre, bu bilmecenin yorumu ne olabilir? Benim en bilge insan olduğumu söylediği zaman ne kastetmiş olabilir?” Uzun bir şaşkınlıktan sonra, bu konuyu araştırmaya karar verdim. Düşündüm ki benden daha bilge bir adam bulursam, tanrıya şöyle diyebilirim: “Sen benim en bilge insan olduğumu söylemiştin, ama işte benden daha bilge bir adam var burada”. Bu amaçla, halk arasında bilge olduğu söylenen bir adama gittim. Adını söylemeye gerek yok, fakat hepinizin tanıdığı siyasetçilerimizden birisi. Onunla konuşmam neticesinde şöyle bir izlenim edindim: Birçok insan, özellikle de kendisi, bilge olduğunu düşündüğü halde, gerçekte öyle değildi. Bunun üzerine, kendisini bilge zannettiği halde aslında bilge olmadığını ona anlatmaya çalıştım. Sonuçta bana kızdı ve bu düşmanlık ve nefret, orada bulunan ve duyan birçok kişi tarafından paylaşıldı. Bu adamın yanından bu şekilde ayrıldım. Yolda giderken kendi kendime şöyle dedim: “İkimizin de bir şey bildiğini zannetmiyorum. Ama ben ondan farklı olarak, en azından bunun farkındayım”. Sonra, körüklediğim düşmanlığın farkında olduğum halde bilgelik iddiasında bulunan başka birine gittim, ama sonuç aynıydı. Bunun üzerine yine onun
ve yanındakilerin düşmanlığını kazandım. Kendi kendime şöyle dedim.” “Bilgiye sahip olduğunu iddia eden herkese gitmeli ve kahinin ne demek istediğini öğrenmeliyim”.
“Bu kutsal yolculuğuma devam ederek siyasetçilerden sonra şairlere daha sonra da sanatkarlara gittim. Burada kendimi onlardan daha cahil bulacağımı düşünüyordum. Ancak söylemeye utanıyorum, şairlerin ve sanatkarların da politikacılar gibi aynı durumda olduklarını gördüm.
İşte bu soruşturmalar benim en kötü ve en tehlikeli düşmanlara sahip olmama ve bana birçok suçlamalar yapılmasına yol açtı. Bunların arasında bana “bilge” isminin takılması da var ki, bunun sebebi, dinleyicilerin benim diğerlerinde bulmaya çalıştığım hikmete kendimin sahip olduğumu düşünmeleridir. Fakat gerçek şudur ki ey Atinalılar!  Tek gerçek bilge vardır, o da tanrıdır.” Bu bilmecesiyle insanların bilgeliğinin aslında bir hiç olduğunu veya çok az şey ifade ettiğini göstermeyi amaçlıyor. Bu işte benim ismimi sadece bir örnek olarak kullanıyor ve şöyle demek istiyor sanki: “Ey insanlar! Sizin en bilgeniz, Sokrates gibi kendi bilgeliğinin gerçekte bir hiç olduğunu bilendir.”
Kötü şöhretimin bir başka sebebi de şu: Varlıklı ailelerin, yapacak bir işi olmayan genç çocukları kendi istekleriyle bana geliyorlar, insanların sorgulanmasını dinlemek onların hoşuna gidiyor. Bu yüzden genellikle beni taklit ediyorlar ve aynı şeyleri başkalarına da yapıyorlar ve bir şey bildiğini zanneden fakat aslında hiçbir şey bilmeyen bir sürü adama rastlıyorlar. Sonuçta bu kurbanlar, kendilerine değil bana kızıyorlar ve “Bu baş belası Sokrates, gençlerin kafasını yanlış düşüncelerle dolduruyor” diyorlar.
Ey Atinalılar! İşte bütün gerçek budur. Varsayalım ki şimdi beni bıraktınız ve salıverilmemi bir şarta bağladınız: “Sokrates, bu sefer seni serbest bırakacağız ama bir şartımız var: Bu şekilde filozofluk yapmayı ve insanları soruşturmayı bırak. Aynı şeyi devam ettirdiğini görürsek o zaman seni öldüreceğiz”. Eğer beni bırakma şartınız bu olursa ben de şöyle cevap veririm: “Nefes aldığım sürece felsefe ile uğraşmaktan ve öğretmekten vazgeçmeyeceğim. Karşılaştığım herkese şöyle diyeceğim: “Çok sevgili dostum. Bütün gücünü mümkün olduğunca çok para, şöhret ve onur kazanmaya harcayarak hikmete, doğruya ve ruhunun gelişimine hiç önem vermemekten utanmıyor musun?” Ben bütün zamanımı sizi ikna etmeye çalışarak harcıyorum ve sizi öncelikle vücudunuzun ve mallarınızın değil, ruhunuzun gelişimine önem vermeye çağırıyorum. Erdemin parayla elde edilemeyeceğini, fakat paranın ve insanın diğer bütün güzelliklerinin, toplumsal olsun kişisel olsun, erdemden kaynaklandığını söylüyorum.
Ey Atinalılar! Benim gibi birini öldürmekle kendinize, benden daha çok zarar vermiş olacaksınız. Ben tanrı tarafından bu devlete gönderilmiş bir at sineğiyim. Bu devlet, koca cüssesi nedeniyle yavaş hareket edebilen ve canlanması için dürtülmesi gereken bir attır. Beni kolayca ölüme gönderebilirsiniz, sonra da eğer tanrı sizi düşünerek bir at sineği daha göndermezse, hayatınızın geri kalanını uyuyarak geçirirsiniz.”

(Jüri, Sokrates’in suçlu olduğuna karar verir ve Meletus ölüm cezası ister.)
“Ey Atinalılar! Benim için verdiğiniz mahkumiyet kararına üzülmemin birçok nedeni var; fakat en büyük neden, benim zaten bu sonucu bekliyor olmamdır. Kendim için isteyeceğim cezaya gelince; her birinizi kişisel çıkarlarından önce, erdem ve bilgeliğini düşünmeye, devletten çıkar elde etmeden önce devletin kendisini düşünmek için ikna etmeye çalıştım.
Bu şekilde davranan birisi ne hak eder?
Şüphesiz iyi bir şeydir.
Ben Prytaneum’da devlet hesabına bedava bakım adil olur diyorum. Eğer sürgün dersem (ki büyük ihtimalle sizin düşündüğünüz ceza da bu), siz benim vatandaşlarım olduğunuz halde bana dayanamamış ve sinir bozucu bulmuşken bunu başkalarının hoş karşılayacağını ummak gerçekçi olmaz.”
(Ceza yerine ödül öneren Sokrates jüriyi sinirlendirmiş olmalı ki, jüri ölüm cezası verir.)
Karar üzerine Sokrates, önce ölümü yönünde oy kullananlara, daha sonra da beraatını isteyenlere yönelik hitap etti.
Sizin beklediğiniz gibi kendimi savunarak yaşamaktansa, kendi bildiğim gibi kendimi savunarak ölmeyi yeğlerim. İçimdeki ilahi ses şimdiye kadar ne zaman en ufak bir yanlışlık yapmaya kalksam sürekli beni uyarırdı. Ancak, tüm savunmam boyunca bana bir tek kez olsun müdahale etmedi. Oysa diğer konuşmalarımda, beni konuşmamın tam ortasında durdurur, kontrol ederdi. Bu sessizliği nasıl açıklayabiliriz?
Size söyleyeceğim; Bu, bana olan şeyin aslında hayırlı olduğunu, ölümün kötü bir son olduğunu düşünenlerin yanıldığını gösteren bir alamettir bence. İyi bir insana, hayatta veya ölümden sonra hiçbir şey zarar veremez. Ölümümü isteyenler, bana zarar verememelerine rağmen bunu istedikleri için onları kınıyorum.
Ey Atinalılar! Sizden bana bir iyilik yapmanızı isteyeceğim. Çocuklarım büyüdüğü zaman, eğer iyilik ve erdemden önce parayı veya başka bir şeyi düşündüklerini görürseniz, benim sizinle uğraştığım gibi siz de onlarla uğraşın.
Artık ayrılma zamanı geldi. Ben ölmeye, siz yaşamaya. Hangisinin daha iyi olduğunu yalnız tanrı bilir.”
Atinada ölüm cezaları genelde hemen gerçekleştirilirdi. Fakat Sokrates’in mahkemesinden önceki gün, Atina’yı Giritli yarı insan yarı boğa canavara her yıl haraç olarak genç erkek ve kadınları yiyecek olarak göndermekten kurtaran Theseus’un kahramanlığını anmak için yapılan bir törendi. Apollo rahibinin Delos’a gidiş geliş yolculuğu döneminde Atina’da hiçbir infaz gerçekleştirilmezdi. O sene bu görev o kadar uzun sürdü ki, Sokrates neredeyse bir ay hapishanede kaldı. Bu dönemde, öldürülmesinden sonra ortaya çıkabilecek sorunlar da göz önünde bulundurularak hapisten kaçmasına göz yumulacağına dair belirtiler vardır. En iyi dostlarından varlıklı Krito’nun da Sokrates’i kaçması konusunda ikna diyalogu ünlüdür.

Sevgili Krito gayretini takdir ediyorum, ancak eğer aklın önerdiği en iyi yolun bu olduğuna ikna olmazsam hiçbir arkadaşımın tavsiyesini tutmamak benim her zaman huyum olmuştur. Geçmişte bağlı olduğum bu prensipleri şimdi sadece başıma bu iş geldi diye bırakmak doğru olmaz.
Diyelim ki buradan kaçmak üzereyken, kanunlar ve devlet ortaya çıkıyor ve beni sorguya çekmeye başlıyor: “Söyle bize Sokrates, ne yapmaya çalışıyorsun? Yapmaya tasarladığın bu hareketle bizleri –kanunlar ve tüm devleti- tahrip etmeyecek misin?
Koyduğu kanunların hiçbir gücü olmayan, şahıslar tarafından bir tarafa konulan ve çiğnenen bir devletin yaşamaya devam edebileceğini ve yıkılmadan ayakta kalabileceğini düşünebiliyor musun? Söyle o zaman bizi ve devleti yıkma teşebbüsünü haklı kılacak ne gibi bir şikayetin var bizden? İlk planda, senin varlığını biz sağlamadık mı? Bizim yardımımızla baban annenle evlendi ve seni dünyaya getirdi. Evliliği düzenleyen veya doğumdan sonra beslenmeyi ve eğitimi düzenleyen kanunlarımıza itirazın var mı? Senin gibi bir gerçek erdem uzmanı, kötülük ve haksızlığa maruz kaldığını düşünerek aynı şekilde cevap vermekle haklı olduğunu mu düşünüyorsun?”
Kanunlar şöyle devam edecek: “Her Atinalı yetişkinliğe erdiği, devletin işleyişini gördüğü ve kanunları tanıdığı zaman bunları beğenmezse veya tatmin olmazsa, bütün mallarını yanına alarak istediği yere gitmeye serbesttir. Eğer kalmaya devam ediyorsa, bu hareketiyle bizimle bağlayıcı bir mukavele yapmış olduğunu kabul ederiz. Ülkeyi terk etmek için 70 sene vaktin vardı. Dahası, yargılanman sırasında, eğer öyle arzu etmiş olsaydın, sürgün cezasını teklif edebilirdin, böylece şimdi devletin izni olmadan yapmaya çalıştığın şeyi, o zaman onun rızasıyla yapabilirdin.
Fakat sen, ölümü önemsemediğine dair bir gösteri yapmayı seçtin. Buradan bir kanun kaçağı olarak gidip sığındığın komşu devlette yine iyilik ve erdemden söz edebilecek misin? Şimdi ise aramızdan, kanunların değil insanların bir yanlışının kurbanı olarak fakat kötülük yapmış birisi olmayarak ayrılacaksın.” Krito bu sözler üzerine söyleyecek bir şey bulamaz.
Sokrates’in hapishanedeki son gününün hikayesi bir görgü tanığı, Elis’li Phaedo tarafından bir grup filozof arkadaşına anlatılır. Karısının “Haksız yere ölüme gidiyorsun!” diye ağlayıp çırpınışlarına, “ Yok bir de haklı yere mi gitseydim?” diye yanıt verdi. Zehri içtikten sonra odanın içinde yürümeye başladı ve bacaklarının ağırlaşmaya başladığını söyleyince, ona zehri veren adamın tavsiyelerine uygun olarak yatağa sırtüstü uzandı.

“Krito! Asklapios’a bir horoz borcum var, öder misin?”
Bu onun son sözleri olmuştu. Borç ödenecektir, başka bir şey var mı?”
Bu soruya cevap gelmedi. Bu son sözlerinin ne anlama geldiği daha sonra çok tartışıldı.
Asklapios sağlık tanrısı idi.
O günlerde hasta olan Platon için adağı olabileceği de söylendi, ayrıca kendisinin de yaşam hastalığından kurtulduğu için olabilir.
Sokrates’in ölümüne kadar hep bağlı kaldığı, her durumda adil davranmanın kayıtsız şartsız yerine getirilmesi yükümlülüğüne inancıdır. Onun uğruna, ölümle yüz yüze geldiğinde dahi tutarlılığını bozmamıştır. Sokrates’i yüzyılların üzerinden aşırtan ve bugün de felsefe yapmanın örnek insanı haline getiren bu doğumundan ölümüne kadar süren tutarlı davranışıdır. Eğer mahkemede jürinin genelde alışık olduğu gibi ağlayıp af dilemiş olsaydı ya da Krito’yu dinleyip hapishaneden kaçmış olsaydı, belki bir on yıl daha yaşardı ama bugünkü ölümsüz Sokrates olur muydu?
Kaynakça;
1. Sokrates öncesi Yunan Felsefesi ile ilgili bu bölümde ağırlıkla Ahmet Arslan’ın İlkçağ Felsefe Tarihi kitabının ilk cildi kaynak olarak alınmıştır.
2.  Sabir Yücesoy, SOKRATİK KONUŞMA METODLARI kitabında ; (Ficthe’nin çabalarıyla özellikle Almanya’da Sokratik Metodu eğitim sisteminde deneme üzerine çalışmalar olmuştur.)
3. Tolga Yıldırm’ın sunusundan teşekkürlerimle alıntılar yapılmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...