SOKRATES’İN SAVUNMASI
(APOLOGY OF SOCRATES) :
“Mutlaka
evlenin, karınız iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunu !”
“Fark
etmez her iki durumda da pişman olacaksın!”
- Sokrates -
Apology: Eylem ve doktrinden kaynaklanan
bir nedene dayanan akılcı savunma.
(Latince apologia,Yunan’ca da‘’ Apo ‘’
ve ‘’Logos’’ dan oluşur.
Logos:
Sokrates öncesi felsefede; evrende hüküm süren ilkeler, bu ilkenin
kaynağı, ya da insanın evrende akılcılıktır (usa vurum).
Sofistlere göre ise; rasyonel bir
tartışmanın konuları, mantıktır.
Sokrates
ya da kısaca Sokrat, İ.Ö. 469-399 yılları arasında Atina’da yaşamış Yunan
filozofu. Avrupa düşüncesine çok büyük etkisi olmuş filozoflardan birisidir.
Bunda, inandıklarını savunma yolunda korkmadan ölüme gidişinin acıklı öyküsünün
de önemi vardır. Taş yontucu baba Sophroniscus ile ortaya çıkan erdem anlamına
gelen ebe Phainarete’nin çocuklarıdır. Sokrates’in konuşma sanatı da ebelerin “doğurtma sanatına” benzetilir. Çocuğu
doğurtan kişi ebe değildir. Ebenin sadece doğurma sırasında hazır bulunduğu
gibi Sokrates de insanların doğruyu “doğurmasına”
yardımcı oluyordu.
Sokrates’den söz edip karısı Xanthipe’den söz etmemek
haksızlık olur. Çünkü Sokrates filozoflar arasında ünlü ise filozof eşleri
arasında da Xanthipe ondan aşağı kalmaz. Hatta hangisinin diğeri sayesinde ünlü
olduğunu tartışanlar bile vardır. Sokrates’in yaz demeden kış demeden yalın
ayak sırtında harmanisiyle Atina sokaklarında dolaşarak insanlarla konuşması
biraz da, evde huzur bırakmayan hırçınlığıyla dillere destan karısı Xanthipe
sayesinde olmuştur. En azından Nietzsche bunu böyle görmektedir. Bir keresinde
yine şiddetli bir kavganın ardından kendisini sokağa atan Sokrates’in başından
aşağı bir kova kirli suyu dökmüş, bunun üzerine Sokrates da “Bu kadar gürlemenin ardından yağacağı
belliydi.” diyerek tepki göstermiştir. Bu duruma isyan eden arkadaşlarına
da, bir filozof serinkanlılığıyla,
“Xanthipe ile yaşamanın iyi yanları da var, çünkü onunla baş etmeyi başarabilen
biri diğer insan ilişkilerini kolaylıkla halledebiliyor” diyerek yanıt
vermiştir. Xantiphe ile ilgili hikaye çoktur ancak, evlilik ile ilgili
Sokrates’in görüşünü soranlara verdiği yanıtlardan bir ikisinden söz edip
konuyu burada kapatacağım. Sokrates bir keresinde evlilikle ilgili olarak “Mutlaka evlenin, karınız iyi çıkarsa mutlu,
kötü çıkarsa filozof olursunuz” demiştir. Gerçi başka bir zaman da
kendisine evleneyim mi diye soran bir gence “Fark etmez her iki durumda da pişman olacaksın.” yanıtını vermiştir.
Ölümünün üzerinden 2.400 yıl geçtiği halde hala düşünceleriyle
güncelliğini koruyan, bazılarına “Ne
şimdi ne geçmişte Sokrates gibi birisi bulunamaz !” dedirten, Nietzsche’ye “Kendime o kadar yakın buluyorum ki onunla
her gün kavga ediyorum. O, ölüme bir insan olarak değil salt bir akıl olarak
giden canavar !” dedirten Sokrates ne yaparak ölümsüzlüğe ulaşmıştır?
Öncelikle şunu belirteyim ki, Sokrates tek bir kelime olsun
yazmamıştır. Neden hiç yazmadığını soran öğrencisi Platon’a “Ne yazacağımı bilmiyorum” yanıtını
vermiştir. Onun hakkındaki tüm bildiklerimizi öğrencisi Platon (ya da bilinen
diğer adıyla Eflatun) ve Xenephone’dan öğreniyoruz. Platon, yazılarını içinde
Sokrates’in yer aldığı diyaloglar şeklinde kaleme almıştır. Neyin Sokrates’in
öğretisi, neyin Platon’un kendi sözleri olduğunu ayırt edemiyoruz.
Platon, 20 yaşlarında tanıştığı hocası Sokrates’ten sonra
felsefeye merak sarmış ve 29 yaşında iken hocasının ölümünden sonra da Atina’yı
terk etmiştir. Batı düşüncesini 2500 yıldır yönlendiren, Platon’un bize
tanıttığı Sokrates’tir.
Sokrates
ne yapardı?
Görünüşe göre caddelerde yürür,
pazaryerlerini, spor alanlarını dolaşıp karşılaştığı kişilerle gevezelik
etmekten başka bir şey yapmazdı. Tezgahlara bakıp, ihtiyacım olmayan ne kadar
çok şey var derdi. Mutluluğu ihtiyaçların azlığı olarak tanımlardı. Ayırım
yapmadan herkesle konuşurdu. Çünkü onun söyleyecekleri herkesi ilgilendirirdi.
Sokrates’ın öncelikle edebiyata “Sokrates’çı
konuşma” ya da “Sokrates’çı ironi”
diye geçen üslubuna değinmek istiyorum. Sokrates, hiç kimseye bir şey öğretmek
iddiasıyla yaklaşmazdı. Onu sofistlerden ayıran başlıca özelliklerinden birisi
buydu. Onun tekniği, öğrenmek amacıyla soru sormaktı, yani cahili oynardı.
Soruyu, o konuyu çok iyi bildiği varsayılan kişiye yöneltir (bir din adamına dini, bir askere cesareti, politikacıya
ahlakı gibi), arka arkaya gelen soru zinciri ile “bilen” kişinin zihni karışır, iyi bildiğini sandığı konuda aslında
hiçbir şey bilmediğini anlaması ile konuşma son bulurdu. Burada Sokrates’in
amacı kimseyi utandırmak ya da küçük düşürmek değildi. Asıl amacı, insanın
bildiğini sandığı şeyleri daima şüphecilikle karşılayıp sorgulaması ve gerçek
doğruyu, gerçeği arama çabasını sürekli kılması idi. Çünkü Sokrates, bilginin,
daha ötesi kendini bilmenin iyilik ve erdem ile çok yakın ilişkisinin farkına
varmıştı. Kimse bilerek kötülük yapmaz, bilgisi içerisinde doğru olanı yapar
diyordu. Doğru düşünüş, doğru davranışa götürür.
Sokrates’in felsefesi, ünlü sözü “ Tek bildiğim şey hiçbir şey bilmediğimdir!”de yatar. Sokrates’in
etkisinin kendine özgü sırrı bu cömertçe itiraf olunan “bilen cehaletten” ileri gelmektedir. Sokrates öğrencilerini aynı
cesarete çağırmak suretiyle onların saygısını ve sevgisini kazanır.
Tabi ki hiç kimseyi sokaklarda dolaşıp insanlara soru soruyor
ve onları dinliyor diye ölüme mahkum etmezler. İ.Ö. 399 yılında 3 Atinalı,
Meletus, Anytus ve Lycon, Sokrates’in aleyhine onu topluma karşı tehdit olmakla
suçlayan bir kamu davası açtılar. Suçlamanın birinci bölümü olan, onun devletin
tanıdığı tanrılar yerine kendi icat ettiği tanrılara inandığı ve sapkın bir
mezhebe sahip olduğu iddiası, ona karşı önyargıyı körüklemesi için ortaya
atılmıştı. Şehrin tanrılarını tanımadığı ve başka tanrılara taptığı iddia
edildi.
İddianın ikinci ve daha ciddi bölümü, Sokrates’i gençlerin
düşünce sistemini bozma suçlaması idi. Mahkemenin işleyişi şöyleydi: İlk önce
davacı konuşur, ardından savunma, 501 temsilci vatandaştan oluşan jüriyi
cevaplar, sonra da jüri hükmünü oy çokluğuyla verirdi. Eğer davacı, toplam oyun
beşte birinden az oy alırsa, cezalandırılırdı. Jüri, davalıyı suçlu bulduğu
takdirde ise, kanun tarafından belirlenmiş sabit bir ceza yoktu. Davacı ve
savunma birer ceza önerir, jüri bu ikisi arasında oylama yapardı.
Sokrates’in Savunması üç ayrı söylevden oluşur:
1.
Sokrates’in kendini
savunması (Apology),
2.
Ceza için önerisi,
3.
Mahkemeye son hitabıdır.
Davacıların
konuşmasından sonra Sokrates, Ey
Atinalılar! diye söze başladı. “Beni
suçlayanların iddialarından nasıl etkilendiğinizi bilmiyorum, fakat öyle ikna
edici konuştular ki, ben bile kim olduğumu unutuyordum neredeyse. Diğer yandan
söylediklerinde bir tek doğru kelime bile bulmak zor. Bunların içerisinde
özellikle bir tanesi vardı ki, beni hayrete düşürdü: O da benim çok iyi bir
konuşmacı olmam dolayısıyla, sizi kandırabileceğim endişesiyle dikkatli olmanızı
önermeleriydi. Eğer iyi bir konuşmacı demekle doğruyu söyleyeni kastediyorlarsa
ben çok iyi bir hatibim ama onların kastettiği anlamda değil. Konuşma tarzıma
dikkat etmeyin güzel de olabilir, çirkin de sadece söylediklerimin doğruluğuna
dikkat edin.”
Sade ve etkileyici bir dille bir süre konuştuktan sonra
Sokrates şöyle dedi: “Belki aranızdan
biri, Atinalılar, sözümü kesecek ve şöyle diyecek: “Evet Sokrates, iyi ama
sen de hiç mi bir şey yapmadın? Sana karşı getirilen bu suçlamaların kaynağı
nedir? Mutlaka yanlış bir şey yapmışsındır. Diğer insanlar gibi olsaydın,
hakkında bu kadar çok söylenti ve dedikodu çıkmazdı. Söyle bize o zaman, bütün
bunların kaynağı nedir? Böylece biz de seni adilce yargılamış oluruz”. Ben bunu haklı bir istek olarak görüyorum
ve şimdi size bana neden bilge denildiğini ve neden böyle kötü bir şöhrete
sahip olduğumu bütün gücümle açıklamaya çalışacağım.”
“Khairephon’u tanırsınız, benim çocukluk arkadaşımdır, sizin de
dostunuzdur. Bir gün Delphi’ye gidip, oradaki tanrı Apollon’un sözcüsü kahine
dünyada benden daha bilge birisinin olup olmadığını sormuş. Kahin de dünyanın
en bilge kişisinin benim olduğumu söylemiş. Khairephon’un kendisi öldü, fakat
kardeşi şu anda burada, mahkemede; söylediğimi ona doğrulatabilirsiniz.
“Bunları niçin anlattığımı merak mı ediyorsunuz? Çünkü şimdi size
neden kötü bir üne sahip olduğumu açıklayacağım. Kahinin cevabını duyunca kendi
kendime şöyle sordum: “Tanrı ne demek istiyor acaba? Bende böyle
bir bilgelik olmadığına göre, bu bilmecenin yorumu ne olabilir? Benim en bilge
insan olduğumu söylediği zaman ne kastetmiş olabilir?” Uzun bir şaşkınlıktan sonra, bu konuyu araştırmaya karar verdim.
Düşündüm ki benden daha bilge bir adam bulursam, tanrıya şöyle diyebilirim:
“Sen benim en bilge insan olduğumu söylemiştin, ama işte benden daha bilge bir
adam var burada”. Bu amaçla, halk arasında bilge olduğu söylenen bir adama
gittim. Adını söylemeye gerek yok, fakat hepinizin tanıdığı siyasetçilerimizden
birisi. Onunla konuşmam neticesinde şöyle bir izlenim edindim: Birçok insan,
özellikle de kendisi, bilge olduğunu düşündüğü halde, gerçekte öyle değildi.
Bunun üzerine, kendisini bilge zannettiği halde aslında bilge olmadığını ona
anlatmaya çalıştım. Sonuçta bana kızdı ve bu düşmanlık ve nefret, orada bulunan
ve duyan birçok kişi tarafından paylaşıldı. Bu adamın yanından bu şekilde
ayrıldım. Yolda giderken kendi kendime şöyle dedim: “İkimizin de bir şey
bildiğini zannetmiyorum. Ama ben ondan farklı olarak, en azından bunun
farkındayım”. Sonra, körüklediğim düşmanlığın
farkında olduğum halde bilgelik iddiasında bulunan başka birine gittim, ama
sonuç aynıydı. Bunun üzerine yine onun
ve yanındakilerin
düşmanlığını kazandım. Kendi kendime şöyle dedim.” “Bilgiye sahip
olduğunu iddia eden herkese gitmeli ve kahinin ne demek istediğini
öğrenmeliyim”.
“Bu kutsal yolculuğuma devam ederek siyasetçilerden sonra
şairlere daha sonra da sanatkarlara gittim. Burada kendimi onlardan daha cahil
bulacağımı düşünüyordum. Ancak söylemeye utanıyorum, şairlerin ve sanatkarların
da politikacılar gibi aynı durumda olduklarını gördüm.
İşte bu soruşturmalar benim en kötü ve en tehlikeli düşmanlara
sahip olmama ve bana birçok suçlamalar yapılmasına yol açtı. Bunların arasında
bana “bilge” isminin takılması da var ki, bunun sebebi, dinleyicilerin benim
diğerlerinde bulmaya çalıştığım hikmete kendimin sahip olduğumu düşünmeleridir.
Fakat gerçek şudur ki ey Atinalılar! Tek
gerçek bilge vardır, o da tanrıdır.” Bu
bilmecesiyle insanların bilgeliğinin aslında bir hiç olduğunu veya çok az şey
ifade ettiğini göstermeyi amaçlıyor. Bu işte benim ismimi sadece bir örnek
olarak kullanıyor ve şöyle demek istiyor sanki: “Ey insanlar! Sizin en bilgeniz, Sokrates gibi kendi bilgeliğinin
gerçekte bir hiç olduğunu bilendir.”
“Kötü şöhretimin bir başka sebebi de şu: Varlıklı ailelerin,
yapacak bir işi olmayan genç çocukları kendi istekleriyle bana geliyorlar,
insanların sorgulanmasını dinlemek onların hoşuna gidiyor. Bu yüzden genellikle
beni taklit ediyorlar ve aynı şeyleri başkalarına da yapıyorlar ve bir şey
bildiğini zanneden fakat aslında hiçbir şey bilmeyen bir sürü adama
rastlıyorlar. Sonuçta bu kurbanlar, kendilerine değil bana kızıyorlar ve “Bu baş belası Sokrates, gençlerin kafasını yanlış
düşüncelerle dolduruyor” diyorlar.
Ey Atinalılar! İşte bütün gerçek budur. Varsayalım ki şimdi beni
bıraktınız ve salıverilmemi bir şarta bağladınız: “Sokrates, bu sefer seni serbest bırakacağız ama bir şartımız
var: Bu şekilde filozofluk yapmayı ve insanları soruşturmayı bırak. Aynı şeyi
devam ettirdiğini görürsek o zaman seni öldüreceğiz”. Eğer beni bırakma şartınız bu olursa ben de şöyle cevap veririm:
“Nefes aldığım sürece felsefe ile uğraşmaktan ve öğretmekten vazgeçmeyeceğim.
Karşılaştığım herkese şöyle diyeceğim: “Çok sevgili dostum. Bütün gücünü
mümkün olduğunca çok para, şöhret ve onur kazanmaya harcayarak hikmete, doğruya
ve ruhunun gelişimine hiç önem vermemekten utanmıyor musun?” Ben bütün zamanımı sizi ikna etmeye
çalışarak harcıyorum ve sizi öncelikle vücudunuzun ve mallarınızın değil,
ruhunuzun gelişimine önem vermeye çağırıyorum. Erdemin parayla elde
edilemeyeceğini, fakat paranın ve insanın diğer bütün güzelliklerinin,
toplumsal olsun kişisel olsun, erdemden kaynaklandığını söylüyorum.
Ey Atinalılar! Benim gibi birini öldürmekle kendinize, benden daha çok
zarar vermiş olacaksınız. Ben tanrı tarafından bu devlete gönderilmiş bir at
sineğiyim. Bu devlet, koca cüssesi nedeniyle yavaş hareket edebilen ve
canlanması için dürtülmesi gereken bir attır. Beni kolayca ölüme
gönderebilirsiniz, sonra da eğer tanrı sizi düşünerek bir at sineği daha
göndermezse, hayatınızın geri kalanını uyuyarak geçirirsiniz.”
(Jüri, Sokrates’in suçlu olduğuna karar verir ve Meletus ölüm
cezası ister.)
“Ey Atinalılar! Benim için verdiğiniz mahkumiyet kararına
üzülmemin birçok nedeni var; fakat en büyük neden, benim zaten bu sonucu
bekliyor olmamdır. Kendim için isteyeceğim cezaya gelince; her birinizi kişisel
çıkarlarından önce, erdem ve bilgeliğini düşünmeye, devletten çıkar elde
etmeden önce devletin kendisini düşünmek için ikna etmeye çalıştım.
Bu şekilde davranan
birisi ne hak eder?
Şüphesiz iyi bir şeydir.
Ben Prytaneum’da devlet
hesabına bedava bakım adil olur diyorum. Eğer sürgün dersem (ki büyük ihtimalle
sizin düşündüğünüz ceza da bu), siz benim vatandaşlarım olduğunuz halde bana
dayanamamış ve sinir bozucu bulmuşken bunu başkalarının hoş karşılayacağını
ummak gerçekçi olmaz.”
(Ceza yerine ödül öneren Sokrates jüriyi sinirlendirmiş olmalı
ki, jüri ölüm cezası verir.)
Karar üzerine Sokrates, önce ölümü yönünde oy kullananlara,
daha sonra da beraatını isteyenlere yönelik hitap etti.
“ Sizin beklediğiniz
gibi kendimi savunarak yaşamaktansa, kendi bildiğim gibi kendimi savunarak
ölmeyi yeğlerim. İçimdeki ilahi ses şimdiye kadar ne zaman en ufak bir
yanlışlık yapmaya kalksam sürekli beni uyarırdı. Ancak, tüm savunmam boyunca
bana bir tek kez olsun müdahale etmedi. Oysa diğer konuşmalarımda, beni
konuşmamın tam ortasında durdurur, kontrol ederdi. Bu sessizliği nasıl açıklayabiliriz?
Size söyleyeceğim; Bu,
bana olan şeyin aslında hayırlı olduğunu, ölümün kötü bir son olduğunu
düşünenlerin yanıldığını gösteren bir alamettir bence. İyi bir insana, hayatta
veya ölümden sonra hiçbir şey zarar veremez. Ölümümü isteyenler, bana zarar
verememelerine rağmen bunu istedikleri için onları kınıyorum.
Ey Atinalılar! Sizden bana bir iyilik yapmanızı isteyeceğim.
Çocuklarım büyüdüğü zaman, eğer iyilik ve erdemden önce parayı veya başka bir
şeyi düşündüklerini görürseniz, benim sizinle uğraştığım gibi siz de onlarla
uğraşın.
Artık ayrılma zamanı geldi. Ben ölmeye, siz yaşamaya.
Hangisinin daha iyi olduğunu yalnız tanrı bilir.”
Atinada
ölüm cezaları genelde hemen gerçekleştirilirdi. Fakat Sokrates’in mahkemesinden
önceki gün, Atina’yı Giritli yarı insan yarı boğa canavara her yıl haraç olarak
genç erkek ve kadınları yiyecek olarak göndermekten kurtaran Theseus’un
kahramanlığını anmak için yapılan bir törendi. Apollo rahibinin Delos’a gidiş
geliş yolculuğu döneminde Atina’da hiçbir infaz gerçekleştirilmezdi. O sene bu
görev o kadar uzun sürdü ki, Sokrates neredeyse bir ay hapishanede kaldı. Bu
dönemde, öldürülmesinden sonra ortaya çıkabilecek sorunlar da göz önünde
bulundurularak hapisten kaçmasına göz yumulacağına dair belirtiler vardır. En iyi
dostlarından varlıklı Krito’nun da Sokrates’i kaçması konusunda ikna diyalogu
ünlüdür.
“ Sevgili Krito gayretini takdir ediyorum, ancak eğer aklın
önerdiği en iyi yolun bu olduğuna ikna olmazsam hiçbir arkadaşımın tavsiyesini
tutmamak benim her zaman huyum olmuştur. Geçmişte bağlı olduğum bu prensipleri
şimdi sadece başıma bu iş geldi diye bırakmak doğru olmaz.
Diyelim ki buradan kaçmak üzereyken, kanunlar ve devlet ortaya
çıkıyor ve beni sorguya çekmeye başlıyor: “Söyle bize
Sokrates, ne yapmaya çalışıyorsun? Yapmaya tasarladığın bu hareketle bizleri
–kanunlar ve tüm devleti- tahrip etmeyecek misin?
Koyduğu kanunların hiçbir gücü olmayan, şahıslar tarafından
bir tarafa konulan ve çiğnenen bir devletin yaşamaya devam edebileceğini ve
yıkılmadan ayakta kalabileceğini düşünebiliyor musun? Söyle o zaman bizi ve
devleti yıkma teşebbüsünü haklı kılacak ne gibi bir şikayetin var bizden? İlk
planda, senin varlığını biz sağlamadık mı? Bizim yardımımızla baban annenle
evlendi ve seni dünyaya getirdi. Evliliği düzenleyen veya doğumdan sonra
beslenmeyi ve eğitimi düzenleyen kanunlarımıza itirazın var mı? Senin gibi bir
gerçek erdem uzmanı, kötülük ve haksızlığa maruz kaldığını düşünerek aynı
şekilde cevap vermekle haklı olduğunu mu düşünüyorsun?”
Kanunlar şöyle devam edecek: “Her Atinalı yetişkinliğe erdiği, devletin işleyişini gördüğü ve
kanunları tanıdığı zaman bunları beğenmezse veya tatmin olmazsa, bütün
mallarını yanına alarak istediği yere gitmeye serbesttir. Eğer kalmaya devam
ediyorsa, bu hareketiyle bizimle bağlayıcı bir mukavele yapmış olduğunu kabul
ederiz. Ülkeyi terk etmek için 70 sene vaktin vardı. Dahası, yargılanman
sırasında, eğer öyle arzu etmiş olsaydın, sürgün cezasını teklif edebilirdin,
böylece şimdi devletin izni olmadan yapmaya çalıştığın şeyi, o zaman onun
rızasıyla yapabilirdin.
Fakat sen, ölümü önemsemediğine dair bir gösteri yapmayı
seçtin. Buradan bir kanun kaçağı olarak gidip sığındığın komşu devlette yine
iyilik ve erdemden söz edebilecek misin? Şimdi ise aramızdan, kanunların değil
insanların bir yanlışının kurbanı olarak fakat kötülük yapmış birisi olmayarak
ayrılacaksın.” Krito bu sözler üzerine
söyleyecek bir şey bulamaz.
Sokrates’in
hapishanedeki son gününün hikayesi bir görgü tanığı, Elis’li Phaedo tarafından
bir grup filozof arkadaşına anlatılır. Karısının “Haksız yere ölüme gidiyorsun!” diye ağlayıp çırpınışlarına, “ Yok bir de haklı yere mi gitseydim?” diye
yanıt verdi. Zehri içtikten sonra odanın içinde yürümeye başladı ve
bacaklarının ağırlaşmaya başladığını söyleyince, ona zehri veren adamın
tavsiyelerine uygun olarak yatağa sırtüstü uzandı.
“Krito! Asklapios’a bir horoz borcum var, öder misin?”
Bu onun son sözleri olmuştu. “Borç ödenecektir, başka bir şey var mı?”
Bu soruya cevap gelmedi. Bu son sözlerinin
ne anlama geldiği daha sonra çok tartışıldı.
Asklapios sağlık tanrısı idi.
O günlerde hasta olan Platon için adağı
olabileceği de söylendi, ayrıca kendisinin de yaşam hastalığından kurtulduğu
için olabilir.
Sokrates’in ölümüne kadar hep bağlı kaldığı, her durumda adil
davranmanın kayıtsız şartsız yerine getirilmesi yükümlülüğüne inancıdır. Onun
uğruna, ölümle yüz yüze geldiğinde dahi tutarlılığını bozmamıştır. Sokrates’i
yüzyılların üzerinden aşırtan ve bugün de felsefe yapmanın örnek insanı haline
getiren bu doğumundan ölümüne kadar süren tutarlı davranışıdır. Eğer mahkemede
jürinin genelde alışık olduğu gibi ağlayıp af dilemiş olsaydı ya da Krito’yu
dinleyip hapishaneden kaçmış olsaydı, belki bir on yıl daha yaşardı ama bugünkü
ölümsüz Sokrates olur muydu?
Kaynakça;
1. Sokrates öncesi Yunan Felsefesi ile ilgili bu bölümde
ağırlıkla Ahmet Arslan’ın İlkçağ Felsefe Tarihi kitabının ilk cildi kaynak
olarak alınmıştır.
2. Sabir Yücesoy,
SOKRATİK KONUŞMA METODLARI kitabında ; (Ficthe’nin çabalarıyla özellikle
Almanya’da Sokratik Metodu eğitim sisteminde deneme üzerine çalışmalar
olmuştur.)
3. Tolga Yıldırm’ın sunusundan
teşekkürlerimle alıntılar yapılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.