Antik Gökbilimi


Antik gök bilimi

Ders kitaplarımız dünyanın güneş merkezli sistemindeki birkaç gezegenden biri
olduğunun keşfini Kopernik’e atfederler. Dünyayı merkezi konuma koyan Kopernik
hristiyan kilisesinin gazabından korktuğu için çalışmasını ancak 1543 de ölüm
döşeğinde iken yayınladı. O zamanki kavramlar, dünyanın düz olduğu, yıldızların
ise üstüne sabitlenmiş olduğu, uzak göklerin üstündeki bir kemerde olduğu
yolundaki Grek ve Roma geleneklerine dayanmaktaydı. Dolayısı ile haftanın yedi
gününe de yedi gök cisminin adları verilmişti ; Sunday ( Sonntag ), Monday (
Montag ), Mardi, Mercredi, Jeudi, Vendredi, Saturday, ( Latin kökenli farklı
dillerde yansımalarını görürsünüz ) .

Aslında bu astronomi kavramları, M.S. II. YY. da Mısır-İskenderiye’de yaşamış
bir gökbilimci olan PTOLEME’nin çalışmalarından kaynaklanmaktaydı. Ptoleme’ci
astronomi 1300 yıldan fazla hüküm sürdü, ta ki Kopernik güneşi merkeze koyana
dek. Bazıları Kopernik’i astronominin babası olarak adlandırırken, bazıları da
daha ziyade eski düşünceleri yeniden düzene koyan bir araştırmacı olarak
görmekteydiler.

Gerçekten de Sisamlı HİPPARKUS ve ARİSTARKUS gibi, Ptoleme’den önce gelen Grek
gök bilimcilerinin yazılarını Kopernik dikkatlice incelemişti. ARİSTARKUS M.Ö.
300 de, gök cisimlerinin hareketlerinin, merkezde dünyanın değil güneşin
olduğunu varsaydığında daha iyi açıklanabileceğini önermişti. M.Ö. 200 de
Anadolu da yaşamış olan HİPPARKUS ise “ Gündönümüne ve ekinoksa ait burcun yer
değiştirmesi “ yani artı gün-tün eşitliği zamanının gerilemesi denilen fenomeni
tartışmıştır. Ama bu fenomen ancak küresel astronomi bağlamında yapmıştı. Aynı
derecede önemli bir soru daha var, gün-tün eşitliği, zaman gerilemesi denilen
fenomeni tartışmıştır. Ama bu fenomen ancak küresel astronomi bağlamında yani
dünyanın küresel bir evren içindeki, diğer gökcisimleri ile çevrili bir küre
olması durumunda açıklanabilmektedir. Öyleyse HİPPARKUS, dünyanın bir küre
olduğunu biliyor muydu ki hesaplamalarını küresel astronomi bağlamında yapmıştı.
Aynı derecede önemli bir soru daha var, gün-tün eşitliği, zamanın gerilemesi
fenomeni ( dünyanın görülen haliyle ) belirli bir burç takım yıldızındaki
güneşin konumu ile baharın varışı bağlantısı kurularak gözlemlenebilirdi.
HİPPARKUS bu astronomik gözlemleri yapacak kadar uzun yaşamamış olmalıdır, zira
bir burç evinden diğerine kayma 2160 yıl gerekmektedir.

Öyleyse bu bilgiyi nereden edinmişti ??

HİPPARKUS’tan 200 Y.Y. öce yine Anadolu da yaşamış bir Grek matematikçi ve gök
bilimci olan Knidos’lu ( bu günkü Datça ) EUDOKSUS bir göksel küre tasarlamıştı
ve bir kopyası da dünyayı taşıyan Atlas heykeli olarak Roma’ya dikilmişti.
Küredeki desenler burç takımyıldızlarını temsil ediyorlardı. EUDOKSUS gökleri
küre olarak tasarlamış idiyse , bu göklere göre dünya nasıldı, düz müydü ?
Hem HİPPARKUS’un hem de EUDOKSUS’un Anadolu’da yaşamış olmaları, bilgilerinin HİTİT kaynaklarından alınmış olması olasılığı çok yüksek. Beklide Hitit başkenti yakınlarındaki YAZILI KAYA’yı ziyaret etmişler ve orada kayaların üzerine
oyulmuş olan resmi geçitteki tanrılar arasında iki boğa adamın bir küreyi
kaldırarak taşıdıklarını görmüşlerdir.

Aslında HIPPARKUS yazılarında, çalışmalarının bir çok bin yıl boyunca birikmiş
ve doğrulanmış bilgilere dayandığını bildirmiştir. Öğretmenleri olarak ise
URUK’un BORSIPPA’nın ve BABİL’in gök bilimcilerini göstermektedir. Rodoslu
GEMINUS , ayın kesin hareketlerinin kaşifleri olarak KALDELİLERİN yani
BABİLLERİN adını vermektedir.M.Ö. 100 lerde yazan tarihçi DIDORRUS SICILIUS ,
Mezopotamya astronomisinin kesinliğini onaylar ve “ Kaldeliler gezegenleri
adlandırmışlar…..sistemlerinin merkezinde en büyük ışık , yani güneş vardır,
gezegenler onun konumunu ve ışıltısını yansıtan evlatlarıdır…. “ Demek ki Grek
astronomi bilgisinin kaynağı Kalde’dir.

Erken dönem Grek astronomlarının yararlandıkları Mezopotamya astronomisi çok
zengin olmalıdır. Zira, sadece arkeologların buldukları metinlerden, yazılardan,
mühür baskılarından, rölyeflerden, çizimlerden, gök cisimlerinin listelerinden ,
kehanetlerden, takvimlerden, güneşin ve gezegenlerin doğma ve batma zamanlarını
gösteren tablolardan ve tutulma tahminlerinden dağ gibi yığınlar oluşmuştur.
Mezopotamyalılar, sabit yıldızları gezinen gezegenlerden ayırt edebiliyorlar,
kuyruklu yıldızları, meteorları, ve diğer birçok göksel fenomenleri
biliyorlardı. Güneş, ay ve dünyanın hareketleri arasındaki ilişkiyi
hesaplayabiliyorlardı. Gök cisimlerinin dünyaya ve birbirlerine göre
hareketlerinin ve konumlarının izini sürebilmek için Babil’liler ve Asurlular
doğru göksel takvimler tutuyorlardı. Bunlar gök cisimlerinin gelecekteki
konumlarını sıralayan veya tahmin eden tablolardı, Prof. George Sarton “
Milattan önceki son üç yüz yıldaki Kalde astronomisi “ adlı eserinde , biri
Babil, diğeri Uruk olmak üzere iki metod kullandıklarını ve daha eski olan URUK
metodunun daha doğru ve daha gelişmiş olduğunu anlatmaktadır.


Grek ve Romalı astronomların daha sonra geliştirdikleri hatalı astronomik
fikirlerin , dünyayı geometrik terimlerle izah eden bir felsefeye kaymalarından
kaynaklandığını belirtmektedir yazar.

Prf. Neugabauer “ Astronomik Çivi Yazısı Metinleri “ adlı eserinde , göksel
takvimlerde kullanılan tabloların, kullanan gök bilimciler tarafından müdahale
edilemeyen önceden belirlenmiş bazı sabit aritmetik şemalardan oluştuğunu
anlatıyor. ( Bugün de olduğu gibi ).

Aritmetiksel şemalara böyle bir otomatik bağlılık , bazı katı matematiksel
teorilere göre, takvimleri adım adım hesaplama kurallarını veren ve takvimlere
eşlik eden “ işlem metinlerinin “ yardımı ile sağlanıyordu. Bir diğer
araştırmacı Prf. Alfred Jeremias ise Mezopotamya astronomlarının retrograd, yani
sabit yıldızlara göre doğudan batıya doğru gider gibi görünme fenomenine aşina
oldukları sonucuna varmıştır. Bu ise ; gezegenlerin dünyadan görülen bazı
düzensiz ve yılankavi yol alışlarıdır ve sebebi de dünyanın güneş çevresindeki
yörüngesini , diğer gezegenlerden daha hızla veya daha yavaş yani farklı
hızlarda tamamlamasından oluşmaktadır.Böyle bir bilginin önemi, bu fenomeni
kavrayabilmek için çok uzun gözlem dönemleri gerekmesindedir.

Mezopotamyalı gök bilimciler, güneş, dünya, ay ve gezegenlerin çetrefilli
hareketlerini ölçmek ve birbirlerine uyumlandırmak için karmaşık bir küresel
astronomiye güvenmekteydiler. Dünya bir ekvator ve kutupları olan bir küre
olarak ele alınmaktaydı ; Gökler de hayali ekvator ve kutup çizgileri ile
ayrılmıştı . Gök cisimlerinin geçişi ekliptik ( tutulum ), yani dünyanın gök
küre üstünde , güneş etrafındaki yörüngesinin düzleminin izdüşümü , ekinoksalar
( güneşin yıl içinde tutulum üstünde yaptığı kuzey-güney hareketi sırasında gök
ekvatorunu kestiği gün-tün eşitliği notaları ) ve gündönümleri ( güneşin yıl
içinde tutulum boyunca yaptığı hareket sırasında kuzey ve güneyde en çok
yükselimde olduğu zamanlar ) ile ilişkilendiriliyordu. ( Tüm bu astronomik
kavramların bugün de kullanıldığını ayrıca belirtelim )
Peki , Sümerler gerçekten ellerindeki araç-gereç olmadığı halde ( ki
bulunamamıştır ) küresel bir astronomi ve geometrinin gerektirdiği gelişmiş
astronomik ve matematik know-how’a sahipler miydi ?
Dillerinin gösterdiklerine göre , gerçekten sahiplerdi.Göklerin kavsi veya yayından bahsederlerken DUB terimini kullanmaktaydılar ve bu “ Dünyanın 360 derecelik çevresi “ anlamına gelmekteydi. Astronomik ve matematik hesaplamalar için AN,UR çizdiler. Bu da gök cisminin doğuş ve batışını ona oranlayarak ölçebilecekleri hayali bir “ Gök ufku” idi . Bu ufka dikey olarak bir dik çizgi uzattılar ve bunun yardımı ile
referans noktası elde ettiler ve buna da AN,PA dediler. Boylam dediğimiz
çizgileri ve onları “ Derecelendirilmiş Boyunduruk “, enlemleri ise “ Göklerin
Orta Çizgileri “ diye adlandırdılar. Örneğin yaz gündönümünü işaret eden enleme
AN,BİL ( Göklerin Ateşli Noktası “ dediler.

Dünya astronomi topluluğu 1925 de yaptığı birçok toplantıdan sonra, hangi gök
cisimlerinin gerçek grup, hangilerinin sadece alt grup olduğuna karar verdiler
ve dünyadan görünen gökleri kuzey, güney ve merkez olarak üç bölüme ayırma ve
buralardaki yıldızları 88 takımyıldız biçiminde gruplama konusunda anlaştılar.
Ama daha sonra elde edilen bilgi ve belgelerden anlaşıldı ki bu gruplama yeni
değildi, zira gökleri üç banda ya da kola bölen ve bunları çeşitli
takımyıldızlar tayin edenler ilk olarak Sümerlerdi. Kuzey yolu ENLİL, merkez
yolu ANU, güney yolu EA yolu idi. Günümüz merkezi bandı, yani burç kuşağını
oluşturan ONİKİ takımyıldızın bandı, Sümerlerin ANU yoluna tam olarak denktir.

Günümüzde olduğu gibi antik çağlarda da fenomenler burç kuşağı kavramı ile
ilişkilendirmekteydi. Güneşin çevresinde dünyanın çizdiği büyük daire, her biri
30 drece olan ONİKİ eşit parçaya bölünmüştü .Bu parçaların her birinde görünen
yıldızlar , oluşturdukları biçimlere göre adlandırılan bir takım yıldız halinde
gruplandırılmıştı.

Takım yıldızlar ve alt bölümleri ve hatta takım yıldızlar içindeki tekil
yıldızlar bile batı uygarlığına, Grek mitolojisinden ödünç alınan isim ve
tariflerle ulaştığından, ( sizin masal diye nitelediğiniz !) batı dünyası bu
başarıyı 2000 yıl boyunca Yunanlılara atfetmiştir. Ama erken dönem Grek gök
bilimcilerinin, Sümerlerden elde ettikleri hazır bir astronomiyi sadece kendi
dil ve mitolojilerine uyarladıkları artık anlaşılmıştır. Burç kuşağı dediğimiz “
Zodyak “ kelimesi Yunanca “ Hayvan dairesinden” gelmektedir.

Çünkü yıldız grubunun yerleşimi bir aslana, balığa vs. benzetilmiştir. Ama bu
hayali şekiller ve isimler aslında, ONİKİ takım yıldızın “ Parlak Sürü “ diye
adlandırılan Sümerliler tarafından türetilmişti . Göksel boğa = Boğa, İkizler =
ikizler, Kıskaç = Yengeç, Aslan = Aslan, Bakire = Başak, Göksel kader = Terazi,
Kesen = Akrep , Okçu = Yay, Keçi balığı = Oğlak, Su taşıyıcısı = Kova, Balıklar
= Balık ve Tarlada yaşayan = Koç gibi pek de parlak olamayan isimlendirmeleri
Sümercede görmekteyiz. Burç kuşağının resimsel betimlemeleri veya işaretleri
adları gibi Sümer de ortaya çıkışından beri hemen, hemen hiç değişmeden günümüze dek gelmiştir.

Teleskopun kullanılmasına kadar Avrupalı gök bilimciler sadece kuzey
semalarındaki 19 takımyıldızı tanıyan Ptolemik görüşü kabul ediyorlardı.
Sümerliler ise, Enlil yolu dedikleri kuzey yolunda 28 takım yıldız
tanımlamışlardı. 1925 de kabul edilen ve halen geçerli olan tanımlama da budur.
Mezopotamya’da ki gök bilimciler, güney semalarının yarısından biraz fazlasını
gözlemleyebiliyorlardı, kalanı ise ufkun altında kalıyordu. EA, yani güney
kuşağındaki takım yıldızlardan bazıları ufkun hayli altında kalıyorlardı. Ama
EA 12 asli takım yıldıza ek olarak birkaç tane daha takım yıldız sıralanmıştır.
Sümerler bunu, üç yolu küresel bir dünyanın gökyüzünü tamamen kaplayacak şekilde
bir gök haritası olarak ele almaları, çizmeleri ile başardıkları
anlaşılmaktadır. 1900.ler de tekrar bir araya getirilen Mezopotamya usturlabında
( eskiden gök cisimlerinin yüksekliğini belirlemede kullanılan, kullanıldığı
yerin koordinatlarına göre düzenlenen disk şeklindeki bir gözlem aracı ) biraz
bahsedecek olursak bunun, bir düzlem küre yani bir kürenin düz bir yüzeyde
gösterilişi olduğu, yani gök haritası olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Üzerinde yazılı, çizgili olanlar başlı başına bir inceleme konusu olduğundan
fazlaca detaya girmeden geçeceğim. Gök bilimcilerin BÜYÜK YIL ya da EFLATUN YILI
dedikleri 25920 yılı Sümerlilerin bildikleri, yani gerileme = Presesyon denilen
fenomenden haberdar olduklarını, yıldızlararası uzaklıkların ölçümü ile ilgili
detaylı yazılı belgelerin bulunduğunu, büyük yıldız listelerine sahip
olduklarını, güneş ve ayı da dahil ederek güneş sisteminin ONİKİ GEZEGENDEN
oluştuğunu kabul ettiklerini, ONİKİ sayısına ayrı bir önem verdiklerini, 12 ay,
12 kapı, 12 tanrı grubu, 12 İsrail kabilesi, Hz. İsa’nın 12 havarisi gibi
sayının kutsandığını görmekteyiz.
Kafaları daha fazla karıştırmamak üzere burada noktalıyor ve şu sözleri
yineliyorum.
“ Konu ne olursa olsun, yeni getirilebilecek yorumlar karşısında her türlü
MANTAL AÇIKLIĞA sahip olarak yaklaşmak, bilimsel düşünce kavramına uygun
olacaktır.

Murat Şahin 18.04.2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...