GALATLAR
(KELTLER) ANADOLU’DA - II
“Tarih yazmak tarih yapmak kadar
önemlidir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek, insanı şaşırtacak
bir hal alır.”
“ Her
başlangıç zordur.”
“ Hasta adamın
öfkesinden sakının.”
“ Aşk kördür.”
“ İnsanlar
biri birilerini gölgesinde yaşarlar.”
“ Sağlık
servetten daha iyidir.”
( Bir kaç Kelt
– Galat atasözü)
Galatlar: Delphi
zaferinden sonra Tektosagi, Tolistobogii ve Trogmi adlı üç boy şeklinde örgütlendiler. Orta Anadolu’da Sivrihisar (Pessinus), Ankara (Ankyra) ve Yozgat Büyüknefes (Tavium) bu üç boyun merkezi oldu. Bölgede
yapılan yüzey araştırmalarında Polatlı’da Basrikale ve Hisarlıkaya, Sakarya
Irmağı’na hakim Çanakçı ve Çağlayık, Beypazarı’nda Tabanoğlu ve Dikmenkale,
Ayaş’ta Canıllı, Keçiören’in Bağlum köyünde Hisartepe ve daha başka kale
kalıntıları belirlendi. Kalelerin bazıları çevredeki kaya kitlelerine
bağlanarak yapılmıştır.
ANKARA TARİHİ
Ankara kentinin
bir görüşe göre, Galatlar tarafından kurulduğu ve gemi çapası anlamına gelen
adıyla bilindiği ileri sürülmektedir. Diğer bir görüşe göre ise Ankara’nın
kurucusu Frigya Kralı Midas’tır. Daha sonraları kent Engürü olarak
adlandırılmıştır. Kuruluş dönemi ve şekli ne olursa olsun kent ilk dönemlerden
beri ticaret yollarının kesiştiği bir konuma sahip olmuştur.
Hitit döneminde Ankara’nın bir askeri garnizon olarak kullanıldığı bilinmektedir. Büyük Hitit İmparatorluğu’nun tarihe karıştırmasından sonra kent ve yöresinde M.Ö.7. yüzyıla kadar Frigler egemen olmuştur.
Hitit döneminde Ankara’nın bir askeri garnizon olarak kullanıldığı bilinmektedir. Büyük Hitit İmparatorluğu’nun tarihe karıştırmasından sonra kent ve yöresinde M.Ö.7. yüzyıla kadar Frigler egemen olmuştur.
Frig devletinin
yıkılışından sonra Lidyalılar M.Ö. 547 yılına kadar bölgeye hakim olmuştur.
Daha sonra Ankara Pers egemenliğine girmiştir. Yaklaşık 200 yıl süren Pers
egemenliği döneminde Ankara’nın önemli bir konaklama yeri ve ticaret kenti
durumuna geldiği belirtilmektedir.
Makedonya Kralı
Büyük İskender M.Ö. 333 baharında Persleri yenerek Ankara’yı kendi
imparatorluğuna katmıştır. Bu dönemde Anadolu’ya gelen savaşçı halk Galatlar
eski Ankara Kalesi’ni yapmışlardır. Daha sonra bölgede siyasal birliği kuran
Romalılar M.Ö. 189 yılında Galatlar yenerek Ankara’yı ele geçirmişlerdir. Roma
döneminde Ankara ulaşım sistemini oluşturan önemli yollardan birinin üzerinde
bulunmaktaydı. Kent Roma döneminde içişlerinde bağımsız ve demokratik yapıda
yönetilmiştir. Bu dönemde halk tarafından "Demoj" ve "Bule"
adı verilen iki ayrı gruptan oluşan bir belediye meclisi seçilirdi. Bu
Meclisler bütün gereksinimlerini saptardı ve böylece kentin iç yönetiminde Kent Meclisi ve Halk Meclisi bütün kararları almak yetkisine sahip olurdu. Bu
dönemde kentin alt yapısı tamamlanmış, kente 60 km . uzaklıktaki
Elmadağ’dan taş borularla getirilen su mahallelere dağıtılmıştır.
Roma
İmparatorluğu’ndan M.S. 3. yüzyıl ortalarında ortaya çıkan sosyal ve ekonomik
çöküntüye paralel olarak kent o günlere kadar koruduğu açık kent niteliğini
yitirmiş ve çevresi surlarla çevrilmiştir. İmparatorluk başkenti İstanbul’a
taşınınca, Bizans döneminde Ankara’dan geçen ve başkenti doğuya bağlayan
yolların önemi daha da artmıştır. Ankara M.S. 10. yüzyıla kadar diğer Bizans kentleri
gibi para ekonomisinin geliştiği, örgütlü bir ekonomik yapısı olan önemli bir
merkez özelliği kazandırmıştır. Bu dönemde, kent planının temel öğeleri; kent
düşman saldırılarına karşı koruyan kalın surlar, pazaryeri ( agora) işlevini
gören agora ve kilisesidir. Ayrıca tahıl depoları, ambarlar ve hamamlar
işlevlerini sürdüren diğer önemli öğelerdir.
Ankara’nın
Selçukluların eline geçmesi, Malazgirt savaşından sonra 1073 yılına rastlar.
Ankara gibi Bizans kentlerine Türklerin kitle halinde girmesi 11. yüzyılın son
çeyreğinden sonra başlar. Türkler büyük bir hızla kırsal alana yerleştiler ve
tarımsal üretime katıldılar. Daha sonra 12 ve 13. yüzyıllarda Selçuklu
sultanlarının da çabasıyla transit ticaret bir gelişme gösterdi. Ankara 1304 de
görevli özerklik vererek Osmanlı Devletine bağladığı Ankara, I. Murat zamanında
kesin olarak Osmanlı topraklarına bağlandı, Timur 1402 yılında orduları ile
Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt arasındaki Ankara Meydan Savaşı zamanında
Ankara ve çevresinin büyük ölçüde harap olmasına karşın Anadolu birliğini
yeniden kuran II. Murat zamanında yeniden onarılmıştır. Bu dönemde suyollarına
kadar bütün alt yapı tesisleri, hanlar, hamamlar ve diğer kamu binaları
onarılmıştır.
Ankara 16-19.
yüzyıllar arasında birçok yabancı gezginin de uğrak yeri olmuştur. Gezginler
yazdıkları seyahat namelerinde kentle ilgili çok doğru bilgiler vermiş,
çizdikleri gravürlerle o döneme ilişkin görsel malzeme sağlamışlardır. Deutsche
Bank ile Osmanlı Devleti 19. yüzyıl sonlarında arasında imzalanan bir
demiryolunun yapılması konusunda anlaşmaya varılmış ve 1889 yılında başlayan
yapım çalışmaları sonunda 1892 yılında ilk tren Ankara’ya gelmiştir.
Ankara’nın önemi
Kurtuluş Savaşı ile birlikte artmıştır. Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı Ankara’dan yönetmişler. İlk Ulusal Meclis yine Ankara’da
toplanmıştır.
Ankara, Türkiye
Cumhuriyeti’nin başkenti olduktan sonra hızlı bir gelişme göstermiş, bir yandan
Prof. Hermann Jansen’in hazırladığı kent planı çerçevesinin de İmar hareketleri
hızlanırken diğer yandan, kamu yönetiminin başlıca kurumları kentte
örgütlenmeye başlamıştır.
ANTİK TARİH
Ankara, 3000 yıl
kadar önce kurulmuştu. Galatlar bu kente, " durduran, yol kesen " anlamına gelen Ankyra adını verdiler. Bu deyim daha sonra gemicilikte kullanılarak
gemi çapası (Anchor) anlamını aldı.
Deyimin, bugün Kale'nin bulunduğu kayalık alanın konumu yüzünden düşünüldüğü
anlaşılmaktadır.
Ankara'nın isimleri arasında bir de Engürü vardır. Söylenceye göre bu adın aslı Farsça "üzüm" sözcüğünün karşılığı olan "engür"dür. Engürü adı da, bir zamanların bağlık bahçelik Ankara'sını çok güzel anlatan adlardandır. Sırası gelmişken belirtelim ki, Ankara ve çevresi üzümün anavatanıdır. En iyi şarapların da Çankaya'nın Kavaklıdere'sinde yapıldığı bilinir. Kim bilir, belki de Anadolulu Baküs Çankaya'da doğmuştur.
Ankara'nın isimleri arasında bir de Engürü vardır. Söylenceye göre bu adın aslı Farsça "üzüm" sözcüğünün karşılığı olan "engür"dür. Engürü adı da, bir zamanların bağlık bahçelik Ankara'sını çok güzel anlatan adlardandır. Sırası gelmişken belirtelim ki, Ankara ve çevresi üzümün anavatanıdır. En iyi şarapların da Çankaya'nın Kavaklıdere'sinde yapıldığı bilinir. Kim bilir, belki de Anadolulu Baküs Çankaya'da doğmuştur.
Ankara'nın
kurucularına ilişkin iddialar bir değil, ikidir. Uzmanlar Ankara'yı ünlü bir
baba oğul arasında kime mal edeceklerini şaşırırlar. Bir rivayete göre, Ankara'nın kurucusu
Frig Kralı Gordios'tur. Bir rivayete göre de
onun oğlu Midas'tır.
Hititler
döneminde Ankara bir askeri garnizon olarak kullanıldı. Daha sonra bu alanda Frigyalılar
egemen oldular ve kenti kuran da onlar oldu.
Kentin yeni
hakimleri olarak M.O. 700'den sonra Lidyalıları görüyoruz. Kent ve bölge M.O.
547 tarihinden itibaren de iki yüzyıl kadar Pers egemenliği altında kaldı.
Büyük İskender M.O.
333 yılında kenti Makedon-Helen egemenliğine soktu. Gordion'un ünlü ve efsanevi
kördüğümünü çözemeyince kılıcıyla kesen İskender'in, yörede bir süre kaldığı
biliniyor. Ankara Kalesi de bu dönemde Anadolu'ya gelen Galatlar tarafından
yapıldı.
Romalı Komutan
Vulso M.O. 189 yılında, Galatlar'ı yenerek Ankara'yı Roma egemenliğine aldı.
Ankara'yı uzun yıllar egemenlikleri altında tutan Romalılar zamanında kente
önemli yatırımlar yapıldı. Bugün Ankara'da, Roma döneminden kalma hamam,
tapınak, sur, agora, hipodrom, sütun, tiyatro gibi çok sayıda eser görülür.
Örneğin, Ulus'ta, Hükümet Meydanı'ndaki Julianus sütunu bunlardan biridir. Roma
İmparatoru Julianus'un M.O. 362'de Ankara'dan geçişi anısına dikilen bu sütun,
yivli taşlardan oluşmuş ve yaprak biçiminde bir taçla süslenmiştir. Yeri, bu
yüzyılın başında, iki yüz metre kadar kuzeye taşınarak değiştirildi. Halen
kalıntıları bulunan Roma Hamamı, döneminin dünyadaki üç büyük hamamından biri
olarak nitelendirilir. Yıl 1939'da başlanan bir kazı sonunda ortaya çıkan, 12
külhanlı, dev boyutlardaki bu hamamın M.S. 2. yüzyıl sonu ile 3. yüzyıl başında
yapıldığı bilinmektedir. Hamamda, yılan tutan kocaman bir elin varlığı,
yapının, Sağlık Tanrısı Asklepius adına inşa edildiğini düşündürmektedir.
Hamamın ortaya çıkarılması amacıyla yapılan kazılarda Roma İmparatoru Caracalla
ve annesi Julia Domna adına çıkarılmış çok miktarda sikkeye rastlanmıştır. Taş
temeller üzerine oturan hamamın dış duvarları, dört sıra tuğlanın üs tüste
konmasından oluşmaktadır. İç duvarlar ise mermerle kaplıdır. Kente 60 km . uzaktaki Elmadağ'dan
taş borularla getirilen su, bu hamamla birlikte bütün mahallelere
dağıtılıyordu.
Hacı Bayram
Camii'nin yanında yer alan Augustus Tapınağı konusunda Prof. Dr. E.Akurgal
şunları yazıyor:
"Roma
İmparatoru Augustus (M.Ö. 27-M.S. 14), ölümünden on altı ay önce Vesta
Rahibelerine dört belge teslim eder. Bunlardan biri vasiyetnamesidir; ikincisi
cenaze töreni hakkındaki buyruklarını, üçüncüsü imparatorluğun parasal ve
askeri durumu ile ilgili kayıtlarını kapsamakta, dördüncüsü ise yaşadığı sürece
yaptığı işleri (icraatı) anlatmakta idi.
"Bunlardan
ancak sonuncusu, 'index rerum gestarum',
Ankara Augustus Tapınağı'nın duvarlarında iki dilde, Latince ve Helence
yazılmış olarak günümüze değin gelmiştir. Buna karşılık madenden iki levha üzerine
yazılı olup Roma'da imparatorun mezarının önünde yer alan orijinal metin ise
tamamen yok olmuştur.
"Güzel bir
rastlantı sonucu 'Res Gestae Divi
Augusti' (yani tanrılaşmış Augustus'un yaptığı işler) adını taşıyan bu
kitabenin günümüze değin bilinen diğer iki kopyasına ait parçalar yine
Anadolu'da ele geçirilmiştir. Şimdi Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde
saklanmakta olan bu parçalar Ankara Tapınağı'nın bazı eksik bölümlerinin
tamamlanmasında yardımcı olmuşlardır...
"Augustus'un uğraşılarını anlatan Latince metin, tapınağın Pronaos (ön oda) adı verilen iki yan duvarının iç yüzeylerinde yer almaktadır. Yazıt Hacı Bayram Camii'ne yakın olan duvarın üstünde halen okunaklı iri harfler halinde 'Re-rum gestarum divi Augusti' (yani tanrılaşmış Augustus'un icraatı) sözcükleri ile başlar ve duvarın büyük bir bölümünü kaplar. Latince yazıtın arkası, onun karşısında kalan duvarın iç yüzünde devam eder. Latince metnin Helence çevirisi ise bu duvarın, yani batı-doğu doğrultusundaki tapınak duvarının dış yüzündedir. 0 tarihlerde Ankara'da konuşulan dil Helence olduğu için yazıtın Helenceye çevrilmesi gerekiyordu...
"Augustus'un uğraşılarını anlatan Latince metin, tapınağın Pronaos (ön oda) adı verilen iki yan duvarının iç yüzeylerinde yer almaktadır. Yazıt Hacı Bayram Camii'ne yakın olan duvarın üstünde halen okunaklı iri harfler halinde 'Re-rum gestarum divi Augusti' (yani tanrılaşmış Augustus'un icraatı) sözcükleri ile başlar ve duvarın büyük bir bölümünü kaplar. Latince yazıtın arkası, onun karşısında kalan duvarın iç yüzünde devam eder. Latince metnin Helence çevirisi ise bu duvarın, yani batı-doğu doğrultusundaki tapınak duvarının dış yüzündedir. 0 tarihlerde Ankara'da konuşulan dil Helence olduğu için yazıtın Helenceye çevrilmesi gerekiyordu...
"Eski tarih
boyunca Ankara'nın akropolisi (tepe kenti) Hacı Bayram Camii'nin bulunduğu
yerde idi. Roma döneminde Ankara kenti, Roma ve Augustus Tapınağı'nın bulunduğu
bu kutsal tepenin etrafını çeviriyordu. Çankırı Caddesi üzerindeki Roma Hamamı,
Kale dibindeki Roma Tiyatrosu ve Hisar'daki Kale'nin kendisi Roma kenti
sınırlan içindeydi. Kentin kuzey ucu Radyoevi'ne doğru uzanıyordu. Roma dönemi
sikkelerindeki tasvirlerden ve yazıtlardan anlaşıldığına göre Ankara'da
Romalılardan önce Tanrı kadın Kybele'ye (bereket tanrıçasına) ve Ay Tanrısı
Men'e tapılıyordu. Kybele, Çatalhöyük'te gördüğümüz üzere, daha neolitik çağda,
yani M.Ö. 7. ve 6. binlerde Anadolu halklarının başlıca Tanrısı olduğu gibi,
Frigler'in de en önemli Tanrısı idi. Men
de bir Anadolulu Tanrı olup büyük olasılıkla Luvi kökenlidir. Ona özellikle
Frigya ile Lydia bölgelerindeki yerli halklar tapınıyordu. Helenler'in Ay Tanrısı dişi olup adı Selene idi. Bununla beraber aynı
bölgelerde yaşayan Helenler de Men'e tapıyorlardı.
"Augustus
Tapınağı'nda cephenin ve giriş yerinin Helen kutsal yapılarındaki gibi doğuya
değil de, batıya dönük oluşu da burasının eski Anadolu geleneğine, yani Helenler'den
önceki dönemlere ait bir tapınma yeri olduğuna işaret etmektedir...
"Bizans
çağında Augustus ve Roma Tapınağı'nı kiliseye dönüştüren Hıristiyanlar,
cella'nın (ortadaki büyük odanın) güney duvarında üç pencere açmışlar ve cella
ile opisthodomos'un (arka odanın) arasındaki duyan yıkarak orayı bir Krypta
haline sokmuşlardır." (Ankara Dergisi, s. 1. 1990)
Türkler, Augustus ve Roma
Tapınağına hiç dokunmadılar; ona saygı ve hoşgörü göstererek Hacı Bayram
Camii'ni kilisenin hemen yanı başında inşa ettiler.
Kentin onarılıp güzelleştirildiği dönem olmuştur Roma dönemi. Hatta çılgın imparator Neron, Ankara'yı Metropol yani Başkent ilan etmişti. Bu döneme ait yazıt ve sikkelerde Ankara'nın başkent olduğu açıkça yazılıdır. Bir başka Roma İmparatoru Caracalla da, kenti çevreleyen surları onarmıştı. Ankara Kalesi'nin eteklerinde bir bedesten ve iki hanın onarılıp müzeye dönüştürülmesiyle kazanılan çok değerli bir yapıda, taş devrine ait bulgulardan, anılan Roma dönemi kalıntılarına kadar pek çok eser sergilenmektedir. Müze şimdilerde Anadolu Medeniyetleri Müzesi olarak adlandırılıyor.”
Kentin onarılıp güzelleştirildiği dönem olmuştur Roma dönemi. Hatta çılgın imparator Neron, Ankara'yı Metropol yani Başkent ilan etmişti. Bu döneme ait yazıt ve sikkelerde Ankara'nın başkent olduğu açıkça yazılıdır. Bir başka Roma İmparatoru Caracalla da, kenti çevreleyen surları onarmıştı. Ankara Kalesi'nin eteklerinde bir bedesten ve iki hanın onarılıp müzeye dönüştürülmesiyle kazanılan çok değerli bir yapıda, taş devrine ait bulgulardan, anılan Roma dönemi kalıntılarına kadar pek çok eser sergilenmektedir. Müze şimdilerde Anadolu Medeniyetleri Müzesi olarak adlandırılıyor.”
*******
Ankara'nın
simgesi
Milet Müze Müdürü Mehmet Yaldız kendi
internet sitesinde uzun süredir Ankara'nın simgesi üzerine sürdürülen
tartışmalara bambaşka bir boyut getirmiş. Hitit Güneşi ve İ. Melih Gökçek 'in
kubbeli minareli amblemlerine karşı çıkan Yaldız, bu kentin simgesinin çapa
olması gerektiğini söylüyor. Bu tezini de Ankara'nın isminden yola çıkarak dile
getiriyor. Sitesinde iki söylenceye yer veren Mehmet Yaldız, kentin
kurucularına gereken saygıyı, ancak böyle gösterebileceğimizi belirtmiş.İşte Yaldız'ın tezine dayanak yaptığı iki söylence:
ANKARA:
“
Geçmişten günümüze yansıyan simge, kentin adında saklıdır.”
Ankara kentini tarihsel özgünlükte bir
simgeyle tanımlamak gerekiyorsa ki uzun zamandır çeşitli nedenlerle gündeme
durup, durup sokuşturulan bu konuyu doğru açımlayabilmek için, bilimsel
köklerini araştırıp kentin kuruluşunu ve adını irdeleyerek sonuca ulaşabiliriz.
Bu simge, genel ve kolay bir
değerlendirmeyle ele alınarak Hitit Güneşi olmamalıdır. Her ne kadar,
Ankara'nın tarihinde Hititlerin izlerine rastlamak olasıysa da, bu tanımlama
genelden hareket ederek özel bir vurgulamanın görüntüsü durumuna geçmektedir ve
doğru değildir. Ankara'yı Hititlerin tarihinden gelen simgeyle anlatmak yerine
kendi adında ve tarihinde bulunan özellikleriyle tanımlamak daha doğru olmalı
diye düşünüyorum. Bunun için de, bir belediye başkanının kısıtlı anlayış ve
fikirlerinden yola çıkarak yaptırdığı kasıtlı şekillerden oluşan simge de
palyatif olmaktan öteye gidemiyor, kentin tarihiyle örtüşmüyor. Bunu tartışmaya
bile gerek yok, diyorum.
Ankara kenti, yüzyıllar öncesinin
derinliklerinden zamanımıza kadar ulaşabilen ışıltılar taşımaktadır. Zamana
direnen çağrışımların beşiğinde ırk, din, dil gözetmeksizin insandan insana,
çağdan çağa anlatılan bu ışıltılar, bu söylenceler tarihin imbiğinden geçip
geliyor ve zamanımıza ulaşıyor. Kentin adında var simgesi...
İşte bu öykülerden biri:
"...Nuh
peygamber, gemisini inşa ettikten sonra dünya üzerindeki her yaratık türünden
dişi ve erkek bir çift olmak üzere yanına alır, hazırlıklar tam bitmişken tufan
başlamıştır, artık. Durmaksızın yağan yağmurlardan her yan denize dönmüştür.
Tufanın etkisiyle oradan oraya savrulan Nuh'un gemisi, bugünkü Ankara
Kalesi'nin bulunduğu tepeye demir atar, ne var ki tufan çok şiddetlidir, halat
kopar, çapa orada kalır. Aradan çok zaman geçer, insanlar dünya üzerinde
dağılmaya, yerleşmeye ve kentler kurmaya başlamışlardır. Tepenin eteklerinde
Nuh'un Gemisi'ne ait çapayı bulurlar, adını da eskil bir dilde ' Çapa
Kenti' anlamına gelen
"ANKERİUM" koyarlar..."
İşte
günümüzde sık, sık karşılaşabileceğiniz, eskil dillerde olduğu kadar bugünün
sözlüklerinde de bulabileceğiniz kentin çeşitli dönemlerdeki isimlerini
gösteren adları: Ankerium, Ancyra, Ankyra, Ancorra, Angora, Engürü ve Ankara.
Bbu kentte yaşayan uluslar; Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Galatlar,
Roma ve Bizanslılar, İlhanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar... Sonra, Türkiye
Cumhuriyeti’dir.
Bir
başka söylence de ise, İÖ 3.yüzyılda, Orta Avrupa'dan göç ederek deniz yoluyla
Anadolu'ya gelip yerleşen Galatlar'ın öyküsü anlatılır. Galatlar, Avrupa'nın
güney-batısından başlattıkları göçleri sırasında, Akdeniz'de Mısır gemileri ile
savaşa tutuşurlar. Mısırlı'ları, bu deniz çarpışmasında bozguna uğratan
Galatlar savaş ganimeti olarak gemi çapalarını alırlar yanlarına ve Anadolu
içlerine kadar gelirler. Burada bir tepe üzerinde kurdukları kente, "Çapa
Kenti" anlamında "Ancyra" adını koyarlar. Galatların ve Erken
Roma dönemindeki imparatorların bastırdıkları sikkelerin üzerinde, "gemi
çapası simgesi" sık, sık kullanılmıştır.
Şimdi, Anadolu'nun ortasında ki bu
kentin adı; denizle hiç bağlantısı olmadığı halde gemileri ve denizleri
çağrıştıran anlamıyla, gerçekten 'Çapa Kenti'. Kentin, kendi adında saklı
simgesidir. Peki, o zaman başka simgeler yakıştırmak için neden uğraşıyorlar?
İşte, o sorunun yanıtı bu yazıda yok.
Ama bana sorarsanız, kentin kurucularına ve yüzyıllardır sokaklarında
yaşayanlarına saygı için kentin simgesi 'çapa' olmalıdır.”
-
Mehmet
YALDIZ -
******
Galatların; Bozkırın Gözleri - Kangal Köpekleri
Şüpheci, temkinli, sessiz ve
sezgileri son derece güçlüdür. Kadınlara ve çocuklara karşı iyi huyludur.
Onları tüm dünya yakından tanıyor. Kangal köpekleri, diğer adıyla Anadolu çoban
köpeği, tarihin çok eski çağlarından beri sürülerin ve insanların bekçiliğini
yapıyor. Türkiye'nin en iyi gezi, doğa ve coğrafya dergisi Atlas, kasım
sayısında Kangal köpeklerini işledi.
Yüzyıllardan beri sert doğa koşullarında,
vahşi hayvanlara karşı bozkırda kendi inisiyatifini geliştiren Kangal
köpekleri, bugün Anadolu'ya özgü endemik bir tür yani yalnızca bu coğrafyada
yetişiyor. Fakat Kangalların tam kökeni, kesinlikle bilinmiyor. Bu iri cüsseli,
iri kafalı köpekleri tanımlayan en eski metinler Babil dönemine kadar uzanıyor.
Londra'da British Museum'da yer alan bir Asur kabartmasında, şaşırtıcı biçimde
bugünkü Kangal köpeği tasvir ediliyor. Eskişehir'de Gordion yakınlarında
bulunan ve milattan önce 1200 yıllarına tarihlenen bir başka kabartmada, aynı
Kangallar gibi oldukça iri görünüşlü, sarkık üçgen kulaklı bir köpek tasvir
ediliyorBir başka görüşe göre en az iki bin yıldır Anadolu'da bekçilik yapan Kangalların ataları Galatlar'dan, yani Keltler'den geliyor. Milattan önce 279 yılında Avrupa'dan Anadolu'ya göç eden Galatlar, Ankara, Yozgat, Sivas yörelerine yerleştiler. Galatlar, Avrupa'da çok ünlü olan koyunlarını vahşi hayvanlara karşı korumak için yanlarında iri köpeklerini de getirmişlerdi. Bu köpekler, o dönemde sürüleri yalnız kurt ve çakallara karşı korumuyorlardı. O dönemde Anadolu bozkır ve ormanlarında Anadolu leoparı, ayı gibi vahşi hayvanlar da bulunuyordu ve köpekler, sürüleri bunlara karşı da koruyordu. İşte bu köpekler, bir görüşe göre Kangalların atasıydı.
Kangallar, 1960'lı yıllarda batılılar tarafından keşfedildi ve ‘‘moda’’ oldu. Türkiye'de de ün kazanan Kangalların ticaretinin yapılmasıyla birlikte yozlaşma da başladı. Bazı uyanıklar, Kangalları, değişik yoz köpeklerle çiftleştirip para kazanmaya kalktılar. Özellikle 1980'li yıllarda Avrupa ve ABD'de talep patlaması yaşanınca, Kangalların yurt dışına çıkarılması yasaklandı. Yine aynı yıllarda Kangal Kaymakamlığı bir üretme ve yetiştirme çiftliği kurdu. Onu Sıvas'ın Ulaş ilçesinde kurulan daha büyük bir çiftlik izledi. Ama buralarda gerçek anlamda bilimsel inceleme yapıldığını söylemek, şimdilik çok zor.
Kangalın özellikleri
Kangalların kafası, vücuduna oranla oldukça iri ve küt bir yapıya sahip, alnı düz, kulakları üçgen ve sarkıktır. Genel vücut rengi değişiklik göstermiyor: Kirli sarı, grimsi, kahverengimsi tonlardadır.
İstisnasız bütün Kangalların kulak, ağız ve burun kısımları siyahtır. ‘‘Karabaş‘‘ adı buradan gelir. Tüyleri kısa ve çok sıktır.
Kuyruğu gövdeden biraz daha tüylüdür ve hayvan dikkat kesildiği zamanlar yukarıya doğru spiral biçimde kıvrık durur. Ön ayaklar çok gelişmiştir ve dirsekten itibaren ön kol kısmı uzundur. Ortalama omuz yüksekliği 65-85 santim, ortalama ağırlık 35-45 kilodur. En ilginç özelliklerinden beri ‘‘yal’’ adı verilen, ekonomik bir temel besinlerinin olmasıdır. Mısır, arpa veya buğday unu sıcak suyla bulamaç haline getirilir; içine zenginleştirmek amacıyla et suyu, kemik unu, balık unu, süttozu atılabilir. Kangal, iri vücuduyla dünyada kurda karşı üstünlük kuran ender köpeklerden biridir. Sahibine, sürüye ve bölgesine çok bağlıdır. Canı pahasına korur. Çok şüphecidir, ama kadınla ve çocuklara karşı şefkatlidir. Dost olduğunu anladığı insana kendini sevdirir. Geniş alanlarda gezmek ve koşmak doğal özelliği olduğu için evde beslenmeye uygun değildir. Kolay, kolay saldırmaz ve sessizdir. Ama karşısındaki kişinin iyi niyetli olup olmadığını sezme yeteneğine sahiptir.
Bir kaynak eserle ilgili; Galatlar!
Herhangi bir sohbet sırasında Kelt kültürü ve tarihinden söz etseniz, akıllara ilkin İrlanda ve İskoçya gelecektir, sonra belki Galya ve Kuzey Avrupa, bilemediniz Karadeniz'in kuzeyindeki stepler. Ama deneyimle sabittir ki pek az kişi, Kelt’lerin gelip yerleştiği ve kültürel izlerini bıraktığı topraklardan birinin (hatta önemlilerinden birinin) Anadolu olduğunu bilir. İlginçtir ama Anadolu uygarlıklarını sayarken insanların aklına Hititler ve Frigler başta olmak üzere çok sayıda halk geliyor da Keltler ya da burada bilinen adlarıyla Galatlar ya unutuluyor ya da neredeyse hiç bilinmiyor. Marmara Üniversitesi'nden Murat Arslan'ın 2000 yılında yayımlanan "Galatlar" adlı dört dörtlük çalışması, işte bu yüzden çok önemlidir.
Aslına bakılırsa, dilimizde Galatlar üzerine yayımlanmış ilk kitap değildir, Arslan'ın araştırması. Türk Tarih Kurumu, 1979 yılında, Fernand Lequenne'in "Galatlar" adlı yapıtını Suzan Albek'in nefis çevirisiyle yayımlamış ve kitap tarih meraklılarından büyük ilgi görmüştü. Bazı bölümleri eksiltilmiş ve kısaltılmıştı çevrilirken ama yine de Anadolu'nun bu ilginç halkının Ankara dolaylarında, Eskişehir'in doğusunda, Kızılırmak yayı içerisindeki serüvenini masalsı bir dille anlatan Lequenne'in çalışması, hâlâ kitaplıklardaki tartışılmaz değerini koruyor.
Ancak Murat Arslan'ın kitabı, bilindiği kadarıyla bir Türk bilim adamının Galatlar üzerine yaptığı ilk araştırma ve yapısıyla, niteliğiyle, Lequenne'in destansı çalışmasından ayrılıyor. Çünkü Arslan, Kelt kültürünün Anadolu'da yaşadığı serüveni, elle tutulur bulgular ve dokümanlara dayanarak, bütünüyle bir bilimsel çalışma disiplini içinde araştırmış ve yalnızca akademik çevre için değil, meraklı ve ilgili okur için de vazgeçilmez bir kaynak kitap ortaya çıkarmıştır.
İsa'dan önce 3. yüzyılda Balkanlar ve Makedonya üzerinden gelen
Kelt kollarından birinin Anadolu'ya, eski Frigya topraklarına yerleşmesiyle
ortaya çıkan Galat uygarlığı, Arslan'ın çalışmasında, dönemin eşzamanlı diğer
uygarlıklarının kaynaklarından da izlenip doğrulanabildiği biçimiyle ve titizce
ayrıntılı bir anlatımla sunuluyor. Kitabı okurken, 2500 yıl öncesinin dünyası,
özellikle de Anadolu'suyla ilgili de değerli bilgiler ediniyor ve Galatların
yalnızca tarihini değil, toplumsal yapısını, siyasi geleneklerini, savaşçılığını,
kültürünü ve inanç sistemini de öğrenme olanağı buluyorsunuz. Arslan'ın bu
çalışması, tarihe ve Anadolu uygarlıklarına ilgi duyanlar için vazgeçilmez önem
ve değere sahiptir.
Kaynakçalar:
1.Prof. Dr. E.Akurgal, Anadolu Uygarlıkları
2.Mehmet
YALDIZ, 3 Şubat 2005 tarihli çalışmasından.
3.Antikçağ
Anadolu’sunun Savaşçı Kavmi Galatlar Arkeoloji ve Sanat Yayınları – 2000 Arslan, Murat
4.Ankara Dergisi, s. 1. 1990
5. Fernand Lequenne'in, Galatlar; Suzan
Albek'in çevirisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.