BABİL UYGARLIĞI
“ Babil,
Babil’lilerindir.”“Ağaçların bir ülkenin zenginliği olduğunu bilmiyor musun? “
“En iyi sistemler kötü idareciler olduğu zamanda da işlemez. En kötü sistemler bile iyi idareciler olduğu zaman iyi işler."
“ Tanrılar, erkeklerin balıkta geçirdiği zamanı ömründen saymaz.”
(Babil Atasözleri)
Babil, Mezopotamya'da, adını aldığı Babil kenti etrafında kurulmuş, Sümer ve Akad topraklarını kapsayan eski bir uygarlıktır.
Babil'in merkezi bugünkü Irak'ın El Hilla kasabası üzerinde yer almaktadır.(1) Kuzey Babil Devleti ise, Şırnak ilinin İdil ilçesi güneyinde Babil köyünde kurulmuştur.
Babil dili
Babil halkının büyük bir kısmı Sami ırkındandırlar.
Sâmî dilleri, Sâmî kavimlerin konuştukları dillerdir.
Bunlara Doğu dilleri adı da verilir. Bu dilin Hz. Nuh’un oğlu Sam’a izafeten verildiği
ve aşağıda adı geçen dillerin bu dil grubunun mensubu olduğu genel kabul görür.
Sâmî dil ailesinin içerisine şu üst dilleri sıralayabiliriz.;
I. Aramca, ( ana dil kaynağı olarak kabul görür)
II. Akad dili,
III. Kenan dili,
IV. Arapça,
V. Babil dili,
VI. Elam dili,
VII. Fenike dili
VIII. Habeş dili,
IX. İbranice,
X. Süryanice ( Asur dili) üst dil ailesinin oluşturduğu
üst dillerdir. (6)
Şehrin
olağandışı niteliği her şeyden önce adının kökeninde yatıyor. Çivi yazılarında
Akad dilinde ya da İÖ II. yüzyılda ölmüş olan ve her daim asaletle kültürün
dili olan ve özellikle saygın yerleri anlatmak için kullanılan Babilu (Babilli) kelimesi vardır. Tanrıların kapısı ya da Tanrın Kapısı anlamına gelen Babili/ilani Eski Mezopotamya da hak, kraliyet
sarayının kapısında ya da esas tanrının mabedinde yerini bulurdu. Dolayısıyla, Babil sözcüğü tanrısal yargının
gerçekleştirildiği veya tanrının varlığının bulunduğu yer anlamına gelmesi
olasılıklar arasındadır. Bu da Babil’in
ününü ve onun insansal-tanrısal yönetimin yegane merkezi olarak siyasi ve dini
başkent olarak rolünü açıklar.
Yazı
Mezopotamya’da bir kayıt tutma yöntemi olarak bulunmuş, bilinen en eski
metinler hayvan ve tarım aleti listeleridir. Çoğu belgelerde olduğu gibi
bunlarda kilden yapılmış ve yazı, ıslak tablet üzerine bir kamış veya tahta
kalemle yazılmıştır. Kil kurutulduğu ve özellikle istenerek veya kazayla ateşe
verildiği zaman bozulmayan bir doğaya sahip olduğu için günümüze çok sayıda
belge ulaşmıştır.
Coğrafi
anlamda Babil ülkesi eski
Mezopotamya’nın (bugün ki Irak’ın) güneyini tanımlamak için kullanılır ve
kabaca, kuzeyde Bağdat’tan, güneyde Basra Körfezi’ne kadar olan bölgeyi kaplar.
Babil’de İ.Ö 1894’te bir Amori
hanedanı kuruldu ve bu sülaleyle birlikte kentin kazandığı üstünlük politik
olmasa da psikolojik olarak 2000 yıl boyunca korundu. Birinci sülalenin
kurucusu Sumu-abum’dur.
Sumu-abum hükümdarlığına büyük bir kent duvarı yaparak başlamış
fakat tamamlayamamıştır.
Hammurabi (İ.Ö.1792-1750) tahta geçtiğinde Babil hala ufak ve önemsiz bir devletti. Babil onun egemenliğinin ancak ikinci yarısında büyük bir güç
haline gelmişti.
Hammurabi mektuplarının çoğu adalet sistemiyle ilgilidir. Babil’de hukuk, Eski Babil’ce yazılan, bu upuzun ve tutarlı
yazıt 2,25 yüksekliğinde bazalt bir dikme taşa 49 sütun halinde kazınmıştır. Metin
üç parçadan oluşmaktadır. Önsöz, sonsöz ve modern uzmanlar tarafından 282
yasaya ayrılan uzun bir orta kısımdır. Yasa maddeleri mülkiyet tasarrufu ile
ticaret hukukunun bazı alanları ağırlıkta olmak üzere çok değişik konuları
kapsar. Eğer şöyle olursa o zaman şu ceza verilir biçiminde her biri şart
kipinde tümcelerle yazılmıştır. “Hammurabi
Yasaları” değil ama diğer mişarum olarak
bilinen yürürlükteki yasal hükümler kesinlikle kanun kuvveti taşımaktaydı.
Mişarun olarak bilinen bu yasalar toplumsal ve ekonomik
dertlere çare bulan anıtların üzerine kazınmayıp sözel olarak açıklanan kısa
vadeli önlemlerdi.
Babilin siyasi alanda genişlemesi zaman, zaman
başarısızlıklarla gölgelendi. Şehir defalarca kuşatıldı, işgal ve tahrip
edildi. Anadolu’dan İ.Ö. 16.yüzyılın ilk yarısın da gelen Büyük Hitit Kralı I. Murşili şehri yağmalayıp Marduk’un heykelini rehin olarak aldı.
Daha
sonra Babil’de hüküm sürdüğü düşünülen Kassitler’dir.
Kassit hanedanlığına ait bir hükümdar Marduk’un heykelini Babil’e 24 yıl sonra geri
getirdi. Babil kraliyet listesine göre bunu izleyen 576 yıl 9 ay boyunca 36
Kassit prensi Babil’de hüküm sürdü.
İlk Babil kralları
- Sumu-abum; (İ.Ö. 1894 - İ.Ö. 1881)
- Sumu-la-El; (İ.Ö. 1880 - İ.Ö. 1845)
- Sabium; (İ.Ö. 1844 - İ.Ö. 1831)
- Apil-Sîn; (İ.Ö. 1830 - İ.Ö. 1813)
- Sin-muballit; (İ.Ö. 1812 - İ.Ö. 1793)
- Hammurabi; (İ.Ö. 1792 - İ.Ö. 1750)
- Samsu-Iluna; (İ.Ö. 1749 - İ.Ö. 1712)
- Abi-Eshuh; (İ.Ö. 1711- İ.Ö. 1684)
- Ammi-Ditana; (İ.Ö. 1683 - İ.Ö. 1647)
- Ammi-Saduqa; (İ.Ö. 1646 - İ.Ö. 1626)
- Samsu-Ditana; (İ.Ö. 1625 - İ.Ö. 1595)
- Akşit-Akeldan;
Babil uygarlığını, dinini ve dilini benimsediler. Bu dönemde Mısır’la iyi
ilişkiler kuruldu. Mısır tarafından finanse edilen büyük inşaat programları
başlatıldı. Mısır ve Babil aileleri arasında evlilikler olmuş krallar
birbirlerine Kardeşim demeye başlamışlardı.
Bu anlamda Babil kültürünün Antik Mısır’dan
büyük anlamda etkilenmiş olduğu söylenebilir.
Kassit
sanatı heykelciklerindeki gerçekçilikle dikkat çeker.
Bazı
Kassit katmanlarına erişilmiş ve iyi inşa edilmiş evler, mezarlar ve fayanstan
nesneler bulunmuştur.
Hiç
kuşku yok ki Kassit Mezopotamya’sının en özel nesnesi sınır taşları’dır.
Son
Kassit kralının ölümüyle birlikte Babil uzun süren bir politik istikrarsızlık
yaşadı. Önemsiz altı sülale tarafından yönetildi. “ Babil, Babil’lilerindir.” ilkesi sonraki birkaç yıla damgasını
vurmuş. Babil’in yerlileri sahneye hakim olmuşlardır. Bu yerli sülalelerden
ilki II. İsin hanedanlığı’na mensup Nabukadnezar’dır. Nabukadnezar Marduk
heykelini geri getirdi ve bu zaferle Marduk tanrıların tanrısı kabul edildi.
Nabukadnezar’de halkın kahraman haline geldi. Fakat Batı’da tam anlamıyla
sindirilememiş olan Asur, Arami ve Keldani devamlı olarak çıkardıkları
sorunlar yüzünden geçici hanedanlıklar birbirini kovaladı. Erra destanı olarak bilinen eserin bu dönemde meydana gelen akın ve
yakıp yıkmalardan esinlendiği sanılmaktadır.
Kaldeli’li Nabonassar (Nabu-nasır)
747 de başa geçmesiyle Babil tarihinde yeni bir çağ başlamış oldu. Bu dönemde
Babil günlükleri, aylık astronomik gözlemler, hava durumu, eşya fiyatlarında ki
iniş - çıkışlar ve nehir alçalıp yükselmeleri gibi konuları da kapsıyordu.
Böylesi
yazıtlar Roma Cumhuriyeti Başrahip Tablolarıyla koşutluk gösterir. Roma
listeleri beyazlatılmış tahta üzerine yazılırdı ve Babil ülkesi’ndeki bazı
yazıtlar da muhtemelen balmumu kaplı tahtalar üzerine yazılmıştır.
Asur’lu
II. Sargon Babil’i 710 yılında tekrar
ele geçirerek tahta kaldığı süre zarfında şehirdeki tapınakları ve duvarları
yeniden inşa ettirdi. Filistin ve Mısır kapılarına kadar süren seferler
düzenledi. Mısır’a ilk kez yenildi ve haraç ödemek zorunda kaldı. Kuzey
sınırında bir çatışma 705’de öldü. Oğlu Sinnaherib
(Sanherib 704-681) iki krallığı miras aldı ama Babil ülkesi sorunu
çözülemeden kaldı Sinnaherib (sanherib)
689’da Babil tahtına oturttuğu küçük oğlunun öldürülmesi üzerine şehri yakıp
talan etti. Molozları Fırat’a döküldü. Yapay olarak bir sel yaratıldı ve kentin
temelleri bile yok edildi. Marduk heykeli Asur ülkesine götürüldü.
Sinnaherib (Sanherib) Babil’i terk ederek veliaht prens olan oğlunu
bıraktı. Oğlu Babil’de evlenmişti. Bundan dolayı tahta çıkınca Babil olaylarına
daha sıcak baktı ve Babil’le barış imzaladı.
Babil’in yeniden inşası için bol keseden
kaynak ayırdı.
Asur
imparatorluğu İÖ 627 yılında dağıldı ve böylece Babil yeniden bölgede etkin güç
haline geldi. Böylece Nabopolassar
tarafından kurulacak yeni imparatorluğuna zemin hazırladı. İmparatorluk yüz
yıldan daha kısa sürdü, fakat medeniyet (İ.Ö. 626-539) doruk noktasına ulaştı. Asur
kralının 610’da sığındığı Harran şehrinin alınması Babil hükümdarına Yakındoğu
ve Akdeniz kıyısının ve daha sonra da Mısır’ın yolunu açtı.
Babil’de
başkentini güzelleştirmek ve savunmasını kuvvetlendirmek adına büyük inşaat
işine girişti. Mısır’a düzenlenen ve başarı kazanılan bir sefer sırasında Nabopolassar’ın ölümü üzerine Nabukadnezar ve bir iki yandaşı tahta
hakim olmak üzere apar topar Babil’e döndüler ve Böylece Babil tarihinin en
ünlü hükümdarlığı başlamış oldu.
Nabukadnezar olağanüstü yetenekli bir devlet adamı ve general, aynı
zamanda tutkulu ve imgelemi geniş bir inşaatçıydı. Tahta çıktıktan sonra
Suriye’ye uzun, uzun seferler düzenledi. Amacı güç gösterisi ve haraç
toplamaktı. Bu dönemde Yahuda kralı
isteyerek boyun eğdi. İlerleyen yıllarda Filistin’de
canlanan Mısır çalışmaları Yahuda kralının taraf değiştirmesine
sebep oldu. Bunun üzerine Nabukadnezar
ordularını batıya gönderdi. Mısır’ın küçük kentlerini kuşattıktan sonra Kudüs’ü kuşattılar. On sekiz ay süren
kuşatma sonunda kent kıtlıktan kırılırken Kudüs yağma edildi, duvarları
yıkıldı, Süleyman tapınağı’da dahil
olmak üzere bütün tapınak ve saraylar yakılarak yerle bir edildi. Babil karşıtı
liderler idam edildi ve geri kalan nüfusun büyük bir kısmı Babil’e sürüldü.
Babil’de
İ.Ö. 539 yılında yeni yıl şenlikleri çok uzun sürmüş bol miktarda şarap
dağıtılmıştı. Fakat bu sırada Pers’ler Babil üzerine yürümeye başlamışlardı. Persler hiçbir direnmeyle karşılaşmadan
İ.Ö.539 yılında Babil’e girdiler. Yaklaşık 60 yıl süren krallık dönemin de ülkeyi
çok iyi idare edemediler.
İskender
İ.Ö. 331’de Mısır’da dahil olmak üzere bütün doğu Akdeniz’i ele geçirdikten
sonra Pers’lerin üzerine yürüdü. İki ordu Asur başkentinin yakınlarında bir
yerlerde karşılaştılar. Savaşı İskender kazandı. Büyük İskender Babil’e
muzaffer bir komutan olarak girdi. Yeni kral Babil’i Doğunun başkenti yapmak
niyetindeydi. Marduk’un tapınağını ve çok katlı kulesini yeniden yaptırmak
istedi. Molozların temizlenmesi için on bin işçinin çalıştığı söylenir. Arap
seferine 32 yaşındayken çıkmaya hazırlanırken öldü.
O sıralarda
Babil’den birçok hükümdar geldi geçti ve kent sürekli hasar gördü. Sonunda Part
egemenliği kuruldu. Ama onlarda pek kalıcı olamadılar. Bir grup tüccar MS.24
dolaylarında orada bir koloni kurup yaşamışlar bir süre sonra nehrin öteki
yanına taşınmışlar. Bu hareketle Babil tamamen terk edilmiş gibidir.
Kentin
etrafı iki ayrı savunma duvarlarıyla çevrilidir. Birçok kule içeren, pişmiş
topraktan yapılmış üç kademeli bir duvarın çevrelediği bu alan Fırat’ın
kıyılarında, kuzeyden güney doğru beş kilometre uzunluğundaydı ve doğudan
batıya bir o kadar uzanıyordu.
Dünyanın
oluşumundan bu yana gerek ülkelerin gerekse de insanların kendilerini dış
dünyadan ve diğer insanlardan koruma gereksinimi duymuş olduklarını anlıyoruz.
Saraylar: Nabukadnezar
döneminin başlıca sarayları güney, kuzey ve Yazlık olarak adlandırılırdı. Yazlık
denmesinin nedeni bugün de Doğu evlerini soğutmak için kullanılan dikey
havalandırma bacası gövdelerinin bulunmasıdır. Babil’in ana sarayı Güney
sarayıdır. Bu saray da özel daire ve süitlerle çevrili beş büyük avlu vardı.
Avludan bir görüntü ayrıca kuzey saray yani büyük sarayda müze olarak kullanılan
zenginliğe atıfta bulanan genişçe bir alan bulunurdu. Bu alanda Hititlerce
yapıldığı düşünen adamı yere yatmış bir aslan canlandıran ve Anadolu
seferlerinden getirilmiş olması olası dev bir heykel bulunurdu. Bundan başka
birçok sanat eseri, heykeller, dikilitaş ve değerli eşya hükümdarlar tarafından
bu alanda muhafaza edilmişti.
Tören yolu ve İştar kapısı: İç kent, nehre neredeyse paralel uzanıp kent
duvarlarındaki büyük bronz kapılara kadar devam eden dik açılı yollarıyla çok
güzel planlanmıştı. Sayısız tapınak, sokak ve semt adının yanı sıra sekiz kapı
adı sayılır. Sokakların en ünlüsü Tören Yolu idi. Düşman hiç geçmeyecek
anlamında olan Aibur-şabu olarak
bilinen bu yoldan -Yeni Yıl Şenliği
- sırasında tanrı heykelleri taşınırdı.
Tapınaklar: Kente tören yolundan girildiğinde solda Güney sarayın
karşısında Ninmah’ın tapınağı yer
alır. Ama kuşkusuz Babil’in en önemli tapınağı kent tanrısı Marduk’un evi olan Esagila’dır. Ünlülükte Asma Bahçelerden sonra gelen anıt basamaklı
kuledir.
Özel Evler: Kazılarda özellikle Merkes olarak bilinen kesimde
bazı özel evler de ortaya çıkarılmıştır. Bu evlerde hem günlük hem de süs
amaçlı birçok nesne ele geçirilmiştir.
Asma Bahçeler: Babil kralı Nebukadnezar asma bahçeleri güzel karısı Semiramis için yaptırmıştı. Çünkü
Semiramis sulak, yeşil ve serin yerlerden geliyordu. Çölde sıcaktan
sıkılıyordu. Kral Nebukadnezar eşi Semiramis serinlesin sevinsin diye bu
bahçeleri yaptırmıştır. Asma bahçeleri toprak ve saman karışımı kerpiçten
yapılmış gelişmiş mimarileri muhteşem kılıyordu.
Birçok
farklı seviyede kurulmuş sütunlar, direkler ve tonozlar üzerinde yükseliyordu. Asma
bahçelerin düzenli bir biçimde su temin eden çok gelişmiş bir sulama sistemi
vardı. Strabon, Sicilyalı Diodoros ve Bizanslı Philon düzenli bir biçimde su temin
eden çok gelişmiş bir sulama sisteminden hayranlıkla bahsediyorlar.
Coğrafyacı Strabo'nun
I. yüzyıldaki tanımına göre:"Bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat Nehri'nden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu"
Suyun
kaynağı Fırat idi. .Su, çarkların sulanması yöntemiyle yukarı taşınıp sonra da
alt taraflarına doğru merdiven şeklinde dizilmiş teraslar üzeriden akıyor olsa
gerekti. Halen günümüzde de birçok yapıda kullanılan ve okullarda öğretilen
bileşik kaplar kanunu gibi muhtemelen. Bu bahçelerin yüksekliği yirmi beş metre
civarındaydı. Babil’li astronom Bel-usur
onları sarayın içine, Sicilyalı Diodoros
saraylara ve nehre yakın bir yere, Anadolu’da yaşamış ünlü coğrafyacı Strabon Fırat’ın kıyısına ve Romalı
tarihçi Quintis Curtius kalelerin
tepesine yerleştiriyordu. Bu metinler bahçelerin yerini belirlemeye yönelik
arkeolojik çalışmalara yön vermiş ve onları çizmeye deneyen modern çağ
sanatçılarına örnek teşkil etmiştir.
Asma
bahçeleri saraylar semtinde aramak gerekir. Yeni sarayının inşası sırasında
Nabukadnezar büyük teraslar yaptırdığından bahseder. Bu tasvir efsane Asma
Bahçeleriyle uyuşabilir. Bunların yüksekliği yaklaşık yirmi üç metreydi.
Babil
kraliyet sarayının bahçeleri her şeyden önce biraz gölge sağlayıp ferahlık elde
etme ve kraliyet ailesine çiçekler, meyve ağaçları, ağaçlar ve süs çalılarının
ortasında lüks ve dinlendirici bir ortam sağlama görevini görüyordu. Hiç şüphesiz
duvarların ve terasların üzerinde bir yerde bulunuyorlardı ve yarattıkları
yeşil alan uzaklardan görülebiliyordu.
İnsanların
2000 yıl öncesinde dahi taş yığınlarının arasından sıyrılıp toprağa dönme
arzusunu görebilmekteyiz.
Eğitim ve Edebiyat: ROMA, Roma olmadan önce, UR vardı. URUK vardı. BABİL vardı. HİTİT’in başkenti HATTUŞA
vardı. Orta-Doğuda büyüyen ve çoğalan kentlerle beraber, inançlar, dinler,
bilim ve ilim de gelişti. Dünyaya ışık saçan BABİL OKULU kuruldu. Gelişen
ilim, gelişen bilim, inançlar ve dinler, yavaş-yavaş doğudan batıya da sıçradı.
Boşuna “LUX EX ORIENT - IŞIK DOĞUDAN
YÜKSELİR!” dememişler.
Mezopotamya
tarihinin korunmasında en etkili kurum Tablet-Evi
olarak bilinen okullardı. Asıl amacı belli yönetsel görevler
ve devlet memurlukları için yazıcı yetiştirmek olan bu okullar eğitim merkezi
olarak da hizmet etmişlerdir.
Eğitim
süresinde bilimsel olarak nitelendirebileceğimiz öğretiler, matematik ve gramer
derslerinin yanı sıra bol miktarda ve çeşitli edebi eserlerin öğrenimi ve kopya
edilmesi yer alıyordu. Babil dönemine ait okul belgelerinde Sümer tarzında diyaloglar
bulunmuştur. Bu diyaloglar iki karakter arasında geçen ve genellikle hangisinin
insanlık için daha duyarlı olduğunu belirlemek amacıyla yapılan atışma
niteliğindeydi. Burada bir yargıya varılır konu tatlıya bağlanırdı.
Sokrat ve Eflâtun Babil kulesinden
aldıkları DİYALOG yolunu kullanarak
insanlığa, uygarlığa, günümüze kadar değer kaybetmeksizin ulaşan çok kuvvetli,
çok faydalı eserler verdiler.
Dünyada
ilk defa, Babil kulesinde doğan DİYALOĞ
Tanrının gazabına uğrayarak, gene Babil kulesinde ölüyor. Ama Babil kulesinden
BATIYA sıçrayarak SOKRAT ( İ.Ö.
470 – 399 ) ve PLÂTON;
(EFLÂTUN İ. Ö. 427–347) sayesinde BATI
AYDINLANMASININ, BATI UYGARLIĞININ kaynağı oluyordu.
Babillilerin
öbür dünyadan herhangi bir ödül beklemedikleri için ölüm onları ilgilendiren
diğer bir haksızlıktı. En ünlü Mezopotamya öyküsü Gılgamış Destanı’nın da teması ölümsüzlük
arzusudur.
Batı
felsefesinin temelini oluşturan benlik anlayışı Babillilerin dış dünya
anlayışında ikincil önemdedir. Batı bilincinin en önemli kuralı KENDİNİ BİLMEK Mezopotamya’lı için
anlaşılmaz olurdu ve bu kralın doğurduğu insanı anlamak insanı incelemekle olur
emri gereksizdi.
Babil pili
İlginç bir başlık; evet elimdeki bir
kaynakta Babil’lilerin Güneş ile dolan (solar sistem) pil benzeri bir aygıt
geliştirdikleri ve bu aygıt ile metal parçalarını çakıştırarak kıvılcım üretip
ateş yakma işleminde kullandıkları tezi, görüşü vardır. Başka amaç için
kullanılıp kullanılmadığı konusunda daha fazla bir bilgi şimdilik elimizde
yoktur.
Din:
Babil kulesi
Babil
Kulesi (İbranice:
Migdal Bavel), Tevrat'ta, Kur'an'da ve dünyanın birçok
bölgesinde yerel efsanelerde adı geçen, tanrıya ulaşmak için inşa edilen kule
demektir.
Yahudi ve Hıristiyan
kaynaklarında
Tanah ve Eski Ahit hemen, hemen aynı olduğu
için her iki dinde Babil bahsi aynıdır. Babil kulesinden Tevrat'ın Yaratılış
(Tekvin) kısmında bahsedilir.« ... ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine 'gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. Yeryüzünde dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım' dediler. Ve Adem oğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab* indi. Onlar bir kavim, hepsinin tek dili var. Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım. Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi » (2)
Efsaneye göre tanrı kendisine ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Kulenin yıkılışı Tevrat'ta anlatılmaz ancak Jubilees veya Leptogenesis olarak bilinen Yahudi belgelerinde anlatılır.
Dini bir bakış açısıyla bu öykü sıklıkla insanın kusurluluğunu, tanrının kusursuzluğu ile kıyaslamak ve dünyadaki yüzlerce dilin kökenini açıklamak amacıyla kullanılır.
İslami Kaynaklarda
İsmi verilmemekle beraber Kur'an'da Babil Kulesi'ne
benzer bir kuleden bahsedilir. Hikaye Tevrat'taki ile benzer olmasına
rağmen Babil'de değil, Musa'nın
yaşadığı dönemde Mısır'da
geçer. Firavun Haman'a, kendisine
kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler. (3)Kur'an'da Babil şehrinden Bakara Suresi, 102. ayette bahsedilir. Harut ve Marut isimli iki melek, insanları imtihan etmek için Allah tarafından Babil'e gönderilirler. Burada insanlara sihir öğretirler. Melekler sihrin küfür olduğunu söyledikleri halde insanlar sihir öğrenmekte ısrar ederler ve karı-kocayı ayırmaya yarayan sihirler öğrenirler. [4]
Babilden Yakut el-Hamavi'nin yazmalarında ve Lisan el-Arab'da bahsedilir. Öyküye göre tüm insanlar rüzgarın önüne katılarak bir yerde toplanırlar. Buraya sonradan Babil denir. Babil'de insanlara Allah tarafından değişik lisanlar tahsis edilir ve yeniden rüzgarla geldikleri yerlere dağıtılırlar.
İslam tarihçilerinden 9. yy. El-Tabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod Babil'de bir kule inşa ettirir. Süleyman bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. İslam tarihçilerinden Ebu el-Fida da 13. yy. aynı öyküden bahseder ve İbrahim'in atası Hud'un kendi dilini (İbranice) muhafaza etmesine izin verildiğini ekler. Zira Hud kulenin inşasına katılmamıştır.
Babil
de insanlar, Tanrıya ulaşsınlar diye BABİL
KULESİNİ yaptılar. Buralardaki bütün kavimler hep ayni dili
konuşurlardı. Babil kulesine çıkıp DİYALOĞ
kurarlardı. Birisi söylediği zaman diğerleri dinlerdi. Böylece birbirlerini
anlarlardı. Çok iyi anlaşırlardı. Rivayete göre, Tanrı, aralarında iyi anlaşan
insanların kendisine ulaşacağından korktu. Kolay anlaşamasınlar diye, dillerini
yetmiş iki (ünlü – yetmiş iki millet – söylemi bir şeyler anımsatıyor) parçaya
böldü. Böylece insanlar aralarında anlaşamayıp, birbirlerine düştüler.
Acaba
Orta-Doğuda insanlar, Babil kulesinde, Tanrının gazabına uğradılar diye mi?
Bugünde anlaşamıyorlar. Hep birbirleriyle savaşıyorlar. Hep birbirlerini
öldürüyorlar.
Babilliler, eski halkların çoğu gibi birden
fazla tanrıya taparlar, tanrıları üzerine kuşaklar boyu anlatılan düşsel
öykülere inanırlardı. Bunların çoğu Sümer kaynaklıydı.Evrenin ve insanların yaratılışını konu alan Sümer destanının kahramanı Gılgamış, ölümsüzlük otunu bulmak için yola çıkar ve bu arayış sırasında bin bir güçlükle karşılaşır. Serüven dolu yolculuğunun sonunda bulduğu otu, suların dibinden sinsice gelen bir yılan kayığından çalar. Bu öyküde Nuh Tufanı'nı anımsatan bir sel felaketinden söz edilir.
Tanrıları Marduk idi. Babil efsanelerinde Marduk ejderha Tiamat ile dövüşüp onu yener. Yeri, göğü ve insanoğlunu yarattığına inanılan Marduk'un yeryüzündeki temsilcisi kraldı. Marduk dışında toprak, su, gökyüzü Güneş ve Ay tanrıları gibi tanrılara tapılırdı. Asurlular da büyük ölçüde Sümerler'in ve Babilliler'in dinleriyle tanrılarını paylaşıyorlardı. Ama, en büyük tanrıları adını imparatorluğun başkentine verdikleri Asur'du. Hem Babilliler hem de Asurlar'ın baş tanrıçası ise Eski Yunanlıların aşk tanrıçası Afrodit'e çok benzeyen Iştar'dı.
Babil
dininin merkezi unsuru tanrı simgesiydi. Tanrının heykelde vücut bulunulduğuna
inanılırdı. Heykel her savaşta başka bir yere götürüldüğünde geri dönene kadar
tanrının yerinde olmadığı düşünülürdü.
Tanrı bireysel tapınmada önemliydi.
Her Babillinin dua ettiği ve adaklar adadığı
kendi kişisel tanrısı veya tanrıçası vardı. Bu tanrının görevi kişiyle diğer
tanrıların arasını bulmak ve iblislere ve kötü ruhlara karşı korumaktı. Koruyucu
muskalar takılır ve görevleri büyü sözlerini söylemek ve kötü güçleri kovucu
ayinler yapmak olan rahipler vardı.
Tıp: Hasta olanlar iki çeşit hekimlik hizmeti alırlardı. Psikolojik
olarak büyü tedavisi ve çok çeşitli ilaçların kullanıldığı tedavi yöntemi. Bilinen
en eski tıbbi metin Sümerce yazılmış bir Ur III. ilaç rehberidir. Süt, yılan
derisi, kaplumbağa kabuğu gibi ham maddeleri, Çin tarçını, mersin, Şeytan tersi
ve kekik gibi bitkileri, söğüt, armut, çam, incir ve hurma gibi ürünleri
kullanarak yapılan bir düzineden fazla ilaç adı listelenmişti bu metinde.
Matematik: Bilinen matematik belgelerinin çoğu, okul metinleridir. Bunlar eski
Babil dönemine aittir. Çarpma ve bölme işlemleri, kare ve karekök hesapları, küp
ve küp ekleri, üslü fonksiyonlar, bazı kübik hesapları daha o dönemde
tabletlere geçirilmiştir.
Bu
metinler dışında cebir ve geometri problemlerinin formülleri ve çözümüyle
ilgili çeşitli problem metinleri de vardır.
Ayrıca
bir tablette çokgenlerle çember alanları arasında bağlantı kuran problemler de
listelenmiştir.
Ağırlık, ölçü ve para birimleri: Babilliler tutarlılığı ve birbirine basit dönüşüm
özelliğiyle dikkat çeken bir dizi ağırlık ve ölçü sistemi geliştirmişlerdi. Ağırlıklar
genelde bir insanın ve bir hayvanın taşıyabileceği keyfi yük kavramına
dayanırdı ve daha ufak birimlere geleneksel değerler verilirdi.
I. Darius MÖ 493’de Babil İmparatorluğu da dahil olmak üzere
Pers’leri gümüş parayla tanıştırdı. Selevkoslar
zamanında gümüş paraların değeri sadece ağırlığıyla değil hangi hükümdar
döneminde darp edildiğiyle de ölçülürdü. Para tedavülü daha özgür para
işlemleri sağlayınca daha önce Babil ülkesinde görülmemiş ölçekte özel
bankacılık gelişti ve İ.Ö. VI. yüzyıl sonlarından başlayarak bankacı sülaleler
ortaya çıktı. Bu bankacı aileler çok büyük faizlerle ödünç para vererek muazzam
servetler yaptılar. Günümüzde de halen var olan tefecilik sistemi Babil’liler
döneminde başlamış ve geliştiğini görmekteyiz.
Son söz: Babil uygarlığı hakkında her çalışma gerçeğe yakın
doğrular, yanlış anlamalar ve bilgisizliklerin bir karışımıdır ve öyle de
kalacaktır. Ama bu pek çok tarih dönemi için geçerlidir. İnsan uygarlığı için
arkeologun tek bir kazma darbesi eski tarihin büyük bölümlerinin değişmesine
neden olabilir.
Kaynakça;
1.
Babil'in koordinatları:
2.
Tevrat, Yaratılış (Tekvin); 11:1-9 )
- Ata KARADENİZ, sunusundan
alıntılar.
- Avram Galanti, “TÜRKİYE VE SAMİ DİLLERİ.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.