DİNSEL İNANÇ SİSTEMLERİNDE TANRI
ALGILAYIŞI
TANRI’NIN VARLIĞI KAVRAMI
Her
inançlı birey, kendi aklı ve ruhsal zenginliği sınırları içinde, Tanrı kavramı
ve tasarımını kendisi yapar. Bu bağlamda, her insanın düşündeki Tanrı imajının
tek doğru yada tek gerçek olduğunu söylemek olası değildir.
Tanrı’nın
varlığına inanç konusu (varlığa inanma, inanmama) bireyin varoluşuyla birlikte
insanlık tarihinin en eski, tartışmalı ve öncelikli sorunlarından biri
olmuştur. Bu sorunun günümüzde de bütün çekiciliği ile karşımızda durmakta
olduğu yadsınmaz.
Tanrı’nın
varlığını kabul eden inanç sistemleri, Tanrı'nın var olduğunu bazı kanıtlarla
desteklemeye çalışmışlardır. Bu kanıtlar:
Ontolojik Kanıt : Tanrı kavramından Tanrı'nın varlığını
çıkartmaktır. Bu görüş Orta Çağda St. Anselmus ve Yeni Çağda Descartes
tarafından geliştirilmiştir.
Hudus Kanıtı (Varlığın ortaya çıkması) : Meydana
gelen her şey, mantıken onu meydana getiren bir varlığa muhtaçtır. Evren de
zaman içinde sonradan meydana geldiğine göre, onu meydana getiren varlık
Tanrı'dır. Bu kanıt ilk olarak İslâm felsefesinde kelamcılar [1][1]
tarafından kullanılmıştır.
Erdem kanıtı : Bu kanıtı St. Thomas kullanmıştır. Bu
kanıtlamaya göre, evrende var olanların bir mükemmellik sıralaması vardır. Bu
sıralamanın en üst katında bulunan, her şeyin en mükemmeli olan Tanrı'dır.
Ahlâki Kanıt : İnsanoğlu iyilik yapmaya,
kötülüklerden kaçınmaya eğilimlidir. Bu bir ahlâk yasası olup, bu yasa
öğrenilmemiş ve vicdanımızda hazır olarak bulunur. Bunu da insana kazandıran
Tanrı’dır.
Yukarıdaki
kanıtlar çerçevesinde Teist düşünce sistemini benimseyenler, Tanrı'nın
varlığını nedensel olarak kanıtlamak isterler. Her şeyin bir nedeni vardır ve
her bir neden başka bir nedenin sonucudur. Bu nedensellik zincirini, sonsuza
kadar götürmek insan aklı için mümkün olmadığından, kendisi sonuç olmayan
nedende durulur. Teizme göre, Tanrı bu ilk nedendir.
Paul
Tillich, 20. yüzyılın ilâhiyat dalında en değerli eserlerinden biri olarak
kabul edilen kitabında, Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya çalışmanın, Tanrı’nın
yokluğunu savunmakla, yani ateizmle eş anlamlı olduğunu savunurken şöyle der: “Tanrı’nın
varlığını kabul etmek de, reddetmek kadar ateistçe bir tutumdur. Tanrı, var
olmanın ta kendisidir, ayrı bir varlık değildir.
DİN KAVRAMI
Din
olgusunun, insanoğlunun varoluşuyla yaşıt olduğunu, bireyin dinsel varlığı ve
din hayatıyla olan ilişkilerinin de, insanın varoldukça devam edeceği hususu,
en azından çağımız açısından göz önüne alınması gereken bir gerçektir.
Dünyayı
ve evreni tanıma, varlık hakkında bilgi edinme gereksinimi ile önce din ve daha
sonra, içerik ve niteliği gereği dinin yanıtlayamadığı sorulara yanıt bulma
çabası ile felsefî sistemler ortaya çıkmıştır. Sırayla; tanrısal İlham ve ilahi
vahiyden din, filozofların düşünce ve sentezinden felsefe, ilim adamlarının
deney ve gözlemlerinden de ilim ortaya çıkmış, bu üç temel sistemin insanlığa
verdiği dinsel, felsefî ve bilimsel bilgi, değişim ve gelişime kaynak
oluşturmuştur.
Tanrı
inancı ile din inancı arasında kesin ve belirgin bir çizgi ve ilişkinin varlığı
hakkında somut veriler yaygın değildir. Zira tanrısız dinler olduğu gibi gerçek
dinle ilgisi olmayan tanrılar da vardır. Buda ve Konfüçyüs gibi, giderek din
halini almış öğretilerde, açıkça Tanrı yoktur. Bir vahye dayanmayan dinlerin
ise türlü türlü tanrıları vardır. Peygamberlerin getirmiş oldukları dinlerdeki
Tanrı farklı özellikler taşımaktadır
İnsanoğlu,
kadim dönemlerden bu yana içinde yaşadığı evrenin sırlarını araştırırken, temel
düşünce sistemi (tefekkür) olarak Şamanizm, Hermetizm,
Kabbala ve Epifani olmak üzere dört temel evre
geçirmiştir. Budizm, Konfiçyüs Din’i ile Semavi Din’ler olan Musevilik,
Hiristiyanlık ve Müslümanlık, bu dört tefekkürden etkilenerek ayrı ayrı
yollardan insanlığı aydınlatmışlardır. Buna karşın bu dört tefekkür, bütün dinlerin
dışında kalarak, insanlığı akıl ve hikmet, vicdan ve güzellik duygularıyla
etkilemeye devam etmiştir.
Büyük
Dinler, Doğu ve Batı
Dinleri olarak ikiye ayrılırlar:
·
Hinduizm ve
Brahmanizm, Doğu Dinleri’dir.( Panteist inanca dayalıdırlar)
·
Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslamiyet ise, Batı Dinleridir.(Teistik
karakterdedirler).
Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslamiyet’i içine alan kitaplı dinlere Semavi veya
Göksel Dinler denilmektedir. Bu tanımın, Semavi Dinlerin mensuplarının, dua
ederken ellerini göğe açarak bir göksel varlığa yakarmalarından kaynaklandığı
değerlendirilmektedir.
Tarih
boyunca, nerede bir toplum varsa, orada mutlaka din olgusu da gündeme
gelmiştir. Din; insanla beraber varolmuş, varolmakta ve öyle görünüyor ki en
azından yakın gelecekte de bu bağlamda işlevini sürdürecek bir kurumdur.
İnsanlık tarihinde ne kadar gerilere gidilirse gidilsin, dinî inançlardan
yoksun bir topluma rastlanmamaktadır. Tarihi devrelerde olduğu kadar tarih
öncesinde de insanoğlunun bazı inançlara sahip olarak yaşadığı, yapılan
bilimsel araştırmalardan anlaşılmaktadır. Bütün bunlar, toplumu ayakta tutan
temel sosyal yapının başında dinin geldiğini ortaya koymaktadır.
İnsanlık, "din"i
dışlayarak toplumsal, sosyal ve spritüel yapının sağlıklı bir şekilde
oluşturulamayacağını ve bir yere varılamayacağını anlamış görünmektedir. Ancak,
Brzezinski'nin şu saptamaları da düşünce yelpazesinde farklı algılayışlar
olarak dikkati çekmektedir: “Her ne olursa olsun, gelişmiş dünyada,
bilimin sınırları sonuna kadar zorlanacak ve
insanoğlunun iç ve dış boyutları
öyle değişecektir ki, bu, insan varlığının temel karakterinde bile
etkili olacaktır. Umuyoruz ki daha uzak bir gelecekte, modern bolluk döneminin
ve bilimdeki son gelişmelerin yarattığı ruhsal boşluğun farkına varılır ve
modern toplum artık dikkatini yeniden hayatın felsefî ve ruhsal yönüne çevirir.
Böylece, insanların şu anda sahip olduğu ve hatalı bir biçimde kontrol ettiğini
sandığı gücün yerine, toplumsal olarak insanları daha birbirine bağlayıcı yeni
ahlâki kriterler ortaya çıkabilir. Artık, merkezi olarak örgütlenmiş resmi
dinin, insanların sosyal hayatında yeniden etkili olabileceğini düşünmek doğru
bir inanış değildir. Bu nedenle, tarihi gelişimin dinamiğinden etkilenen
insanoğlunun ruhsal sağlığı için yeni bir başlangıç noktası bulmak gerekir”.
TANRI’NIN VARLIĞINA İLİŞKİN TEMEL YAKLAŞIMLAR
Tanrı’nın varlığı konusunda
genelde üç temel yaklaşım oluşmuştur. Bunlar sırasıyla:
a.
Tanrı’nın varlığını kabul eden görüşler : Teizm, Deizm, Panteizm,
Pan-enteizm,
b.
Tanrı’nın varlığını reddeden Ateizm,
c.
Tanrı’nın varlığının ya da yokluğunun bilinemeyeceğini öne süren Agnostisizmdir.
Bu görüşleri, kavramlar
boyutuyla incelemeye başlayalım:
Tanrı’nın Varlığını
Kabul Eden Görüşler:
TEİZM
Teizm,
sözcük olarak, Fransızca: “Théisme”,
Türkçe:”Tanrıcılık”, Arapça
ise: “İlâhiyye” anlamındadır. Kavram olarak ise Teizm,
evreni yaratan, sürekli olarak yöneten, kaza ve kadere egemen olan, insanüstü
güçleri bulunan, kişilikli bir Tanrı’nın varlığını savunan dinlerin ve dinsel
öğretilerin genel adıdır.
Teizm, diğer bir deyişle, varolan her şeyin
yaratıcısı olan bir Tanrı’nın varlığına, mutlak ve sınırsız bir bilgiye ve güce
sahip olduğuna, sarsılmaz bir inanç beslemedir. Doğanın üstünde ve ötesinde
olan, yani evrene aşkın (transandantal) [2][2] olan bir Tanrı’ya duyulan inancı
ifade eden Teizmde Tanrı; yarattığı varlıktan ayrı olan, fakat kendisini
yarattıkları aracılığıyla gösteren, özünde kişisel olup, insanın ibadet ve
itaatine en yüksek ölçüde layık olan varlık olarak görülür. Tanrı, bu anlayışa
göre, yaratıcıdır, varoluşun kaynağı ve tanrısal değerin koruyucusudur.
Tanrı’nın gücü her şeye yeter, O her şeyi bilir, O güç, gerçeklik ve değer
bakımından yüksek bir varlıktır. Ve insan onu bilebilir ve ona erişebilir.
Teizmde:
*
Vahiy yolu ile insanlara buyruklarını gönderen,
*
Kutsal Kitaplar gönderen,
*
Peygamberler gönderen,
*
Evreni yaratan ve yöneten,
*
Aklı ve iradesi olan,
*
Sonsuz bilgi, kudret ve iradesiyle evreninin varlığını devam ettiren,
*
Aşkın, doğa üstü ve sonsuz yetkinlikte yüce bir varlık olarak, her an evrenin
canlı-cansız her zerresinde etkin ve yetki sahibi, bir Tanrı anlayışı
vardır.
Teizm
öğretisi; inancı
ve imanı, aklın ve düşüncenin, bilimin desteğinde ve evrendeki varlıklara ve
onların yaradılışlarına bakarak pekiştirir.
Özet
olarak söylenebilir ki, bütün Semavî Dinler, Teizmin genel prensip ve esasları
üzerine kurulmuşlardır.
DEİZM
Deizm
sözcük olarak Fransızca’da: “Déisme”, Türkçe’de: “Yaradancılık”
veya “Nedentanrıcılık” olarak ifade edilir.
Kavram olarak Deizm, ilk olarak XVI. yüzyılda
İngiltere’de ortaya atıldı. Lâtince’de Tanrı anlamındaki "Deus"
sözcüğünden türetilmiş ve özgür düşüncecilerin (kiliseye bağlı olmayanların)
Tanrı inancını betimlemek için ortaya konmuştu. Önceleri “Tanrıtanımazlık”
(ateizm) karşısında, “Tanrıcılık” ya da “Tanrının varlığına inanmak” anlamında
kullanıldı. Daha sonra “Yaratıcı-Tanrı” anlamına gelen "Teizm"
sözcüğü benimsenince "Deizm",
varlığı akılla bilinebilen ve evrene karışmayan bir
Tanrı anlayışı olarak
kendine özgü felsefi bir nitelik kazandı.
Deizmi,
Ortaçağ Avrupa’sında Hıristiyan din adamlarının, Kilisenin ve papaların menfaat
ve hükümranlıklarını sürdürebilmeleri için ortaya attıkları dışkutsal dogmalara
ve “Tanrı adına” diyerek halkın inançlarına, bilim dünyasına ve devlet
yönetimlerine yaptıkları müdahale ve baskılara bir karşı tepki olarak oluşan,
felsefi bir düşünce ve inanç sistemi olarak ifade etmek olasıdır.
XVI. yüzyılda Rönesans hareketi hızla Kıta
Avrupa’sını etkisi altına almaya başlamıştı. Bu akım giderek aydınlanma
hareketine dönüştü ve Kilise erki büyük ölçüde kırıldı. Kilisenin savunduğu
Tanrı tasarımı vahye dayalı ve teistik bir tasarımdı. Başka bir deyişle,
Kişi-Tanrı tasarımıydı. Aydınlar, Kilise otoritesi kırarlarken, doğrudan Tanrı’yı
yadsımak yerine, Tanrı tasarımını değiştirmeyi daha uygun buldular.
Deizmi
savunanların, kişileştirilmiş, yöneticiliği ve deneticiliği kabul edilmiş Tanrı
algılayışına karşı, kişilik dışı ve yalnızca ilk neden ya da ilk devindirici
olmakla yetinen bir Tanrı anlayışı ortaya koyması, Hıristiyanlığın Tanrı’sına
açık bir savaş ilanı olmuştu. Çünkü böyle bir Tanrı’nın evren ve insan ilişkisi
yalnızca bir ilk nedene bağlı tutulmuştu, o kadar. (Aristo’nun Tanrı’sı gibi).
Buna karşın, vahiy, ilham, elçi (peygamber), kutsal kitap, yazgı (kader),
kilise, papaz, ruhun ölümsüzlüğü gibi, kişi, kavram ve kurumların tümü
yadsınmıştı. Deist anlayış içersinde, Kilisenin bilimsel çalışmalara “Tanrı” ve
“Din” adına karışmaması, bilim adamlarına özgür bir ortam sağladı. Zaten,
devindirdikten sonra Tanrı bile evrene karışmıyorsa, ne kişiler ne de
kurumların Tanrı adına yaptırımı olamazdı. Ve yine Tanrı, evreni, dünyayı ve
insanı yönetmiyorsa tarihte hiçbir şey kutsal olamazdı. Kilise, Tanrı’nın
bedeni değil düpedüz insan eseriydi. Kimse onun arkasına sığınıp başkalarını
suçlayamazdı. Bunun yanında Batılı bilginler doğa ile ilgili yeni bilgiler elde
ettikçe, dinsel inançlara başvurmadan evreni açıklamanın olanaklı olduğunu
anladılar. Ayrıca akıl, doğası gereği Tanrı’nın varolduğunu bilir, iyiyi,
kötüyü ayırabilirdi. Bu nedenle otonom ve mekanik evren görüşü yandaşları
"vahyi" de bir karışma olarak gördüler ve yadsıdılar.
Deizme
göre ;
*
Tanrı, ilk neden olarak evreni yaratmıştır, ancak evreni yaratmakla işini
bitirmiştir. Evren artık kendi yasaları ile işlemektedir. Deizm, sadece yaradan
ve ilk neden olan Tanrı’nın başka nitelik ve güçleri üzerinde durmaz. Tanrı’nın
daha sonra evrene müdahale etmesi akla aykırı olup, tıpkı bir saatçinin,
saatini imal edip, saati kurduktan sonra, onunla bir ilişkisinin kalmaması
gibi, evrene aşkındır.
*
İnsan için en önemli ödev, evren ve yasalarını akıl yoluyla bilmek ve
anlamaktır.
*
Dinlerdeki duygusal ve akla aykırı Tanrı kanıtlamaları gereksizdir.
*
Akıl, vahiyle uyum içindedir. Ya da vahiy akla uygun olmalıdır. Dinin kutsal
kitabı, aklın ışığında analiz edilmeli ve mistik öğelere ve mucizelere yer
verilmemelidir. Buradan da anlaşılacağı gibi, söz konusu anlayış, peygamberlere
ve dinlere gerek olmadığı ve bir tür ‘’doğal din’’ [3][3]
düşüncesini benimseyip savunmaktadır. Cherburi (1581-1648 ), J. Locke, J.J.
Rousseau, Voltaire tarafından temsil edilen ve savunulan bu Tanrı anlayışı,
hoşgörü ve laisizmin gelişmesinde etkili olmuştur.
*
Deizm anlayışındaki Tanrı, Vahiy, Kutsal Kitaplar ve Peygamberler göndermeyen
bir Tanrı olup, bu anlayış Vahyi, Kutsal Kitapları ve Peygamberleri kabul
etmez.
Deizmin
güçlü yanı da, zayıf yanı da katı bir akılcılığa dayanmasından ileri gelir.
Aklî yaklaşımın dinî konularda yetersizliği ortaya çıktıkça, deizm, çözmekte
güçlük çektiği birtakım sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Şüphesiz, deizmin
en zayıf yanı, dini hayatın içerik ve fonksiyonuna ters düşen bazı anlayışlara
içinde yer vermiş olmasındadır. Ötelerin ötesinde olan ya da başkalarının şaka
yolu ile kullandığı bir deyimle “emekliye ayrılmış” bir Tanrı anlayışı, dini
duygu ve düşünceyi tatmin etmez. İnanç olgusunda, dayanma, bağlanma, teslim
olma, dua ve tövbe etme merkezî bir yer işgal eder. “İnsan, bırakınız
kendisiyle, topyekûn âlemle dahi ilgilenmeyen bir Tanrı’ya nasıl ve niçin dua
etsin, ibadet etsin? Böyle bir Tanrı’ya inanmak ne işe yarar?” sorusuna yanıt
bulma sorumluluğu inanç sahibine aittir. Buna ilişkin olarak J.B. Broussuet, “...
Hıristiyanlar Deistleri daima temelde basit Ateistler olarak görmüşlerdir ve
Deizm, kılık değiştirmiş Ateizmdir.” demektedir.
Deizmi, Tanrı’yı yalnızca ilk neden olarak
benimseyen ve onun başlıca nitelik ve güçleri üzerinde fikir yürütmeyen, ya da
kesin tanımlamalarda bulunmayan, Tanrı kavramını kişileştirmeyen, öncelikle
akıl yöntemini rehber edinen dinsel öğretilerin genel adı” şeklinde
özetleyebiliriz. Deizm hiç kuşkusuz bir Tanrı
inancıdır, ancak o Tanrı’nın belli hiçbir dini yoktur. Ünlü bir deyişle, “Deistlerce
Tanrı evrenin dışına sürülmüştür”.
PANTEİZM
(Kamutanrıcılık - Tümtanrıcılık)
Tanrı
ile evreni bir, aynı ve özdeş kabul eden görüştür. Panteizm, anlam olarak
tümtanrıcılık demektir.
Panteizme göre Tanrı'nın
evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur. Tanrı doğada, nesnelerde, insan
dünyasında vardır. Her şey Tanrı'dır.
Bu
algılamada Tanrı’nın, evrenin kendisi olduğunu savunulur. Panteistler evrende
varolan her şeyin (atom, hareket, insan, doğa, fizik kanunları, yıldızlar... )
aslında bir bütün olarak Tanrı’yı oluşturduğunu söylerler. Bu bakımdan evrende
vuku bulan her olay, her hareket aslında doğrudan Tanrı’nın hareketidir. Bu
görüşün ilginç ve çarpıcı bir sonucu, insanın da Tanrı’nın bir parçası olduğudur.
Panteizme göre; Tanrı her şeydir ve her şey
Tanrıdır. Tanrı – Evren - İnsan ayırımı yoktur. Böyle bir ayrım aklın
yanılsamasıdır. Aşkın bir Tanrı var olmadığı gibi, her hangi bir yaratmadan da
söz edilemez.
Evreni algılayış biçimi
olarak Panteizm, Hindu, Buda dinlerinde hayal gücü geleneğine uygun bir
anlayıştır. Felsefî bir tasarım olarak Panteizm ise, eski Yunan felsefesinde
Plotinos (205-270), Rönesans'tan sonra Giordano Bruno (1548-1600) ve Spinoza
(1632-1677) tarafından temsil edilmiştir. Düşünsel kökü Antik Çağ Yunan
Stoacılığına dayanan Panteizmin ileri sürdüğü “Evrenin Ruhu Anlayışı”,
Hegelciliği ve Spinozacılığı doğurmuştur.
Tek
Tanrı’lı Dinlerdeki Tanrı-Alem ayrılığı, Yaratan-Yaratılan diye bir ikilem,
Panteizmde yoktur. Doğayla Tanrı bir ve aynı şeydir. Tanrı yaradan değil,
varolandır ve evrenin tümüdür. Evrende görülen şeylerden gayri bir Tanrı
yoktur. Tanrı, evrendeki bütün varlıkların toplamıdır. Evrenin başlangıcı ve
sonu yoktur. Evrendeki mevcut canlı cansız her şeyin bütünlüğü Tanrı’dır. Önsüz
ve sonsuz olan Tanrı, hem makro kozmosta (evrende), hem de mikro kozmosta
(insanda) bulunur.
Antikçağ
Grek Stoacıları, Yeni Platoncular ve Doğunun Vahdet-i vücut anlayışı,
Yahudilerin Kabalası gibi çeşitli felsefî biçimlere bürünen bu inanç, çağımıza
kadar süregelmiştir. Panteist olarak adlandırılan bazı Yahudi, Hıristiyan ve
Müslüman düşünürler vardır. Ancak, Panteizmi üç semavi din genelde
reddetmektedir.
Panteizm,
Arapça’da karşılığı “Vücudiyye”
sözcüğüdür. Tanrı anlayışı olarak “her şeyi Tanrı tanımak, varlığı, ancak ona
vermek” olarak özetlenebilir. Bunu, “sonsuzluk, sonsuz olan varlık; Tanrı,
tabiat” olarak tarif edenler de olmuştur. Bu, Vahdet-i Vücut, yani
varlığın değil, Vahdet-i Mevcut, yani fiziki evrenin, tabiatın birliği
inancına varır ve tabiatın Tanrı oluşuna, tabiattan başka bir varlık, bir
Tanrı, bir gerçek bulunmayışına inanmaktır. Özetle, Vahdet-i Mevcut, son
tahlilde Ateizmden, Tanrı tanımamaktan başka bir şey değildir. Vahdet-i Vücut
yaklaşımında, Tanrı yaratılmışların hiçbirine benzemez ve bu inanç eşyanın
hakikatini Tanrı’da görür oysa,
Panteizmde fiziki evrenin kendisi Tanrı’dır.
Panteizme
göre evrenin toplamı Tanrı’dır ve evrenin dışında gizemcilerin savundukları
gibi bir Tanrı yoktur. Açıkçası her zerre onun kendisidir. Gizemciliğe göre de,
her zerre İlahi güzelliği yansıtan bir ayna ve araçtır. Evrenin yaratılış
nedeni, Tanrı’nın güzelliğini yansıtmak ve göstermek içindir.
Panteizm üç türdür;
1. Tabiatçı
Panteizm: Tek realite tabiattır. Tanrı da tabiatın içinde var olandır.
(Dideron, Boron d’Holbach)
2. İdealist
Panteizm: Tek realite ruhtur. Tanrı da ruhun özünde var olandır. (Hegel,
Fichte, Brunschvicg)
3. Teolojik
Panteizm: Felsefî anlamda asıl Panteizm budur. Evrende tek realite
Tanrı’dır. Diğer bütün varlıklar, evren, dünya, tabiat, insan, ruhlar vs. her
şey Tanrı’nın varlığında oluşmuştur. Hiçbir şey onun dışında değildir, her şey
odur.
Girdano Bruno, Boehme, Spinoza gibi
filozofların ileri sürdüğü Tek-ilkeci
(monist) Panteist görüş, giderek Tasavvuf içinde de
benimsenmiştir. Tasavvuf
düşüncesi de özünde bir panteist anlam taşımaktadır. Anadolu mutasavvıflarından
Hallac-ı Mansur ve Mevlâna bu düşüncededir.
PAN-ENTEİZM
(Çift
kutuplu Kamu-Tanrıcılık yada Diyalektik Tanrıcılık )
Spinoza ağırlıklı Panteizm algılayışına göre,
Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı’dır. Tanrı-Evren-İnsan ayırımı yoktur, böyle
bir ayrım aklın yanılsamasıdır. tanrıbilimsel olarak Tanrı, Evren, İnsan bir ve
aynıdır. Aşkın bir Tanrı var olmadığı gibi, her hangi bir yaratmadan da söz
edilemez. Spinoza’nın bu görüşü, ailesinin göç ederek ayrıldığı Endülüs İspanya’sındaki
ünlü mutasavvıf Muhiddin-i Arabî’nin etkisiyle oluşmuştur. Bilindiği gibi
Arabî’nin görüşü "Vahdet-i Vücut" olarak ileri sürülmüştü. Ancak bir
çoklarının sandığının aksine, Spinoza’nın Panteizmi ile Arabî’nin Vahdet-i
Vücut anlayışı birbirinin aynı değildir. Spinoza’da Tanrı
evrendedir ve evren kadardır. Arabî’de ise Evren Tanrı’dadır ve bu durum
Tanrı’yı sınırlamamaktadır.
İngiliz
düşünürü White Head’e göre, Tanrı’nın her türlü değişmenin ötesinde değişmez
bir niteliği ve bunun yanında bir de değişen ve oluşan bir niteliği vardır.
Tanrı değişmeyen yanıyla devinimi başlatmıştır ve Evrenin bilincindedir. Ancak
Tanrı bu konumda kalmış olsaydı, ilk devindirici, özgür, öncesiz ve yetkin
olarak kalacak ama varoluşa katılmamış olacaktı. Diğer niteliği ile ise Tanrı,
değişme ve oluşma sürecinin içinde ve bilincindedir. Bu nedenle Tanrı’nın
evrende içkin (evrenin maddesine karışmış-içinde bulunan) olduğunu söylemek de
doğrudur. Evrenin Tanrı’da içkin olduğunu söylemek, Tanrı-Evren ilişkisinin
karşılıklı olduğunun farkına varışın göstergesidir.
Süreç
felsefesi olarak da ifade edilen ve White Head’le başlayan bu akıma Pan-enteizm ya da Diyalektik teizm denir.
Pan-enteizme göre Tanrı, hem değişmeyen (mutlak), hem de değişen (göreli) dir.
Hem zamanın içinde, hem dışında, hem sonlu, hem de sonsuzdur. Aynı zamanda hem
tikel hem tümel, hem neden hem sonuçtur.
Hartshorne Tanrı’nın bir soyut bir de somut
iki yüzü olduğunu söyler. Soyut niteliğiyle Tanrı, mutlak, etkilenmez,
erişilmez ve değişmezdir. Somut yanıyla ise etkilenir ve değişir. Tanrı bu iki
niteliğinde de yetkindir. Ancak bu yetkinlik klâsik Teizmdeki gibi değildir.
Oradaki yetkinlik değişmeyen donmuş bir yetkinliktir. Buradaki yetkinlik
değişir, ancak bu değişme tanrısal bir değişmedir. Yani yetkinliğe doğru değil,
yetkinlik içinde bir değişmedir. Bu tanımla Pan-enteizm, hem Deizmden hem de
Panteizmden ayrılır.
Özet olarak; Panteizm ile Pan-enteizm
arasında önemli bir fark vardır. Panteizmde her şey tanrıdır. Pan-enteizimde
ise, her şey Tanrı’dan sudur etmiştir (oluşmuştur). Ruhun tek amacı, oluştuğu
Tanrı’ya dönmektir. Bunun da yolu tek evrensel yasa olan evrim / tekamül den geçmektedir.
****
[4][1] Kelam: İslâm
felsefesinde Tanrı'nın varlığını ve birliğini akıl ve mantık yoluyla kanıtlamak
isteyen görüştür.
[5][2]
Transandantal:
Transcendence veya transcendency (transandans) kelimesinin “transandantal
olma”, transcendental (transandantal) kelimesinin ise “üstün, faik”, felsefî
kullanımda “deneyüstü, tecrübeden üstün olan, fizikötesi, tabiatüstü, doğrudan
tecrübeyi aşan ama rasyonel bilgiye karşı olmayan” şeklinde tanımlanır.
Transcendent (transandan) kelimesi ise “üstün, faik, insan aklından üstün,
sıradan yaşantının sınırlarının ötesine taşan veya onu zorlayan”, Immanuel
Kant’ın felsefesindeki kullanımıyla “mümkün olan bütün tecrübe ve bilgilerin
ötesinde olan” gibi anlamlarla karşılanmaktadır.
[6][3] Doğal Din: Aydınlanma
felsefesi içinde sayılan düşünürlerden bir kısmı ateist iken, bir kısmı da
Tanrı’ya inanmaktadırlar. Ancak ilginç olan, inançlı olan düşünürler de dinin
kaynağını “vahiy”de değil “akıl”da ararlar. 18.Yüzyıl Aydınlanma Felsefesinin
din görüşünde “akıl dini” yada “doğal din” kavramı ne çıkar ve dini insanin
aklında ve doğasında yerleşik inançlar olarak alır. Dolayısıyla bu dinin her
insanda her zaman var olduğu iddia edilmektedir.
[7][1] Gerekircilik (Determinizm): Her
olayın bir nedeninin olduğu ve aynı nedenlerin, aynı şartlar altında her zaman
aynı sonuçları doğurduğunu, dolayısıyla olayların zorunlu ve evrensel kanunlara
uyarak ortaya çıktığını kabul eder. Bu görüşe göre, insan, doğa ve sosyal
yasaları bilmek, tanımak ve onlara hakim olmakla, zorunluluk alanından özgürlük
alanına geçer ki bu da zorunlu-özgürlük diye adlandırılır. Bu durumda, insan
doğa ve sosyal yasaları yaratamaz, edemez ve değiştiremez, ama onları
tanıyıp bilmekle korunur, zararlı sonuçlarını
yararlıya çevirebilir.
KAYNAKÇA
1. AĞAOĞLU,
Murat - Tanrı Kavramının Geçmişten
Günümüze Evrimi
2. AKİN,
Asım (Prof.Dr.) - Pozitif Düşüncenin Soyağacı, Dinler
3. ECEVİT,
Özgür - Teizm ve Deizm
4. GÜRKAN,
M. Bülent - Din Felsefesi
5. KÖKDAMAR,
Yusuf - Felsefesel ve İnançsal Bazı Terimlerin Anlamları ve
Açıklamaları
6. ONAT, Hasan (Prof. Dr.) -
Türkiye’de Din Anlayışı, Din Alanında Yeniden Yapılanma
7. SAYGIN,
Hasan - Kader ve İrade
8. TOPALOĞLU,
Aydın (Dr.)
– Ateizm
9. YILDIRIM,
Halit makale 21.03.2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.