ANA GEYİK EFSANESİ
Neyzen
Tevfik der ki:
“Hayâ
edenleri dönmedi yurda
Utanmayanları döndü, hepsi de burada.”
Halk
inançlarımızda Geyik ile ilgili birçok efsane vardır. Anadolu’da Geyik Baba,
Geyikli Baba gibi ulu zatların efsanelerinde, geyiğe binilerek savaşa gidilir,
geyiklere kereste taşıtılarak (Amasya - Osmancık Koyun Baba efsanesi ) köprü
yaptırılır. Geyikler öksüz bebeklere süt( Trabzon Şalpazarı) verirler
Bursa-Kestel’deki Geyikli Baba, Samsun - Alaçam’daki Geyik Koşan, Safranbolu
Göverendeki Geyik Baba bunlardan bazılarıdır. Utanmayanları döndü, hepsi de burada.”
Geyikli Baba, “Azim dağlarda vahşi sığırlara suvar olup onlara binip Orhan Gazi İle sefere çıkmıştır”(1-2)
Anadolu’da
bilhassa Safranbolu’da geyik boynuzu binaların göğsüne nazarlık olarak ve ocak
başlarına bereket için takılır. Türkistan’da Kerkük’de Erbil’de ve Anadolu’da
birçok türbede geyik kemiği olduğu bilinir. Türk kültürlü coğrafyanın birçok
yerinde görüldüğü gibi, evlerinin giriş kapılarına nazara karşı korunmak adına
geyik boynuzu asarlar. Trabzon Şalpazarı’ndan A.Çelik’in yaptığı geyik efsanesi
tespitinde; 11 veya 12 erkek çocuğu olan bir anne göç esnasında sırtında da
yükü olduğu için bunları taşıyamaz. Kadın hasta olunca çocuklarını bir ağacın
kovuğuna koyarak Allah’a emanet eder ve oradan ayrılır. O dönemde bir salgın
hastalık olur kadın hayatta kalır ve çocuklarının öldüğü haberini alır. Ağlaya
sızlaya çocuklarını bıraktığı ağacın yanına gelen anne “- Ey gidi dünya
çocuklarımı buraya bırakmıştım, dünya bana bir şamar attın “ der ve çocuklarını
ağacın kovuğunda aramaya koyulur. O esnada bir dişi geyik çocukların olduğu
yerden kalkıp kaçar ve anne bebeklerinin ağzının sütlü olduklarını görür
çocuklar veya çocuk beslenip balık gibi olmuştur. O günden sonra geyik dişisi
onların anası olmuş.
O
tarihten sonra o sülalede geyik eti yemek yasak olmuştur. Anadolu Alevilerinde
geyik eti yemezler, bu bir yasak veya tiksinti nedeniyle değil, tamamen benzer
bir söylence - kurguyla ilgilidir ( Bakınız; Tekke - Taşeli Türkmenlerinin
Abdal Musa – Alaybeyinin oğlunun av kurgusuna).(3)
Şaman
davulunun çemberi geyik, nadiren de genç at derisi ile kaplanırdı. Bu sadece
derinin yapısal uygunluğundan ileri gelmiyordu her iki hayvanın da mistik
simgesellikleri vardı. Batı Sibirya Şamanlarında, şamanın başlığında tercihen
Ren geyiği boynuzu da olurdu. Kürek kemiği falı, geyik ya da koçtan alınan
kürek kemiğinin ateşe atılıp kızartılması ile bakılır. Şamanların genellikle
doğum törenleri sırasın da geyik gibi boynuzlu maskeler de kullandıkları
belirtilmektedir. Çünkü geyik hemen, hemen her yerde kadınla
ilişkilendirilmiştir.
Bu
arada doğum esnasında da boynuzlu maskeler kullanılmıştır. Karaca / Erlik,
Çaptı Türklerinin kutsal hayvanıdır. İnanışa göre karaca diğer bazı hayvanlarla
birlikte dünyanın oluşumuna katılmıştır. Çaptı ismi yavru karaca demektir.
Bunların Damgaları sırga / küpedir. N.Yıldırım’ın tespitlerine göre;
Yakut Türklerinde son gömme töreninde sonun gömüldüğü yerin çevresinde küçük
bir çadırda ateş yakılır. Ateşin yanında kayın ağacının kabuğundan yapılmış
geyik resimleri koyarlar. Altay Türklerinde geyik yer ruhu olarak bilinir. Orta
Asya Türklerine göre, geyik yalçın kayalarda bir görünüp bir kayıp olan büyülü
bir hayvandır.
Alageyik
yeryüzünün ruhudur. Yakut Türklerinde kulağına küpe takılan geyik, Tanrıya
adanılmıştır. Teleüt Türklerinde geyik şamanın ikinci ruhudur, geyik ölünce
şaman da ölür. Geyik boynuzu bazı boylarda, ölen şaman için dikilen heykelin
başına konur. Moğollar ve Tatarlar geyiği kurtarıcı yol gösterici olarak kabul
ederler. Şamanizm de geyik, ilahın, Şamanların şekil değiştirmiş şeklidir. Bu
sembol beyaz renkli geyik olarak algılanır. Şaman giysisinde geyikten parçalar
olur. Şaman duman renkli yaşlı bir geyiğe binerek sonsuzluğu aşar.
GEYİK
İZİ EFSANESİ ( Karadeniz efsaneleri )
Karadeniz dağlarının yaşamaya en elverişli yerlerinden birisi olan Topçam Dağı
ve Yaylacık dağı üzerinde elliye yakın yayla ve etrafında da yüze yakın
yerleşim yeri vardır. Bu dağlar çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır.
Yaylacık dağı üzerinde bulunan Akbelen yaylası yakınında Kalayyeri ve Çiftlik
mevkileri bulunmaktadır. Bu yerlerde eskiden köyler bulunurmuş. Burada yaşayan
insanlar Karadeniz’in kuzeyinden gelip yerleşen Çerkezler imiş. Çok iyi
geçimleri varmış. Rahat bir yaşam sürmekteymişler. Düşmandan korunmak için üç
yere gözetleme yerleri yapmışlar. Bir tanesi Çaltepe denilen mevkide. Bir
diğeri Ağca Dede denilen mevkide, sonuncusu da Akbelen yaylasının yukarısında
bulunan Bağ Gölleri mevkisindeymiş. Bu üç mevkide bir birini gördüğü için kendi
aralarında işaretlerle anlaşarak güvenliği sağlıyorlarmış.
Buralarda gece-gündüz daima düşman gözetlenir, bir yabancı kalabalık
görüldüğünde ateş yakılıp gerideki birliklere ve yakındaki köylülere haber
verilirmiş. Gerekirse düşmanı oyalayıcı çabalar sergilenir hatta onlarla
savaşırlarmış. Böyle bir durum olmadığı zamanlarda da eğlence ile vakitlerini
geçirirlermiş.
Bu eğlenceyle geçirilen vakitlerin birinde beyleri adamlarını çağırıp:
“Yarın Güllüönü bölgesine eğlenceye gideceğiz. Herkes hazırlıklarını yapsın”
demiş.
Bütün ahali hazırlıklarını yapar. Mevsim ilkbahardır. Her yer yemyeşil olmuş,
kırda mavi ve sarıçiçekler sanki bir örtü gibi yerlere serilmiştir.
Bu renk cümbüşü arasında kırmızı dağ laleleri
mis gibi kokular yaymaya başlamışlardır.
Bu güzelliklerin tadını çıkarmak için herkes Güllüönü mevkisine gelip
çadırlarını kurmuştur. Avcılar dağlara yayılmış, avdan ava koşmaya
başlamışlardır. Kimisi yaban kazı, kimisi ördek, kimisi dağ keçisi avlamıştır.
Avcılar arasında birisi vardır ki geyik yavrularını vurmaktadır. Arkadaşları bu
kişiyi sürekli “ yapma bu zalimliği, onlar henüz avlanacak kadar büyük değil ”
diyerek uyarmalarına rağmen o ısrarla yavruları avlamaktadır.
Bu avcı “ ama bunların etleri daha lezzetli oluyor ” diye kendini savunur.
Artık herkes avlarıyla çadırların yanına döner. Bir taraftan taze ekmekler
pişmekte bir taraftan da yeni hamurlar hazırlanmaktadır.
Köy halkını yöneten Beyin çok güzel bir hanımı ve birde iki yaşında oğlu
vardır. Kadın yapılan hazırlıkları izlerken ekmek yumakları hoşuna gitmiş, bir
yumaklara birde oğlunun tombul ayaklarına bakmış. Çocuğun ayak izini pişen
ekmeklerin üzerinde görmek istemiş. Çocuğunu tutup ekmek yapılacak yumakları
çiğnetmeye başlamış. Çiğnene ekmeklik hamurlar, taş kesilmiş. Kimse görmesin
diye taş kesilen hamurları şu anda Geyik İzi diye bilinen yere dökmüşler. Biraz
sonrada geyik sürüsü oradan geçmiş. Özellikle yavruları öldürülen geyikler
orada ağlaşır gibi sesler çıkarırlarmış. Buradan geçen geyiklerin izleri henüz
tam katılaşmamış hamurlara çıkmış.
Aradan çok zaman geçmez ki pırıl, pırıl hava kararır. Çok şiddetli yağmurlar
yağmaya, şimşekler çakmaya başlar.
Orada bulunan iyi yürekli birisi durumu anlar. Başlar Allah’a yalvarmaya.
Yanındakilere “ bu gün çok büyük bir günah işlendi. Bu bizlere Allah’ın bir
cezasıdır. Herkes Allah’a dua etsin. Af dilesi ” der.
Kötü hava şartları birçok insanın ölmesine, pek çok hayvanın telef olmasına
neden olmuştur. Kalayyeri ve Çiftlik mevkilerine ulaşanlar ekmeğe saygısızlığın
ve henüz yavru olan geyiklerin canına kıymanın nelere sebep olduğunu çok iyi
kavrarlar.
Beyin iki yaşındaki oğlu büyüyünce etrafındakileri alarak başka bir yöreye göç
etmişlerdir.
Geyik İzi denilen yeri bölge insanlarından çocuğu olmayan kadınlar ziyaret
ederlermiş. Çocuğu hasta olanlar ise buraya gelip Allah’tan şifa
dilerlermiş.(4)
MACARLARIN ALTIN GEYİK EFSANESİ
Oğuz kültüründe efsaneler Güneş kültüyle,
anaerkil yer adlarıyla ve Anadolu’daki adıyla Sümer-Hitit kültürüyle
bağlantı içerisindedir. Bu efsanelerin Avrupa’da devam ettiren bir ülke de
Macaristan’dır. Macarların doğuş efsanesinde adı geçen kahramanlar Pers
(Kaşgari Oğuzları) kökenli gösterilir.
Efsaneyi kısa olarak Macar Timea (Timya) Baksa’dan aktaracağım:
“Macar/Magyar ismi Magor adlı bir prensten geliyor. O da Tana’nın oğlu
Nimrot'un oğluymuş. Nimrot’un ikizleri Magor ve Hungor ve bir gün ormanda
avlanırken muhteşem bir altın geyik gelmiş karşılarına. Geyiği yakalamak
isteyince peşine koşmuşlar ve sonunda bir yere gelmişler, orada bir ormanda
güzel kızları görmüşler ve o kızlarla evlenip Hunlar ve Macarların kabileleri
meydana gelmiş.”
Sözcükleri açalım:
Tana: Güneşin ışıttığı yer, Tun(a)-ya, Dünya. Tan; güneşin ışığının doğduğu
yer.
Nimrot: Nim-rod, Nem-rud, Nev-ruz.
Magor: Ma-Kor. Kor gibi yanan ve yakan Güneş, Ana Tanrıça Güneş.
Hungor: Hun ateşi, Hun güneşi.
Madar/Macar; Ma-dor, ana-dor. Macarca’da kuş. Bu kuş, Huma, Umay, Uma kuşu, MA
tanrısının (Madar Kibele) efsanedeki karşılığı olmalıdır. Sumer kralı
Kish/Kuş’un bu efsaneyle bağı görünmektedir. (Kimi Semitik yazarlar, Kral
Kish’ı kendi atalarından biri olarak gösterir; bunu, Musevilerin içinden çıkmış
olduğu Oğuz kültürüyle bağlantılı olarak düşünmelidir.)
Macarca kişlân, kız evladıdır, oğlân da erkek evlat. Rize şivesiyle (Kaşgari
Oğuz/ Pers şivesidir) kız, kiz/kish telaffuzunda Macarlar gibi ünlenir.
Kiş-lân; “kuş’larun”, oğlân; “Og’larun” çağrışımlıdır. Og-Oğuzların tamgası,
kuş ise Tanrıça Atena’nın omzu başındaki gökçe güvercin / Dirvâna, Huma
kuşudur.
Macar efsanesindeki Tana’nın karısı Eneth, Enezi/Anası olarak açılabilir.
Macar doğuş efsanesinde karşımıza çıkan kavramlar tipik Güneş Kültü’dür.
Madar (Kuş)
Tana+Eneth / Dünya+Annesi Güneş)
Nimrod / Nevroz (Roze, Rize bağlantısını anımsayalım)
Maghor ile Hungor
Efsanede Magor ve Hungor kardeşler, Pers ülkesi Kırım’da büyümüş, altın geyik
efsanesi Kırım’da yaşanmıştır. Antik Karadeniz araştırmamızda Kırım,
Kimmer/Sümer ülkesi olarak daha önce de karşımıza çıkmıştı.
Macar efsanesindeki Altın geyik, Ziya Gökalp’in Alageyik şiirindeki gibidir.
Aşağıda yer alan bu şiirde benzerliklere dikkatiniz çekmek isterim.
Küçüktün ufacıktım / Top oynadım acıktım,
Buldum yerde bir erik / Kaptı bir alageyik
Geyik kaçtı ormana / Bindim bir akdoğana
Doğan yolu şaşırdı / Kaf dağından aşırdı
Attı beni bir göle / Gölden çıktım bir çöle
Çölde buldum izini / Koştum tuttum dizini
Geyik beni görünce / Düştü büyük sevince
Verdi bana bir elma /Dedi dinlenme durma
Dağdan yürü kırdan git / Altın köşke çabuk yet
Seni bekler ezeli / Orda dünya güzeli
Bin yıllık çile doldu / Bunu dedi kayboldu
Yedim sırlı elmayı / Gördüm gizli dünyayı
Gündüz oldu geceler / Ak sakallı cüceler
Korkunç devler hortladı / Cinler cirit oynadı
Kesik başlar yürüdü / Saçlarını sürüdü
Bir de baktım melekler /Başlarında çiçekler
Devlere el bağlıyor / Gizli, gizli ağlıyor
Kılıcımı çıkardım / Perileri kurtardım
Kurtardığım periler / Adım, adım geriler
Kanadını açardı / Selam verir kaçardı
Az uz gittim dolaştım / Altın köşke ulaştım
Bir kapısı açıktı / Öteki kapanıktı
Kapalıyı açarak / Açığa vurdum kapak
At önünde et vardı / İt ot yemez ağlardı
Otu ata yedirdim / Eti ite yedirdim
Açtım bir elmas oda / Devler şahı uykuda
Gördüm kestim başını / Dedim ey dev nerede
Nerde dünya güzeli / Dedi elinde eli
Döndüm baktım bir Kırgız / Elbiseli güzel kız
Durmuş bakar yanımda / Şimşek çaktı canımda
Güldü dedi Türk beyi / Tanıdın mı geyiği
Kimse beni bu devden / Alamazdı ancak sen
Kaya deldin dağ yardın / Geldin beni kurtardın
Ah o imiş anladım / Sevincimden ağladım
Dedim Turan meleği /Türk’ün yüce dileği
Yüz milyon Türk bu anda /Seni bekler Turan’da
Haydi çabuk varalım / Karanlığı yaralım
Sönük ocak canlansın / Yoksul ülke şanlansın
İndik iti okşadık / At sırtına atladık
Geçtik nice dağ kaya /geldik demir kapıya
Kapanması çok yıldı / Açıl dedim açıldı
Yol verince gizli yurt / Aldı bizi bir boz kurt
Kaf dağından aşırdı / Türk iline getirdi
Bu şiirde adı geçen Kaf Dağı araştırmalarımızın elbette bir diğer konusu
olacaktır; Karadeniz’de Kaçkar adı gibi ( ancak Kaçkar aslının Ermenice Xoçkar;
yani kutsal haç anlamına geldiğini iddia edenler de yok değil), Asya
topraklarında (Pakistan ve Hindistan dahil) bir çok yerde daha Kaf Dağları ile
karşılaşılabilmektedir. (5)
Geyik
avı ve Dantipala'nın sonu ( Hint efsanesinde )
Hikaye, bir öğretmenin, öğrencisine, canlıların öldürülmesinin
ne kadar günah olduğunu anlatmasıyla başlar.
Öğrenci de öğretmeninden bu öldürme günahı karşılığında, tanrı tarafından verilen cezalara bir örnek gösterilmesini ister. Öğretmeni, Dantipala'nin hikayesini söyle anlatır:
Kral Dantipala adamları ile ava çıkarak bir çok geyikler avlar. Başka bir ormanda daha beş yüz geyiğe rastlar. Aralarında öbürlerinden çok güzel, altın renkli bir geyik vardır ki, geyiklerin yol gösterici kralıdır. Bu ise geyik suretinde olan Buddha'nın kendisidir. Avcılar beş yüz geyiği kovalamaya koyulurlar. Onları altı defa kuşatırlar. Ölüm korkusu içinde çırpınan geyikler bu güzel geyiğin yanına gelerek canlarını kurtarmasını rica ederler. Fedakar, iyiliği temsil eden fazilet sahibi, geyiklerin kralı (Buddha), onlara yardımda bulunmak, gerekirse kendini feda etmek ister. Kral Dantipala'nın yanına giderek ondan beş yüz maralın (geyik) hayatını bağışlamasını rica eder. Nasihat ederek, iyilik etmeğe teşvik eder. Canlıları öldürmenin ne kadar günah olduğunu anlatmaya çalışır. Fakat Dantipala bunların hiçbirini dinlemeyerek gözleri kanla dolu olup hiddetlenerek keskin kılıcını çeker. Kutsal geyiğin boynunu kesip, başını yere fırlattığı sırada, sağ eli bileğinden koparak kılıcıyla beraber yere düşer. Dantipala feryat etmeye başlayarak yaptığı kötülüğe pişman olur. Ama iş işten geçmiştir. Yer yarılır, Avici cehenneminden alevler çıkararak Dantipala'nın bütün vücudunu sarar, onu cehenneme götürür. Aviciden çıkan korkunç alevler Dantipala'yı sardıktan sonra yükselir, göğe dayanır. Korkunç bir yankı duyulur. Yağız yer deprenir. Dört tarafı ateş almıştır. Büyük dağlar yıkılarak birbirinin üzerine gelir. Dantipala da bu alevler içinde kalır, ümidi kesilir, dayanamayarak kendisinden geçer. Vücudu yanıp kavrulur. Avici cehenneminin şeytanı ağzını açıp Dantipala'yı yutar. (6)
Kaynakça: Öğrenci de öğretmeninden bu öldürme günahı karşılığında, tanrı tarafından verilen cezalara bir örnek gösterilmesini ister. Öğretmeni, Dantipala'nin hikayesini söyle anlatır:
Kral Dantipala adamları ile ava çıkarak bir çok geyikler avlar. Başka bir ormanda daha beş yüz geyiğe rastlar. Aralarında öbürlerinden çok güzel, altın renkli bir geyik vardır ki, geyiklerin yol gösterici kralıdır. Bu ise geyik suretinde olan Buddha'nın kendisidir. Avcılar beş yüz geyiği kovalamaya koyulurlar. Onları altı defa kuşatırlar. Ölüm korkusu içinde çırpınan geyikler bu güzel geyiğin yanına gelerek canlarını kurtarmasını rica ederler. Fedakar, iyiliği temsil eden fazilet sahibi, geyiklerin kralı (Buddha), onlara yardımda bulunmak, gerekirse kendini feda etmek ister. Kral Dantipala'nın yanına giderek ondan beş yüz maralın (geyik) hayatını bağışlamasını rica eder. Nasihat ederek, iyilik etmeğe teşvik eder. Canlıları öldürmenin ne kadar günah olduğunu anlatmaya çalışır. Fakat Dantipala bunların hiçbirini dinlemeyerek gözleri kanla dolu olup hiddetlenerek keskin kılıcını çeker. Kutsal geyiğin boynunu kesip, başını yere fırlattığı sırada, sağ eli bileğinden koparak kılıcıyla beraber yere düşer. Dantipala feryat etmeye başlayarak yaptığı kötülüğe pişman olur. Ama iş işten geçmiştir. Yer yarılır, Avici cehenneminden alevler çıkararak Dantipala'nın bütün vücudunu sarar, onu cehenneme götürür. Aviciden çıkan korkunç alevler Dantipala'yı sardıktan sonra yükselir, göğe dayanır. Korkunç bir yankı duyulur. Yağız yer deprenir. Dört tarafı ateş almıştır. Büyük dağlar yıkılarak birbirinin üzerine gelir. Dantipala da bu alevler içinde kalır, ümidi kesilir, dayanamayarak kendisinden geçer. Vücudu yanıp kavrulur. Avici cehenneminin şeytanı ağzını açıp Dantipala'yı yutar. (6)
1.
Yaşar Kalafat,
Safranbolu ve Yöresinde Türbeler,
I. Ulusal Tarih İçinde Safranbolu
Sempozyumu (4-6 Mayıs 1999), Ankara 2003, s.314; Türbelerimiz 1996, Diyanet
İşleri Başkanlığı Arşivi.
2.
Yaşar Kalafat,
Bakü-Ceyhan Kültür Hattı, Sosyal Antropoloji Araştırmaları, Avrasya
Stratejik Araştırmalar Merkezi yayınları, Ankara, 2000, s.1-34) (Biz
Azerbaycan’dan da gizlice bebek emziren sırrı açığa çıkınca sırrı kadem basan
geyik efsaneleri tespit etmiştik )
3.
Şaman efsaneleri, A.Çelik, a.g.e. s.144)
5.
Macarların yaratılış Efsaneleri, )
. Mahiye Morgül
((http://en.wikipedia.org/wiki/Hunor_and_Magor
6. Türk
Mitolojisi, Murat Uraz, Düşünen adam yayınları - İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.