Ahilik -II



Ahilik

Ahiliği Anadolu’ya özgü bir kurum haline getiren Ahi Evren’in hayatı Ahiliğin önemli bir kesiti olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çok uzaklardan geliyoruz

Çok uzaklardan..

Kaybetmedik bağımızı çok uzaklarla..

Bize hala konduğumuz mirası hatırlatır

Bedrettin-i Simavi’nin boynuna inen satır.

Engürülü esnaf Ahilerle beraberdik.

Biliriz

Hangi pir aşkına biz

Sultan ordularına kıllı göğüslerimizi gerdik...

... ( Kablettarih N.Hikmet 1929)


Anadolu toprakları binlerce yıl çok farklı kültürlerin bir arada yaşadığı, ancak bir arada yaşayabilmek için de önce birbirlerini yakıp yıktığı birbirleriyle savaştığı, sonunda da bir arada yaşayabilmenin ortak paydasının kardeşlik, sevgi, barış, bilgi edinme ve hoşgörü gibi kavramların yaşam biçimi haline getirebilmek olduğu konusunda bir sentez yapabilmiş insanların toprağıdır. Bu sentez kanımızca Anadolu’ya özgü bir insancıllık anlayışı doğurmuştur.


Bu sentezin kaynağı ise

• Eski Hindistan’ın Budizm’ini, eski İran’ın Zerdüşt’ünü, Anadolu’dan kalkıp Orta Asya’da onlarla buluşan Manihaizm’i, Şamanizm’e ekleyip yola çıkan, Horasan’da tanıştıkları İslam’ı da heybelerine yükleyip Anadolu’ya varan,

• Anadolu da binlerce yıl yaşamış Ana Tanrıça halklarının, Dionysos işçilerinin, işgalci Akha ordularına karşı Troya halkının yanında birleşen İonya halklarının, Museviliğin ve Hıristiyanlığın farklı yorumlarıyla Anadolu’ya sığınmış halkların mirasını devralan Türkmenlerdir.


Türkmenlerin Anadolu’yu yurt tutmalarından hemen sonra başlayan Haçlı seferleri Anadolu’yu savaş alanına dönüştürmüştür. Bunun sonucu olarak üretim düşmüş, açlık ve kıtlık egemen olmuştur. Anadolu ve orta doğudaki Türk- İslam devletlerini güçsüzleştirdiğinden, Moğol saldırıları karşısında dirençsiz bırakmıştır. Bu savaşlar bölgedeki Müslüman - Hristiyan ilişkilerini bozarak, din ve mezhep savaşlarını sürekli kılmıştır. Müslümanlar içindeki Hristiyan toplulukları zarar görmüştür. Bu yaraları kapamak ise Anadolu insancıllığına düşecektir. Bu dönemde Anadolu’nun düşünce yapısındaki sentezi önemli ölçüde etkileyen, Hacı Bektaşi Veli, Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Ahi Evren’dir. Bunlardan Mevlevilik yönetim dili olan Farsça’yı kullanmış, Bektaşiler ve Ahiler ise Türkçe’ye önem vererek, anadilin Anadolu’ya yayılmasını sağlamışlardır.


Anadolu’da 13.yy.da Ahi Evren tarafından kurumsallaştırılan yaklaşık 600 yıl bir şekilde varlığını devam ettiren Ahilik kurumu da hem bu sentezin bir ürünüdür, hem de bu senteze çok büyük katkılarda bulunmuştur. Ahilik hemen her kurumda olduğu gibi içinde yaşanılan zamanın ve mekanın doğurduğu koşullar nedeniyle oluşmuş, kardeşlik anlayışına dayanan ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri bir kurumdur. Arapça'da kardeşim anlamına gelen Ahi ile Türkçe'deki cömert, eli açık anlamına gelen Akı sözcüklerinin ortak ruhunu yansıtan Ahilik, sözcük anlamındaki derinliği ekonomik ve sosyal yaşama getirdiği büyük katkı ile de örtüştürmüştür.


Ahiliği Anadolu’ya özgü bir kurum haline getiren Ahi Evren’in hayatı Ahiliğin önemli bir kesiti olarak karşımıza çıkmaktadır. Ahi Evren 1171 yılında İran’ın batı Azerbaycan taraflarında bulunan Hoy kasabasında doğmuştur. Horasan ve Maveraünnehr’de zamanın önemli tasavvuf adamları olan Fahreddin-i Razi, Hoca Ahmed Yesevi ve Şihabeddin-i Sühreverdi’den dersler almıştır. Bu arada Horasan Erenlerinin din anlayışına dikkat çekmek istiyoruz. Allah’ın gazabından korkmaya dayalı zühdi (sofu) tasavvufa değil, Melami-Fütüvvet akımının da etkisinde ilahi bir aşka ve cezbe dayalı, bu nedenle de geniş bir hoşgörü ve insan sevgisi ile her türlü benlik duygusunu kınayan bir niteliği söz konusudur.



Yine Horasan erenlerinden olan hocası Kirmani ile tanışıp, Moğol saldırılarıyla Anadolu’ya gelen Ahi Evren, hocasının kızı Fatma bacı ile evlenmiştir. İbni Sina hayranı olan Ahi Evren felsefe, ahlak, siyaset, islam hukuku ve tıp (Anatomi) üzerine yaklaşık 20 kadar kitap yazdığı sanılmaktadır. Özellikle 4 ciltlik Letaifi Gıyasiye adlı eseri ahilerin öğreniminde kullanılmıştır. Bilim ve tekniği özellikle esnaf ve sanatkarın kullanması için çalışmış, öğretisinde doğa yasalarını incelemeyi ve aklı ön plana çıkarmıştır. Kayseri’ye (1206) yerleşen Ahi Evren burada debbağlık yaparak geçimini temin etmiştir. Burada ilk Ahi kardeşliğini kurarak birçok şehir ve kasabada bu kurumun örgütlenmesini sağlamıştır.


Kısaca iyi davranışların gizlendiği, kötü davranışların ise özellikle açığa vurularak yerilmesi hatta aşağılanması anlayışına dayanan Melamiliğe, Ahi Evren tam bir örnek oluşturduğu çeşitli kaynaklarda geçmektedir. Yazdığı eserlerde ve yaptığı tüm iyi işlerinde kendini gizlemesi bu gün bile araştırmacıları zorlamaktadır. Bu arada Fütüvvet örgütüne de değinmek gerekir. Yine içrek bir kardeşlik örgütü olan Fütüvvet ’in başlangıcı tam olarak bilinmese de ilk feta “yiğit” İmam Ali kabul edilmiş ve önder seçilmiştir. Bir çeşit İslam şövalyeliği kabul edilen Fütüvvet, Fatımilerde ve Nizari İsmaililer de görülmüş ve Horasanda Melami esnaf ve sanatkarları arasında yaygınlaşmıştır. Fütüvveti kendine bağlamak isteyen Abbasi Halifesi Nasır Lidinillah, Fütüvveti yeniden düzenleyerek tüm islam devletlerine yaymaya çalışmıştır. Fütüvvetin yayılmasında Anadolu da görevlendirilenler arasında (Şeyh Nasirud-din Mahmut) Ahi Evren ’in de olduğu sanılmaktadır. Fütüvvet Ahilikteki gibi 9 dereceli olup derecelerden birinin adının Ahi olduğu bilinmektedir.


1225 yılında Alaeddin Keykubat’ın isteği üzerine Konya’ya gelen Ahi Evren bu şehirde de ahiliği örgütlemiştir ve Ahi kardeşliği kısa sürede tüm Anadolu’ya yayılmıştır. II Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Anadolu Selçuklu Devletine karşı meydana gelen Babailer isyanındaki (1239-1240) etkinliğinden dolayı 5 sene tutuklu kalmıştır. Anadolu topraklarında Aleviliğin doğmasına etkenlerden biri olarak gösterilen Babai isyanı, özellikle orta ve güney doğu Anadolu ‘da ekonomik ve toplumsal, hatta psikolojik sıkıntılar içinde yaşayan kırsal ve konar göçer Alevi - Türkmen kesimle Selçuklu yönetimi arasındaki sosyo ekonomik çatışma zemininde gelişen ve özgürlük temeline oturtulan bir toplumsal harekettir. Bu hareket nedeniyle zayıflayan Selçuklu, Sultanlığını elinden almayan Moğol’lara karşı direnmez. Moğol işgalinden en zararlı çıkan kesim ise üretici ahiler olmuştur. Moğollar onların ekonomik gücünden rahatsız olduklarından, ahi mallarına el koyarak baskılar yapmaktadırlar. Bu da Moğol istilasına karşı en güçlü direnişin Ahi’lerden gelmesi sonucunu doğurmuştur. İşte bu direnme tarihe belki de vatan kavramını armağan edecek, Moğollar bu toprakları ele geçirmekte büyük güçlüklerle karşılaşacaklardır.


Fatma bacı da kadınlar arasında Anadolu Bacıları (Bacıyanı Rum) kardeşliğini kurmuştur. Bu örgüt ahilikte kadının sosyal ve ekonomik hayatta önemli bir yeri olmasının yanı sıra, Orta Asya’dan getirdikleri eşitliğin de bir göstergesi olarak karşımıza çıkar. Anadolu kadınına, belki de dünya kadınına vatan sevgisini, gerektiğinde vatanı kanıyla savunmayı ve vatandaş olduğunu öğreten ilk kadın örgütlenmesidir. Ahi Evren hapisteyken eşi Fatma bacının önderliğinde, Kayseri’de Moğollara karşı büyük bir direniş gerçekleştirilmiş ve sonucunda binlerce Ahi öldürülmüş, Fatma Bacı tutuklanmış ve on yıldan fazla süre hapis yatmıştır.(1243)


Ahilerin oluşturduğu ve Moğollar’a karşı özgürlük savaşı veren Alperenler, aynı zamanda ahiliğin şövalyelik yanını da yansıtmaktadır. Bu güçler ,bir dönem de Ankara’da devletin zafiyeti nedeniyle ortaya çıkan yönetim boşluğunu, yönetimi pek çok yerde olduğu gibi devralarak doldurmuşlardır. Bu olay belki de insanlık tarihinde yönetimin bir kurumda olduğu ilk yönetim biçimidir. Ahi Evren tutukluluğu bittikten sonra Denizli’ye gitmiş, daha sonra Sadreddin-i Konevi’nin daveti üzerine Konya’ya gelmiş ve Şems-i Tebrizi’nin öldürülmesinden sonra Kırşehir’e yerleşmiştir. Ahi Evren ve Ahi Alaaddin (Mevlana’nın oğlu) yaşamlarının son 14 yılını Kırşehir’de geçirerek kurumu oradan yönetirler. Moğollar Ahi Evren’ın nüfusundan korktukları için onun öldürülmesini istiyorlar ve Kırşehir emrine baskı yapıyorlardı.(bu baskıyı da Mevlana vasıtasıyla yaptıkları bazı kaynaklarda yazmaktadır) Ahi Evren 1261 yılında,Ahi Alaaddin ile birlikte bir isyanda öldürülmüştür. Eşi Fatma bacı ve pek çok ahi bu olaydan sonra Hacı Bektaşi Veli’ye sığındıkları bilinmektedir. Bu katılım yüz yıllarca devam etmiş ve Ahilerin Mevlevilere verilmeyen tekke ve zaviyeleri, Bektaşi dergahlarına dönüşmüştür.

Ahi Evren ’in öldürülmesinden sonra yoluna devam eden ahiler, 1277 yılından itibaren dağılan merkezi yönetimin Moğolların eline geçmesi üzerine, uç beyliklerine ve özelliklede Osmanlı beyliğine olan göçlere katılmışlar. Beyliğin yöneticileri de kendi islam anlayışlarıyla pek çok ortak yönü olan bu gruba ilgisiz kalmamıştır. Fetih hareketlerinde Osmanlı beyliğine yardımcı olan bu grup, Osmanlı hakimiyetinin meşrulaştırılmasında da etken olmuştur. Ahi Şeyhi olan Edebali Osman beye hükümdarlık müjdesini vermiştir. Osmanlı beyleri Osman ve Orhan’dan sonra sultan olan I.Murat’ın şed kuşandığı ve ahi şeyhi olduğu bilinmektedir. Osmanlı ordusunun (Yeniçeriler) kuruluşunda da etkin rol oynayan ahilerin, Ankara olayından sonra Osmanlı yönetimi ile ilişkileri değişmeye başlamış, II.Murat zamanında Türkmenlerce desteklenen ahilerle, devşirmeler arasındaki çekişme sonunda hükümranlık çekişmesi halini almıştır.


II.Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra ahi kökenli olan Candarlı Halil paşanın öldürülmesi ile ahilerin ve dolayısıyla Türkmenlerin yönetimle bağı kesilmiştir. Bunun sonucu olarak Türkmenlerin arasında Akkoyunlu ülkesine göçler başlamış ve orada Safevi devletinin kuruluşunda da etkin rol almışlardır. Bu göçlerde ve Safevi devletinin kuruluşunda Ahilerin de yer aldığı bilinmektedir. Bunda önemli etkenlerden biri yönetimin halktan kopuk hareket etmesi ve Safevilerin Türkçeyi resmi dil olarak kabul etmesi görülebilir. Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail mücadelesinde Şah İsmail yanlısı tutum izleyen Türkmenler, Selim tarafından büyük bir kıyıma uğratılmışlar, bunların devamı olarak batıda halen faaliyet gösteren ahi kurumunda devlet denetimi artırılmış ve loncalaşma başlamıştır. Önce kurum yönetimine girecek olanların devlet tarafından onaylanması ve daha sonra yönetimin direkt olarak devlet tarafından atanması kurumun etkinliğinin giderek azalmasına yol açmıştır. Loncalaşmada önemli bir etken de esnaflık hakkı isteyen asker ve çiftçiliği bozarak şehre gelen köylülerdir. Osmanlı ekonomisinin zayıflamaya başladığı dönemlerde (1587) çıkartılan bir fermanla Yeniçeri ve Sipahilere esnaflık hakkı tanınmıştır. Bu durum giderek bozulmaya neden olmuş, daha sonra gedik sistemi (1727) oluşmuş, 1912 yılında da loncalar çıkartılan bir kanunla ortadan kaldırılmıştır.


Ahiliğin ekonomik, sosyal ve kültürel yaşama etkilerine bakmak gerekirse Anadolu’ya gelen esnaf ve sanatkar olan Türkmenler burada yerleşik olan esnaf ve sanatkarın ekonomik hayattaki egemenliğini ortadan kaldırabilmek ve ortak bir çalışma yaşamı oluşturabilmek için örgütlenmişlerdir. Ahi kurumunda olan bu örgütlenme ile aynı konuda faaliyette bulunan esnaf ve sanatkarın bir arada bulundukları çarşılar oluşturulmuş. Malın değerinin belirlenmesinde girdi maliyeti ile o malın üretilmesi için harcanan emeğin esas olmasını sağlamışlardı. Ham madde sağlanmasında orta sandıklarda biriken tutarlarla toplu alımlar yaparak, hem ham madde fiyatını düşüp, hem de sağlanan ham maddeleri esnaf ve sanatkar arasında çalışan çırak ve kalfa sayısına göre dağıtarak, adaletsiz ham madde dağılımını engellemişlerdi. Aynı zamanda üretilen malın kalitesini sık sık denetleyerek kalite kontrolünü de sağlamışlardır. Denetimlerde kalitenin kötü olması veya fiyatın yüksek olması gibi durumlarda bir ceza sistemi de uygulamışlardır. Aralarındaki anlaşmazlıkları şeriat mahkemelerinde değil, musalaha adını verdikleri halk mahkemelerine götürerek onun kararlarını uygulamışlardır. Çok ilginçtir, XVI.yy.a kadar hiçbir devlet denetimi yani resmi otorite korkusu olmaksızın faaliyetlerini sürdüren bu kurumda, bir ceza sistemi oluşu ve tüm esnaf ve sanatkar tarafından bu sisteme kayıtsız şartsız uyulması, kurumun aynı zamanda bir düzen kurumu olduğunu da göstermektedir. Diğer taraftan hemen her ahinin bir meslek sahibi olması da çalışmanın, toplumsal yaşamda üreterek yer almanın bu kurumda ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir.


Bunun önemli bir örneği olarak Ahi Evren Letaif-Hikmet adlı eserinde şunları söylüyor Allah insanları yemek içmek evlenmek mesken edinmek gibi bir çok şeye muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz. Hal böyle olunca demircilik marangozluk gibi meslekleri yürütmek için çok insana ihtiyaç olduğu gibi, bu ve benzeri meslekleri yürütmek için gerekli alet ve edevatı tedarik için de çok sayıda insana ihtiyaç vardır. Bu bakımdan insan/toplum için gerekli olan bütün sanat kollarının yaşatılması ve bu işe yeterli miktarda insan yönlendirilmesi gereklidir. Toplum, çeşitli sanat kollarını yürüten insanlara muhtaç olduğuna göre bu sanat kollarını yürüten çok sayıda insanların belli bir yerde toplanmaları ve her birinin belli bir sanat ile meşgul olmaları gerekir ki, toplumun bütün ihtiyacı görülmüş olsun.

Ahilik toplumsal yaşamda sosyal ve kültürel boyutta son derece etkin bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır..Her şeyden önce kurumda usta çırak ilişkisine dayalı bir eğitim sistemi olup, bu eğitim sistemi de iki aşamalı olarak gerçekleşmektedir. Bu eğitimler gündüzleri tezgahlarda ve atölyelerde işbaşında, geceleri ahi zaviyelerinde gerçekleştirilmektedir. Ahi kardeşlerinin hem mesleklerinde, hem de kendini tanıyıp tutkularından arınmaya çalışarak insani değerlerini geliştirerek, yetkin insan olma yolunda ilerlemeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Mesleki eğitim aşamaları dışa pek kapalı olmasa da, diğer çalışmaları batini yöntemle gerçekleştirmişler. Ahilikte yükselme törenlerinde kullanılan şerbet içme(tuzlu su), şed kuşanma, yol kardeşleri kullanılması, yol süpürme, selamlaşmalarda kullanılan özel yöntemler gibi pek çok simgesel davranışa da rastlanmaktadır.


Usta çırak ilişkisi mesleki eğitimde bir gelenek olup geçişli bir ilişkidir. Bu geçiş aşamalı olup belirli süreleri ve sorumlulukları içermektedir. Her çırak sorumluluklarını yerine getirdikten sonra tabi olduğu sınavlarla bir üst aşama olan kalfalığa ve aynı sistemle ustalığa geçer. Burada günümüzün ekonomik terimleri ile bugün artık hemen hemen olanaksız hale gelen, başlangıçta işçi olan sonunda işveren haline gelir. Bu da eşitlik anlayışının bir göstergesidir. Bu yöntemin işleyişinde Ahilerin toplantı ve konukevi olarak kullandıkları zaviyelerinde eğitilecek çırak ve kalfalardan başka genellikle bu kurumda yetişmiş olanlardan öğretmenler, kadılar, katipler, vaizler, emirler(eğitmen ahi) vb. bölgenin saygın bilgili ve etkin kişilerinin de katılımcı ve eğitmen olarak yer aldıkları görülmüştür


Zaviyelerde verilen eğitimin şeriat (hukuk) kapısı olarak da adlandırılan ilk aşamasında, kuruma yeni giren ve kalfalığa kadar olan (yiğit, yamak, çırak) derecelerde okuma yazma, kuran bilgisi Türkçe, matematik, edebiyat, toplumsal ve sosyal yaşama ilişkin kural ve davranış biçimleri verilirdi. Bu aşamada Ahi Evren’in kitaplarının yanı sıra ahiliğin ahlaki kurallarının işlendiği fütüvvetnameler okutulurdu. İkinci aşama olan ve tarikat (yol) kapısı olarak da adlandırılan aşamada (kalfa, usta, ahi-nakip) tasavvuf, müzik, Arapça ve Farsça öğretilirdi. Ayrıca bu aşamada askeri eğitim de verilirdi. Son aşama olan ve marifet (eylem) kapısı olarak da adlandırılan daha üst dereceler (halife, şeyh, şeyhlerin şeyhi) daha çok örgütlenme ve yönetsel çalışmaların yapıldığını düşündüğümüz derecelerdir. Böylece ahilikte 9 dereceli bir sistem oluşmuştur. Bu üç aşamadan sonra ise hakikat kapısına ulaşılacağı varsayılmıştır. Ahilikte eğitim belirli bir noktada tamamlanan değil ömür boyu süren bir çalışma olarak gözlenmektedir. Aynı zamanda alınan eğitimlerde elde edilen bilgilerin hayata geçirilmesi yani bir yaşam biçimi haline getirilmesi asıl amaç olarak görülmektedir. Yaşam biçimi haline getirilen ilkeler ise elini,sofranı ve kapını açık tutmak, gözünü, belini ve dilini kapalı tutmak olarak özetlenebilir. Bunları hayata geçirebilmek için ulaşılması düşünülen erdemler ise insanlık sevgisi, doğruluk, dürüstlük, yiğitlik, bağlılık, sır tutma, bilgi edinme, sabır, sadakat, hoşgörü vb. olarak karşımıza çıkmaktadır.


Ahilikte ayrıca sosyal faaliyetler olarak görülen her ahi birliğinin senede bir kez düzenlediği ziyafet toplantısı, büyük kurulun düzenlediği üç gün üç gece süren üç günler toplantısı, her yıl Kasım ayında kurulan ve 3 ay süren ve tüm köylere kadar yayılan yaren toplantıları yapılmaktadır. Merkezi otorite ile ilgili sorunlar olduğu durumlarda Memleket toplantısı yapılırdı. Ahilikte yardımlaşma önemli bir sosyal etkinliktir. İçinde altı kese bulunduğu bilinen orta sandık adı verilen sistem, bu yardımlaşmada ana kaynağı oluşturmaktadır. Esnafların malın satış bedelinin belirli bir yüzdesini verdikleri ve bunun dışında yükselmelerde alınan bağışlar ve kuruma ait mülklerin gelirleri sandığın gelirlerini oluşturmaktadır. Burada toplanan gelirlerden kuruma ait mülklerin masrafları, çeşitli vergiler, görevlilerin maaşları, sosyal amaçlı esnaf toplantılarının giderleri, esnaftan yani dahililerden durumu iyi olmayanlarla, güçsüzler, sakatlar, hastalar ve emeklilerden oluşan haricilere yapılacak olan yardımlar bu sandıktan karşılanırdı. Bu açıdan ahilik aynı zamanda bir sosyal güvenlik kurumu özelliğini de taşıyordu.


Bunların sonucu olarak bizce ahilik, bu gün tüm dünyada dillerden bir türlü düşmeyen, ancak söylemden öteye pek geçemeyen birçok evrensel değeri yaşam biçimine dönüştürmekteki başarıları ile bir döneme damgasını vurmuş bir kardeşlik kurumudur.


KAYNAKLAR :


AHİLİK, Dr. Yusuf EKİNCİ 1991
BİR TÜRK KURUMU OLAN AHİLİK, Prof Dr. Neşet ÇAĞATAY 1989 T.T.K.
NASREDDİN HOCA VE AHİ EVREN, Prof. Dr. Mikail BAYRAM 2001
1. AHİ EVRAN-I VELİ VE AHİLİK ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU 2004
( Sempozyumda verilen 84 Araştırma ve Bildiri )

SOKRAT VE EFLANTUN’DAN GÜNÜMÜZE AHİLİK, Sadık GÖKSU 2000
G.Ü.AHİLİK ARAŞTIRMALARI DERGİSİ 1-2. SAYILARI 2004 – 2005
TKY VE TARİHTEKİ BİR UYGULAMASI AHİLİK, Prof. Dr. M.ŞİMŞEK 2002
HERMETİZM, Ali BABAOĞLU 1997
TÜRKİYE’DE MEZHEPLER VE TARİKATLAR, A.GÖLPINARLI 1969
GEDİKLER, Kamil Ali GIYNAŞ 2005
İSLAM’DA SIR VE GİZLİ CEMİYETLER, T.ZARCONE 2003
MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİ TARİHİ, Prof. Dr. Erdoğan MERÇİL 2000
TÜRKLERİN TARİHİ, Doğan AVCIOĞLU 1982
AHİLİK, Yaşar BIYIKLI 2000
TÜRK İKTİSAT TARİHİ, Dr. Ahmet TABAKOĞLU 1986
OSMANLI İMP. KURULUŞU, M. Fuad KÖPRÜLÜ 1972
TÜRK SUFİLİĞİNE BAKIŞLAR, Ahmet Yaşar OCAK 2004
KIZILBAŞ TÜRKLER, Nihat ÇETİNKAYA 2004
MUTASAVVIFLAR, Cihangir GENER
EZOTERİK – BATİNİ DOKTİRİNLER TARİHİ, Cihangir GENER


MAKALELER – BİLDİRİLER


Ahi Evren Ahi Teşkilatı’nın Kuruluşu, Prof. Dr. Mikail BAYRAM
T.Selçukluları Döneminde Bilimsel Ortam ve Ahiliğin Doğuşuna Etkisi, Prof. Dr. M. BAYRAM
Aleviliğin Tarihsel – Sosyal Temelleri, Prof. Dr. İ.ARSLANOĞLU
Ankara’da Ahiler Yönetimi (1290 – 1354) Meselesi, Araş. Gör. Celal METİN
Anadolu Bilgeleri, İsmail KAYGUSUZ
Ahilik ve Yükselen Değerler, Galip DEMİR
Anadolu Selçuklularında Sosyal, Dini ve Mezhebi Yapı, Yrd. Doç. Dr. Metin BOZKUŞ
Hacı Bektaş Veli’nin Yaşadığı Tarihsel Ortam, Baki ÖZ
Anadolu İnsancıllığı, Enis TÜTÜNCÜ
www.ahilik.gen.tr

SUNULAR : HİLİK, M, Karlık, S. Ercan, K. Gülay

AHİLİK, S.KARATAŞ, M.SEÇKİN, M.KOÇ
AHİLİK, M.KARLIK.
AHİLİK, Ü.SAKMAN.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...