Anadolu'da Loncalar Topluluğu


Anadolu’da bir loncalar topluluğu: Ahilik

Bir Avrupa haritasını inceleyecek olursak, Türkiye’nin, tarihçilerin « İpek Yolu » ve « Baharat Yolu » diye adlandırdıkları yolların üzerinde bulunduğunu görürüz.
Bu iki yolun, o zamanki dünya ekonomisindeki önemi üzerinde durmak istemiyorum. Ancak, Türkiye’nin bu stratejik konumunun, Avrupaili tüccarları Osmanlı topraklarına çeken ve o topraklarda yerleşip Eski Dünya ile ticaret yapmaya iten bir durum olduğunu belirtmem gerekiyor. Avrupa’dan çıkıp eski Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde, özellikle İstanbul’da, Selanik’te ve önemli liman kentlerinde yerleşip özellikle baharat ve tekstil ticareti, bankacılık, bankerlik, sigortacılık, gemicilik ve sanayi islerine atılıp para kazanmayı amaçlayan önemli sayıda yabancı halk arasında Fransızları, İngilizleri, Almanları, Polonyalıları, İtalyanları, Hollandalıları, Belçikalıları, Avusturyalıları, hatta İsviçrelileri sayabiliriz.


Avrupa’dan gelip Osmanlı İmparatorluğunda yerleşen bu insanlara genel olarak « Levanten » adi verilmektedir. Gerçekten bu insanlar, eski Yunancada « Güneşin doğduğu yer = Anatolia= Levent=Doğu » anlamını veren Anadolu’da bulunuyorlardı. Bugün, Levantenlerin önemli bir bölümü, kendi öz ülkelerine dönmüş bulunsalar bile, azımsanmayacak bir miktarı da, Türkiye’deki yaşamlarını sürdürmektedirler. Kendi dillerini konuşmaktalar, eğer varsa kendi okullarında eğitim görmekteler, kendi kiliselerine gidip kendi gelenek ve inanç sistemlerini sürdürmekte, sanayi ve ticaret kesiminde de etkinliklerini, azalmış olsa bile, devam ettirmektedirler.


İste bu konuda, Anadolu’da egemenliğini sürdürmüş ve başlangıcı XII. yüzyıla dayanan, Türk Uygarlık tarihinde önemli bir yeri bulunan, bir tarikattan bahsedebiliriz. Bu tarikat, « Ahilik » tarikatıdır.


Osmanlı İmparatorluğunda kullanılan o zamanki dile göre, « Ahilik » kardeşlik anlamını veren bir sözcüktü. Ahilik tarikatının üyelerine de « Ahi-kardeş » denmekteydi.


Ahilik tarikatı, kendisine « Ahi Baba » adi verilen bir tarikat başkanının otoritesi altında, kimi meslek kuruluşlarına açık, kimi meslek kuruluşlarına da kapalı olmak üzere, mesleğin sanatını, dine saygıyı, ahlakin, etik değerlerin ve toplum yaşamının kurallarını, güzel konuşmayı, okumayı-yazmayı öğretmeyi amaçlayan bir kuruluştu. Ahilik bunun yanında, imalat ve sanayi etkinliklerini belli kurallara bağlamayı, bu konuda bir standardizasyonu yakalamayı, çalışanların güvenini sağlamayı amaçlayan bir sosyal sigorta sistemini düzenlemeyi, işveren ile isçi ilişkilerini düzeltmeyi ve belirli koşullara bağlamayı da amaçlamaktaydı. Malların özgürce dolaşımını sağlamak, ana maddelerin elde edilmesini ve islenmesini kolaylaştırmak, haksiz rekabeti önlemek ta ahilerin görevleri arasındaydı. Ayrıca, o güne kadarki yasamda toplumdaki çeşitli etkinliklerin dışına itilmiş olan kadınlara da okuma-yazmayı öğretmeyi, yün örme, dikiş dikme gibi etkinliklerde onların da bulunmasını ve topluma katılmasını, onların da haklarını korumayı sağlamayı öngörmekteydi (Baciyan-i Rum teşkilatı).


Bu açıdan bakıldığında, Ahilik düzenlemesinin, ortaya çıktığı yılların basında Selçuklu İmparatorluğunda, daha sonra o zamanki Osmanlı İmparatorluğunun toplumsal yaşamında önemli bir yeri olduğu belirmekte.


Kurulduğu yıllarda, Anadolu’daki Türk imparatorluğunun Selçuklu İmparatorluğu olduğunu, bu imparatorluğun yavaş yerleştiği Anadolu’da ticaretin o zamanlar tümüyle Bizanslı tüccarların elinde olduğunu, bu tüccarların kendilerine herhangi bir rakip tanımadıklarını, birbirlerini koruyup aralarına yabancıları almadıklarını da gözden kaçırmamalıyız. Ahilik kurulusu, bu tüccarların karsısına Türkleri de çıkarmayı öngörmekteydi.


Ahilik teşkilatının kurulusu 1200’lü yıllara uzanır. 1171 yılında, Orta Asya’da bulunan Horasan şehrinde doğan ve daha sonra Arabistan’a hacca gidip oraları dolasan, sonra da Anadolu’ya gelip orada yerleşmeyi kararlaştıran Ahi Evren tarafından düzenlenmiştir. Anadolu’nun orta bölgesinde (Ankara, Denizli, Kayseri, Kırşehir) yaşamına başlayan Ahilik, etkisini dalga tüm Anadolu’da sürdürmüştür.


Yaptığı geziler sırasında, Ahi Evren, Orta Asya’dan gelip Anadolu’ya yerleşen Türklerin, Bizanslı tüccarlar karsısında yasama ve tutunma şanslarının çok kısıtlı olduğunu görmüş, Bizanslı tüccarların kendilerini korumak için öngördükleri eylemler sayesinde, Türklerin hep fakir ve bilgisiz kalacağını düşünmüştür. O sıralarda, Türk halkı bilgisizliğinin, dayanışma eksikliğinin ve örgütsüz olmanın acısını çekmekteydi. İste bu üç ana neden, Ahi Evren’i, Ahilik tarikatını kurmaya yöneltmiştir.


Kurduğu bu tarikatın temeline, « Ezoterik içerikli bir Aydınlanma » metodolojisini yerleştirmiş, bu yöntemin yardımıyla Ahilik 700 yıl boyunca, Osmanlı İmparatorluğunun tarihten silinmesine kadar Anadolu’da etkili olmayı başarmıştır.


Anadolu’nun, o yıllarda Haçlı Seferler ordularıyla haşir nesir olduğunu, Kudüs’ü almak isteyen Haçlıların Anadolu’dan geçtiklerini göz önüne alırsak, Ahilik teşkilatının Şövalyelik kurumundan etkilendiği, kendisi de gizlemli bir düzenlemeye dayalı bu kurumun Avrupa’daki uygulamalarından alıntılar yaptığı ve bu açıdan şövalyelik ile ahilik arasında karşılıklı bir etkileşim olduğu ileri sürülebilir. Avrupa’da etkinliğini sürdüren ve adına « compagnonnage-kalfalık » denilen gizlemli bir başka düzenleme ile de karşılıklı etkileşimi olduğu varsayılabilir.


O zamanki Selçuklu İmparatorluğu, Ahiliği korumakta geri kalmamıştır, çünkü Orta Asya’dan kalkıp Anadolu’ya gelen ve Anadolu’da kendilerini acımasız Bizans’la tüccarların karsısında bulan Türklerin, Ahilik sayesinde birbirlerini koruyan ve yaşamlarını düzenleyen bir kuruma kavuştuklarını düşünmüşlerdir. Ahilik, Selçuklu İmparatorluğunda düzenlenen ilk « kardeşlik zinciridir ».


Ahilik kurumunun gizlemli ve Aydınlanmaya dayalı etkinliği, « zaviye » adı verilen kapalı ve özel mekânlarda yapılırdı. Zaviyeler, yalnızca tören ya da eğitim yapılan ya da toplanılan yerler değil, ayni zamanda yemek yenen ve o yöreye başka yerlerden gelen Ahilerin de konakladığı yerlerdi. Zaviyelerin etrafında, ahilerin sahibi olduğu ticaret evleri vardı. « Arasta » adı verilen bu ticaret evleri, ticaret türü bakımından gruplaşmışlardı. Bugün de günlük yasamda kullanılan bir kelime olan Arasta, gruplaşmaları açısından Ortaçağdaki Korporasyonları anımsatmaktadır.


Ahilik örgütünün iki eğitim temeli vardı: Ahlâk ve erdemlerin eğitimi, sanat ve meslek eğitimi.


Ahi olarak kabul edilebilecek kişilerin kimi uğraş gruplarından olması yasaklanmıştı. Bu gruplar, Kâfirler, Münafıklar, Kâhinler, İçki İçenler, Tellaklar, Tellallar, Çulha (kumaş imal edenler), Kasaplar, Cerrahlar, Avcılar olarak belirtilmişti.


Ahlâk öğretisinin temeli ise söyle idi:

Elini, kapını, sofranı açık tut
Dilini, Gözünü, belini kapalı tut.


Kalfalıktan üstatlığa geçiş töreni, bölgenin zaviyesinde düzenlenirdi. Bu törenin adi « Pestemal – Şed kuşanma » idi.


Zaviye, rengârenk halılarla döşeli olurdu. Girenler, çıplak ayakla girer, orta yolu boş bırakmak suretiyle, karşı karşıya bağdaş kurmuş iki grup biçiminde yer alırlardı. Orta bölüm, tören için ayrılırdı. Zaviye’ye giriş, tam bir sessizlik içinde, Yiğitbaşı adi verilen Tören görevlisinin gözetiminde yapılırdı. Herkes girdikten sonra, Zaviyenin başı Ahi Baba gelir, çömelmiş olarak yerleşmiş bulunanlar ayağa kalkar, Ahi Baba yerine geçene kadar ayakta beklerlerdi. Ahi Babanın bağdaş kuracağı yer, Zaviyenin ucunda, üç basamakla çıkılan bir platformdu. Ahi babanın bağdaş kurması için, platformun ortasında üst üste konulmuş üç şilte bulunurdu.


Oturum, Ahi Babanın tüm üyeleri ve orada bulunanları selamlaması ve dua etmesi ile açılırdı. Bu arada, içeride bulunan Yiğitbaşı, geri geri giderek salondan çıkar, dışarıda beklemekte olan kalfa, ya da kalfaların yanına giderdi. Dışarıda, her kalfa, çıraklık ve kalfalık eğitimi için yanına verilmiş olduğu Ahi Üstat’la birlikte beklemekte olurdu. Bu iki kişinin yanında ayrıca, törene yardım etmek üzere iki Ahi Üstada daha bulunurdu.


Dua bölümü bittikten sonra, Tören Üstadı Yiğitbaşı, sol ayakla üç adim atarak içeri girer, bu arada sağ eli de yüreğinin üzerinde olurdu.


Yiğitbaşı içeri girdikten ve ritüelik üç adımını attıktan sonra durur, Ahi Baba’ya hitaben, üstatlığa aday kalfa ile çıraklığı ve kalfalığı sırasında yanında eğitimini gördüğü üstadın dışarıda beklediklerini, adayın kalfalık eğitimini başarı ile tamamladığını, eğitmen üstadının kalfanın üstadlığa geçmesine bir itirazı olmadığını, ancak son kararın Ahi Babaya ait olduğunu açıklardı. Bu söz üzerine, Ahi baba salonda bulunanların düşüncesini sorar, bu derece yükselmesini kabul edip etmediklerini söylemelerini isterdi. Olumlu yanıt alındığında, Ahi Baba Yiğitbaşına işaret vererek, Üstadliga yükseliş töreninin başlamasını belirtirdi.


Yiğitbaşı, adım adım Ahi Babanın oturduğu yere kadar ilerler, bu ilerleyişinde, sağ eliyle tuttuğu bir süpürge ile yolu süpürme hareketini yapardı. Kürsünün önüne gelince, sol dizini yere koyar, sağ dizini kırar, süpürgeyi sol kolunun altına yerleştirir, sağ elini, parmakları açılmış olarak, yüreğinin üstüne koyardı. Ahi babayı selamlar, sonra geri geri giderek salondan çıkardı.


Bu arada, Ahi Babanın yanındaki alçak bir sehpada, bir tas su, bir tas toprak, biraz tuz ve bir ham taş bulunurdu.


Yiğitbaşı, yeniden içeri girme iznini isterdi. Bu kez elinde, bir tepsi içinde, « Orta kesesi » adi verilen, üstada adayının üstadliga yükselme ödentisini, zaviyenin üyelerinin yaptıkları bağış ve hediyeleri (sabun, el örmesi çorap, mendil, çıkın, havlu, gülsuyu, vs) içeren keseyi ve tepsiyi dolaştırırdı. Adayın yükselme ödentisini, adayı yanında yetiştiren Ahi Üstadın kendisi öderdi.


Ritüellik olarak, adım adım ilerleyen Yiğitbaşı, keseyi ve tepsiyi diz çökerek Ahi Babanın yanına bırakır, Ahi baba bu keseyi istediği gibi kullanırdı.


Yiğitbaşı dışarı çıktıktan sonra, üçüncü kez içeri girmek için izin isterdi. Bu kez, yanında dört kişi bulunurdu: Eğitmen Ahi üstada önde sağda, Yiğitbaşı önde solda, aday kalfa ortada adayın iki adim arkasında, sağda ve solda iki üstada Ahi. Yiğitbaşı ve Eğitmen üstada, ellerini göbeklerinin üzerinde kavuşturmuş olarak, aday sağ kolu sol kolunun üzerinde kavuşturulmuş, elleri çapraz olarak omzunda bulunduğu biçimde, sağ refakatçi üstada, sol elini adayın sağ omzuna koymuş, sağ elinde adayın kuşanacağı Peştemal tutar durumda, sol refakatçi, sağ elini adayın sol omzuna koymuş, sol elinde tuttuğu bir tepsi içinde adayın kalfalığı sırasında yaptığı çalışmanın bir örneğini koymuş durumda beklerlerdi.


Ahi Babanın « ilerleyiniz » komutu ile herkes Yiğitbaşının yürüyüş biçimini örnek alırdı. Yiğitbaşı, ilk adımını sol ayakla atar, sağ ayağını onun yanına getirir, sol ayağının başparmağının üzerine sağ ayağının başparmağını koyardı. Bu biçimde iki adim daha atılırdı. Sol ayağın başparmağı duyguları, sağ ayağın başparmağı ise akli simgelerdi. Böylelikle, her atılan adımda, bu özel yürüyüş biçimi, insanların her ise duygularının egemenliği ile başladığını, ancak ilerledikçe aklinin üstün geldiğini ve duygularının aklinin egemenliğine geçtiğini belirtirdi. Böylelikle, güzele, iyiye ulaşmanın yolunun akil yolundan geçtiğine dikkat çekilirdi.


Üç adım attıktan ve orada bulunanları selamladıktan sonra, dört refakatçi üstada ufak adımlarla dört adim geriye giderler ve çömelirler, adayı ortada yalnız bırakırlardı.


Bu aşamada, Ahi Baba, adaya, kalfalıkta ve çıraklıkta geçirdiği zaman, gördüğü eğitim, yaptığı is üzerine soru sorar, mesleğiyle ilgili ahlaki düşüncelerini öğrenmek isterdi. Soru sorma bittikten sonra, Ahi Baba Tören görevlisi Yigitbasa, üstada olması için önerilen adayın gerçekten orada bulunan aday olup olmadığını sorar, olumlu yanıt durumunda, Yiğitbaşından adayın kimliğini, kimlerden olduğunu, kaç yıl çırak ve kalfa olarak çalıştığını sorar, yaptığı çalışmalar üzerine orada bulunanları bilgilendirmesini, adayın yaptığı çalışma üzerine bir örneği göstermesini isterdi.


Yiğitbaşı, bir tepsi üzerinde, adayın kalfalık süresi içinde yaptığı çalışmanın bir örneğini gezdirir, herkese gösterirdi.


Daha sonra, Ahi Baba Yigitbasa, adayın ahlaki durumu üzerine düşüncelerini sorar, diş dünya yasamı ve etrafındakilerle ilişkileri konusunda bilgilenmek isterdi.


Yiğitbaşının verdiği yanıtların kabul görmesi durumunda, Ahi Baba oradakilere döner ve adayın Üstadliga kabulü konusunda düşüncelerini ister, adayın kendi adına bir ticaret evi açmasına izin veren Pestemal kuşanmasını kabul edip etmediklerini sorardı.


Olumlu yanıt durumunda, Ahi Baba bulunduğu yerde, elleri göbeğinin üzerinde kavuşturulmuş olarak ayağa kalkar, herkes ayni anda ve ayni biçimde ayağa kalkardı. Adayın eğitmeni Ahi üstada, adayı sağ kolundan tutar, Ahi Babanın yanına götürür, Ahi Babanın adaya okuyacağı önerileri dinlemesini sağlardı. Bu sırada, aday iki elini çaprazlama yukarı kaldırır, sağ eliyle sol kulak memesini, sol eliyle sağ kulak memesini tutar, önerileri bu duruş biçiminde dinlerdi.


Önerilerin okunması bittikten sonra, Ahi Baba adaya, bu önerileri kabul edip etmediğini sorardı.


Adayın olumlu yanıtından sonra, Ahi Baba orada bulunanlara döner ve adayın Peştamal – şed kuşanmaya hak kazandığını ilan ederdi. Bunun üzerine, Aday Zaviyenin kapısına kadar geri geri yürür, orada bekleyen refakatçi Ahi üstadlarinin yanına gelir, kendi eliyle kalfa kuşağını çıkartır, eğitmen Ustada verirdi. Eğitmen üstada, kalfa kuşağını katlar ve onun yerine üstada peştemalını verirdi. Üstatlığa aday kalfa, elinde üstada Peştamal - şed olduğu durumda Ahi Babaya doğru ilerlerdi. Eğitmen Üstat ta, aday ile birlikte ilerlerdi. Ahi Babanın yanına gelince, Eğitmen üstat, Ahi Babanın yanında duran sehpanın üzerindeki teraziyi alır, Ahi Baba’ya verirdi.


Ahi Baba, teraziyi elinde tutarak yeni öğütlerde bulunurdu. Öğütleri, namus, ahlak, doğruluk, tüze, iş ahlakı, saygı ve saygınlık üzerine olurdu. Öğütleri bittikten sonra, Ahi Baba adayın sırtını eliyle üç kez sıvazlardı.


Böylelikle, Peştemal ( şed ) kuşanma zamanı gelmiş olurdu.


Adayın peştemalını ( Şed ) kuşatma hakki özellikle eğitmen üstada ait olurdu. Ancak, genelde, Eğitmen üstada bu hakki Ahi Babaya, ya da özellikle saygı duyulan bir başkasına devrederdi.


Peştamal ( Şed ), geniş bir kumaş parçasıydı.


Bu geniş kumaş parçası, ilk önce üç kez katlanır, hemen arkasından bozulur ve bu kez beş kat katlanırdı. Daha sonra iki ucundan tutarak iyice gerilir, adayın arkasına geçerek ilk önce basının üzerinden bir kez geçirilir, sonra göbek üzerinde bir kez düğümlenir, hemen arkasından düğüm çözülür ve bir kez daha düğümlenir, yine çözülür, üçüncü kez düğümlenir ve gene çözülürdü. Her düğümlenişte, o düğüme ait dualar okunurdu. Duaların amacı, adayı Allaha ve Peygamberlere emanet etmek, üstada derecesinin ahlak kurallarına riayet etmesini sağlamaktı. Üç düğümün başka bir simgesel açılımı ise, adayın üstadlik yolunda yürümesi için, önündeki üç kapıyı açmak, engelleri kaldırmak olarak belirtilmektedir.


Bu üç geçici düğümden sonra, kesin düğümlere geçilirdi.


Kesin düğümler dördüncü ve besinci düğümlerdi Dördüncü düğüm, simgesel olarak derecenin ahlaki-etik değerleri üzerinde gelişen kişisel vicdani, besinci düğüm bu vicdanin gücünü belirtirdi.


Besinci düğümden sonra, eğitmen üstada adayın iki elini avuçlarına alır, Ahi Babaya dönerek söyle derdi: adayın ahlakini ve sanatını geliştirmek için birlikte çalıştık. Allah bize yârdim etti. Kendisine teşekkür ederiz. Adayın göstereceği her davranıştan, mesleğinin ahlaki değerlerini izleyerek atacağı her adımdan sorumluyum. Adayın, ülkesinin saygılı ve saygın bir evladı olması, iyi bir kul ve dini inançlı biri olması için çalışacağım. Adayın kalfalığı sırasında eğer kendini kırdıysam, üzdüysem, yaraladıysam, hatalı davranmışsam, sizin huzurunuzda adaydan beni affetmesini rica ediyorum.


O ana kadar konuşma hakki olmayan aday, ilk kez olarak söz alır ve « Ustam beni ne kirdi, ne de bana kötü davrandı. Beni korudu ve bana sanatımı öğretti. Allaha şükürler olsun, hem Allaha, hem de ustama teşekkür ediyorum », derdi.


Bu sözler üzerine, Eğitmen üstada, sehpanın üzerinde duran hamasi alır, yeni Ahi Üstada uzatır ve söyle derdi : « Bu ham taş, bundan sonra yapacağın çalışmalarla yontulacaktır. Böylelikle, altın gibi parlayan bir tas olacaktır. Bu hamtaşı yontmak için yapacağın çalışma seni zengin ve mutlu kılacaktır. Sanatında ve isinde başarılı olman için, tüm Ahi Üstadlari sana yardımcı olacak, gereğinde seni koruyacaklardır. »


Daha sonra, Eğitmen üstada, sehpanın üzerinde bulunan, yeni Üstadın mesleğinin simgesi olan bir aleti eline alır ve konuşmasını sürdürürdü : « Evlat, bu gereç, senden önce, mesleğinde başarılı olmuş ustalar tarafından da kullanıldı, onların izlerini taşımaktadır. Sanatında başarılı olmak için bu gereci sen de kullanacak, ona sen de izlerini katacaksın. İyi kullanmayı bilmez ve mesleğimize ihanet edersen, bu gereç öbür dünyada seni boğazından boğan bir alet olacaktır »


Kalfalıktan Üstadlığa geçiş töreni böylece sonra ererdi. Yeni üstada, ilk önce Ahi Babanın, sonra tüm orada bulunanların teker teker ellerini öper, eli öpülen herkes ta yeni Üstadın sırtını üç kez sıvazlardı.


Mesleğiyle ilgili çalışmaları sırasında, her üstada Ahi, kemerini takmak zorundaydı. Bu ona, bir saygınlık kazandırırdı. Eğer bir Ahi Üstadın mesleğine kötülük ettiği, ahlaki öğütlemelerini dinlemediği, kötü bir üstada olduğu, ilişkide olduğu insanları aldattığı, hakkında yakınmaların oluştuğu ortaya çıkarsa, ticaret evi törenle kapatılırdı Bunun için, Zaviyenin tüm üyeleri, başta Ahi Baba olduğu halde, halk ta davet edilerek, suçlu Ahi Üstadın dükkanı önünde toplanılır, Yiğitbaşı törenle suçlu Ahinin dükkanına hiç açılmamak üzere asma kilit takar, daha sonra suçlu Ahi’nin sağ ayağında taşıdığı pabuç çıkartılıp dükkanın damına atılırdı. Türkiye’de bugün hâlâ kullanılan halk dilinde var olan « Pabucu Dama atılmak » deyimi, o kişinin artik saygınlığını yitirdiği, devrini kapadığı anlamını taşır.


Kısa bir özetini verdiğim Ahilik Kurumu, özellikle deri, cam, maden isçiliğinde, savaş ve askerlikle ilgili etkinliklerde, kimi sporlarda önem kazanmıştı. Orduda, Ahi Üstadılar ayrı bir sınıfı oluştururlar, saygı görürlerdi. İslam sanatında çok önemli bir yeri olan « Güzel yazı yazma sanatında » da Hüsnü hat (kaligrafi) Ahi Ustalar çok aranan kişilerdi.


Osmanlı Devletinin sona ermesi, Ahiliğin de sonunu getirdi. Osmanlı İmparatorluğu, 17. yüz yıldan itibaren, Ahilik kurumu üzerinde devlet kontrolünü kurmayı amaçlamış, kurumun basına devlet tarafından atanan, ancak Ahi olmayan, adına Kethüda denilen kişileri koyarak Ahilik kurumuna egemen olmak arayışına girmiştir. Yeni kurulan Cumhuriyet ise, hareket özgürlüğünü istiyor, eski İmparatorluk ve yönetim biçimiyle arasındaki bağları koparmayı arzuluyordu. Yeni Cumhuriyetin temelinde laiklik vardı. Bu nedenle, dinsel bir içeriği olan Ahilik, laiklik kavramı ile çatışıyordu. Ancak günümüzde, her yıl sonbaharda düzenlenen bir kutlama ile (Ahilik Haftası), ahilik yaşatılmaya çalışılmakta, Ahi Evren’in Kırşehir’deki mezarı ziyaret edilmekte, bir « Pestemal ( Şed ) Kuşanma töreni » temsil edilmektedir.


Bugünkü Türkiye’de, Ahilik ile ilgili pek çok yayın yapılmaktadır.


George Seferim, 1900 yılında Anadolu’da, İzmir’de doğan, 1971 yılında Atina’da ölen bir sairdir. Diplomatik kariyerde çalışmış, dolayısıyla çok gezmiş, çok dolaşmış bir kişidir. Mısır’da, Lübnan’da, Türkiye’de Büyük Elçi olarak bulunmuştur. Tüm yapıtları deniz ve Akdeniz, Akdeniz uygarlığı, Akdeniz mitolojisi ve Akdeniz kültürü kokar.


1969 Kasımında, Seferim Nobel Edebiyat ödülünü aldı. Bu tarihten sonra, adi çok tanınır oldu.


Nobel ödülünü, Stockholm’de Kral’ın elinden almaya gittiği zaman, geleneksel Nobel Ödülü konuşmasını yaptı. Bu konuşmasının içinde, çok beğendiğim su düşüncesini açıkladı : « Gittikçe küçülen dünyamızda, içimizden her birinin kendinden başkalarına gereksinmesi var. Bulunduğu her ortamda, insani arayıp bulmaya çalışmalıyız »


Kendi yaşadıkları devrin değerleri içinde kalarak, Ahilerin de böyle bir arayışları olduğunu ileri sürebilir miyiz?


Bugün Ahilik tarikatı – loncaları - teşkilatı ne yazık ki artık yok!

Kaynakça Metin Ansen - Sunu 2008


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...