Galatlar - I


GALATLAR (KELTLER) ANADOLUDA - I
" …Karac'oğlan der ki bakın olana,
Ömrümün yarısı gitti talana,
Sual eylen bizden evvel gelene,
Kim var imiş biz burada yoğ iken ?"
- Karacaoğlan -
Galatlar kimdir?
“İndo Avrupa kavimlerinden biri olan Keltler’in ilk izlerine M.Ö.600 sıralarında Güney Fransa’da rastlanmaktadır. Daha sonraları İsa’nın doğumundan önceki yüzyıllarda Keltler (Galatlar) bütün Avrupa’ya yayılmış ve bir bölümü Kuzey İtalya’da diğer bölümü Alp ve Pirene Dağları ile Ren Irmağı arasında kalan ve Belçika’ya değin uzanan bölge içinde oturmuşlardır.
Keltler’e Hellenler Keltai ya da Keltoi, Romalılar ise Galli (tekil hali Gallus) derlerdi. M.Ö. 278/277 yılında üç büyük boy halinde Anadolu’ya akın edip sonraları Kızılırmak yayı içinde ve Ankara ile Pessinus yörelerinde oturan Keltler’i ise Hellenler Galatai (tekil hali Galates) adı ile anıyorlardı.”
(Prf. Dr. Ekrem Akurgal, Galatlar’a yazdığı önsözden)
Eskiçağ yazarlarına göre onlardan daha iyi sihirbaz, daha üstün kahin yoktu. Fakat güçlerini şarlatanlar gibi kullanmazlardı. Cinlere ve halkın tanrılar adını verdiği güçlere de pek güvenmezlerdi. Toprak Ana’yı dölleyen bir Tanrı Baba-Gök’e inanıyorlardı.
Toprak Ana bütün doğa güçlerinin anasıydı. Su, toprak, ateş, hava olarak yorumlanır. Kaynakların, dağların, ağaçların, yıldırımın, canlıların, dünyada olup bitenlerin anasıdır. Grekler Kelt (Galat) ilahlarının yüzleri, belirli adları olmamasına çok şaşarlardı. Fakat söz söylemek Grekler’e mi düşmüştü? Onlar ki ruhun ölümsüzlüğüne, hayatın kurtarıcı gücüne bile inanmazlardı. Kendi tanrılarıyla alay ederlerdi.
Keravnos yakalanır, Keltler tarafından parça, parça edilir, başı bir mızrağa geçirilir ve daha direnen Makedonya kuvvetlerine gösterilir. Yenilgi kesinleşir. Sağlam Keltiber kılıçları da işi tamamlar. Yaralılar ve ölüler üst üste yığılır.
Bol pantolonlu savaşçılar Bizans ve Pontos Euxinus (Karadeniz) için anahtar durumunda olan ve daha sonra onların adıyla anılacak olan Gallipoli /Gelibolu yarımadasına yayıldılar.
Galatlar M.Ö. 277 yılında Asya’ya geçti.
Galatlar’ın (Anadolu’da) düşmandan ve kendilerine kinle bakan yüzlerden başka bir şeyle karşılaşmadıklarını sanmayalım. Hiç de böyle değil. İskender’in seferlerinden beri Asya’da kol gezen bir sürü maceraperest onlara katılıyordu. Aynı zamanda Helenizm’e karşı derin bir tepki göstermeye hazır olup Anadolu’nun yerli halkı bu poturlu adamları öç alıcı olarak görüyordu. Volk-Tektosaglar (Kelt boyu) kendilerine düşen ve tutunmalarına olanak veren yüksek yaylalardaki bu tepkiyi çok daha güçlü bulmuşlardı.
II. Ptolemaios’in adı tarihe ‘kardeşlerini seven’ olarak geçer. Çünkü tahtını sağlamlaştırmak için bütün kardeşlerini öldürtmüştü.
Tektosaglar’ın 50. yıldan beri yaşadıkları ülke belki de Asya’nın en fakir yörelerinden biridir. Fakat Anadolu o çağda şimdikinden daha çok orman, tarla ve çayırlara sahipti. Bozkır daha azdı. Ankara civarında şimdiki kurak tepelerin yerinde geniş ormanlar uzanıyordu. Burada Filistin, Lübnan ve Asya’nın birçok bölgesinde olduğu gibi bir ağaçsızlaşma ve kuraklaşma söz konusudur. Günümüzde modern İsrail kendi bölgesinde büyük ekim olanakları olduğunu kanıtladı. Türkiye’de aynı şeyi iyi bir tarımcı olan Mustafa Kemal yaptı.
Ormanlar özellikle yaylayı Bithynia, Karadeniz ve Kafkasya yönünden saran dağların üstündeydi. Galatlar’ın pek sevdiği meşe, gürgen ve çam ormanları. Bunlar Keltler’in kutsal hayvanları olan geyikler ve yaban domuzlarıyla doluydu.
Öte yandan Karadeniz’e doğru alçalan yüksek yaylalar (ortalama yükseklik 1000 metre) bazen bulutları yere kadar inen uçsuz bucaksız bir gök. Küçük Asya’nın diğer bölgelerinin ağır havasından uzak, kuru, temiz bir hava.
Kartallar ülkesi. Bozkırlar: Ağrı Dağına (Ararat, Nuh’un gemisinin dağı), Kafkasya’ya doğru yavaş, yavaş yükselen Asya steplerinin başlangıcı. İran Yaylası’ndan geçip, daha ötede dünyanın damına doğru yükselen dağlar. Bu steplerden kışın dondurucu rüzgarlar ve kurt sürüleri gelir. Kayalık yerlerde ot cılızdır. Fakat başka yerlerde ilkbahar gelince bitkiler özsuyla dolup taşar. Asya’ya özgü görkemli bir fışkırma, bir çiçek ve ot okyanusu doğar. Bu yaz kuraklığına kadar sürer.
Çok sayıda başıboş sığır, domuz, at sürüleri. Daha fakir yörelerde koyunlar, Asya kökenli uzun, ipek tüylü keçiler (Ortaçağda Angora denilen ünlü Ankara keçileri) her yanda kaçışan tavşanlar. Görülmedik şekilde saf ve bol tane veren geriş arpa ve buğday tarlaları. Doğuştan tarımcı, iyi ekmekçi, hayvan yetiştiricisi olan ve et saklamayı bilen yeni gelenler, sucuklar, biralar ve Galat ekmeğiyle ileride ün yapacaklardır.
Galat Yaylası’na çıkmak için her yanda köpüklü sellerin aktığı vadiler aşılır. Karadeniz’e dökülen iki büyük nehir vardır. Batıda Frigya Yaylası’nın vahşi tepelerinden doğan, kutsal Gallos Irmağı’nın birleştiği Pessinus’tan itibaren gemilerin geçmesine elverişli olan, bol balıklı Sangaros (Sakarya). Doğuda Yukarı Fırat’ın yakınındaki yüksek yaylalardan doğup, dar boğazlardan akan, bulanık sulu, gemisiz, balıksız Halys (Kızılırmak) ırmağıdır.
Bu iki nehrin güney kolları arasındaki yayla, İonya’ya doğru ortasında Tatta (Tuz Gölü) bulunan büyük bir tuz çölüyle korunur. Strabon’un yazdığına göre, göl o kadar tuzludur ki, üstünden geçen kuşlar, kanatlarına biriken tuz billurlarının ağırlığından hemen düşer ölürler.
Ölü Deniz kadar geniş olan Tuz Gölü, bu bakımdan da ona benzer. Fakat bu bulutlara doğru yükselen bir ölü denizdir. Çevresinde Filistin’de olduğu gibi çakallara, hatta antiloplara, çalılık leoparlarına ve en çok da çekirgelere rastlanır.
Kuzeyde doğu batı doğrultusunda üstü bol çayırlar ve ormanlarla kaplı olan dağ silsilesi Karadeniz etkisindedir. Zirvelerinden biri Anadolu’da pek çok tepeye verilen Olympos (Aladağ) adını alır. Bütün bunlara, Avrupa yönünde Frigya’da olduğu kadar, Kafkasya’ya doğru Kapadokya yöresinde her yanda sık, sık duyulan depremleri katalım.
İnsanı az fakat korunmaya çok elverişli olan bu yerlerin anlaşılmaz bir saflığı vardır. Gene de olağanüstü bir stratejik nokta olduğunu tekrar edelim: Asya’dan Bizans’a gitmek için daha uygun bir yol yoktur. Değerli mallar (ipek, baharat, fildişi) taşıyan güç yolculukların kervan yolu, seçkin yolcuların yolu, kışkırtıcı büyük dinsel fikirlerin, en korkunç akınların yolu.
Tektosağlar ırkdaşlarını ve onlarla beraber gelenleri (Germenler, her ırktan macera arayan arkadaşları) karşıladıkları zaman başkent Ankara olmak üzere merkezdeki durumlarını korudular. Gerçi böyle yapmakla en zengin bölgeyi ellerinde tutmuş olmuyorlardı. Fakat ileri görüşlülüğün bölgesiydi burası. -Nitekim bir gün, her yandan düşmanla çevrilmiş olan Mustafa Kemal sonuna kadar bu bölgeyi elinde tutacak ve zaferini buna borçlu olacaktır-.
22 Mart’ta (İlkbahar gündönümü) tanrıçanın aşkına hadım olmuşlar, rahiplerin yönetiminde kesilmiş çamı tapınağa götürüyorlardı. Çam Attis’in altında erkekliğini kurban ettiği ağaçtı. Galler ve sırdaşlar saçlar darmadağınık, yas işareti olarak göğüslerine vurarak çam kozalaklarıyla kan çıkıncaya kadar vücutlarını yaralıyorlardı. Arka arkaya üç gün üç gece uyumadan gözyaşları içinde hazin bir cenaze töreni yapılıyordu.
Ancyra Anadolu’nun en güzle şehri olmuştu. Bu bakımdan burada oturanlar Augustus’un kente yaptığı iyilikler için ne kadar şükran duysalar haklıydılar. Forum, tiyatrolar, sirkler, hamamlar, yollar, kaldırım taşları döşenmiş caddeler, saraylar ve güzel villalar. Her yerde heykeller vardı: Delphoi’nin zaptından beri kibar Tektosaglar epeyce değişmiş diye düşünülebilir. Ayrıca bundan sonra Sebate Tektosagon adını alır. Büyük İskender’in oturduğu ve Hindistan’a kadar Helenleştirme planını kurduğu Ancyra kaderini çizmiş gibi görünmektedir.
Galatlar her şeye rağmen geleneklerine bağlı kalmışlardır. Tıka basa yenilen bir o kadar da konuşulan şölenler geleneği. Bu şölenlere ne kadar çok davetli çağrılırsa o kadar iyiydi. Hiç durmadan soru yağmuruna tutulan yabancılar. Eski yazarlar aylar boyunca sofralarını açık tutup gezicileri yiyip içmeye ve serüvenlerini anlatmaya zorlayan Galat Tetrahları’ndan söz eder.
Hıristiyanlar, Jean’ın deyimiyle ‘Kanlı bir hayvan üstüne binmiş fahişeler anası adını verdikleri Kibele’yi aşağılık bulduklarını saklamazlar. Galya’da olsun Anadolu’da olsun pek çok Hıristiyan, Ana ile alay ettikleri gerekçesiyle öldürülür.
Selçuklu Türkleri Aral Denizi steplerinde göçebe olarak yaşıyorlardı ve Arapları bile yumuşatmış olan aşırı zengin Pers ülkesine yavaş, yavaş sızıyorlardı. Selçuklular kısa süre önce Müslüman olmuştu. Politika gereği başlar (yöneticiler) bu dine girmişti. Oysa büyük kitleler bütün Ural Altaylılar gibi şamanlığa bağlı kalmışlardı. Kam gökyüzü ile toprak arasındaki bağlantının daha sıkı olduğu eski zamanlardaki gibi etkiliydi. Gök Tanrı – Baba – Yüce Tanrı, yaratıcı (Tengri) ve evvelce onunla bir olan Toprak Ana’dır (Umay).
Umay arılaşmayı ve Gök ile yeniden birleşmeyi ister. (Göller Bölgesi Türk’lerin Umay ile birleştirdikleri Fatma Ana’ya taptıkları biliniyor.) “451 yılı, kendisinin Tanrı’nın musibeti olduğunu bilenin yılıdır. Attila imparatorluk sarayında bunca özenle boşu boşuna yetiştirilmemiştir. İmparatorluğun ordularında paralı asker olarak bulunan Hun askerlerinin bağlılığını güvenlik altına almak için sarayda rehinedir. Latince konuşur, Romalıların ahlak bozukluğundan, kendilerini beğenmişliğinden nefret eder. Türk steplerinin insanı olarak madenden ve ağaçtan yapılan tanrılara tapanları hor görür.
Keltler gibi çok eski Orhon yazıtlarında söylendiği üzere Yukarıdaki Gökyüzünün çökmesinden ve ayağının altındaki toprağın yarılmasından başka hiçbir şeyden korkmaz. Nihayet bir gün Germenlerin hatta Galyalıların bazı giz dolu çağrılarına cevap vererek, her çeşit milleti çok büyük bir ordu halinde harekete geçirir. Ve pek çoğunun alkışları arasında kendisinin Batıyı kokuşturan Grek Roma çürümesinin mezar kazıcısı olduğunu ilan eder.
Buna rağmen piskoposların, ermişlerin, onu ne kadar etkiledikleri ve hatta durdurdukları da bir gerçektir. 452’de Papa Leon ve rahipleri üstlerinde tören giysileriyle Roma’ya yaya olarak iki günlük uzaklıkta olan Hun Ordusu’nun önüne çıkarlar. Attila ile görüşme ancak birkaç dakika sürer. Bu iki kişinin ne konuştuklarını kim bilecektir? Attila ordularına çekilmelerini emreder. Olay bütün dünyada derin yankılar uyandırır.
Türkler, Hunlar gibi her çeşit yobazlığın, putperestliğin düşmanıdırlar. Hoşgörülü, disiplinlidirler, memur ve köylü olarak bağlanmasını bilirler. Birkaç kez Bizans ile bağdaşıklık kurarlar. Arap kargaşalığı bunların önünde fazla dayanamaz. 1051’de İsfahan’a, 1055’de Bağdat’a girerler. Sonra da Ermenistan’a ve Kapadokya’ya (1059). 1071’de Bizans Malazgirt’te korkunç bir yenilgiye uğrar. Bununla beraber Anadolu’da kalmak niyetinde olmayan Türkler geri çekilir.
İşte bu sırada Roussel de Bailleul, Bizans İmparatoru’na ihanet ederek, başında kendine bir krallık koparmak sevdasına düşer. Galat Kalesi’nin yakınlığına güvenerek bütün Küçük Asya’yı zapt etmek üzereyken Bizans, tarih önünde bir daha düzeltemeyeceği bir hataya düşer. Selçukluları yardıma çağırır. Yüz bin Türk yaylalardan Marmara’ya doğru ilerler ve bir daha da geri dönmez.
Galat kaleleri birkaç yıl daha direnecektir. Sonra her şey biter. Bundan sonra bilinen Türk’lerin Kale halkıyla oldukça iyi anlaştıklarıdır. Ordularına serüveni pek seven bu insanları alırlar. İlk Kelt-Türk kardeşliğidir.
Bunun yanında Galat yaylasından pek çok Ortodoks ve diğer mezheplerden Hıristiyanlar kaçmaya başlar. Pek çoğu Boğazları geçer. Paulicienler zamanında başlamış olan hareketi sürdürerek Balkanlar’daki Bogomilleri, Lombardia’daki
Paterenler’i güçlendirir. Bir gün daha uzaklara oğul vereceklerdir. Almanya’nın,
Flandr’ın, Provence’in babacan adamları, garipleri. En güçlü olarak da Fransa’daki Beziers, Narbonne, Carcasonne, Toulouse, Albi Bölgesi’nde Cathareleri (Katharoi ) oluştururlar.
Bu mezhebin inançlıları; temiz ahlakları, fakirlikleri, tanrı aşkları ile çevrelerindeki yozlaşmış Hıristiyan inançlıları ve rahiplerinden kesin şekilde ayrılır. İncil’i halkın anlayabileceği bir dilde yayarlar. Bu mezhebin doktrini Anadolu keşişleriyle vaktiyle ilişki içinde olmaları nedeniyle çok zenginleşmiş Mani dini Mitos’ları daha da arılaşmıştır. Mani dininden, dünyanın ve etin şeytan tarafından yaratıldığı inancınıdır. Bu dünyadaki hayatın geçiciliği fikrini almışlardır: Protestanlardan önce rahip hiyerarşisine karşı çıkmışlardı.
Galatlar (Keltler) göğü kutsal sayardı...
Bozkır kavimleri gözünde ağaç, yüksek ağaç, yeri göğe bağlayan göbek bağıdır. Yapraklar, kökler, gök tanrının gücünü yudumlar. Burada bir putperestlik söz konusu değildir.
Keltler her zaman yüksek yerleri aramışlardı.....Bu askeri olduğu kadar ve hatta daha çok dini bir seziden gelir. Göğe doğru yükselen, şimşeği çeken, göğün verdiklerini alan her şeyin kutsallaştırılması (Dikili taşlar, ağaçlar).
Galatlar monogam evliliğe inanırdı...
Galatlar her çeşit yobazlıktan, dar görüşlü sofuluktan nefret ederdi.
Her yerdekinden daha sağlam kalmış olan ve Romalıların unuttukları Patria Potestas’ı hatırlatan aile duyguları dikkati çekiyordu.
Babaya karşı duyulan derin saygı kadınlarda bir kendini sakınma duygusu yaratıyordu. Bunun bir eşini de Yahudiler de görebiliriz. Gerçek bir iffet, karı koca arasında sadakat: Galatlar’ın monogam ve çözülmez evlilik bağlarına bu denli önem verişleri o çağ için, hele Frigya’da pek olağanüstü bir şeydir...
Eskiçağ yazarları Galat kadınlarının söz götürmez faziletlerinden pek çok örnek vermişlerdir.
Galatlar ne giyerdi?
Soğuk ülkelerin atlı insanları olduklarından kadınlar ve erkekler, hepsi Asya stepleri kökenli olan, ayak bileklerinde toplanmış geniş pantolon (potur) giyerdi. Ayakkabıları çivili tabanlıydı.
Serüven ve söz verilen parayı ver, gerisini merak etme.
Galatlar anlaştıkları ücreti almaları ve başlarında büyük serüvenlere layık bir şef olması koşuluyla ölünceye kadar bağlılıklarıyla her zamankinden daha çok üne kavuşmuşlardı.
Galatlar savaşa çoluk çocuklarıyla giderdi.
Kural olarak bağımsız milisler halinde şefleriyle bir arada bulunurlardı. Çoğunlukla karılarını ve çocuklarını beraberlerinde götürürlerdi. Değerlerini bildikleri için pahalı satarlardı kendilerini. Kişi başına şu kadar, bazen da karılarını ve çocuklarını da hesaba sokarlardı.
Galatlar da Türkler gibi savaşırdı!
Ordusunun gerilerini korumak için her çareye başvurdu. Kaçıyormuş gibi yapıp arkadan çevirerek düşmanı yok etmek, tuzak, yiyecekleri zehirlemek, orman yangınları gibi taktikler denerlerdi.
Keltler, savaş sırasında korkunç naralar atıyor ve garip biçimli aletlerle cehennemi bir gürültü çıkarıyorlardı.
Kaynakçalar:
1.     Prof. Dr. E.Akurgal, Anadolu Uygarlıkları
2.     Mehmet YALDIZ, 3 Şubat 2005 tarihli çalışmasından.
3.     Antikçağ Anadolu’sunun Savaşçı Kavmi Galatlar Arkeoloji ve Sanat Yayınları – 2000 Arslan, Murat
“Bu kitabın amacı, Galatlar'ın Hellenistik Çağ Küçük Asya’sında oynadıkları tarihi rolün ortaya konulması ve konuya ilişkin antik kaynaklarla modern literatürde bulunan karmaşık bilgilerin sistemleştirilerek anlaşılır bir hale getirilmesidir. Bütün bunlar yazılırken, Galatlar'ın Hellen-Roma dünyası, özellikle Hellenistik krallıklarla ilişkileri geniş bir perspektif içinde anlatılmaya, böylelikle, Galatlar hakkında şimdiye kadar bilinenler, teoriler ve henüz anlaşılamayan noktalar sistematik bir biçimde bir araya getirilmeye çalışılmıştır.”                            Prof. Dr. E.Akurgal, Anadolu Uygarlıkları



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...