Benlik


DAVRANIŞ BİÇİMLERİNDEN ‘BENLİK’


Beri gel, beri! Daha da beri!
Niceye şu yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik? „
Mevlana
“Hala korkular, renkler ardında mısın?
Çirkinle güzel seçmek kaydında mısın?
Oldun diyelim Zemzem, yada ab-ı hayat
Bir gün öleceksin yar, farkında mısın?”
Ömer Hayyam

Yaşamın fiziksel, anlıksal ve toplumsal alanlarında insanın gizil yada eyleme dönüşmüş etkinliklerine davranış diyoruz. Davranış üzerine çalışmalar, kimi zaman yalnızca doğumdan ergenlik çağı sonuna kadar olan dönemi kapsarsa da, davranış tüm insan yaşamı boyunca kesintisiz bir gelişme gösterir. İnsan bedeni bebeklik, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik, yaşlılık dönemlerinde nasıl durmaksızın değişip gelişirse, davranış da hiçbir zaman durağanlaşmaz.

Modern psikoloji davranış söz konusu olunca, kalıtsal özelliklerle yetişme koşullarını bir arada göz önüne almaktadır. İnsan çevresiyle birlikte sürekli gelişen etkin ve organik bir yapı olarak ele alınmalıdır. Diyalektik kuram da insanı, yaşamın her döneminde bir yandan kendini geliştirirken öte yandan çevresini ve dışındaki dünyayı değiştiren bir varlık olarak ele alır.

Bunun için hayvan davranışlarından farklı olarak insanda bilinçli bir etkinlikten söz edilir. Başlangıçta bilinç yalnızca kişinin çevresini kuşatan dünyayı algılamasına katkıda bulunan zihinsel bir imge iken, sonradan etkinlik bilincin nesnesi durumuna gelir; tutumlar, yüz ifadesi, beden dili ve konuşma bilinçli etkinliğin önemli bir öğesi olan iletişimi sağlar.

Bu bilinçli etkinlik ve dış dünya ile ilişki kurma; canlı ile çevresi arasındaki tinsel düzenlemeler; toplumsal dünyaya uygun yanıtlar vererek uyumlu davranışlarda bulunma görevi, benliğin görevidir. Benlik bu uyumu sağlamak için her şeyden önce ilkel benlik ve üst benlik ile birlikte bir uyum oluşturur.

 

BENLİK TANIMI


Peki, davranışların nedeni için ele almamız gereken ‘benlik  nedir?

Ego da denen ‘benlik’, psikanaliz kuramında, insan kişiliğinin ‘kendisi’ yada ‘öz benliği’ olarak yaşadığı ve algılama yoluyla dış dünyayla ilişki kurduğu bölümüdür.

Anımsamak, değerlendirmek, tasarlamak, çevredeki fiziksel ve toplumsal dünyaya uygun yanıtlar vererek uygun davranışlarda bulunmak görevi benliğindir.

Bedenin algılanması kişinin kendini algılamasının ilk önemli adımı olan ‘benlik’, oluşup geliştikten sonra bile, yaşam koşullarının değişmesi gibi özel koşullara uyum sağlayabilecek biçimde yaşam boyunca değişme yetisi taşır. İşte bu değişim benliğin yüceltilmesi yönünde olmalıdır.

Benliğin yüceltilmesi için insanın bilim ve akıla, güce ve güzelliklere yani erdemlere eşit derecede gereksinimi vardır. İnsan bilinçli olmalıdır. Oysaki davranışlarımızda bilinç kadar ve hatta ondan daha fazla bilinç altı rol oynar. Bilinç altı farkında olmadığımız arzu, istek, dürtü, duygu, düşüncelerin depolandığı büyük hazneyi temsil eder. Bir aysbergin üstü bilinç, suyun altında kalanı bilinç altıdır.

Freud’a göre ‘benlik’, kişiliğin temel işlevlerini yürüten öğedir; gerek iç ve dış evren, gerek id diye adlandırılan ilkel benlik ve  süper ego olarak da tanımlanan üst benlik arasındaki bütünleşmeyi, düzenlemeyi ve uyumu sağlayan benliktir. Yani bir yandan id ve süper ego, diğer yandan canlı ile çevresi arasındaki tinsel düzenlemelerden sorumlu olan benliğin temel işlevi; uyumdur.

- Bir pergel ile iç içe üç çember çizsek en içteki id’dir.
- Bu en derin ve ilkel benliktir.
- Bu bölgede bireyin kendini koruması ve neslini devam ettirmesi için gerekli birçok içgüdüler, narsistik, saldırgan, erotik dürtüler bulunur.
- Amacı evrensel zevk ilkesini doyuma ulaştırmaktır.
- Bu kısım insanların en kaba, en ilkel, kalıtımsal dürtü ve istemlerini içerir.
- Bu ilkel, kalıtımsal dürtülerden ikisi olan cinsiyet ve saldırganlık, diğerlerinden daha baskındır.
- İd davranışlarımızın altında yatan psikolojik enerjinin kaynağıdır.
- İd zevk ilkesine göre işler ve hiç geciktirilmeden, ‘hemen şu anda’ bütün isteklerinin yerine getirilmesini bekler.
- Kişiliğin bu kısmı hiç beklemek istemez. İd’in itmeleri bilinçaltından kaynaklanır ve birey bu dürtülerin etkisinin çoğu kez farkında değildir.
- En içteki halkanın dışındaki halka söz konusu etmekte olduğum benliktir.
- İd’in fren ve ölçü tanımayan hayvansal isteklerine karşılık ‘benlik’; anlayan, davranışlarının kendine zarar verip vermediğini kontrol edebilen ‘benlik bilincidir’.
- Benlik insan varlığının ussal kısmını oluşturur.
- Görevi kendisine üstün gelmek isteyen bilinç altının, eğilimlerini geri itmek, bastırmaktır.
- İd’i denetim altında tutmaya çabalayan kişilik birimidir.
- Benlik  gerçek ilkesine uyarak işler. Gerçek dünya ile id arasında bir aracı olarak işlev görür.
-  Psikanalistler – benliğin - ikincil süreçlere dayalı düşünce içinde çalıştığını söylerler.
- Bu mantıklı ve gerçekçi düşünce türüdür. İd’in, hemen şimdi istiyorum” tutturmasına karşın ‘benlik’, “koşullar uygunsa sana istediğini verebilirim!” der.
- Benlik, ussal olduğu kadar kılgısaldır.
- İd tam aksine, mantığı  hesaba katmaz ve pratik değildir.
- Benlik  çoğu kez id’le çelişki halinde olsa da, esas görevinin id’in arzu ve dürtülerini mümkün olduğu kadar yerine getirmek olduğunu bilir ve hep o yönde çalışır.
- Benlik  bir anlamda id’in danışmanıdır, sürekli ona yol gösterir. Temel amacı ona hizmet etmektir, onu yüceltmek, eğitmek çabasında değildir.

En dış halka ise üst benlik yani süper ego’dur. Anne, baba, eş dost, öğretmen, patron, komutan, arkadaş etkisi, yasalar baskısı, kültür aracı ile gelişmiş olan terbiye ve disiplinin rol oynadığı kısımdır. Üst benlik, kişiliğin moral olgunlaşmasını oluşturur. Üst benliği gelişmiş insan erdemli insandır. İd ve benlik gibi, üst ben’in büyük bir kısmı da bilinçaltındadır. Bir toplumun buluncu, o toplumun bireylerinin üst ben’inde yer alır ve üst ben bireyin davranışlarını sürekli süzgeçten geçirerek bireye, “bu yaptığın doğru, aferin sana!”  yada  bu yaptığın yanlış, utan kendinden!” iletilerini verir.

Benlik, id ile üst ben arasında kalmış bir nevi cambazdır. Hem id’i memnun etmeye çalışır hem de üst ben tarafından azarlanmaktan kurtulmak ister.

Doğup büyüyen bir çocukta, id, ego ve süper ego zaman sırası ile gelişir.
İd halkası güçtür ama kaba güçtür. Henüz akıl, sevgi ve güzellik duyguları gelişmemiştir. Yalnız İd ile yaşayan bir kimse eğer uzun bir süre aç kalmış ise, sokaktan ekmeği ile geçen birini görünce bu ekmeği derhal kapabilir ve almak için icabında karşısındakini dövebilir hatta öldürebilir. Bu kişi ilkeldir. Aynı olayla egosu gelişmiş bir insan karşılaşır ise güç ile akıl birleşecek böylece kurnazlık doğacak, ya ekmeği  dilenecek ya karşısındakini kandırarak alacak yada çalıp kaçacaktır. Yine aynı olay ile üst benliği gelişmiş bir insan karşılaşır ise hiçbir kötü düşünceye kapılmayacaktır.

Bilim-akıl, güç ve güzellik ayrı, ayrı tek başlarına yeterli olamıyor.
Yalnız başına güç, yıkıcı, kırıcı, zarar verici; yalın bilgi ve akıl, güç ve erdemlerden yoksun olunca yararlı olamayan; yalnız erdemler ise tek başına zavallı ve çaresiz kalıyor. Bencil bir insanda erdemler yok ise topluma yararlı olamıyor. Psikopatolojik karşılığı psikopat olan bu kimse, toplumda yönetici olarak yükselir hele lider olarak bir milletin başına geçerse, tüm insanlık için zararlı olabilir. Bu kişi bilimin olanaklarından yararlanır, tamamen bilimselliği yöntem olarak alır fakat erdemleri göz ardı ederse zararı daha da artar. Bunun tarihten birçok örneğini, hepimiz hemen sayabiliriz.

Akıl ve erdemlerin bir araya gelmesi iyi ise de, güçten yoksun olması, eyleme dönüşmesine engeldir. Eğer üst benlik çok fazla gelişir,  alt benliği yani id’i ve ego’yu fazla baskı altında tutarsa yaşama, çoğalma hatta zevk alma içgüdülerini fazla frenlenmesi sonucu, ego sınırında bir çatışma olur ve nevroz adını verdiğimiz tinsel bozukluklara yol açar.

Erdemler;  bilim – akıl, güç ve güzellik ile bir araya gelirse, erdemli insan yada bilgelik yolunda ilerleyen insan ortaya çıkar.

SAĞLIKLI BİR BENLİK NASIL OLUŞUR?
İnsan birçok ben sahibidir. İnsan uzun süre aynı kalamaz, sürekli olarak değişmektedir. Her insanın içinde birçok insan yaşar. Bir büyük benlik birçok küçük benliğe bölünmüştür. Bu benlikler içinde bulundukları şartlarda ayrı, ayrı rol yaparlar. Ama onları farklı koşullar içine koyarsanız uygun rol bulamazlar ve kısa zamanda kendilerini ortaya koyarlar. Bir insanın oynadığı rollerin incelenmesi, kendi benliğini  bilmesinin çok gerekli bir kısmını oluşturur. Gelişme yolundaki insan kendini tanıma çabasında ve ne istediğinin bilincinde olmalıdır.

Sakin bir hayat mı, kendi üzerinde çalışmak ve çalışmalarına ‘bilim – akıl – bilgeliğin’ yön vermesi mi?
Şayet sakin bir yaşam yeğlerse edindiği bilgilerin dışına çıkamaz. Ama kendisi üzerinde çalışmak, kendini tanımak, toplumu ve doğayı kavramak istiyorsa, her şeyden önce çaba gösteren bir yüreği olmalı, alt benliği, benliği ve üst benliğinin uyumunu sağlama çabasında, girişken ve çalışkan olmalı, edindikleri ile yetinmemeli, bugün kesin doğru olarak bildiği birçok şeyin, yarın değişebileceğinin bilincinde olmalıdır.  Bir başka deyişle, huzurunu bozmak, esirgemesizce çalışmak zorundadır.

Benliğinde özgürlük duymayana onu kimse dışarıdan veremez. Benliğini incelemesini bilen eksikliklerini görecektir. Eksiğini gören yetkin olmaya biraz daha yaklaşacaktır. Kötü tutkulara, büyüklük tutkusuna kapılıp, kendine bakmasına engel olanlar, eksikliklerini hiçbir zaman göremeyeceklerdir.

Karşıtların çatıştığı ve kaynaştığı bir bünyemiz vardır. İnsanın akıl kullanma yeteneği doğuştan gelmesine karşın, insan genellikle bu yeteneğini kullanmama tembelliğindedir. Bundan ötürü dogmalar ve boş inançlar, geniş kitlelerde çok rahat bir şekilde, geçerlilik alanı bulmuştur. Gerçeklere akıl erdiremeyenler yada bu gerçekleri araştırıp bulmak için kendilerini zora sokmayanlar, dogmalarda tüm soruların yanıtlarını buldukları kanısına kapılırlar.

Bilimsel yöntemi rehber alıp, elde edebildiklerini kendi akıl süzgeçlerinden geçirenler, benliklerinin bilincine varmayı öğrenirler.

Nasıl ki bir bahçıvan yetiştirdiği meyve ağaçlarına daha iyi nitelik vermek için aşılar yapar, dallarını budar, altındaki otlarını ayıklar, su ve gübreyi düzenli verir ise biz de aynı şekilde benliğimize düşünü aşısı yapar, yanlışlarımızı budar, dogma ve boş inançları ayıklayıp, her gün artan bilgimizle bilimsel ve ussal gerçeklere ulaşma sürecine gireriz.

PARADİGMA ve PARADİGMA DEĞİŞİMİ

Paradigma kavramı Yunanca’dan gelir. Başlangıçta bilimsel bir terimdi; günümüzde ise daha çok bir model, kuram, algı, varsayım yada referans kaynağı olarak kullanılıyor.

Biraz daha genelleştirirsek, - dünya görüşümüzü - belirtiyor; gözle görmek değil; algılamak, anlamak ve yorumlamak anlamında.

Bir de pradigma değişimi terimi var. Bu terimi ilk kez Thomas Kuhn, son derece etkili olan ve bir tür dönüm noktası sayılan ‘Bilimsel Devrimlerin Yapısı’ adlı eserinde kullanmıştır. Kuhn, bilimsel anlamda hemen, hemen her önemli atılımın, öncelikle gelenekler, eski düşünce biçimleri, eski paradigmalarla olan bağların kopartılması anlamına geldiğini gösteriyor.

İster doğru ister yanlış olsunlar, paradigmalarımız, tutum ve davranışlarımızın, dolayısıyla da başkalarıyla olan ilişkilerimizin kaynağıdır.

Kuşkusuz bütün paradigma değişimleri birden bire olmaz. Paradigmalar güçlüdür. Çünkü onlar arkasından dünyayı gördüğümüz merceği yaratırlar. İster değişim birden bire olsun, ister ağır, ağır temkinli gelişsin; bir paradigma değişimindeki güç, çok önemli bir değişikliğin temel gücüdür. İnsanlar kendi yaşamlarına ve ilişkilerine, koşullanmalarının ve deneyimlerinin sonucu olan paradigmalar aracılığıyla bakarlar. Etkili olmayı yöneten ilkeler vardır; bunlar, tıpkı fiziksel boyuttaki yerçekimi yasası kadar gerçek, değişmez ve tartışılmaz bir şekilde varolan doğal yasalardır.

İnsanoğlu doğaya egemen olmada ve doğayı değiştirmedeki başarısını ne yazık ki kendisine egemen olmada ve kendisini değiştirmede kolay, kolay gösteremez. İnsanı diğer canlılardan faklı kılan bilinç; insanoğluna, öz eleştiri yapabilme olanağını vermiştir. Kendi dışındaki olay, olgu ve nesneleri inceleyip sonuç almadaki başarıyı sağlayan yöntem, bilimsel yöntem olduğuna göre, kendini tanımada da bilinçli bir şekilde bu yöntem izlenirse; birey kendini ön yargısız bir biçimde sorgulayarak yargılayacak ve bunun sonucunda da kendini değiştirebilecektir.

Ama bu her zaman her insan grubu hatta aynı gruptaki her insan için böyle olmamaktadır. Bazı insanlar daha doğumdan başlayarak, anne baba ve ailesinin; dost ve arkadaşlarının; öğretim kurumları ve öğretmenlerinin; iş arkadaşları ve yöneticilerinin; eğilimlerin ve etkilerinin etkisi altında, belirli kalıplar içinde kalarak yaşarsa bir değer taşıdığını zannetmektedir. İnanmada, saygıda, namus anlayışında hatta sevgide bile yüklenmiş olduğu hazır kalıplar içinde kaldığı takdirde kendini güvencede sanmaktadır.

Diğer bir grup ise Pascal’ın ‘düşünen saz’ (roseau pensant) benzetmesinde olduğu gibi, kendisinin evrende incecik bir saz gibi zayıf ve çelimsiz olmasına karşın, düşünme yeteneğiyle tüm evrene egemen olabileceğinin bilincinde olduğundan, olaylara ve olgulara eleştirel gözle bakabilmeyi başarmaktadır. Kendine dahi hazır kalıplar içinde kalmadan bakabilmekte, kendi iç dünyasını yansız değerlendirebilmekte; bunu yaptığı zaman da düşünü ve yargılarına egemen olan, onlara yön veren etkenleri nesnel olarak tanımayı da başarmaktadır.

Kendisini tanıyan ve inceleyebilen kişi, inançlarında, düşünülerinde, benimseyişlerinde, sözlerinde, eğilimlerinde, tutum ve davranışlarında eksik, yanlış ve yanılgılı olanları kendi kendine arayarak bulacak ve bunları doğrularla karşılaştıracak, özetle kendisini eleştirerek yargılayabilecektir.

Bunları yapabilenler, kendilerine inanan ve güvenenlerdir. Bu güvene sahip olma yolundaki birey, kusur ve yanılgılarının olumsuz sonuçlarını başkalarına yüklemeye kalkışmadan, onları değiştirmek yada düzeltmek yoluyla kendini aşacaktır.

Zaten öz eleştiriden amaç, kişinin kendi düşünce ve davranışlarıyla kendi yetenek ve yanılgılarını eleştirmesi, bunun sonucunda da kendini tanıması, öz güven duygusuna sahip olması ve kendini aşabilmesidir. Kendini geliştirme yolunda olan birey, kendisinin her zaman yanılgıları olabileceğini bildiği gibi, bunun kendisini üzüntüye, derde, aşağılık duygusuna sokacak bir şey olmadığını, kendisine bilimsel yöntemle bakabilmeyi becerdiğinden, insanın yanılgıları olduğu gibi, bunları düzeltmenin yolları olduğunu da bilir. Kendisiyle barış ve uyum içinde, bazı eylemlerini ve bu eylemlerine bağlı olan yanılgılarını ve yanlışlarını düzeltmek onun için artık zevkli bir uğraş olmuştur.

Eleştirel kafa yapısına sahip olan birey, her şeyi eleştirecek hatta yaşamı da eleştirecektir. Bunun sonucunu da bireysel mutluluğuyla alacaktır. Eksikliklerini tamamlarken, yanılgılarını düzeltirken; iyiye, güzele, doğruya yönelirken sadece kendini düşünmeyecek, tüm insanlar için barış ve mutluluğu amaçlayacak ve tüm gücünü bu amacın gerçekleşmesine harcayacaktır.

İşte doğaya egemen olmada ve doğayı değiştirmede başarılı olan insanoğlu, kendini araştırma ve sonuç almada, bu nedenle zor bir uğraş içindedir. Bilincimiz bize öz eleştiri yapabilme olanağını vermiş fakat insanların büyük bir çoğunluğu kendi kendileriyle baş başa iken, gerekli içtenliği gösteremediklerinden bu olanağı kullanamamış, insanlığın evrimine katkı yerine hazır kalıplar içindeki yaşamı yeğlemişler.

Yaşamaya, başkalarına tamamen bağımlı bir bebek olarak başlarız. Bizi başkaları yönlendirir, besler ve destekler. Bu besleme olmazsa ancak bir kaç saat, en fazla bir kaç gün yaşabiliriz.

Sonra doğumu izleyen aylar ve yıllar boyunca, fiziksel, duygusal ve ekonomik açıdan gitgide bağımsızlık kazanırız. Sonunda, başının çaresine bakabilecek, kendine güvenen, kendi işini görebilecek biri oluruz.

Gelişmemiz ve olgunlaşmamız sürerken doğada her şeyin birbiriyle karşılıklı – bağımlı olduğunu, toplum dahil, doğayı yöneten bir ekoloji sistemi bulunduğunu gitgide daha iyi anlarız. Sonradan, doğamızın en yüksek etki alanlarının başkalarıyla olan ilişkilerimizle ilgili olduğunu yani insan yaşamının da karşılıklı bağımlılık olduğunu keşfederiz.

Bebeklikten ergenliğe doğru gelişimimiz doğa yasalarına uygundur. Gelişmenin pek çok boyutu vardır. Örneğin tam bir fiziksel olgunluğa erişmemiz, duygusal yada zihinsel açıdan aynı olgunluğa eriştiğimiz anlamına gelmez. Diğer taraftan bir insanın fiziksel bağımlılığı onun zihinsel yada duygusal açıdan olgunlaşmamış olduğunu da göstermez.

Olgunluk denilen dönem içinde, bağımlılık; sen paradigmasıdır. Benim bakımımı sen üstlenirsin; imdadıma sen yetişirsin; yardıma gelmeyen sensin, sonuçtan seni sorumlu tutarım.

Bağımsızlık ise ben paradigmasıdır. Bunu ben yapabilirim. Ben sorumluyum. Ben kendime güvenirim. Ben bir seçim yapabilirim.

Karşılıklı bağımlılık, biz paradigmasıdır. Bunu biz başarabiliriz. Biz iş birliği yapabiliriz.
Biz yeteneklerimizi ve becerilerimizi birleştirip, birlikte daha büyük bir şey yaratabiliriz.

Bağımlı insanların istediklerini elde edebilmeleri için başkalarına gereksinimleri vardır.
Bağımsız insanlar istediklerini kendi çabalarıyla elde ederler.
Karşılıklı bağımlı insanlar kendi çabalarını diğerlerininkilerle birleştirerek en büyük başarılara el ele, gönül gönüle, kafa kafaya vererek erişirler.

Karşılıklı bağımlılık, ancak bağımsız özgür insanların yapabileceği bir seçimdir.
Bağımlı insanlar, karşılıklı bağımlılığı seçemezler.

Birbirleriyle bağlılık içinde bulunanların, birbirlerini etkilemesi doğaldır. İşte bu etkileşim devinimin ta kendisidir. Etkileşme olmaksızın evrende  hiçbir şey var olmaz. Karşılıklı etki, neden ve sonucun durmaksızın yer değiştirmesinden, birbirinin yerini almasından doğar. Bir şey başka bir şeyi doğurmaz, neden gibi görünen şeyle sonuç gibi görünen şey birbirlerini oluşturur.
Bir örnek verirsek;: Topraktaki su buharlaşarak bulut olur ama bulut da yağmurlaşarak topraktaki su olur.

ALEVİ İNANÇ VE FELSEFESİNDE BENLİK

Alevilik inancı insanı temel alan insancıl ( hümanist ) yaklaşımdır.
Burada doğa ve diğer canlılara da düşünüş ve inanç olarak benzer özen gösterilir.
Ancak, aynı kulvarda yürüyen ‘Var Oluşçuluk’ felsefesinden epeyce  farklıdır.
İnsanın; sevgi, saygı, güven, toplumsal dayanışma gibi gereksinmelerinin yanında  ruhsal (psikolojik) gereksinmeleri de vardır.
Alevilikte birey toplumsal katılımdan, dayanışmadan, paylaşımdan tamamen uzak duramaz.
İkrar vermek; bir anlamda "Toplumsal sözleşme"ye katılmak zorundadır.
İkrar verme töreni ile birlikte ikrar veren canlar toplumun eşit ve olgun bir bireyi haline gelirler. Kendi bireyselliklerinden çıkıp kendilerini topluma katarlar.
Bu söz verim, bu irade ( istenç ) ortaklığına katılım o kişiye karşı uygulanacak her türlü yaptırımın da temelini, gerekçesini sağlayacaktır.
Birey bu anlamda tamamen özgür değildir.
Bu kavram; felsefi ve inanç bağlamında benliği yenme, turab (toprak) olma,  alçak gönüllülük, topluma adanma şeklinde simgeselleşir.

VARLIĞIMIZA, BİRLİĞİMİZE, DİRLİĞİMİZE!

İkrar tam anlamı ile toplum için var olmak bağlamında verilmiş bir sözdür.
Burada kuşkuya, hileye, güvensizliğe, iki yüzlülüğe, yalana, kötülüğe, toplumu ve bireyi incitecek hiçbir söz ve davranışa yer olmaması gerekir. Toplum ancak kendi içinde bir bütün olarak varlığını koruyabilir, diri olarak varlığını sürdürebilir.
- Varlık için birliğe gereksinmesi vardır.
- Dirlik için birliğe gereksinmesi vardır.
Alevilikte birçok gülbeng birliği ve dirliği kutsayan sözlerle başlar.
"Varlığımıza, birliğimize, dirliğimize merhaba !..." gibi.
"Bir olalım, iri olalım, diri olalım !..." gibi.
"Nerede birlik, orada dirlik !..." gibi.
Tüm canlar içinde yaşadıkları ve bir parçası oldukları Alevi toplumunun varlığını, birliğini, dirliğini tehlikeye sokacak, zaafa uğratacak sözlerden, hal ve davranışlardan kaçınacaklardır.
Bu anlamı ile her Alevi canın topluma verdiği ikrar somut bir anlam ve değer kazanır.
İkrar toplumsal yaşamın varlığını sürdürmeye yönelik bir söz veriş, bir istenç paylaşımıdır.
İkrarın amacı ve işlevi elle tutulacak kadar somuttur.

“ …Bin bir ismin birinden tut
Senlik
benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi

Aşık Veysel

Kaynakçalar;
  1. Sigmund Freud, Genel Anlamda Psikianalaiz.
  2. Thomas Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı.
  3. Ahmet  Özbek: ‘Davranış Biçimleri’ sunusu için çok teşekkürler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...