Aydın Olmak


AYDIN OLMAK

“ Hareket etmedikçe, zincirlerimizin farkına varamayız!”
Tiberius

 Aydınının sorumluluğunun aslında, gerçeği söylemek yükümlülüğünden ibarettir.
C.P. Snow

Fiziksel olarak tutsak bir insan, durumunun farkına hemen varır. Düşünce tutsaklığında ise ilginçtir tam tersi olarak, insanın durumunun farkına varması çok zor ama bunu başarırsa kurtuluşu oldukça kolaydır. Aydınlanma da tam budur; Düşünce tutsaklığını aşma ve özgür düşünceye geçiş.

Aydınlanma herhangi bir konuda bilgilenmeden öte, insan usunun özgürleşmesi ile ilgili bir kavramdır. Aydınlanma sadece bilgi birikimi değildir. Öğrenmekten çok neyi, nasıl öğreneceğini anlamaktır. Aydınlanma, bir bakıma yerelden evrensele (uygarlığa) geçiş, bir bakıma, inançtan, bilimsel bilgiye geçiştir. Diğer bir söylem ile insanın evrendeki yerini, durumunu, ne yapabileceğini bilimsel olarak anlamasıdır aydınlanma ve bu nedenle bilimsel bilginin ta kendisidir. Bu geçiş büyük ölçüde insanın kendi çabası ile gerçekleşir. Özgür düşünebilme bir kişilik, bu yapının kazanılması ise bir eğitim sorunudur. Her şeyden önce eğitim ve çalışmanın özgür olabilmesi gerekir. Ne yazık ki ‘aktarmacılığa dayanan eğitim geleneği’ ile ‘otorite bağımlılığı’ başlıklarında özetlenebilecek iki önemli unsur özgür düşünceyi engeller. Ancak, farklı kültür ortamlarında olsalar da gerekli çalışmalardan geçenler ve engelleri aşanlar giderek uygarlığa katılır, yetkinleşir, evrensel birey niteliği kazanır ve aydın insan olabilirler.

Abraham Maslow insanların temel gereksinmelerini 5 aşamalı olarak vermektedir:
1) Temel fizyolojik gereksinmeler (açlık, susuzluk, uyku, seks gibi).
2) Güvenlik gereksinimi.
3)Ait olma, etkileşim, gruplaşma, birlikte olma, sevilme gibi gereksinimler.
4) Saygı-statü gereksinimi.
5)Kendini gerçekleştirme-kanıtlama gereksinimi.
Aydınlanma bu sonuncusunda başlar. Kişi kendisini ve içinde bulunduğu kültürü sorgulamaya başladığında, gerçekleri anlamak ve sorunları aşmak yönünde yeni bir sıçrama ister. Bu yeni istek en genel biçimde “aydınlanma isteği olarak nitelenmiştir.

Aydın insan kime denir?
Aydın’ kavramı Latince kökenlidir. Bilgi, akıl, zekâ kavramlarını içinde bulundurur.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde aydın şöyle tanımlanır: Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli kimse, münevver”. Aydın ile entelektüel iç içe geçmiş terimlerdir. Toplumun bu kavramları kullanışında ve aydın ya da entelektüel insan tiplerini değerlendirmesinde anlam açısından bazen oldukça fark olabilirken bazen benzerlik bulunur. ‘Aydın’ın ‘entelektüel’den daha özel bir anlamı vardır. Entelektüel, düşünen ve birçok önemli konuda konuşabilecek düzeyde bilgi birikimine ve kültüre sahip kişidir. Entelektüel’ ve intelligentsia’nın dışında Fransızcada “les ciers (literati) diye bir kavram daha vardır. Literati, Arapça’daki münevver’e, yani aydın’a daha uygun gibi gelmektedir. Buradaki ‘aydın’ tipi, geleneksel toplumsal yapılanmalardaki ve kültürlerdeki aydın’dan daha farklı bir işlev, sorumluluk üstlenir. Tüm yaşamlarını ‘bilme’ ye veren bu kişiler, bilgilerini entelektüelden farklı kullanırlar. Bu kişilerin üstlendikleri işlev, "bilgiyi koruma ve topluma iyi olanı gösterme" şeklinde özetlenebilir. Burada bir bedel ödemeyi göze alma vardır ki bu ‘aydın’ tanımının tam içindedir.Aydın’, çağının yangınlarına duyarsız kalmayan, bedel ödemeyi de göze alan kişidir.

Aydın insan ile ilgili, kuşkusuz birçok satır başlığı açılabilir, erdemleri çağrıştıran çeşitli cümleler kurulabilir. Hatta öyle ki, “aydın insan şudur” “aydın insan budur” gibi cümleler ile bu sunuyu tamamlayabiliriz. Şimdilik, çeşitli literatürde ortak tanım olarak yer alan cümlelerden bir özetle yetinelim; Kimdir ‘aydın insan’?
— Dogmatik duygulardan kurtulmuş ya da kalıtsal olarak bu yapıda olmayan,
— Kendisi uygulasa da uygulamasa da yeniliklere açık olan,
— Yerel değil, evrensel düşünen ve eylemlerinde de öyle olan,
— Bir sorunun nedenlerini araştıran, bilgi toplayan,
— Öğrendiklerini çevresine yaymaya çalışan ve onlarla paylaşan,
— Düşüncelerini her koşulda özgürce savunan ve bunun bir bedeli varsa ödeyebilen,
— Baskıcı ve çıkarcı idari sistemlere uygarca ve cesurca karşı koyabilen,
— Erdemden yoksun egemen güçlere direnebilen,
— Toplumun çıkarları için kendi çıkarlarından ödün verebilen,
— Hak ve adaletin değişmez üstünlüğünü savunan,
— Geçmişte yaşanmış olayları bilen, bunlardan dersini alan,
— Her türlü fikir umurunda olan,
— Kaynaklardan edindiği bilgilerle doğru varsayımlar oluşturarak yargıya ulaşabilen,
— Açık seçik olan ve yeni bilgilerin ışığında düşüncelerini ve tavırlarını değiştirebilen,
— İnsanların duygu ve psikolojik özelliklerine, yaşam biçimlerine karşı hoşgörülü olabilen,
—Tüm varlıkların fiziksel ve ruhsal niteliklerini incitmeksizin onlarla sıcak diyaloglar kurabilen insandır.
—Elbette aydın, ülkesinin geleceğine harç taşıyan kişidir. O harcı kaç kat taşıyabilirse, ülkesini o kadar yükseğe çıkarır. O harcı, yorulmadan, usanmadan, dökmeden yükseklere taşımak, herkesin harcı değildir. Kimi yolda yön değiştirir döner.  Kimi de doğru bildiği yolda ne pahasına olursa olsun devam eder.
— Elbette aydın, kendi düşüncelerini kalıplaştırıp onların tutsağı olmamıştır ve ayni zamanda tüm öğretileri özgür düşünce ile eleştirmekten kaçınmaz.
— Elbette aydın, bilginin ne olduğunun farkında olmalıdır. İnsanla çevresi arasında kurulan ilişkiyi yani bilgiyi elde etmek için doğaya bakar. Bu bakıştan toplumsal bilgi birikimine katkıda bulunacak payı çıkarmaya çalışır.

Herkes aydın olamaz. Devlet başkanı, başbakan, doçent, profesör, mimar, mühendis, öğretmen, gazeteci olmakla ‘aydın’ olunmaz. Uzmanlık alanlarıyla ‘aydın olmak’ arasında bir bağlantı yoktur. Hangi meslek dalında olursa olsun, ister diplomat ister berber, ister garson ister memur fark etmez. ‘Aydın’ olmak için ayrıca bir ‘özel çaba’ gerekir. Her insan, varlığının derinliklerinde bir kıvılcım taşır. Ancak, bu kıvılcımın gerçekleri aydınlatacak bir alev olması gerekmektedir. Bu ise kolay bir iş değildir.

Aydın insan ‘uygar insan’ tanımını da tümüyle kapsar. Uygar insan; kendisinden farklı düşünen insanların da düşüncelerini anlatma ve savunma haklarına saygı duyar. Hiçbir ayrım gözetmeden insanları sever iyi , onurlu ve erdemli insan olmaktan onur duyar. Çağın gereklerine uygun olarak mantık dizgilerine göre düşünür, davranır, bilgiler ile donanır. Bu bilgi onun düşünme yeteneğini geliştiren, geçerli bir yöntem öğreten, aydınlatıcı, geliştirici bilimsel bir bilgidir.
 
Aydın insan”, öncelikle çağdaş ve bilimsel dünya görüşünü benimsemekle oluşmaya başlar. O, bilginin kaynağının insanüstü herhangi bir güç yerine bilinçli ve amaçlı insan eyleminde olduğunu anlamıştır. Aydın, mutlak doğrular ve değerler anlayışının durağan yapısından çıkarak gelişime açık, değişime açık, yaratıcı, üretici, katılımcı, eleştirel, laik, demokratik, insancıl yapı kazanmıştır.

Aydın insan, topluma çağdaş değerler sunan, toplumu yönlendirme ve değiştirme sorumluluğunu üstlenebilen kişidir.
Dietrich Bonhoeffer’ ın  Yanlış trene binmişseniz, koridorda ters yöne yürümenizin yararı yoktur sözünü hatırlayalım. ‘Aydın’ koridordaki düzenle değil, trenin yönü ile ilgilenendir. Bir ulusun manevi sorumluluğu aydınların omuzlarındadır. Hiçbir siyasi rejim, hiçbir baskı onları mazur göstermek için yeterli olamaz. Rejim kötüyse düzeltilmeli, baskı varsa karşı çıkılmalıdır. Bu sorumluluk aydınlardadır.
Aydın kişi mazlum olamaz, ihanete sessiz kalamaz. Ancak halk mazlum olabilir. O, tek başına da olsa trenin yönünü düşünmek, söylemek zorundadır. Çünkü Herbert George Wells’ in dediği gibi Gerçeği, doğruyu, adaleti  her zaman her yerde savun. Anlayan olmasa bile vicdanına karşı hesap vermekten kurtulursun”.   
     
“Aydın olmak” toplumun genel bilgisi ile tutarlı olmak olmalı mıdır? Aydın insan toplumun geneli ile uyumlu ve tutarlı olmalı mı? Bu tartışmalıdır. Toplumu aydınlatmak ne demektir? Aydın, zaman kavramını, ‘ileri görüş’ ve ‘gerçeği görüş’ noktasında, toplumun çok önünde işletebilmelidir. Bunun için, özgür düşünce ile ilgili hiçbir sınırı kalmamış olsun ki kavramları toplumun daha önünde ve öncesinde değerlendirebilsin. Aydın, toplumun hoşuna gitmese de hatta topluma karşı da olsa yapabilmelidir, söyleyebilmelidir. Ancak, aydının değerlendirmesinde ‘özgür düşünce’ ne kadar önemli ise eylemlerinde de ‘basiret- öngörü’ o denli önemlidir. Aydının topluma olan önermelerinde, mutlak şart olmasa da, toplum tarafından yanlış anlaşılmamasında pratik açıdan fayda vardır. En azından bu nedenle dikkatli olmalıdır ve bu noktada aydın basireti ortaya çıkar.

Aydın topluma karşı hoşa gideni, dalkavukluğu oynamaz. Aydın toplumun sevgilisi olmak zorunda değildir. Marquis de Condorcet’ in bir sözü şöyledir. Filozoflar tarafından aydınlatılmayan toplumlar, şarlatanlar tarafından aydınlatılıyor demektir. Bütün şarlatanlar, halkın sevgilisi olmak için çırpınır; zorbalığın en kestirme yolu budur çünkü”. Aydın insanın iyiliği, salt iyi insan olmanın ötesindedir.

Toplumların “aydın insan” üretmesi nasıl bir şeydir? Bilindiği gibi, dünyamızın bugün karşı karşıya olduğu önemli sorunları bulunmaktadır. Bu sorunlar günlük sorunlar veya siyasi tıkanıklıklar gibi şeyler değildir. Doğrudan barışa gidişi yavaşlatan, bireysel ve toplumsal evrimi geciktiren sorunlardır. Örneğin, savaşlar, dogmatik akımlar ve bunların eylemleri, daha fazla ırkçı,cinsiyet ayırımcı akımlar ve bölünmeler, sermaye çıkar ilişkileri ve bu nedenle bölünmeler ve hepsinden önemlisi adaletin gücünün değil, güçlünün adaletinin dayattırılıyor olması. Dünyadaki gelişmeler “aydın insan” nitelik ve niceliklerine de yansır. Bu hem ayni zaman diliminde farklı coğrafyalarda hem de farklı dönemlerde kendini gösterebilir.

Uygarlıklar arasında zaman ve mekân açısından ‘aydın’ farklılıkları vardır. Ortaçağ döneminin tersine, XVII. yüzyıldan sonra batılı aydın ‘insan varlığının kutsallığına ve insan sevgisine’ daha fazla değinip, bu olguları yerleştirmeye çabalamıştır. Batı dünyası, Ortaçağdan sonra akıl ile dogma yer değiştirebilmiş, buna ait örnekler çıkarmıştır. Zaman, zaman kaba, çirkin ve  sömüren emellere rağmen bu bölge toplumlarının içinden çıkan aydınlar ‘birey öncelikli’ düşünmüşler ve eylem koymuşlardır. Bu sonuç, büyük oranda akılcı felsefede buluşan aydınların çabalarındandır. Batı aydını, kişinin kendi yaşamının yapıcısı durumuna yükselmesi için diğerlerinden çok daha fazla uğraş vermiştir. Böylece, insan hak ve özgürlükleri adına sonu gelmez devrim ve reformlar genellikle batıda yapıla gelmiştir. İlginçtir bilim ve felsefenin temellerinin atılmış olduğu doğu uygarlıklarında aydınlar genelde insanı tanrı kavramının dışında değerlendirememiştir. Doğu, insan aklını ön planda tutan ve bu nedenle eylem koyan aydın tipinden çok; bilgin, düşünür veya yazar olarak tanımlanabilecek asil ruhlu insanları çıkarmıştır ama bunlar insanı teoloji olgusunun dışında pek tartışamamıştır. Hani bazı düşünürlerin dediği gibi “Tanrı ile ziyadesiyle kaynaşmışlardır”.

Dogmatizmin en çok çekindiği ‘özgür düşünce’ ve bundan kaynaklanan ‘demokratik eleştiri’dir. Bu nedenle aydın insan dogmatik yapılanmaların ve hatta şiddetin her zaman ilk hedefi olmuştur. Çünkü aydınlar duruşları, düşünceleri, önermeleri ile kamuoyu önderi işlevini başarıyla yapabilmekteydiler. Özellikle belli odaklar bunu gayet iyi etüt edebildikleri için, çoğu zaman siyaseten görünür karşıtlardan ziyade, ilk hedef olarak, barışçıl önermelerde bulunan ‘aydın insanı’ ortadan kaldırmak istemişlerdir. İktidarlar çoğu zaman aydınlardan rahatsızlık duymuşlardır. Otorite aydının kendi yanında olmasını, aydınlardan kendisini haklı çıkaracak fetvaları almayı, belli etmese de, genelde ister, istemiştir. Bir noktaya dek aydınlarla iyi geçinmeyi arzu etmiş iktidarlar olsa da, özde aydın - sömüren iktidar işbirliğinden bahsedilemez. Bu, aydının varlığını reddetmek gibidir.

Aydın totaliter olabilir mi? Aydın, akla dayalı ideal toplum teorisini ya kendi aklını kullanarak oluşturur veya diğer insanların bu konudaki teorilerini onaylar. Ancak, projesini hayata aktarmak için otoriteye ihtiyaç vardır. Bu ise genelde ‘siyasî iktidar’dır. Madem ki, iktidar tarafından bireylerin temel hak ve özgürlükleri sınırlanmamalıdır, o halde, iktidarın aydınların elinde olması en iyisidir. Platon bunu "filozof kral" ütopyası olarak projelendirmiştir. Bu zordur ve totaliter aydın genelde ‘ikinci en iyi’ ye razı olmak durumundadır. İktidar siyasîlerde olmalı ama siyasiler bütün icraatlarını aydınların ve onların tezlerinin rehberliğinde gerçekleştirmelidir. Totaliter aydın, devletin insanların üzerindeki baskısını kendisi için değil, insanların iyiliği için istediğine inanır ve ayrıca, disiplinli toplumun aydınlara hak ettikleri statüyü sağlayacağını öngörür. Bu yüzden, doğrudan itiraf edilmemekle beraber, aydınların toplumda özel bir yer edinme arayışları da totaliter sisteme eklenmelerinde rol oynamıştır ve burada, ‘aydın’ kendi tanımının dışına çıkmıştır.

Usuyla, belleğiyle, beyniyle çalışan, geçimini sağlamak için kaslarından çok beynine güvenen kimse için genel olarak beyin işçileri denilebilir. Beyin işçileri çıkarlar çatışmasında “daha zahmetli, daha az kazançlı ve daha az saygı gören el emekçileri” konumuna indirgenmekten korkup ‘aydın olma’ çizgisinden sapabilirler. Bu noktadan hareketle, kendi konumlarını güçlendirmeye çalışırlar; yaptıkları işin zorluğunu ve karmaşıklığını abartırlar. Baskın eğitimin, akademik derecelerin ve benzeri statülerin önemini büyütürler. Aslında ‘beyin işçileri’ için ve anlam olarak buna yakın olan ‘teknik adam’ için iş ve düşünceden kasıt o’na verilen görevdir. O, yaptığı işe, diğer anlamda aslında kendisine, sosyolojinin bütünü içerisindeki yeri açısından bakmaz. Kendi işine bakar, mümkün olduğu kadar verimli ve başarılı olmak ister. Bütün ile ilgili sorunlar, ona göre filozofların, din adamlarının veya politikacıların ilgi alanıdır; kültür ve değerler olarak bile şairlerin, sanatçıların, bilgelerin işidir.

Aydını belirleyen ve onu beyin işçisinden ayıran husus tarihsel sürecin bütününe olan ilgisi ve birbirine bağlama, bağlantı kurma çabası’dır. Onların çabaları; toplumsal mevcudiyetin edebiyat, sanat, politika, ekonomik düzen, bilim, kültür gibi apayrı, birbirinden bağımsız görünen parçalarının, ancak tarihsel sürecin bütünlüğünde açıkça görülebilir hale gelmişlerse anlaşılabilecekleri üzerinedir. Hegel’in bir ifadesiyle gerçek, bütündedir”.

Aydından beklenen diğer bir yeti de bilimsel inceleme alanı dışında kaldıkça halkın inanmaya devam ettiği sözde değerlerin gizli anlamlarının, imalarının farkına varmaktır. Ezberi bozmaktır. Gerçekten, değerlerin ve ahlak hükümlerinin herhangi bir belirli dönemde hizmet ettikleri özel çıkarların açığa çıkarılması da, bir aydının insanlığın gelişme hedefine yapabileceği katkıdır. Örneğin, birçok iktisatçı, sosyolog, antropolog bilim adamlarının “az gelişmiş ülkelerin ekonomik büyüme yoluna girmelerinin iyi mi yoksa kötü mü olacağı” konusunda görüş belirtemeyeceğini ilan etmesine yol açan etik tarafsızlık işte budur. İnsanlığın ilerlemesi için neyin iyi neyin kötü olduğu konusunda, zamandan ve mekândan bağımsız mutlak geçerlilikte bir sonuca varmanın imkânsız olduğu kolayca kabul edilebilir. Ama böylesi mutlak, evrensel olarak uygulanabilir bir yargı, yanlış hedef denilen şey de olabilir ve onun vazgeçilmezliğinde ısrar, gerici bir ideolojinin bir görünümüdür. İnsanlığın ilerlemesi için, insanın kaderinin iyileşmesi için neyin fırsat ve bunun gerçekleştirilmesine neyin engel olduğu sorusunun doğru cevabı, tarihin akışı içinde bir dönemden ötekine, dünyanın bir bölgesinden ötekine değişir. Hangi yargıya ihtiyaç olduğuyla ilgili sorular asla soyut olmamıştır. Spekülatif sorular genellikle ‘iyi’ ve ‘kötü’ ile ilgilidir. Oysa hangi yargının kullanılacağı ile ilgili sorular toplumların gerilimler, çelişkiler içeren ve tarihsel sürecin taraflarınca belirlenen gündemine yerleşik somut sorunlar içerir. Hiçbir zaman mutlak olarak geçerli çözümlere ulaşmaya imkân veya hatta gereklilik yoktur. İnsan türünün çözümün ne olduğu konusunda birikmiş bilgeliği, bilgisi ve deneyimi varsa da bunu kullanmasına karşı bir meydan okuma da daima vardır.

Aydının uzlaşamayacağı bir nokta vardır. Sağlık için, kalkınma için, insanların mutluluğu için farklı mücadele yöntemleri olabilir. Ama hümanizme bağlılığın, insan gelişmesi için arayışın ilkeleri üzerinde ısrarın, bilimsel ya da mantıksal haklılık gerekçelerine ihtiyacı yoktur; bütün anlamlı aydın çabalarının aksiyomatik temeli, bir bireyin ne kendi kendisini entelektüel sayabileceği ne de öyle sayılabileceği bir kabulün söz konusu olmadığı bir aksiyomatik temeldir.

Kant, ilerlemeyi dışarıdan verilmiş bir özellik olarak değil, insanın bir görevi olarak görür. Çöken dünyalar üzerine yenidünyalar kurulur ve evren sürekli yeni oluşumlara dayalı bir ilerleyiş içindedir.
Montesquieu ise süreklilik gösteren ilerlemenin insan doğasını değiştirdiğini ve bu nedenle insan’ın kesin bir tanıma kavuşturulamayacağını söyler ve “ilerleme” kavramını tarihselleştirir.
Emile Zola’nın “İnsandaki Hayvan” yapıtının son bölümünde hızla giden bir trende makinist ile ateşçi kavga ederler ve trenden düşerler. O sırada trendeki insanlar, özellikle de bir vagondaki sarhoş askerler her şeyden habersiz şarkılar söylemektedirler, hatta tren istasyon ve garlarda durmadan bütün hızıyla gittikçe onlar daha bir coşarlar. Tren karanlıklar içinde bir sona doğru devam eder. Aydın, bir anlamda ilerlemeyi anlamalıdır ve özellikle Condorcet’nin büyük ölçüde mükemmelleşmeye benzettiği “geleceği öngörme” yetisini kazanmalıdır, ama diğer anlamda gerekirse “ilerlemeyi” de durdurabilmelidir. Evet, trenin koridoru ile değil, yönü ile ilgilenmelidir aydın, ama ayrıca bu treni kimler kullanıyor, hatta kullanan var mı, diye de sorgulamalıdır. Emile Zola’nın 608 no’lu lokomotifi karanlıklar içersinde, belirsiz bir yere doğru yoluna hala devam etmektedir belki.   

C.P. Snow’un aydınının sorumluluğunun aslında, gerçeği söylemek yükümlülüğünden ibaret olduğu sözü bir özettir. Aslında onun bilim adamlarına duyduğu hayranlık, onları gerçeğe bağlı insanlar olarak değerlendirmesindendir. Ancak, sorun sadece gerçeğin söylenip söylenmediği değil, aynı zamanda belirli bir durumda sorunun bütününün diğer ifade ile gerçeğin ne hakkında olduğu ve neyi sakladığıdır. Bilim adamlarının enerjilerini ve yeteneklerini belirli yönlere kaydıran, araştırmalarının sonuçlarını bir başka yönde engelleyen veya sterilize eden etkin güçler vardır. Bir sosyal olay hakkındaki doğru bir açıklama, eğer gönderme yapılan olay, tamamlayıcı bir parçasını oluşturduğu sosyal bütünün dışına taşar veya içinde bulunduğu tarihi süreçten soyutlanırsa, bir yalana dönüşebilir.

Gerçeği söyleme, aydın olmanın koşullarından biridir. Cesaret ise nereye kadar giderse gitsin akılcı sorgulamaları sürdürmeye hazırlıklı olmak ve Marx’ a göre; Mevcut her şeyin acımasız eleştirisine, yani eleştirinin ne kendi sonuçlarından ne mevcut güçlerle çatışmasından çekinmemek anlamında acımasız olmaya girişmektir”. Dolayısıyla bir aydın, özünde bir toplumsal eleştirmen; daha iyi, daha insani ve daha akılcı bir toplumsal düzenin kurulmasını önleyen engellerin tanımlanması, çözümlenmesi ve bu yolla aşılmasına yardımcı olmaya çalışan bir insandır. Böylece toplumun vicdanı, tarihin herhangi belirli bir dönemindeki ilerici güçlerin sözcüsü haline gelir.

“Bilgi” ile “bilmek” ile “aydın olmak” arasında önemli ilişkiler vardır. Bazı insanlar kendilerini bilgiye açık tutarak, bilginin içlerine sızmasına izin verirler. Yenilenmekten, değişmekten korkmazlar. Bilgiyi yalnızca kuru bir ezber nesnesi gibi öğrenilecek, dışarıda tutulacak şey değil kendini gözden geçirmek, kendi içine bakmak için araç olarak görürler. Bilgiyi bünyesine katarak “organik aydın” olurlar. Bunun için ilkin bilgiyi organik kılmak gerekiyor. Bilgi böyle insanlarda değer yaratıyor, bir erdem olabiliyor. Ne yazık ki birçok ‘sözde veya görünürde aydın’ için, bilgi kendilerine bakmada değil, başkalarını görmede bir silah olma değeri taşır. Buradaki pratik amaç, ötekinin açığını yakalamak, onu köşeye sıkıştırmak gibi ucuz çıkarlara dayanmaktadır. Esasen bunlar kolay tanınırlar ama tuhaf olanı toplumun kendilerini çözdüklerinin farkında değillerdir. Bunlar çağının tanığı olmaya soyunmuş görünürler ama sanki kendilerinin bile tanığı olamamışlardır. Oysaki, bilmenin üst bir sınırı olsa bu “kendini bilmek” olmalıdır. Xenophon' un dediği gibi: "Bizzat kendilerini bilenler, nelerin kendilerine uygun geleceği hususunda aydınlanmış, yetenekli oldukları ya da olmadıkları şeyleri ayırt etmişlerdir".

Bilim adamı aydın insan mıdır?
Eski Yunandan beri felsefenin üç ana kuramı vardır:
Varlık kuramı, bilgi kuramı ve değerler kuramı.
Değerler kuramı “etik” ve “estetik” olarak iki ana bölümde incelenir. Bilimin de kendine özgü etik kuralları vardır. Bu kurallar bilim felsefesi çizgileri içinde kendiliğinden oluşmuştur. Bir öğreti değildir bilim etiği bir yaşam biçimidir. Hoşgörülüdür bilim adamı, sabırlıdır, alçak gönüllüdür, yeniliğe açıktır. Bilim adamı bildikleri ile değil, bilmediklerinin farkında olmasıyla değer taşır. Bildiklerinin ne kadarının doğru olduğundan çok ne kadarının yanlış olduğunu araştırır. Aranan gerçek bildiklerinde değil, bilmediklerinde saklıdır. Başkaları onu bildikleri ile değerlendirirken o kendisini bilmedikleri ile değerlendirir. Bilimde saldırı değil, saygı vardır.

Bilim adamı her aklına geleni söylemek hakkına sahip midir? Bilimsel verileri süzgeçlemek, kültür düzeyi sınırlı olanlara anlatmak, açıklamak başka bir sanattır. İşte burada, değerler kuramına “estetik” öğesi de katılır. Kimi zaman ekranın çekiciliğine kapılıp, görevi kavgayı kızıştırmak olan sunucuların oyununa gelen bilim adamlarını izledik, izliyoruz. Bilim bu düzeye düşürülürse “bilim adamı-aydın” arasında olması gereken lineer ilişki zarar görür. Yunus Emre’nin İlim, ilim ilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır deyişi sıkça hatırlanır olur. 

Öte yandan, aydınların sosyolojik bir olgu, bir sınıf olarak toplumda saygınlık kazanmasında ve kabul görmesinde bir bakıma (tartışılır kavram olarak) “aydın sınıfı”nın oluşmasında bilim adamlarının rolü büyüktür. Eğer geniş halk kitleleri açısından pratik sonuçlar olmasaydı-görülmeseydi, aydınların sadece özgür aklı, bilimi, bilimsel yöntemleri savunmaları toplumda sınıfsal kabul görmelerinde yeterli olamazdı.

Uygar insan ile aydın, insan arasındaki benzerlik; adalete (tüzeye) sımsıkı bağlı olan ve kötü tutkulardan, üstünlük duygusundan, boş düşünce ve inançlardan kendini uzak tutan ise, doğruluğun ve gerçeğin üstünlüğü için esirgemez olan ise ve insanlığı ilgilendiren önemli kişisel ve toplumsal sorunların barış yoluyla çözümlenmesine çalışan ve bu uğurda tüm bilgi ve deneyimini her zaman her yerde uygulayan ise ve insanlığın amaçlarına ulaşması için elinden geleni yapan ise; ‘Uygar İnsan ve Aydın’ arasındaki iç içelik net olarak anlaşılır.

Diğer açıdan, uygar insan; ‘insanların özgürlüğünü, evrimini, mutluluğunu’, ‘evrensel gerçekleri araştırmayı ve bunu tüm insanlık için yapmayı’, ‘hiçbir görüş ve düşünceye önyargılı olmamayı’, ‘dalkavukluk, ikiyüzlülük yapmamayı’, istiyor ise tüm bu niteliklerin de ‘aydın insan’ ile bütünleştiği anlaşılır. 

Şu unutulmamalıdır ki bizlerin bir de ‘Uygar İnsan’dan anladıklarımız vardır. Muhtemelen buradaki ulaşma zorluğu ‘Gerçek Aydın’ için de söz konusudur. Aslında ikisini de kriz dönemlerinde izlemek, daha doğrusu böyle dönemlerdeki duruşlarını izlemek ve değerlendirmek gerekir. Büyük ölçüdeki benzerlik muhtemelen ortaya çıkacaktır. Her ikisinin de evrensellikten anladığı, bir düşünce ya da görüşün genel geçer kılınması değil, tüm insanların insanca yaşam biçiminde birleştirilmesidir.
Gerçek aydın’ tıpkı ‘gerçek Uygar İnsan’ gibi herhalde “yalnızca bilgiyi biriktirmiş ya da bir konuda uzmanlaşmış kişi değil, insan usunu, gerçekliği bilmede en yetkin araç olarak özümsemiş, erdemler ile süslenmiş ve bu niteliklerini yaşamıyla bir kılmış, sorumluluk ve görev bilinci açığa çıkmış yetkin kişi” olmalıdır. İkisinin de görev bilinci tamdır. Gerçeği aramak şeklinde özetlenecek görevlerini anlamış da üstlenmişlerdir. Sorumluluklarının farkındadırlar. Söz verince sözünde dururlar. İkisinin de ortak çizgisi “bilimsel bilgi”dir.

O zaman, kimdir aydın?
— Elbette aydın gerçeklere yaklaşabilmenin sadece bilimsel bilgi ile olacağını bilendir. O’nun için, bilimsel bilginin dışında, hiçbir kişisel sav, hiçbir kurgu, doğadan kopuk hiçbir tasarım en küçük bir değer taşımaz, boş söz niteliğindedir”. Aydınları birbirine bağlayan güç ussal ve bilimsel bilgiden doğan aydınlıktır. Bilindiği gibi, bilimsel bilgi; doğanın deney ve gözlemlerle incelenmesinden çıkan sonuçlardır. Her dönemde her coğrafyada tekrarlanabilir, doğrulanabilir veya geçersiz kılınabilir, değiştirilebilir. Bu bilgi, onu edinmeye çalışanı dogmaya düşürmez, tam tersi düşüncesinde de eylemlerinde de özgür bırakır. O gün için, o mekân için doğru kabul etseniz de bilirsiniz ki yarın veya hemen şimdi başka bir mekânda birileri belki de yine siz değiştirebilirsiniz onu. Gerçek özgürlük budur. Aydın insan, işte sırf bu nedenle bilimsel bilgi çizgisindedir. Aydın insan, yöntemli ve sınanabilen bilgiyle, yani bilimsel bilgiyle organik bağ kurmuştur. Tüm değerlendirmelerini, yaklaşımlarını ister istemez bu bilgi türünün çatısı altında yapmaya çalışır. Aydınlar, böylece, birbirlerini bilmeseler de ayni çizgide buluştukları diğerleri ile bir sınıf oluştururlar. Eğer bir aydın sınıftan bahsedilecekse ortak hareket noktası “bilimsel bilgi” olmalıdır.

Konumuzu yeni dönem filozoflarından Snelman’ın bir seslenişi ile sonlandıralım. Bu sesleniş Grigory Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesi” adlı eserinden bir alıntıdır. Johan Wilhelm Snelman (1806-1881) bir filozoftur. Yaşamı boyunca ülkesi Finlandiya’nın kalkınması için uğraştı. O ve o’nun meydana getirdiği halk öğretmenleri ordusu, "bataklıklar ülkesi" olan Finlandiya’yı "beyaz zambaklar ülkesi"ne dönüştürmeyi başardı. Snelman bu kutsal savaşı başlatırken ülkesinin aydınlarına bir seslenişte bulundu ve şöyle söyledi:

"Aydın olmak, modaya uygun elbise, şapka, kolalı gömlek giymek değildir. Halkımız sizi yüksek gelir elde edesiniz, geceleri eğlenesiniz diye o konuma getirmemiştir. Böyle olanlar gerçek aydın olamazlar. Siz halkın aklını, iradesini, enerjisini ve vicdanını uyandırmalısınız. Köylüyü, işçiyi, toplumun alt tabakalarını nasıl iyi yaşanır, nasıl iyi yaşam koşulları yaratılır diye eğitmek zorundasınız. Halka, hayatın değerlerini anlamayı ve onu korumayı öğretin. Mutlu bir aile hayatı nasıl kurulur, onu öğretin. Erkeğin kadına, kadının erkeğe nasıl davranacaklarını ve çocuklarının nasıl eğitileceğini öğretin. Halkı doğruluğa, düzene, disipline alıştırın. Halkın vicdan duygusunu geliştirin. Kendilerinin ve başkalarının haklarına saygı duymalarını öğretin. Halka örnek olun, onlara eğitmen olduğunuzu gösterin. Bütün bunlarda halka bizzat kendiniz örnek olunuz. Unutmayınız ki, halkın cehaleti, kabalığı, sarhoşluğu, hastalıkları, fakirliği sizin ayıbınızdır."

Snelman, halkın aydınlanması için çalışanlara bir örnek verir:
"Küçük kenevir liflerini alıp ince iplikler örerler. Sonra bu ipliklerden birkaç tanesini birlikte büküp kalın ipler yaparlar. Birkaç kalın ipi büküp halat haline getirirler. Bu halatlar kocaman okyanus gemilerini rıhtımlara bağlayacak kadar sağlam olur. Biz de aydınların dağınık güçlerini bir araya getirip birleştirmek zorundayız. Bu şekilde halkımızın aydınlanmasını sağlayabiliriz."

Son sözü yeni dönem filozoflarından Alan W. Watts’ a bırakalım: Aydınlanmış kimseye evren tam bir açıklık ve dinamik, devingen bir bütün olarak ve her bir parçası tüm ayrıntılarıyla eksiksiz biçimde görünür”.                                                

KAYNAKÇALAR

1) Abraham Maslow (1943): A Theory of Human Motivation. Psychological Review, 50, 370-396. In Classics in the history of psycology, C.D. Gren, ISSN: 1492-3713.
2) Alan W. Watts (2001): Güvencesizlikteki Bilgelik. Söz Yayın, 11s., (Çeviri: M. İlgün, N. Erkmen).
3) Cemil Sena (1976): Filozoflar Ansiklopedisi. 4. Cilt, 592s.
4) Grigory Petrov (2000): Beyaz Zambaklar Ülkesinde. Hayat yayınları. (Çeviri: Prof. Dr. A. H. Bey), 133s..
5) İlhan Arsel (1993): Aydın ve “Aydın”. İnkılâp Kitapevi yayıncılık, 431s.
6) Kemal Gündüzalp (1997): Seçkin Entelektüeller ya da Kokteyl Aydınlar.  Aydınca Dergisi, Sayı: 3-4.
7) Lusin Bağla (1977): Antonio Gramsci ve Aydınların Rolü. Birikim dergisi, 23, 84-92.
8) Marquis de Condorcet (1966): İnsan Zekasının İlerlemeleri Üzerine Tarihi Bir Tablo Taslağı-II., Milli Eğitim Yayınevi. (Çeviri: O.Peltek), 194s.
9) Orhan Hançerlioğlu (2006): Felsefe Sözlüğü. Remzi Kitabevi, 15. Baskı, 515s.
10) Reinhart Koselleck (2007): İlerleme. Dost Kitabevi Yayınları (Çeviri: M. Özdemir), 124s.
11) Türk Dil Kurumu (2007): Güncel Türkçe Sözlük.
12) Ümit Zileli (2007) : Aydın İhaneti, İşbirlikçiler 2.  1. Baskı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...