Fütüvvet, fütüvvetçiler
Kelime Yapısı: fütüvvet, fetâ kelimesinden gelmektedir.
Arapçada
genç, delikanlı, yiğit, er gibi anlamlara gelen fetâ’dan
türemiştir. Mürüvvet,
lütuf, kerem, civanmertlik (
Farsça) ve benzeri pek çok olumlu
kavramlarla ve övülmüş niteliklerle birlikte ele alınır, anlatılır. Kelimeye
getirilen tanımlar her halükarda bir ideale yöneliktir. Kelimenin kökü olan
fetâda iki anlam alanı belirgindir: Cesaret, kararlılık ve cömertlik, fedakârlık.
- İlki
yiğitlik, erlik ve yüreklilikle,
- İkincisi
ise geniş gönüllülük, ahlakî duyarlılık ve başkasını kendine tercihle
açıklanır.
Takdir
edilen ve ideal gösterilen bu niteliklerin taşıyıcısı kimse, Arapçada fetâ,
Farsçada civanmert, Türkçede Alper ( Alperen ) diye
isimlenir.
Bu
dillerin edebiyatlarında bu isim hep yüceltilir.
Anadolu’ya, Horasan’dan Orta Doğu’ya, Bağdat’a,
Selçukîlerle Anadolu’ya gelmiş fütüvvet teşkilatı çok canlı olarak yaşamıştır.
Kırşehir’de fütuvvetin pîri Ahi Evran olarak bilinmektedir. Bu kentte hala her yıl
bir kez Ahî Evran törenleri yapılmaktadır.Döneminde, bir insan ahî ise; zengin, varlıklı, itibarlı, yüksek mercilerde olduğu anlaşılmaktadır.
Fetâ; yiğit, fütüvvet yiğitlik demektir.
Fütüvvet, yiğitlik anlamına meslekî bir organizasyon; meslek teşkilatı olarak
gelmektedir. Tasavvufî yönü olan bir meslek teşkilatıdır. Kaynağı şudur;
Sûfileri, tarikat erbâbını, dervişleri, tekkeye devam eden müridleri ( istekli
) genellikle, beleşçilikle itham etmişlerdir, oysa sûfiler, kendi emeğini
biçmek düşüncesinde olan kimseler olarak değerlendirmek gerekir.
Toparlayacak
olursak; Fütüvvet kelimesi sözlükte;"1. Soy temizliği, 2. Mertlik, Gençlik, Yiğitlik, Delikanlılık, 3. Cömertlik, El açıklığı" anlamlarına gelmektedir. (1)
Fütüvvet kurumunun kanunnâmeleri durumundaki fütüvvetnâmeler incelediğinde, bu kelimenin aslının Arapça olduğu ve "fetâ" kelimesinden türemiş bulunduğu görülür. "Fetâ" tekil bir kelime olup, "delikanlı, yiğit, eli açık, iyi huylu" anlamındadır. Çoğulu "fityandır” . (2)
Fetâ, fityan ve fütüvvet kelimeleri, Kur'an'da geçtiği anlamlarda kullanılmış, fetâ olan kişinin âyetlerde belirtilen özelliklere sahip olması gerektiği değerlendirilmiştir. Fütüvvetnâmeler, "fetâ" ile ilgili Ayetlerle başlamaktadır. (3)
Kur'an'da fetâ kelimesinin geçtiği Ayetler incelendiğinde, kelimenin sözlük anlamlarının değişik ayetlerde kullanıldığını görülür. Fütüvvetle ilgili yazılmış ilk kitaplardan birisi olan Tuhfatü'l-Vasaya isimli fütüvvetnâmesinde Harputlu Nakkaş İlyas oğlu Ahmet, bu durumu şöyle açıklamaktadır:
"Ulu Tanrı, fetâları, fütüvvetle yedi yerde anmış ve her birini bir faziletle, bir yücelikle övmüştür. Bunlardan biri Yusuf Sûresidir. Orada otuzuncu âyetten sonra Ulu Tanrı 'Şehirdeki kadınların bir bölüğü, Aziz'in karısı delikanlısına gidip gelmede dediler' buyurup fütüvveti temizlik ve çekinmekle övmüştür.” (4)
Ayette Hz. Yusuf'un Allah'ın emirlerine uymayı hevâ ve hevesine tercih ettiği, kötülüğe yönelmediği, bu sebepten dolayı fetâ olmaya ve bu sıfatla anılmaya hak kazandığı anlatılmaktadır. Adı geçen fütüvvetnâmede fetâ kelimesinin "yiğitlik" anlamında da kullanıldığını belirten yazar, şu Âyeti kanıt olarak göstermektedirler:
"Hatırla ki, o vakit, o genç yiğitler mağaraya sığındılar da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Bize, tarafından bir rahmet ihsan buyur ve işimizden bize bir başarı hazırla.” (5)
Fetâ kelimesinin sözlük anlamlarının bütününü içeren bir başka Ayet de Enbiyâ sûresi olarak gösterilmektedir. Hz. İbrahim'in; mert, yiğit, güzel huylu, gözü pek bir delikanlı olduğu ve putlara tapan müşriklere boyun eğmediği, onların putlarını kırdığı geniş bir şekilde açıklandıktan sonra, ayette şu ifade kullanılmaktadır:
"... Dediler ki bir fetâ duyduk, bunları (putları) kötülüyor, kendisine İbrahim deniyormuş.” (6)
Fütüvvet kelimesinin sözlük anlamları, yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere tamamen Kur'an'dan alınmış ve bu şekilde kullanıldığı iddia edilir.
Terim olarak fütüvvetten ilk bahsedenler, İslâm tasavvufunda "önder" olarak kabul edilen ilk sufîlerdir. Bunlar, fütüvveti tasavvuf hayatında bir makam olarak görmüşlerdir. Sadece "fütüvvet"i konu edinen ilk kitap olan "Tasavvufta Futüvvet" isimli eserinde Sülemî, fütüvveti Allah'a, Peygamber'e ve insanlara karşı bir davranış şekli kabul eder ve şöyle tanımlar:
"... fütüvvet: (Allah'ın) emirlerine uyma, güzel ibadet, her kötülüğü bırakma, zahiren ve batınen, gizli ve açık ahlâkın en güzeline sarılmadır.” (7)
Tanımdan anlaşılacağı üzere; fütüvvet, bir davranış biçimi ve bir yaşam tarzı olarak algılanmaktadır. Fütüvvet, tasavvuf hayatında bir mertebe (rütbe, derece, basamak) ve güzel davranış şeklinde anlaşılmasından dolayıdır ki, kitlelere cazip gelmiştir. Dönemin bütün önder sufîleri fütüvveti, " iyi davranışlar toplamı" olarak değerlendirmişlerdir. Hattâ dönemin sufîleri, fütüvveti Hz. Adem'in özür dilemesi, Hz. Nuh'un sebatı, Hz. İbrahim'in vakârı, Hz. İsmâil'in doğruluğu, Hz. Musa' nın ihlâsı, Hz. Eyyub'un sabrı, Hz. Muhammed'in cömertliği, Hz. Ali'nin bilgisi ve merhameti gibi özelliklerin bir araya gelmesi şeklinde anlarlar. Ancak bu sıfatların hepsine birden sahip olan insanın iyi davranışlarda bulunabileceğine inanırlardı. (8)
Fütüvveti, tüm önder sufîlerin bu şekilde anladıkları ve kullandıkları diğer sağlam kaynaklardan da anlaşılmaktadır. Fütüvvet konusuna risalesinde geniş bir bölüm ayıran Kuşeyrî, büyük sufîlerin fütüvvet tanımlarını aktarmıştır. Risalede geçen tanımların bütünü, fütüvvetin yaşam biçimi olduğunu gözler önüne sermektedir. Bazı sufilerin fütüvvet konusundaki değerlendirmeleri şöyledir:
Muhammed b. Ali Tirmizî: Fütüvvet, Rabbi için (onun rızasını kazanma gayesi ile) nefsine düşman olmaktır.
Cüneyd Bağdadi ise: Fütüvvet, fakirlik den nefret etmemek, zenginliğe yaranmaya çalışmamaktır. (9)
Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere fütüvvet, nefis temizliğine, yüksek ahlâka ve cömertliğe dayanan, başkasını kendi nefsine tercih etmek (altruism) şeklindeki ifadesini bulan bir yaşam biçimidir.
Fütüvvet kelimesinin, bu şekilde anlaşılması ve yorumlanması günümüz araştırmacıları tarafından da kabul edilmektedir.
Ülgener; şunları yazmaktadır: "Fütüvvet; el açıklığı, konukseverlik, yerine göre zulüm ve kahır görmüşlere sahib çıkma ve yolda gözünü budaktan esirgememe mânâsında bir cesaret ve yiğitlik karşılığı olarak kullanılmıştır.” (10)
Oryantalistler C. Cahen ve Franz Taeschner de fütüvvet kelimesini aynı anlamlarda kullanmışlardır. (11)
Fütüvvetin eş anlamlısı olarak ayyar (civan-mertlik) kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime daha çok Farsça kitaplarda görülür. Civanmertlik (ayyarlık), aynen fütüvvet gibi çeşitli sıfatlara ve iyi davranışlara dayandırılmıştır. Civanmert, fetâda olduğu gibi, yürekli, eli açık, mert, gönül temizliği, iyi huylu, arkadaşını kendine tercih etme ve haksızlığa boyun eğmeme gibi özelliklere sahiptir. Sıralanan özelliklere sahip olmayanlar, civanmert olamazlar. Civanmertlik, tasavvuftaki fütüvvet anlayışı gibi diğergamlığa dayanan yaşayış biçimidir. (12)
Farklı kültürler nedeniyle çeşitli isimler altında İslâm'ın yayıldığı bütün bölgelerde etkileri görülen fütüvvettin temel şartı: kişinin kendini değil başkalarını düşünmesi, insanların kusur ve eksikliklerini aramaması, nefsî duygularının esiri olmaması, mert, yiğit ve kerem sahibi olmasıdır.
Konuyu her iki meşrebin de
fütüvvet ehli ile ilgisi olduğu bilinen bir alegori ile süslemek istiyorum.
Günün birinde yolu bir dergâha
düsen kendi halinde bir adam, dergâhta, bir Mevlevi ile bir Bektaşi'nin sohbet
ettiklerini görünce yanlarına yaklaşır. Kendini tanıtır ve dergâhı merak
ettiğini, nasıl zikir edildiğini izlemek için geldiğini söyler.
Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır.
Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların giysilerine takılır.
Mevlevi'nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem içine uç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için yalnızca kolları değil, elleri de kapatmaktadır.
Bektaşi’nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır. Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa olduğu için, eller ta bileklere kadar acıktır.
Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister.
Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır.
Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların giysilerine takılır.
Mevlevi'nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem içine uç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için yalnızca kolları değil, elleri de kapatmaktadır.
Bektaşi’nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır. Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa olduğu için, eller ta bileklere kadar acıktır.
Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister.
Büyük merakla, önce Mevlevi'ye
sorar:
"Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun? Bunun özel bir sebebi var mı?"
Mevlevi hiç beklemediği bu soru karsısında oldukça şaşırır. İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek kollarını daire sekline getirir ve söyle der:"Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını, ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini kapatırız."
"Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun? Bunun özel bir sebebi var mı?"
Mevlevi hiç beklemediği bu soru karsısında oldukça şaşırır. İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek kollarını daire sekline getirir ve söyle der:"Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını, ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini kapatırız."
Yanıttan oldukça hoşnut olan
adam ayni merakla bu kez Bektaşi''ye döner: "Peki ya siz, pirim? Sizin
kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve kısa? Siz insanların günahları ve
ayıplarını örtmez misiniz?"
Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra gülümser ve adama bakarak söyle der:
Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra gülümser ve adama bakarak söyle der:
"Biz mi? Bizim geniş
kıyafetlere ihtiyacımız yoktur. Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını
görmeyiz."
ÖZETLE.
Seveceksen olduğu gibi sev.
Seveceksen olduğu gibi sev.
Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur.
Birincisini zaten bulamazsın, ikincisinde
ise, bulduğun her kusur,
öğrendiğin her ayıp sahibini değil, seni
çirkinleştirir.
Her ikisi de seni mutsuz eder.
Birincisini bulamadığın için,
İkincisini ise bulduğun için mutsuz olursun.
Kaynakçalar.1. Develi oğlu, F. "Osmanlıca-Türkçe Lügat", Ankara, 1970.
2. Çağatay, N. "Ahilik", Ankara, 1974, s.4
3. Süjemi, "Tasavvufta Fütüvvet", (Çav. S. Ateş), Ankara, 1977, s. 22-24
4. Gözpınarlı, A., "İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı", İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt 11, İstanbul, 1950, s.208
5. Kehf Suresi, Ayet: 10
6. Enbiya Suresi, Ayet: 60
7. Süjemi: a.g.a., 1977, s.24
8. Gözpınarlı, A.; a.g.a., s.7
9. Kuşeydi, "Kuşeydi Risalesi", (Çav. S. Uludağ) İstanbul, 1978, s.325
10. Ülgener, S., "İslâm, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlâkı", İstanbul, 1981, s.90
11. Taeschner, F., "İslâm Ortaçağında Futuvva", İ.Ü.İ.F.M. Cilt. 15, İstanbul, 1954
12. Keykavus, "Kabusnâme", (Çev. O.Ş. Gökyay) İstanbul, 1944, s.377
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.