İNANÇ SİSTEMLERİ
“Bütün inançlar pencere
camını andırır. Arkasındaki gerçeği görebilsen de, cam, seninle gerçeği
ayırır.”
- Halil Cibran -
Genel
bir söylem; ‘İnanç birey ile Tanrı
arasındaki özel bir durumdur.’ der.
Çok
güzel, ilginç ve ancak içi dolu olamayan bir söylemdir.
Hatta
bireysel olarak sık, sık şöyle bir söylemle de; ‘Benim inancım, ben ile tanrı arasındadır.’ karşılaşırız.
Bu
söylemi de oldukça güzel ve yerinde kabul etsek de, buna karşın şöyle bir karşı
söylemi de geliştirebilir miyiz?
-
Tanrı
ile ne zaman hangi koşullarda karşılıklı görüşüp konuşuyorsunuz?
Muhtemel
yanıt; ‘Öyle bir görüşme, konuşma
yoktur.’ olacaktır.
İyi
de siz inanç ; ‘Benimle tanrı arasındaki
bir durumdur !’ diyorsunuz, ancak hiç de böyle bir görüşme ve konuşmanın
olmadığından söz ediyorsunuz.
O zaman, inanç;
Tanrı diye tanımladığımız metafor
aslında hiç görüşmediğimiz, konuşmadığımız sadece var saydığımız bir kavrama
karşı tek taraflı bir ilgi diye tanımlayabilir miyiz?
Bu bireylerce bire bir görüşülemeyen ve
konuşulamayan metafor; bireyleri, toplumu yönetenlerin havuç (ödül) – sopa
(korku) ikilemi ile tasarlayıp sundukları bir uyarlama olmasın?
“ Cennet umudu dinlerin en büyük
gücüdür. Umudun rasyonel olup olmaması önemli değildir. Umudun varlığı
önemlidir.”
Bunu
teologlar, sosyologlar, antropologlar, yöneticiler tartışadursunlar.
Biz
asıl konumuza dönelim; İnanç sistemleri.
Doğanın
bir unsuru olarak insan diğer canlılardan adına akıl denen farklı bir yeteneğe
sahip olmakla ayrılır. Düşünebilme ve muhakeme edebilme gücü insanı, bütün bir
tarih boyunca üç temel konuda çözüm aramaya götürmüştür:
- İnsanın,
doğa ile ilişkisi
- İnsanın,
insanla ve dolayısıyla toplumla ilişkisi
- İnsanın,
kendisi ile ilişkisi
Bu
çözüm arayışı ise, doğanın açıklayamadığı sonsuz gücü karşısında insanı bazen
çözümsüzlük ve umutsuzluğa götürmüştür. Tam bu anlarda ise, her zaman yanı
başında olacak, ona sınırsız bir öz güven sağlayacak, açıklayamadığı şeyleri
açıklamasına yardımcı olacak, kısacası onu tüm olumsuzluklardan koruyacak bir
gücü keşfetmiştir.
Adına inanç dediği bu koruyucu ise onu
tüm tarih boyunca yalnız bırakmamıştır.
Dünyayı
ve evreni tanıma, varlık hakkında bilgi edinme gereksinimi ile önce din ve daha
sonra, içerik ve niteliği gereği dinin yanıtlayamadığı sorulara yanıt bulma
çabası ile felsefî sistemler ortaya çıkmıştır.
Sırayla; Din; tanrısal İlham ve ilahi
vahiyden, felsefe: filozofların düşünce ve sentezinden, bilim de; bilim adamlarının deney ve gözlemlerinden ortaya çıkmıştır.
Bu üç temel sistemin insanlığa verdiği dinsel, felsefî ve bilimsel bilgi,
değişim ve gelişime kaynak oluşturmuştur.
İnsanoğlu, çok önceki
dönemlerden bu yana içinde yaşadığı evrenin sırlarını araştırırken, temel
düşünce sistemi (tefekkür) olarak; Şamanizm,
Hermetizm, Kabbala ve Epifani olmak üzere evreler geçirmiştir.
Budizm, Konfiçyüs Dini ile
Semavi Dinler olan Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık, bu dört tefekkürden
etkilenerek ayrı, ayrı yollardan insanlığa yön vermiştir. Buna karşın bu dört
tefekkür, bütün dinlerin dışında kalarak, insanlığı akıl ve hikmet, vicdan ve
güzellik duygularıyla etkilemeye devam etmiştir.
Tanrı’nın
varlığı konusunda genelde üç temel yaklaşım oluşmuştur. Bunlar sırasıyla:
1. Tanrı’nın
varlığını kabul eden görüşler: Teizm, Deizm, Panteizm, Pan-enteizm,
2. Tanrı’nın
varlığını reddeden Ateizm,
3. Tanrı’nın
varlığının ya da yokluğunun bilinemeyeceğini öne süren Agnostisizmdir.
Söz konusu yaklaşımlar
aşağıda ana hatlarıyla verilmiştir:
1/a Teizm
Teizm, evreni yaratan,
sürekli olarak yöneten, kaza ve kadere egemen olan, insanüstü güçleri bulunan,
kişilikli bir Tanrı’nın varlığını savunan dinlerin ve dinsel öğretilerin genel
adıdır. Teizmde, vahiy yolu ile
insanlara buyruklarını gönderen, kutsal
Kitaplar gönderen, peygamberler gönderen, evreni yaratan ve yöneten, aklı ve
iradesi olan, sonsuz bilgi, kudret ve iradesiyle evreninin varlığını devam
ettiren, aşkın, doğa üstü ve sonsuz yetkinlikte yüce bir varlık olarak, her an
evrenin canlı-cansız her zerresinde etkin ve yetki sahibi, bir Tanrı anlayışı
vardır.
1/b Deizm
Kavram olarak Deizm, ilk olarak XVI.
yüzyılda İngiltere’de ortaya atıldı. Lâtince’de Tanrı anlamındaki "Deus" sözcüğünden türetilmiş ve
özgür düşüncecilerin (kiliseye bağlı olmayanların) Tanrı inancını betimlemek
için ortaya konmuştu. Önceleri “Tanrıtanımazlık”
(ateizm – tanrıdan uzak) karşısında,
“Tanrıcılık” ya da “Tanrının varlığına inanmak” anlamında
kullanıldı. Daha sonra “Yaratıcı-Tanrı”
anlamına gelen "Teizm" sözcüğü benimsenince "Deizm", varlığı akılla bilinebilen ve evrene
karışmayan bir Tanrı anlayışı olarak kendine özgü felsefi
bir nitelik kazandı.
1/c Panteizm
Tanrı ile evreni bir,
aynı ve özdeş kabul eden görüştür.
Panteizm, anlam
olarak tümtanrıcılık demektir.
Panteizme göre
Tanrı'nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur.
Tanrı doğada, nesnelerde,
insan dünyasında vardır.
Her şey Tanrı’dır!
Bu algılamada
Tanrı’nın, evrenin kendisi olduğunu savunulur. Panteistler evrende var olan her
şeyin (atom, hareket, insan, doğa, fizik kanunları, yıldızlar... ) aslında bir
bütün olarak Tanrı’yı oluşturduğunu söylerler. Bu bakımdan evrende vuku bulan
her olay, her hareket aslında doğrudan Tanrı’nın hareketidir. Bu görüşün ilginç
ve çarpıcı bir sonucu, insanın da Tanrı’nın bir parçası olduğudur.
1/d Pan-enteizm
Süreç felsefesi olarak da ifade edilen ve White Head’le
başlayan bu akıma Pan-enteizm ya da Diyalektik Teizm
denir. Pan-enteizme göre Tanrı, hem değişmeyen (mutlak), hem de değişendir (göreli).
Hem zamanın içinde, hem dışında, hem sonlu, hem de sonsuzdur.
Aynı zamanda hem tikel hem tümel, hem neden hem sonuçtur.
Hartshorne, Tanrı’nın bir soyut bir de somut iki yüzü
olduğunu söyler.
Soyut niteliğiyle: Tanrı, mutlak, etkilenmez, erişilmez ve değişmezdir.
Somut yanıyla ise etkilenir ve değişir.
Tanrı bu iki niteliğinde de yetkindir. Ancak bu yetkinlik
klâsik Teizmdeki gibi değildir. Oradaki yetkinlik değişmeyen donmuş bir
yetkinliktir. Buradaki yetkinlik değişir, ancak bu değişme tanrısal bir
değişmedir. Yani yetkinliğe doğru değil, yetkinlik içinde bir değişmedir. Bu
tanımla Pan-enteizm, hem Deizmden hem de Panteizmden ayrılır.
2. Ateizm
Ateizm, Tanrı'nın
varlığını kabul etmeme olduğu gibi, aynı zamanda dini inançsızlığı ve tüm
dinlere karşı olmayı da içerir.
Ateizm terimi öncelikle
felsefî bir kavram olup, Tanrı inancı karşısında tepkisel bir düşünceyi dile
getiren dünya görüşünün ismidir. Çok yaygın olmasa da, tarih öncesi dönemlerden
akıp gelen ve Karl Marx,
Feuerbach, Nietzsche, Jan Paul Sartre gibi bazı saygın filozoflarca da savunulan, önemli
bir marjinal görüştür.
Teistlere göre, Tanrı
bütün var olanların nedenidir. Ancak, kendisinin nedeni yoktur. Ateistler, “Her
neden başka bir nedenin eseridir !” savı ile bu görüşü reddeder. Bu sava
göre, nedeni olmayan neden olarak Tanrı var olamaz.
3. Agnostisizm
Bu anlayış Tanrı'nın
varlığı karşısında şüpheci bir tavır almaktır.
Bu görüş İlkçağda
Sofist filozof Protagoras tarafından
öne sürülmüştür. Protagoras'a göre,
Tanrı’nın duyularla algılanamaması, insanın ömrünün kısa oluşu Tanrı hakkında
bilgi edinmeyi engeller.
Agnostisizm resmi
olarak ilk defa 1800'lü yılların sonunda ünlü biyolog T. H. Huxley tarafından
ortaya atılmıştır. "Bilinmezcilik"
olarak da tanımlanır. Agnostisizm, Tanrı’nın varlığının "bilinemez" olduğunu savunur. Dinlerin Tanrı’dan
gelmediğini söyler ve dinlerin tanrısını da reddeder ve ancak başka bir
Tanrı’nın, bir yaratıcının var olup olmadığının hiçbir zaman bilinemeyeceğini
söyler. Bu bakımdan agnostisizm, kendini, Tanrı kesinlikle vardır diyen
Teizmden de, Tanrı kesinlikle yoktur diyen Ateizmden de ayrı tutar.
Görüldüğü
gibi inanç sistemleri tüm tarih boyunca insanın ayrılmaz bir parçası olmuş ve
tüm karar ve eylemlerinde belirleyici rol oynamıştır. Her ne kadar akılcı
öğretide dinler ya da inanç sistemleri mümkün olduğunca tartışma dışı tutulmaya
çalışılsa da, bunun tam olarak başarılabildiği söylenemez.
Sonuç;
Sonuçta
akılcı kurumlar ve akılcı dinsel inançlar yüzünden ortaya çıkan
anlaşmazlıklardan kendini uzak tutamamış, bu tartışma ve anlaşmazlıklar
bölünmelerle sonuçlanmıştır. Doğaldır ki bölünmelerin bütün sorumluluğunu inanç
sistemlerine ya da dinlere yüklemek de olanaklı değildir. Ancak önemli
etkenlerden birinin bu konu olduğunu kabul etmek ve bundan sonraki eylemleri
buna göre planlamak önemli boşlukların ya da yeni bölünmelerin ortaya çıkmasına
engel olacaktır.
“ İnancım benim ile tanrı arasındaki
ilişkidir,” diyen bireyler bu metaforla daha çok oyalanacağa benziyor!
Bireyin ve onun oluşturduğu toplumun
gelecekten umudunu, beklentisini yitirmemesi gerekir. Bu umudu yitirirse
kendisini savunmak için bir şey yapmaz. O zaman çürümüş bir orman gibi
mantarlar, yosunlar, sarmaşıklar, otlar, geleceğinin yolunu tıkar.
İnançlar geçmişte bu bireysel ve
toplumsal umudun en önemli kaynağıydı. Bu gün de kısmen böyle olmakla birlikte,
asıl umudun akıl, bilim ve bilgelik yolunda geçmesi gerekir düşüncesindeyim.
KAYNAKÇA
1.
Prof.
Dr. Doğan Kuban, Toplumun Psikolojisinin Direnci- Cumhuriyet Bilim Teknoloji
dergisi
2.
Kakınç,
H. “Deizm”, 05.01.2006 tarihli konferans notundan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.