İnançlarda Güneş ve Ay Kültü


İnançlarda güneş ve ay kültü

Eski çağlarda insanlar doğanın birçok öğesini kutsallaştırarak, bunlara “tanrısal” nitelikler verirlerken, güneşe öncelik ve üstünlük tanımışlardır.

GÜNEŞ

“… Ay Ali’dir, gün Muhammed,
Okunur yetmiş bin ayet,
Balıklar da suya hasret
Çarhı döner göl içinde… ”
Sanırım bu nefesteki dizeler sizlere hiç de yabancı değildir.
Güneş, tüm uygarlık tarihi boyunca, insanlar için hem çok önemli ve değerli bir öğe, hem de aynı önem ve değerde bir simge olagelmiştir.
Eski çağlarda insanlar doğanın birçok öğesini kutsallaştırarak, bunlara “tanrısal” nitelikler verirlerken, güneşe öncelik ve üstünlük tanımışlardır.

Bu ilkel ve yanılgılı inançların ardında, doğanın sırlarını bilimsel yöntemlerle çözerek, bunları akıl yoluyla değerlendirmek ve gerçekleri bulmaya çalışmak vardır.
Güneşin, bilimsel olarak da açıklandığı gibi “bir denge kaynağı” olarak değerlendirilmesi, gerçekte ilk çağlardan itibaren kabullenilmiş ve aynı içerikle değişik şekillerde topluma yansıtılmaya başlanmıştır.
İlk çağ insanının güneşi “ilahi” bir güç mertebesine oturtmasına karşın, çağımız insanı bu enerji kaynağının yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olduğu bilincine ulaşmıştır.
Dilerseniz bu dev gök cisminin, gerçekten aydınlığın, sıcaklığın, hayatın kaynağı, dünyanın yöneticisi güneşin eski çağlardan bugüne değin yapılan farklı yorumlarına doğru bir yolculuğa çıkalım,

MU UYGARLIĞI

Önce, günümüzden 25.000 yıl öncesine “MU Uygarlığı”na uzanıyoruz. Yaklaşık 12.000 yıl önce Pasifik Okyanusuna gömülen bu medeniyetten, bu güne kadar olan süreçte Güneş ve Ay çok önemli iki sembol olarak görülmektedir. Yüzyıllar öncesinden, tapınak mahzenlerinde saklı bulunan çok eski Naacal (Kutsal Kardeşler) tabletlerinin tercüme edilmesiyle, bizim uygarlığımızdan çok önce inanılmaz bir uygarlık olduğu ortaya çıkartılmıştır.

MU KOZMİK DİAGRAMI

MU’nun en önemli sembolü MU kozmik diyagramıdır. Ortadaki daire güneşin RA’nın tek tanrılığın simgesidir. Üçgen içindeki daire tanrının gözünün daima insanların üstünde olduğunun, iç içe geçmiş iki üçgen iyilik ve kötülüğün bir arada bulunduğunun simgesidir. Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiyi, yani tanrıya ulaşmayı, aşağı bakan ise yeniden doğuş yasası gereği geriye dönüşü simgeler. Her iki üçgenin bir arada olduğu altı köşeli yıldız adaletin simgesidir. Ayrıca bu yıldızın köşelerinden her birisi bir erdemi simgeler, ancak bu erdemlere sahip olununca tanrıya ulaşılabilir. Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka âlemlerin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise insanın uzak durması gereken 12 kötü eğilimini simgeler. İnsan ruhu diğer âlemlere geçmeden önce bu 12 kötü eğiliminden kurtulmalıdır. Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise ruhun tanrıya ulaşması için tırmanması gereken aşamaların ifadesidir. Ruh en alt kademeden KAMİL insana ulaşmak zorundadır.
Naacal mabetlerinde ay, güneşin hemen yanında yer alır. Tanrının erkek sembolü Güneş, dişi sembolü ise Ay’dır.

3 sayısı ve üçgen MU’da çok önemlidir. Kendisi 3 kıtadan oluştuğu gibi, üçgen hem MU kıtasını hem de tanrının erkek ve dişi yönleri ile onlardan meydana gelen evreni simgeler.

MISIR

Mısır’da tüm tanrılık gücü güneşte toplanır. Bu RA’dır. Görünümleri sabah güneşi Kepre Güneş Osiris ve Ay İsis’sin birleşmesinden öğle güneşi Horus ve akşam güneşi Aton’ur.
XIV. yüzyılda Mısır Firavunu Amenhotep, çeşitli güneş tanrılarından “Aton”u
Seçerek tektanrıcılığı gerçekleştirmiştir. Bu “Aton Dini” olarak adlandırılmıştır.
Önceleri Aton, şahin başlı bir tanrı olarak, daha sonra alt bölümünden yayılan ışıklar bir elin parmakları gibi açılarak yükselen, kabartma bir güneş olarak temsil edilmiştir.
Aton tektanrıcılığı, eski Mısır’ın yaşamına törebilimsel, toplumsal, sanatsal alanlarda yenilikler getirmiştir. Kralın tanrılaştırdığı fiziksel anlamda bir güneş değil, onun dünyaya yaptığı bütün iyiliklerdir. Bunlar aydınlık, sıcaklık, canlılık, sevinç, mutluluk ve özgürlüktür.

Tektanrılığa geçişi ilk gerçekleştirenlerden eski Mısırlıların, mitolojik evren doğum teorileriyle yaptıkları tasarımlarına göre ise, evren ilkin sularla kaplı bir bataklık yığınıymış. Sular alçalmış ve ortaya dünya adası çıkmış. Adanın üstündeki bir yumurta çatlayıp, bir kaz çıkmış uçmuş. Bu kaz tanrı RA’ymış.
Sırasıyla tanrıları, hayvanları, bitkileri ve insanları yaratmış. Gökyüzünde yaşayan dev yılan Apofi onu kovaladığı içindir ki, RA her gün güneşi doğudan batıya taşırmış. Yılan onu sokup öldürdüğü için de geceleri kaybolur ve her sabah yeniden dirilir, aynı kovalamaca yinelenirmiş.
Mısırlılar, günün ölümsel ve canlı 2 bölümünü RA’nın ölümü ve yeniden dirilişiyle açıklamaktadır.

Aton dini antik Mısırda ilk tek tanrılı dindir. Aton dininin baş rahibi ise Amonhotep’in yeğeni Tootmosis ( Mose – Hz. Musa ) olduğu iddia edilir. Bu ayrı bir tartışma konusudur. İleriki yazılarımda ayrıca bu konu ile ilgili bir yazım gelebilir.

Hiyeroglifte “G” harfinin karşılığı olan işaret RA’yı temsil eder ve iç içe iki halka biçiminde yazılır. İçteki halka güneşi, dıştaki halka “kutsal ışık”ın kaynağını simgelemektedir. RA yaşamın, enerjinin, aydınlığın simgesi “güneş” yani tanrıdır.

ALŞİMİ

Eski Mısır’daki Hermetik ekollerde doğmuş olduğu sanılan Alşimi tarih öncesi çağlara kadar uzanan bir bilim dalıdır. Alşiminin amacının, gizli güçler taşıdığı inancıyla nesneleri başka nesnelere, madenleri de daha yüksek değerdeki madenlere çevirmek olduğu sanılmaktadır. Alşimistler, çeşitli işlemlerle adi metalleri altın ve gümüş gibi soy metallere dönüştürmekle uğraşırlar. Simya çalışmalarında altın güneşi gümüş ise ayı simgelemektedir.
Oysa Alşiminin asıl amacı, özdeksel nitelikteki bu uğraşının görüntüsünün ardında, insanın benliğinde gizli bulunan güçleri ortaya çıkarmasını, sonra da bunları bilinçli bir yaklaşımla kavrayıp kullanmayı öğrenmesini, böylece doğanın gerçeklerine yaklaşmasını sağlamaktır.
Alşimi öğretisinin en büyük temsilcisi “Zosimos” alşimiyi kutsal bir uğraşı saymış, maddeleri cisimler (metaller) ve ruhlar (kükürt, cıva arsenik) olarak sınıflandırmıştır.”Filozof Taşı”nı canlı kabul ederek, bir insan şeklinde betimlemiştir. Erkek kükürdü, kadın cıvayı temsil etmektedir.
Alşimistlerin yöntemleri ile Hermetik Öğretilerin yakın benzerliklerinden ötürü, sonraki çağlarda alşimi Hermetik Sanat olarak da anılmaktadır.
Hermetik Öğretide, Hermes Trismegisthos’un 42 kitabından en önemlisi olan Makrokozmos Evren ile Mikrokozmos İnsan arasındaki benzerliklerin ilginç karşılaştırmalarla sergilendiği Zümrütler Tablosu’nda:
Güneş=Ateş=Erkek ve insanın sağ gözü,
Ay=Su=Kadın ve insanın sol gözü olarak temsil edilmektedir.

Yunan Mitolojisi

Yunan Mitolojisinde güneş “Helios” adını almaktadır. Helios, güçlü, kuvvetli ve yakışıklı bir delikanlı olarak canlandırılır, başı saç biçiminde ışınlarla çevrilidir. O her şeyi gören, dünyanın gözü sayılmaktadır.
Titanlar soyundan olan Helios, Olimpos’la Apollon’dan ayrı bir tanrıya da doğal bir güç yani güneşin kendisi sayılır. Kaynağını yeni Plâtonculukta bulan “Güneş Tektanrıcılığı” Zeus’la birleştirilmiş ve Zeus-Helios-Serapis adını almıştır.
Değişik çağlarda doğanın kutsallaştırılması olayı özellikle dinsel doğmalara kişisel yakınlık duyan tarihçiler tarafından yanlış yorumlanmış, bir putlaştırma olarak nitelendirilmiştir.

HİTİTLER

Mısırlılarla aynı devirlerde yaşayan, diğer güçlü bir kavim, Hititliler güneşe ilahi bir nitelik kazandırmışlardır. Yaşam boyunca en önemli köşelerde sakladıkları, dini törenlerde kullandıkları “Güneş Kursları”nın, bu dünyadan göç ettikten sonra da kendileri ile birlikte gömülmesi bu simgeye verilen önemi anlatmaktadır.
Altın, gümüş ve genellikle bronzdan olan değişik şekillerdeki “güneş kursları” bereketi, bolluğu, yaşamı, aydınlığı ve adaleti simgelemektedir.
Hititliler, büyük krallarına ”güneşim” diye hitap ederlerdi. Bugün hala Japon krallarına Güneşin Oğlu denilmektedir.

TÜRK SÖYLENCELERİ

Türklerde genel olarak güneş doğunun, ay da batının sembolüdür. Teleüt Türklerine ait bir efsanede, ay kuzeyin, güneş de güneyin sembolüydü. Bu yönleme göğün en üst katında duran gök kartalının duruşuna göre yapılmıştı. Bu kartalın sol kanadı ayı, sağ kanadı da güneşi örtüyordu.

Oğuz Destanında bütün hayat gün ve güneşle başlıyor, güneş battıktan sonra ise her şey duruyordu.
Gerek Yakut Türklerinde, gerekse Altay Yaradılış Destanında “Cennet ile hayat Ağacı” da doğu bölgelerinde bulunuyordu.
Masal ve efsanelerde güneşin dişi, ayın da erkek olarak rol aldığını görüyoruz.

Mısırdaki Türklerin menşei ile ilgili efsanede “güneş saratan burcuna girdiği sırada suyu ve toprağı ısıtmaya başlıyor. Bu sular ile balıkçılar bir mağarada toplanır ve mağara onlara ana rahmi görevini görür. Bu balıkçılardan meydana gelen Türklerin ilk atası da Ay-Ata adını alıyor.
Altay Türklerine göre ay ve güneşi yaratan tanrı Ülgen’di. Bunların oluşum efsanelerine göre, ay ve güneşin tek başına bir güçleri olmayıp, sadece tanrının verdiği ışık ve sıcaklığı yansıtan bir aynadan başka bir şey değildiler.

Diğer bir Türk Boyu olan Göktürklerde, güneşin değeri çok büyüktür. Kağan sadece siyasi ve askeri bir şef değil, aynı zamanda dinsel bir şefti. Kağan kutsal Ötügen dağında oturur, çadırın kapısı ise güneşin doğduğu yöne, saygı için doğuya açılırdı.
Kağan tahta çıkınca ileri gelen kişiler tarafından bir keçe üzerine oturtularak havaya kaldırılır ve güneşin hareketine göre doğuya açılan, olasılıkla gök simgesi gök rengindeki çadırın etrafında 9 kez güneş yönünde döndürülürdü.

9 sayısı, Hint, Çin ve Uygur kozmolojilerinde, gezegenlerin ve onların gökteki ordularının ve güneşin simgesidir.

İran’da Zerdüşt dininde, Ahuramazda, kötülük güçleriyle savaşan yüce tanrı olarak ateşin ve güneşin, sığırın ve boğanın temsilcisi olmuştur.

İran’da gelişip, Roma’da yayılan “Mithra Dini” de bir güneş dini idi. İran inançlarına göre, bir kayadan doğan “Işık Tanrı”Mithra, kozmik boğayı kurban ederek dünyayı yaratmıştır. Bütün canlı varlıklar bu boğanın kanından meydana gelmiştir. Mithra, bu dinde, güneş tanrıyla, insanlar arasında aracılık eden bir peygamber durumundadır. Gözlerin bakmaya dayanamayacağı parlaklıkta bir ateş kılığına bürünüp, karanlıkları yakacak, insanları aydınlığa ve ölümsüzlüğe kavuşturacaktır. Böylece tanrılaşacaktır.

Mevlevilikte Sema, Feleklerin, gezegenlerin, yıldızların ve dünyanın güneşin çekim kuvvetiyle hem kendi, hem de güneşin etrafında döndükleri gibi Sema bütün âlemlerin güneşi tanrı huzurunda bir devri âlemdir.

Eski Amerika yerlilerinden Maya’lar, Güneş’i baba, Ay’ı ana saymışlardır. Doğa güçlerini ve kozmik güçleri cisimleştiren bir çoktanrıcılık geliştirmişlerdir.
Ay-Tanrıça’yı, Güneş-Tanrı’nın karısı sayarlar ve ona anamız derlerdi.

Alevilikte ise simgesel olarak Ay, Hz. Ali’dir. Gün ise Muhammed’dir. Bu apayrı bir yazı konusudur. Burada değinmeyeceğim.

AY

Güneşten aldığı ışığı dünyaya, dolaylı olarak yansıtan bu gök cismi, eski devirlerden itibaren “tanrı ve tanrıça” olarak algılandığı için, kutsal bir nitelik kazanmıştır.
Ay tapımı, Sümer uygarlığında başlamış, Hitit uygarlığından geçerek ilk çağın bütün ülkelerine yayılmıştır.

Ayın gökyüzündeki hareketi değişik fazlar halinde olduğundan, ilk çağlardan beri, ayın hareketlerine göre eylem yapma inancı vardır. Savaşa girme, kazanıp yenilme hep bu harekete göre fal açılarak değerlendirilmiştir.
Ay ile ilgili inançların çoğu, eski Anadolu dinlerinden kalmadır. Sonralara Asya’dan Türklerle Şaman dinini benimseyen topluluklarla gelmiştir. Bunun bir kısmı Şaman, bir kısmı Hint inançlarına dayanır.
Hititlerde, ay ile ilgili birçok tören düzenlenir, adaklar sunulur, o tanrı olarak nitelendirilir. Aynı inançlar, Lidya, Frigya, Bergama, Roma, Yunan ve Fenike uluslarında da görülmüştür. Olympos tanrıları arasında ayın önemli bir yeri vardır.
Yunan Artemis’i ve Roma Diana’sı çoğu kez elinde ve saçlarının arasında bir hilal taşır. Artemis analığın belirgin özelliği olan koruyuculuk ve şefkatle özdeşleştirilir. Ayın simge olarak önemi, onun kadın yaşamını denetlediğine inanıldığı dönemin bir kalıntısı olarak da değerlendirilebilir.
Bir efsaneye göre Leto bir ay tanrıçasıydı. Kuğu şekline girerek Artemis ve Apollon’u doğurdu ve Artemis’in annesinin yerini aldı. Artemis ve Apollon ikiz kardeştiler, biri batarken diğeri çıkıyor, birbirlerini kovalıyorlardı.(Güneş ve ay)

Sümerlerde ibadetlerini Ay’ın hareketlerine göre ayarlarlardı. İslam da ki kameri takvim Sümer’den alımadır. Minare ve camilerin kubbelerinde ki HİLAL simgeseli Sümer inancında alındığı kuvvetle muhtemeldir.


Tasavvufta ay, sevgilinin yüzüdür. Mutluluğun görünüşüdür. Güzelin alnı, göğsü, yanağı Ay’dır. Barış, seviş, gönüldeşlik Ay’la yansıtılır.

Ayın bir başka özelliği de “yaşam devrelerini” simgelemesidir. Önce doğar, sonra büyür, bir süre ayakta kalır ve nihayet batar yani ölür. Ama ertesi akşam tekrar doğarak evrenin kesin kuralını kanıtlar.
Ay, sürekli yer değiştirdiğinden, “bağımsızlığı” da sembolize eder.
Ay, eski çağlardan bu yana başlıca “zaman sembollerinden biri” olmuştur. Her ay dönemi sonunda üç gün kaybolur, sanki ölmüştür. Ancak yeniden tüm parlaklığıyla ortaya çıkıverir. İlk takvimler güneşten çok, ayın hareketleri izlenerek yapılmıştır.
Gökyüzü sayfa olarak nitelendirilirse, hilal şeklindeki ay bu sayfadaki nurani bir satır, yıldızlar da noktalardır. Dolunay parlaklığı ve beyazlığı ile kâğıda benzetilmiştir. Ay kâğıdı güneş ile mühürlendiği için parlamaktadır. Utarit kâtip, kayan yıldız kalem, gökyüzü kâğıt olarak hayal edildiğinde ay da divit olur.
Güneşin şekli sabittir, her zaman vardır, uzaklaşır ama kaybolmaz. Güneş, yaratıcı esrarlı, aydınlatıcı ancak yakıcı güçtür.
Ay, bazen yaklaşır, bazen uzaklaşır, büyür, küçülür, bazen vardır, bazen kaybolur değişir, ölür, dirilir. Ay gece gezegenidir, dünyada büyüyüp küçülen şeylerin imajıdır.

KAYNAKLAR:

1. DÜNYA İNANÇLARI SÖZLÜĞÜ : Orhan Hançerlioğlu
2. SİMGELER: Necip Arıduru
3. EZOTERİK VE BATINİ DOKTRİNLER TARİHİ: Cihangir Gener
4. KAYIP KITA MU: James Churchward
5. DOĞA BİLİMLERİ TARİHİ: Osman Gürel
6. ASTROLOJİ: Suzel Fuzeau-Braesch
7. SEMBOLLER VE YORUMLARI: Mehmet Erkal
8. Sunum: Nilüfer Alkoç, Pınar Akduygu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İnsan doğuştan kötü müdür?

İnsan doğuştan kötü müdür? “ Her ne arar isen, kendinde ara.” Hacı Bektaşı Veli ” Kendisini olduğu gibi kabul etmeyen tek varl...