|
ANADOLUDA DOĞA BİLİMCİLERİ - I
“ Tarihin akışını değiştirmek
imkansızdır. Aksini düşünenler, güneşi örtme misali boşuna uğraşırlar.”
|
|
Plutarch
“ Tarih, geçmişlerin deneyimlerini gençlere aşılamaktır.”
Denis Diderot
İstanbul’daki Marmaray su altı çalışmaları sırasında inanılmaz tarihi
zenginlikler ortaya çıktı. Tarihçiler daha önceleri yerleşim tarihi 2000
ile 2500 yıllık olduğu tahmin edilen İstanbul’un aksine yerleşim tarihi
olarak 6000 ile 8000 yıllık bir zaman dilimini kapsadığı gerçeği ile karşı
karşıya kaldı.
Arkeoloji araştırmacıları, çıkan eselerin tasnifini hızla ve heyecanla
sürdürüyorlar.
Bu yeni bulgu ve belgeler büyük çoğunluğun ne yazık ki umurunda değil.
Hatta çoğunluğun bunlardan haberleri bile yoktur.
Bu ne korkunç bir fukaralıktır Allah’ım?
Bundan da bir hikmet vardır herhalde, bu kadar bilgisizlik ve ilgisizlik
için mutlaka birçok neden vardır.
Ondan sualimiz olamaz!
Bilgisizlik ve ilgisizlik sadece bununla kalsa Anadolu
topraklarında Hattiler, Hititler, Urartular, Frigler, Troyalılar, Büyük
İskender Krallığı, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Persler,
Selçuklular, Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük uygarlıkların yanında onlarca
da küçük uygarlıklar yaşadılar ve inanılmaz değerli izler bırakarak
gittiler.
Son yaşayan uygarlık Türkiye Cumhuriyetidir.
Bizlerin büyük çoğunluğunun ne yazıkki geçmişle fazla ilgileri yoktur.
Sadece bir bölümümüz son 600 yıllık Osmanlıyla avunuruz.
Bu yaşanmış, dönemini tamamlamış uygarlıkların bilmem kaç kuşak torunları
hala aramızda bizlerle harmanlanmış, ortak bir ülkü hedefine yönelik olarak
birlikte yaşayıp, didinip duruyoruz.
Hatta birbirimizi ne yazık ki çok acımasızca tüketip gidiyoruz.
Bu ölçeklerdeki uygarlıların mirası bunlarmı olacaktı?
Kendi kendime hayıflanıp duruyorum.
Dedik ya yaratanın hikmetine sual olunmaz!
Sırayla sürecek olan iki yazımda bu topraklarda sadece belli bir zaman aralığında
yaşamış olan bilgeliklerden bahsedeceğim.
THALES
Bilim de felsefe gibi, bu topraklarda Thales ile birlikte Miletos'ta mı
başladı?
Eğer öyle ise çok eskilerden beri çeşitli uygarlıklar devasa piramitleri,
tapınakları, zigguratları nasıl inşa ettiler?
Onların yaptığı bilim değil miydi?
İnsanlar binlerce yıldır geometriyi kullanıyorlardı. İnşaat tekniklerinin
temeliydi geometri. Örneğin Eski Mısır'da piramitlerin köşeleri kusursuz 90
derece açıdaydı. Bunu nasıl elde etmişlerdi?
Önce yere uzun bir düz çizgi çiziyor, sonra bu çizginin üzerine çizgiyi
ortalayacak şekilde, birbiriyle kesişen iki çember çiziyorlardı.
Çemberlerin kesiştiği iki nokta üzerinden bir çizgi çektiklerinde bu çizgi
ana çizgiyi mutlaka 90 derece açıyla kesiyordu.
Bu pratik bir bilgiydi. Dönemin diğer bilgileri gibi sadece pratiğe
yönelik, genel kurallar ortaya koymadan, kuşaktan kuşağa geçen mesleki
sırlardan biriydi.
Thales'in yaptığı ise araştırarak, gözlemleyerek, Eski Mısır'dan aldığı
bilgilere, kendi gözlemleri sonucu elde ettiği bilgileri de katarak,
ulaştığı sonuçlardan genel kurallar çıkarmaktı.
Thales'in çalışmaları bilimin ilk adımlarıydı. Onu aşan yeni bir kuram
gelene kadar geçerliydi. Sonra yerini yeni kuramlara bıraktı. Ve bilim
böyle gelişti. (1)
PANSPERMİA HİPOTEZİ
Panspermia Hipotezi'ne göre yaşam yeryüzüne uzaydan gelmiştir.
Yaşamın ortaya çıkabilmesi için gereken tohumlar uzaya yayılmış olarak
bulunmakta ve bu tohumlar meteorlar aracılığıyla dünyalara nakledilerek bir
döllenme gerçekleşmektedir. Veya yaşam gezegenden gezegene, yine meteorlar
aracılığıyla taşınmaktadır.
Yeryüzündeki yaşam gerçekten böyle bir süreç ile başlamış olabilir.
Peki kimdir Panspermia Hipotezi'nin isim babası?
Bir Anadolulu,
Urlalı Anaksagoras (M.Ö.500-428)dur.
Anaksagoras, doğanın
her şeye kaynaklık eden tek bir maddeden değil, sonsuz sayıda tohumun
birleşmesinden meydana gelmiş olması gerektiğini düşünür. Uzayda dolaşan
tohumlar, dünyaya ulaştıklarında bitkileri, hayvanları, insanları, kısaca
tüm canlıları meydana getirmişlerdir. Canlılar öldüğünde tohumlar ayrılır
ve doğaya
saçılır, sonra tekrar başka bir canlıyı oluşturmak üzere birleşirler.
Anaksagoras, felsefeyi ve olaylara bilimsel bakışı Anadolu'dan
Atina'ya taşıyan düşünür olarak da bilinir. Anaksagoras doğa
olaylarına, dini inanışlar ile uyuşmayan, akılcı açıklamalar getirmesi ile
tanınır. Fakat aykırı fikirleri tutucu Atina'lılar tarafından düzeni tehdit
eder mahiyette bulunur ve tutuklanır. Onu Sokrates ile aynı kaderi
paylaşmaktan Perikles kurtarır.
Neticede Atina'yı terk etmek zorunda kalır. Ömrünün son yıllarını
Lapseki’de geçirir. Ölümünden sonra Lapseki'de adına bir anıt dikilir ve
ölüm yıldönümü yıllar boyunca anılır.
Anaksagoras ile birlikte İon biliminin zirveye ulaşmasına sadece bir
basamak kalmıştır. Bir kuşak sonra o adım Leukippos ve Demokritos
tarafından atom teorisi ile atılacaktır. (1)
EUDOKSOS - MİRASINA SAHİP ÇIKIYORUZ
Doğa bilimci, düşünür, matematikçi, mimar ve yasa koyucu Eudoksos, milattan
önce 406 yılında Datça da doğdu.
Genç yaşta Knidosluların dikkatini çekerek, eğitim için Atina’ya
gönderildi. Platonun ünlü Akademiasında okudu ve çağın ünlü düşünürleriyle
tanıştı.
Eski Yunan düşünürleri, bu Akademianın çevresinde görünen ve görünmeyen
alemin metafizik yasalarını tartışmakla meşguldüler.
Eudoksos ise diğer Anadolu
doğa
bilimcileri gibi daha çok doğa
yasalarına ilgi duymaktaydı.
Milattan önce 380 yıllarında Mısıra gitti. Heliapolis de Astronomi
bilgilerini genişletti ve büyük yapıtı OKEATERİS i burada yazdı.
Daha sonra Kyzikos a giderek kısa sürede büyük ün yapan okulunu kurdu. Anadolu’yu
dolaştı ve kenti Datça ya geri döndü.
İ.Ö 367 de, daha önce talebe olarak bulunduğu Atina da, büyük düşünür ve
yasa koyucu olarak saygıyla karşılandı.
Bilimin gelişmesinde eşsiz bir yere sahip olan EUDOKSOS, Knidos kentinin
planlarını çizdi ve yasalarını oluşturdu.
Ünlü rasathanesini kutsal Afrodit tapınağının üzerine kurması, zamanının en
devrimci yaklaşımlarından biri olarak kabul edilir.
Astronomi de, güneş ve ayın dünyadan uzaklığını geometrik yol ile
hesaplayan ilk kişidir. Yine, gezegenlerin ve gök cisimlerinin
hareketlerini inceleyen Eudoksos, bu cisimlerin düzensiz hareketlerinin
düzgün dairesel hareketlerle açıklanabileceğini dünya bilimine armağan eden
kişidir.
Kopernık in doğumunu daha yüzlerce yıl vardır. Dairelerin alanlarının,
çaplarının karesiyle orantılı olduğunu ilk kanıtlayan da odur.
Eudoksosun dairesel düzenlilik anlayışı, modern matematikteki sonsuz
serilerin periyodik karakterine ilişkin olarak, hala geçerliliğini
korumaktadır.
İrrasyonel sayıların, rasyonel sayı yaklaşımlarının aracılığı ile
tanımlanabileceğini göstererek, modern irrasyonel sayı kuramının temelini
günümüzden 2350 yıl önce oluşturmuştur. Bu sırada ünlü Yunan düşünürleri,
bu dünyanın gerçek olup olmadığı üzerine derin felsefelerle kafa
patlatmaktaydılar...
Onlar bu derin felsefelere daladursun, Eudoksos, integral hesabının temeli
olan, tükenme yöntemini de ortaya çıkarttı.
Bilgisayar teknolojisinin ulaştığı bu günkü noktada, uzmanlar, Eudoksosun
keşfettiği Astronomi ve matematik ölçeği ile bilgisayar sisteminin ilk
kurucusu olduğunu
ileri sürmektedirler. Bu ölçeğin taştan yapılmış bir örneği, Datça’da
yapılan Arkeolojik kazılarda ortaya çıkartılmıştır.
Bu büyük ve anıt insan, milattan önce 355 yılında Datça da öldü.
Henüz elli yaşındaydı...(1)
PYTHAGOROS
Pythagoras, pisagor teoreminden çok daha fazlasıydı. Hatta Herodotos'a göre
tüm filozofların en yeteneklisiydi. En başta o, kendini filozof ya da hikmet
sever olarak tanımlayan ilk kişiydi.
Pythagoras, Mısır'da inisiye olduktan sonra İtalya'nın Crotona kentine
yerleşmiş, burada ezoterik bir okul kurmuştu. Pythagoras kardeşliğine
katılmak onun yaşam biçimini de benimsemek demekti. Hayat egzersiz, müzik,
şiir ve felsefe ile geçiyordu. Yemekler her zaman beraber yeniyor, kimsenin
kişisel eşyalara sahip olmasına izin verilmiyordu.
Dayanışmanın simgesi pentagram idi. Çünkü pentagramın içinde çok önemli bir
şey saklıydı: Altın oran, evet altın oranın farkına varılmasaydı, sanatta
estetik bugünkü düzeye asla gelemezdi.
Antik dönem yazarlarından Iamblichus bize şöyle bir anekdot aktarır.
Pythagorasçılarlardan biri bir yolculuk sırasında hastalanır. Bir hana
ulaşır. Hancı onu tedavi etmek için elinden geleni yapar fakat muvaffak
olamaz. Ziyaretçi, ölmeden önce hanın dışına bir pentagram çizer. Aradan
zaman geçer, bir gün başka bir Pythagorasçı oradan geçerken hanın dışındaki
işareti görür. Hancıya hastanın tüm masraflarını öder.
Pytagoras'tan bize yazılı bir eser kalmadığı için felsefesinin ne kadarının
kendi fikirleri ne kadarının takipçilerine ait olduğunu bilemiyoruz.
Pythagorasçıların amacı evrendeki mükemmelliğin sırrını çözmekti. Onlara
göre bu sır matematikte gizliydi. Matematik ise sessiz bir müzikti. Müzik
nasıl notaların uyumla bir araya gelmesinden oluşuyorsa, evrendeki uyum ve
güzellikte sayılar arasındaki oran ve ritim sayesinde var oluyordu.
Albert Einstein, 25 asır sonra "bilimde en yüksek seviyeye ulaşıldığında
artık sanat ve bilim estetikte bütünleşir derken acaba benzer bir şeyi mi
kastediyordu?
Alevilik ve Bektaşilik öğretisinde Sırr-ı Hakikat vardır. Görülüyor ki
insanlığın sırları hep var olmuştur ve var olmaya devam edecektir.(1)
HEROSTRATOS’U HATIRLAMAK
Efes Artemis Tapınağı, Antik Ege'nin gelmiş geçmiş en büyük tapınağıydı.
Tamamen mermerden inşa edilmiş, 115 metreye 55 metre ebatlarında, 18 metre
yüksekliğinde 127 adet sütunun çevrelediği Artemis Tapınağı, dünyanın yedi
harikasından biriydi. Atina'nın ünlü Parthenon'u onun ancak üçte biri
büyüklüğündeydi.
Dünyanın yedi harikası hakkında yazmış antik dönem yazarlarından biri olan
Antipatros'a göre insan bir kez bulutlara uzanan Artemis Tapınağı'nı
gördükten sonra, dünyanın diğer harikaları onun yanında çok sönük
kalıyordu.
Efes'te Herostratos adında bir genç yaşıyordu. Bu genç tarihe geçmeyi
kafasına koymuştu. Biliyordu ki insanlığa bir eser bırakmak gibi, onu yok
etmekte ismini ölümsüzleştirmenin bir yoluydu. Herostratos bir gece o
güzelim Artemis Tapınağı'nı ateşe verdi. Takvimler milattan önce 356
yılının 20 Haziran gününü gösteriyordu.
Efesliler Herostratos'u idam etmekle kalmadılar, bir kanun çıkararak adının
anılmasını da yasakladılar. İsmi hiç bir kayda geçirilmedi ve var olan tüm
kayıtları silindi. Fakat tüm bunlara karşın adı unutulmadı. Efes Artemis
Tapınağı'nı yakan adam olarak tarihe geçti. Herostratos amacına ulaştı.
Şimdi burada adını anmakla Herostratos'un amacına hizmet etmiş oluyor muyum
diye sormaktan kendimi alamıyorum.
Sizce? (1)
LUCRETIUS
İ.Ö. I. yüzyılda yaşamış Romalı filozof Lucretius, evrenin henüz gençlik
çağında olduğunu söylemişti.
Çağına göre çok ileri olan bu doğru kanıya nasıl mı varmıştı?
Şöyle diyordu Lucretius :
” Çocukluğumdan beri çevremde tekniklerin gelişip yetkinleştiklerine tanık
oluyorum. Gemilerin yelkenleri yenilenip iyileştirildi. Gittikçe daha
etkili silahlar icat edildi. Giderek daha yetkin ve ahenkli müzik aletleri
yapıldı.
Eğer evren ebedi olsaydı, bütün bu ilerlemeler şimdiye dek yüz defa, bin
defa, milyon defa yapılıp bitirilmiş olurdu ve ben de artık hiçbir şeyin
değişmediği, bitmiş, tamamlanmış bir dünyada yaşıyor olurdum.
Birkaç yıllık ömrümde bu kadar gelişme ve değişme görebildiğime göre, demek
ki evrenin bir başlangıcı var, henüz gençlik çağında ve ebedi olarak var
değil.”
Ne beyin ama, değil mi? (1)
ANTİKYTHERA
Antik döneme ait tüm keşiflerin içinde kanımca en ilginç olanı Antikythera
Mekanizmasıdır.
Nedir Antikythera Mekanizması?
Bilinen ilk mekanik bilgisayar!
Adını çıkartıldığı batık geminin açıklarında bulunduğu Antikythera
adasından alır. İçinde bulunduğu geminin M.Ö.1.yüzyılda battığı
hesaplanmıştır.
O tarihlerde böyle bir mekanizmayı yapabilecek bilgi ve teknolojiye
rastlayabilmek şaşırtıcıdır.
Göksel cisimlerin hareketlerini hesaplamaya yarayan bu düzenek, ahşap bir
kutu içinde 30'un üzerinde dişli ve onlara bağlı bulunan 3 adet göstergeden
ibaretti. Göstergelerin birinde yılın 365 günü işaretliydi.
Üzerinde bulunan bir manivela yardımıyla ileriki bir tarih girildiğinde, o
tarihte Güneş ve Ay'ın alacağı konumları gösteriyor, Güneş tutulmalarını
önceden hesaplayabiliyordu. Alet muhtemelen Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve
Satürn'ün konumlarını da gösteriyordu fakat bunu kanıtlayabilmek için
gereken dişliler günümüze ulaşmamıştır. Ancak üzerindeki metinde Mars ve
Venus'ün de adı geçmektedir.
Antikythera Mekanizması ne amaçla yapılmıştı? Mekanizma taşınabilir olması
için kompakt bir şekilde tasarlanmıştır.
Üzerinde detaylı bir kullanma kılavuzu bulunmaktadır. Tüm bunlar,
mekanizmanın uzman olmayan bir kullanıcının sahada pratik kullanımına
yönelik olarak yapıldığını düşündürür. (1)
DOĞA FİLOZOFLARI
Doğa Filozofları bir konuda iki kampa ayrılırlar. Bir kampta Ksenophanes ve
Parmenides'in başını çektiği Elealılar, diğer tarafta Miletos'lu düşünürler
ve Herakleitos’dur.
Konu şu: Doğada değişim var mıdır?
Elealılar duyularımızın bizi yanılttığını, doğada
ezelden beri hiçbir şeyin değişmediğini, doğayı
gözlemleme yoluyla algıladığımız değişimin, duyularımızın bize bir oyunu
olduğunu iddia eder.
Karşı taraf ise doğada
değişimin var olduğunu söyler, buna kanıt olarak ta duyu organlarımıza
güvenerek yaptığımız gözlemleri gösterir.
Bugün biliyoruz ki doğada
sürekli bir değişim vardır.
Ancak duyularımıza güvenip güvenmeme konusunda kim haklıdır? Duyularımıza
güvenebilir miyiz? Yoksa duyularımız bizi yanıltır mı?
İnsan duyuları sınırlıdır. Bir odaya çıplak gözle baktığımızda, içinde
hiçbir şey olmadığını görüp, odanın boş olduğunu söyleyebiliriz. Ancak
odanın içinde insan gözünün göremeyeceği kadar küçük bakteriler, virüsler
bulunabilir. Bir çiçeğin rengini sarı olarak görebiliriz ancak aynı çiçeği
bir arı, mor-beyaz renkte görür. Nedeni arıların insan gözünün görebildiği
ışık tayfından daha geniş bir tayfı, morötesi ışığı da görebiliyor
olmasıdır.
Doğa filozoflarının ulaştığı sonuçlar, insanın salt akıl yoluyla nelere
ulaşabileceğinin en güzel örnekleri arasındadır.
İnsanın duyu organları, doğru bilgiye ulaşmak için yetersizdir. İnsanoğlu
bu sorunu gözlem ve ölçüm araçları geliştirerek aşmıştır. Bugün
gözlemlerimizin doğruluğuna güveniyoruz. Ancak gözlem ve ölçüm
olanaklarımızın sınırları, bilimin de sınırlarını çiziyor. (1)
HERAKLİTOS
Heraklit (M.Ö 535-475) her zaman ve her yerde "birlik, yani tekillik
tezini savunur. Heraklit'in " biri ve Parmenides'in " biri:
arasındaki farklılık, felsefe tarihini kökten etkileyecek olan bir
tartışmadır. Bu tartışma, Heraklit'i daha iyi anlamada önemli bir aşamadır,
onu yakından tanımağa başladık ama çağdaşı, Parmenides'i de biraz tanımak
gerekli. Yaklaşık M.Ö. 540 yıllarında Elea'da yaşamış olan Parmenides,
felsefesinin erken dönemlerinde Phytogorasçı bir yol izlemiş, daha sonra
onun eleştirisine yönelip Anaximenes ve Ksenophenes'ten bolca etkilenmiş,
mistikliğe ve dine önem veren bir filozoftu. Aristoteles'in mantığının
kurulmasında da en büyük pay sahibidir.
"Herhangi bir şeyi değişik aşamalarda ve istediğimiz her zaman
düşünebildiğimize göre, bu algı dünyasında her zaman vardır ve var olan yok
olamaz diye düşünmüştür. İşte Parmenides'in yanılgısı da buradadır:
Heraklit'e göre yokluk ne anlama geliyordu? Oluşu ileri sürerken yokluğu
vurgulamak yerine ateşin ve logosun varlığından söz etmesi, bize
"yokluğun hiçbir şey olmadığı değil, o şey neyse onun olmadığı
durumunu anlatır. Örneğin logosun olmadığı bir durum, gerçekdışıdır.
Heraklit, " Varlık, yokluktan fazla bir şey değildir önermesinde soyut
varlığın yadsınmasını ve oluş içinde, yoklukla özdeşliğini dile
getirilmektedir. Yaşam bir oluştur ama oluşun kavramlarını tüketmez.
Heraklit'in karşıtların birliği ise, ayrı bir varlık olarak Birdir. Şekli
ise küredir, maddeseldir, bölünmez, değişmez, uzamsal olarak sonlu,
zamansal olarak başlangıçsız ve sonsuzdur. Tüm oluşun ve varlıkların içinde
bulunduğu bir birliktir. Soyutlanmış, farklı bir varlık olarak "bir
değildir.
Her şey değişimden etkilenir, bunun ayrıcalığı yoktur. Burada bilinmesi
gereken en önemli şey değişimin gerçekliğidir. Karşıtların birliği ise,
ikiciliğin, tekçiliğe indirgenmesidir.
İşte Heraklit böylesine evrensel bir düşünür, savları hala geçerli ve
kanıtlanmaya çalışılıyor.(2)
Kaynakça:
1. Kerem Göksel, Anadolu
da Doğa Bilimcileri üzerine yazılarından.
2. Vural Yiğit, Heraklitos üzerine yazılarından.
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.